Mər bin Xəttab İmam Əli(ə. s) qızı ilə ailə qurubmu
Ümumiyyətlə tarixdə Ömərin bir neçə “Ümmü-Gülsüm” adlı zövcəsinin olması qeyd edilmişdir. Bunlar:
Modern Azerbaycan Edebiyatı
Onsekizinci asırda başlayan Batı tesirindeki Azerbaycan edebiyatı bugün çeşitli isimlerle anılmaktadır: Modern Azerbaycan edebiyatı, Yeni Azerbaycan edebiyatı, Çağdaş Azerbaycan edebiyatı ve Sovyet Azerbaycan edebiyatı. Özellikle 1920’den sonra gelişen Sovyet Azerbaycan edebiyatı ise, kendi arasında çok çeşitli bölümlere ayrılır. Bu tasnifler daha çok siyasi gelişmelere dayanır. Biz, Batı tesirinde başlayan Azerbaycan edebiyatının bütün safhalarını karşılayacağı düşüncesiyle Modern Azerbaycan edebiyatı başlığını kullanmakla yetineceğiz. Ancak Azerbaycan ve Türk ilim adamlarının bu tartışmaya kısa sürede çözüm getireceklerine inanıyoruz.
Batı tesirindeki Azerbaycan edebiyatı, Rusların Kafkasya’ya girmesiyle başlar. XVIII. asırdan itibaren Osmanlı ve İran merkezi idarelerinin Kafkasya ve Azerbaycan’daki etkileri azalmaya başlar. Bölgedeki siyasi boşluk ve karışıklıklar, küçük müstakil hanlıkların doğmasıyla sonuçlanır. Bu durumdan faydalanan Ruslar, XIX. asrın başlarından itibaren Kafkasya’ya girmeye başlarlar. XIX. asır Rusların Azerbaycan’ı istila için giriştikleri harplerle doludur. Daha asrın başında Aras nehrinin kuzeyi tamamen Rusların eline geçer (1828), Diğer yandan Hazar Denizi’ni de kontrol altına alan Ruslar, Kafkasya’yı altı eyalete ayırarak merkezi Tiflis olan “Kafkasya Umumi Valiliği’ne bağlar.
XIX. asrın başlarına kadar Azerî edebiyatının merkezi ve medeni muhiti olan Tebriz bu fonksiyonunu Tiflis’e devreder. Tiflis’in siyasî, ticarî ve kültürel bir merkeze dönüşmesiyle birlikte bu bölge seyyahlar, yazarlar ve devlet adamlarının uğrak yeri haline gelmiştir. 1828’de Rusya’da meydana gelen “dekabristler’[1] hareketi bastırıldıktan sonra, birçok ihtilalci bu kente sürülmüştü. Tiflis inkılâpçı, ihtilalci ve hürriyet taraftarı meşrutiyetçilerle dolup taşıyordu. Bu ortam, Tiflis’te yaşayan Azerî maarifçileri[2] ve diğer münevverleri de derinden etkilemiştir.[3] Avrupa ve Rusya’daki fikir hareketleri ve diğer yenilikler de kısa bir süre sonra Tiflis’e ulaşırken, buradan da süratle etrafa yayılmaya başlamıştır.
XIX. asırda Kafkasya’da başlayan Rus istilasının bir sonucu olarak Azerî edebiyatı iki kola ayrılır: Kuzey Azerbaycan’daki edebiyat, Rus tesiri sebebiyle çağdaş hayata göre şekillenmeye başlarken, Güney Azerbaycan’daki edebiyat klâsik ananeleri içerisinde gittikçe sönükleşir, bir taklit ve nazire edebiyatı halini alır. Klâsik edebiyat hem Kuzey’de, hem de Güney’de canlılığını sürdürmektedir. Bu daha ziyade Fuzulî gibi güçlü bir şairi taklit ve eski şairlere nazireler yazmaktan ileriye gidememiştir.
Halk edebiyatı ise, bu yüzyılda da en ihtişamlı günlerini yaşamaktadır. Gezgin âşıkların sazla çalıp söylediği yüzlerce halk hikâyesi vardır. Aşık tarzı geleneği devam ederken, halk şairlerinin sayısı da süratle artmıştır. Bilhassa aşık şiiri yazılı edebiyatta Vakıf, Kasım Bey Zakirî ve Elesker gibi önemli temsilciler yetiştirir.
Rus istilasından sonra Kafkasya’nın merkezi durumundaki Tiflis, aynı zamanda bir kültür merkezi haline gelmişti. Rusların bu bölgeye yerleşmesinden sonra açtıkları Rus mektepleri de ilk mütefekkir ve ilim adamlarını yetiştirmeye başlamıştı.
Rusçayı çok iyi öğrenen bu genç nesil, Tiflis’teki edebî çevrenin yardımlarıyla Avrupa medeniyetini de tanımaya ve öğrenmeğe başlamıştı. Bu kuşağın üzerinde, Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa’da ortaya çıkan hürriyet, demokrasi ve halkçılık fikirlerinin büyük tesiri vardır. Ancak Batı düşüncesi ilk modernist Rus aydınlarında olduğu gibi yerli ve millî değildir. Bu durum üç farklı reaksiyonu ortaya çıkarır. Bazıları Batı tarzı düşünceleri tamamen reddederek kendi içine kapanırken, Bazıları da dinî ve millî kültürü kısmen veya tamamen reddederek “Yenilikçi Batı” düşüncelerini benimserler. Bir kısmı da Türkiye’deki aydınları örnek alarak “sentezci” bir yol tutarlar.[4]
Rusların bulunduğu bölgelerde yaşayan veya Rus memuriyetlerinde, askerî hizmetlerde bulunanların çoğu da reformist (yenilikçi) düşünceleri benimsemişlerdi. Rus hayat tarzını tamamen reddeden aydınlar ise, Türkiye, Mısır, Hindistan ve İran’da ortaya çıkan İslamcı ıslahat hareketlerine meylederler. 1850’den sonra bu ikinci temayül Rusya Müslümanları arasında süratle yayılır ve bir hayli taraftar toplar.
Modern Azerî edebiyatının öncüleri daha çok Rusların hizmetine girmiş olan münevverler ve ilim adamları arasından çıkmıştır. Petersburg Üniversitesi’nde Şarkiyatla alakalı dersler vermiş olan Mirze Cefer Topçubaşı (1784-1869), bu kuşağın ilk temsilcilerindendir. Bu kuşağın içerisinde: Mirze Kazım Bey (1802-1870), Abbaskuluağa Bakıhanlı Küdsî (1774-1846), Mirze Şefi Vazeh (1794-1852), Kasım Bey Zakir (1784-1857), İsmayıl Bey Kutkaşınlı (1806-1869) adları önemli bir yer tutmaktadır.[5]
Bunlar Rusçayı ve Fransızcayı mükemmel derecede öğrenmiş, aynı zamanda Avrupa’daki fikir hareketlerini yakından takip etmeye başlamışlardı. Bu nesil modern Azerî edebiyatının kurucusu ve ilk temsilcileri olmuştur. Modern manada ilk eserler bu nesil tarafından yazılmıştır.
XIX. asrın ikinci yarısından itibaren Azerî basın hayatı da canlanır. İlk Azerî gazetesi Hasan Bey Melikof Zerdabî tarafından 1875’te Bakû’de “Ekinçf adıyla çıkarılır. Bunu Tiflis’te neşredilen “Ziya”, “Ziya-yı Kafkasiye” ve “Keşkül” gazeteleri izler.
Edebiyatın ana karakterini “maarifçilik” ve daha sonra ortaya çıkan “halkçılık” düşünceleri teşkil eder. Azerî edebiyatı bu çağda gazete, roman, hikâye, tiyatro gibi eserlerle geniş ölçüde açılır. Kısa zamanda bu türlerde başarılı eserler yazılır. Batı Avrupa ve Rus edebiyatından tercümeler yapılır. İlk ders kitapları hazırlanır.[6]
1850’lere gelindiğinde Azerbaycan’da, devlet idaresi, sosyal, içtimaî ve iktisadî alanlarda yapılan yenilik ve değişiklikler oturmaya başlar. Bakû hızla gelişir, daha sonraki yıllarda Tiflis’in elinden kültür ve medeniyet merkezi olma vasfını alır.
Cemiyet hayatındaki bu değişikliklere paralel olarak, Azerî edebiyatında da yeni yeni düşünceler, modern eserler ortaya çıkar. 1850’lerden sonra modern edebiyata “maarifçi demokratik” düşünceler hakim olmaya başlar. Eserlerde cemiyetteki gerilik, içtimaî bozukluklar ve baskı mevzuları işlenirken; vatan ve halk sevgisi, hürriyet arzusu dile getirilir.
1850’lerden sonra modern Azerbaycan edebiyatı Mirze Fetheli Ahundzade’nin (1812-1878) şahsında en büyük temsilcisini bulur. Ahundzade, tiyatro yazarı, şair, mütefekkir ve reformisttir. Ahundzade tiyatroyu, cemiyeti terbiye etmek, kötü alışkanlıkları, içtimaî bozuklukları ortadan kaldırmak yolunda bir silah olarak görmüştür. 1857’den itibaren fikrî hayatının en büyük hadiselerinden birini teşkil eden “alfabe” meselesiyle uğraşır. Önceleri Arap harflerini ıslah etmeyi düşünen Ahundzade, 1877’den sonra Arap harflerini tamamen reddederek, yerine Latin harflerine dayanan yeni bir alfabe fikrini kabul eder.
Bu devrin önemli isimlerinden biri de Seyyid Ezim Şirvanî’dir (1835-1888). Asrın en büyük şairi olan Şirvanî, lirik şiirleri, tesirli satirik manzumeleri ile büyük bir şöhret kazanmıştır. Devrinin ilerici, inkılâpçı, maarifçi şahsiyetleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Şiirleri ile modern edebiyatın ufuklarını açarken, “muallim” kimliği ile de birçok münevverin yolunu aydınlatmış, onlara doğru yolu göstermiştir. Ayrıca Sabir gibi gençlerin yetişmesine vesile olmuş ve Azerbaycan’da medenî hareketin gelişmesine katkıda bulunmuştur.
XX. yüzyılın başları, Azerbaycan’da ve bütün Çarlık Rusyası’nda büyük hadiselerin cereyan ettiği bir zamandır. Bakû, petrol sanayii sebebiyle süratli bir gelişme göstermiş ve kısa zamanda bir kültür ve medeniyet merkezi haline gelmiştir. Artık Kafkasya’daki kültür ve basın hayatının merkezi Tiflis değil, Bakû’dür. Gazeteler Bakû’de çıkmaya başlar, şehir kısa zamanda Avrupaî bir hüviyet kazanır.
1905 Rus İhtilali’nden sonra Azerbaycan’da kısmi de olsa bir hürriyet rüzgârı eser. Milli basın üzerindeki sansür kaldırılır. Milli ve dini cemiyetler kurulur. Yeni gazete ve dergiler yayınlanır. Rusya’daki Türkler arasında siyasi, fikri ve edebi münasebetler başlar. Türk dünyasındaki bu yakınlaşmaların tabiî neticesi olarak müşterek temayüller belirir: Bunlar arasında bilhassa “müşterek bir Türk yazı dili yaratma” teşebbüsü dikkati çeker. İstanbul’da “Sırat-i Müstakim”, “Türk Yurdu”, “İkdam”, Bahçesaray’da “Tercüman”, Bakû’de “Hayat”, “Füyuzat”, “Şelale”, “İrşad”, “Açık Söz” gibi süreli yayınlarda bu temayül açıkça desteklenmiştir. Dildeki yakınlaşma ile birlikte edebî ve siyasî alanlarda görülen karşılıklı münasebetler, XX. asrın ilk çeyreğinde Azerî edebiyatının Türkiye ile olan bağlarını güçlendirmiştir.[7]
1908 Türkiye meşrutiyet hareketinden sonra İstanbul’da ortaya çıkan canlı fikir ve hürriyet atmosferi Rusya Türklerini de geniş ölçüde etkiler. Türkiye’deki siyasî, fikrî ve edebî faaliyetlerin tesiri 1906 yılından sonra Azerbaycan’da ortaya çıkmaya başlar. Bunda Türkiye’de tahsil görmüş Azeri aydınlarının da geniş ölçüde rolü olmuştur.
1905’ten sonraki yıllar, Azerî edebiyatının, uyanma, dünyayı tanıma, şahsiyetini arama ve bulma devirleridir. Bu dönemlerde Azerî edebiyatı bir yandan Türkiye, diğer yandan da Rusya’daki edebî hareketlerin ve siyasî gelişmelerin etkisindedir. Bu yıllardaki Azerî edebiyatı üç büyük tekâmülün tesiri altındadır: Türkiye’ye bağlı olarak Türkçülük cereyanın, Türkiye, İran ve diğer İslam ülkelerinin tesiriyle İslamcılığın ve nihayet Rusya dolayısıyla çağdaş, siyasî ve sosyalizm cereyanlarının, 1920’lere yaklaştıkça da sosyalist akımların. Azerbaycan’ın 1920’lere kadar, Avrupa edebiyatını büyük ölçüde Türkiye kanalıyla takip edip tanıdığını da unutmamak gerekir.[8]
Bu bakımdan XX. asrın ilk çeyreğindeki Azerbaycan edebiyatında bu üç temayülün temsilcilerine de rastlanır. Fakat bunların hepsinin dışında bir edebî mektep vardır ki, mensupları Azerbaycan’ın o günlerdeki durumuna göre bütün bu temayüllerin soğuk kanlılıkla bir sentezini yaparak, memleketleri için en doğru olan yolu seçmiş görünürler. Bunlar “Molla NesreddincileY’dir. 1906’da Tiflis’te Ö. F. Nemanzâde ve Celil Memmedkuluzâde tarafından çıkarılan bu siyasî, içtimaî mizah mecmuası ile kısa zamanda mütecanis bir edipler, şairler topluluğu oluşturulur. Derginin etrafında M. E. Sabir (1862-1911), Ebdürrehim Bey Hakverdili (1870-1933), Memmed Seid Ordubadî (1872-1950), Elikulu Kemkûsar (1880-1919), Eli Nezmi (1878-1946), Salman Mümtaz (1884-1937) ve daha başka yazarlar ve şairler bulunmaktadır.[9]
1920’ye kadar ki edebiyatın en büyük temsilcilerinden biri, kendi başına bir mektep olan Hüseyin Cavid’dir (1882-1941). Şair ve tiyatro yazarıdır. İran ve daha sonra Türkiye’de okumuştur. Romantik bir şair olmasına rağmen eserlerinde realizm temayülleri de güçlüdür. Şairliğinin ilk devrelerinde Abdülhak Hamid, Rıza Tevfik ve Tevfik Fikret’in tesirleri görülür. “Bahar Şebnemleri”, “Keçmiş Günler” adlı kitapları, “İblis”, “Uçurum”, “Peyğember”, “Şeyh Sen’an”, “Topal Teymur” gibi manzum, mensur dramları da vardır. Devrinin en kudretli şairi ve dramları ile de en önemli tiyatro yazarıdır. Eserleri Azerbaycan sahnelerinde senelerce oynanmıştır. Dili, Türkiye Türkçesine çok yakın ve sadedir.
Devrin önemli sanatkarları arasında Azerbaycan’ın romantik şairlerinden Mehemmed Hadi ile Ehmed Cevad’ı da saymak gerekir. Hadi (1879-1920), dilinin ağır olmasına rağmen o devir edebiyatında hürriyetçi, adaletçi bir şair olarak yıldız gibi parlamıştır. Türkiye’deki Türkçülük, İslamcılık cereyanlarının sempatizanlarındandı. Fırtınalı, maceralı, bunalımlı bir hayatı vardır. Ne zaman nerede öldüğü açıkça bilinmemektedir. Şiirlerinde Namık Kemal, Fikret ve Hamid’in tesirleri görülür.
Ehmed Cevad (1892-1937), Türkiye’deki Millî edebiyat cereyanını benimsemişti. Bu bakımdan çok sade bir dille ve millî vezin olarak kabul ettiği hece ile coşkun şiirler yazmıştır. “Koşma” ve “Dalğa” adlı şiir kitapları vardır. Ehmed Cevad 1920’ye kadar yazdığı şiirlerinde Azerbaycan istiklalinin en sevimli ve heyecanlı şairi olarak öne çıkar. Şiirlerinde Ziya Gökalp’in düşünceleri, Mehmed Emin Yurdakul’un şiir anlayışının tesirleri görülür. Sovyet devrinde büyük baskı altında yaşamış, yazdığı şiirlerde kurulan yeni hayatı, içtimaî ve siyasî değişiklikleri de terennüm etmiştir. Ehmed Cevad, romantik Azerî şairlerinin önde gelen temsilcileri arasındadır. Cevad, Türkiye’de çok sevilen “Çırpınırdı Karadeniz” marşının da şairidir.
Azerî edebiyatındaki romantik temayülün diğer temsilcileri arasında: Abbas Sehhet (1874-1918), Abdulla Şaik (1881-1959), Semed Mensur, Abdulhalık Cennetî, Abdulla Bey Divanbeyoğlu, Seid Selmasi sayılabilir. Bu cereyanı tebliğ eden süreli yayınlar arasında da öncelikle Heyat, Füyuzat, Teze Füyuzat, İkbal, Şelale, Dirilik gösterilebilir.
Diğer yandan Azerî edebiyatında nesir XIX. yüzyıla kadar zayıf kalmış, manzum nev’iler kadar gelişmemiştir. Ahundzade ile mensur türlerde ilk canlanma başlar. Daha sonra Ekinçi gazetesinde, daha çok Zerdabî’nin makaleleriyle gelişimini sürdürür. Ardından Sultan Mecid Kenizade, Neriman Nerimanov, M. S. Ordubadi, Abdulla Şaik, Seyid Hüseyn, Yusif Vezir Çemenzeminli, E. Hakverdili, N. Vezirli gibi yazarlarla serpilmeye, büyümeye başlar.
Avrupaî manada ilk roman Neriman Nerimanov’un “Bahadır ve Sona” (1896-1899) adlı eseridir. İlk romanlar arasında C. Memmedkuluzâde’nin “Danabaş Kendinin Ehvalatları” (1894), M. Said Ordubadî’nin “Bedbeht Milyonçu yahud Rızakulu Han Firengimeab” (1914), Abdulla Şaik’in “Esrimizim Kehremanları” (1909-1918) adlı eserleri sayılabilir.[10]
Azerbaycan Sovyet Edebiyatı (1920-1991)
XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkıp, XX. yüzyılın başlarından itibaren gelişmeye başlayan modern Azerbaycan edebiyatı, 1920’lerin sonundan itibaren “Sovyet Edebiyatı”olarak adlandırılmıştır. Kısaca 1920-1991 yılları arasındaki devreye “Azerbaycan Sovyet Edebiyatı” adı verilir.
“27 Nisan 1927’de Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Sovyet Rusya tarafından işgali ve Sovyet hükümetinin kurulmasından sonra Azerî edebiyatında sosyalist-komünist karakterli eserlerin gittikçe fazlalaştığı görülür. Romantik ve milliyetçi ruhta olan eserlerin yayımlanma imkanı ortadan kalkar. Musavat Hükümeti’nin maarif ve medeniyet sahalarındaki bütün çalışmaları, eserleri ortadan kaldırılır. Komünist yazarlar çağdaş Rus edebiyatını örnek alarak eser yazarlar.”[11]
Edebiyat tarihleri genel olarak “Azerbaycan Sovyet Edebiyatı”nı dört bölümde incelemişlerdir.[12]
1. Teşekkül ve Sosyalizm Mücadelesi Dönemleri (1917-1941)
Rusya’da 1917’de Çarlık rejimini yıkan sosyalist hareket çok geçmeden Kafkaslar’da ve nihayet Azerbaycan’da da tesirini göstermeye başlar. Bu hareket 1920’de “Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti”ni yıkarak buraya da hakim olur.
Sovyet hükümeti kendi ideolojisini hayata geçirmek adına, “yeniden yapılanma” hareketlerine girişir. Sosyalizm “yeni insan tipi”ni yaratmak için art arda bütün sahalarda zoraki değişiklikler yapar. Devletin yapısını tamamen değiştirme hareketlerinin hız kazanması ve herkesçe benimsenmesi için sanat ve edebiyatın gücünden faydalanmak üzere, Komünist Partisi, edebiyat, bilim ve sanat hayatına doğrudan doğruya müdahale ederek bir “proletar edebiyatı” yaratır.
1920’li yılların birinci yarısından itibaren kurulmaya başlanan bu edebî grupların birçoğu redaksiya[13] ve klüplerin nezdinde faaliyet göstermekte idi. Bunlar: “Zehmetkeş Edipler ve Şairler İttifakı” (1922), “Edebiyyat Cemiyyeti” (1925), “Kızıl Kelemler İttifakı” (1926) ve “Azerbaycan Proletar Yazıçılar Cemiyyeti”dir (1928)[14] Komünist Partisi yetkilileri bu cemiyetleri, Parti’nin edebiyat sahasındaki siyasetine zarar verdiği gerekçesiyle, 15 Haziran 1925’te yeniden ele alarak teşkilatlandırmaya çalışırlar. Bu tür cemiyetlerde bulunan milliyetçi aydınların giderek nüfûzlarını artırmaları üzerine, 1926 yılında “Edebiyat Cemiyyeti” lağvedilerek, bu görev “Kızıl Kelemler ittifakına havale edilir.[15]
Komünist Partisi tarafından kurulan bu cemiyetin gayesi: Sovyet rejimine körü körüne hizmet edecek “sözde edipler” yetiştirmekti. Parti’nin saflarında kuvvetli ve yetenekli sanat erbabı bulunamadığından, bu gibiler ekseriya partisizler arasından seçilmektedir. Bu maksatla asıl komünist ediplerin yanı başında bir de “çığırdaş” yazarlar topluluğu kurulmuştur. Çığırdaş yazarlar, Komünist Partisi’nin anlayışına ve görüşlerine göre Sovyet rejimine prensip itibariyle muhalif olmayıp, onunla edebî sahada işbirliği yapmaya amade bulunan kalem sahibi demektir. Bu şekilde partisiz edebî grubun oluşturulması hem komünistlerin hem de millîyetçilerin işine gelir. Komünistler, bu suretle kurulan müşterek çalışma muhitinde bazı yetenekli gençleri parti lehine kazanabileceklerini düşünürken, millîyetçi şairler de başka hiçbir alenî çalışma sahası ve eserlerini yayma imkânı bulamadıkları için, bu cemiyete girmek suretiyle fikirlerini ve şiirlerini bir parça olsun halka duyurmak fırsatını elde edebileceklerini umarlar.
1930’lardan itibaren artık bütün sanat dallarında parti eliyle yürütülen güdümlü bir anlayış hakim kılınmıştır. Sanatçılar bazen zorla, bazen de inanarak bu “sosyalist realizm” çığırına kendilerini kaptırırlar. II. Dünya Harbi’ne kadar Azerbaycan edebiyatı, sosyalist cemiyeti kurma, eski cemiyet hayatını ve insanî değerleri değiştirip yıkma savaşına sahne olur. Bu devirde yazılan eserlerin büyük bir kısmı körü körüne ve tek taraflı bir anlayışla kaleme alınmış, edebî değerden mahrum, siyasî propaganda eserleri olarak kalırlar. Hele Stalin’in döneminde kimse ağzını açamazken sanat eseri yaratmak, hem de gerçek değerler taşıyan güzel bir eser yaratmak oldukça zordur.[16]
“Kommunist” gazetesinin etrafında başlayan bu hareket, genç neslin içinde geniş taraftar bulur ve yine bu yıllarda kurulan “proletar tenkidi” sayesinde kısa zamanda büyük bir güç kazanır. Öte yandan geçen asrın sonlarında başlayan “realist” ve “romantik” sanat anlayışı, C. Memmedkulzade, H. Cavid, E. Hakverdili, N. Vezirli, A. Şaik, C. Cabbarlı, E. Cavad, S. Hüseyn gibi devrin önemli sanatçıları tarafından devam ettirilir. Bu sanatçılar Azerbaycan Millî Demokratik Cumhuriyeti’nin yıkılarak yerine kurulan “Sovyet Respublikası”na karşı idiler. Bu sebeple edebî alanda “proletar edebiyatçılar” ve “millî edebiyatçılar” olarak iki ana grup ortaya çıkar.
Millî edebiyat taraftarları veya tarafsız sanatçılar rejim düşmanı kabul edilir ve şiddetli takibatlara uğrarlar. Bunların bir kısmı mahkûm edilmiş, bir kısmı da sürgüne gönderilmiş ya da öldürülmüştür. Kimileri de hayatlarından endişe ederek ülke dışına kaçamışlar.
Ayrıca Çarlık döneminden başlayarak Ruslar, işgâl ettikleri her yerde yerli halkı sindirebilmek için, o çevrede nüfûz sahibi olan aydınları, aşıkları, mollaları ve zengin tüccarları Rusya’nın içlerine sürgün ederler. Bu durum XX. asrın ilk yarısında son haddine ulaşır. Sürgünler Azerbaycan aydınlarının, özellikle şairlerinin alın yazısı olur. Bu sürgün ve kaçışlar yıllar sonra Azerbaycan dışında gelişen bir “Mühaciret Edebiyyatı”nı meydana getirir.[17]
1920-1930’lu yıllarda eski kuşaktan şairler: Hüseyn Cavid, Ehmed Cavad, Abdulla Şaik, Cefer Cabbarlı gibi şahsiyetler belirli değişiklikler geçirerek hem devrin ruhuna uygun hem de kendi dünya görüşlerine ters düşmeyen eserler vermeye çalışırlarken, 1900’lu yıllarda doğmuş yeni yetişen genç bir kuşak da edebiyat hayatına girer ve devrin heyecanına daha uygun eserler vermeye başlar. Bu yüzden Sovyet devri Azerî şiirini bu kuşakla başlatmanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Bu gençler arasında; Mikayıl Rızakuluzade (1905-1984), Osman Sarıvelli (1905-1990), Süleyman Rüstem (1906-1989), Semed Vurğun (1906-1956), Mehdi Seyidzade (1907-1976), Memmed Rahim (1907-1977), Mikayıl Müşfik (1908-1937) ve Resul Rıza (1910-1981) da sayılabilir.
1930’lu yıllar Azerbaycan edebiyatının en buhranlı dönemlerinden biridir. Sovyet hükümeti siyasî kuruluşunu tamamladığı bu yıllarda Lenin rejimine karşı gelen şair ve yazarlara yönelik baskılarını da arttırır. Nihayet 1937 yılında Hüseyn Cavid, Seyid Hüseyn, Ehmed Cevad, Mikayıl Müşfik, Yusif Vezir Çemenzeminli, Bekirbey Çobanzade, Salman Mümtaz gibi şahsiyetler bir gecede evlerinden alınarak tutuklanırlar. Silahlı isyan çıkarmak, edebî sahada yapılan yeni inkılabı tahrip etmek ve Türkiye’nin casusu olmakla suçlanırlar. Kurulan özel mahkemelerde kısa bir yargılamadan sonra ölüm cezasına çarptırılırlar. “37 kıyımı” olarak tarihe geçen bu durum Azerbaycan halkı üzerinde derin bir teessür yaratmıştır.
Yazarlar, 1920’den önce olduğu gibi serbest yazma şansına sahip değillerdi. Resmî ve ideolojik görüşe uygun yazmak mecburiyetinde idiler. Cemiyet, sosyal hadiseler ve insan ilişkileri “sosyalist realizmi” adı verilen “inkılâpçı” bir gözle değerlendirilir. Eski dünya görüşüne, hayat tarzına ve bunun tabiî bir sonucu olarak da Eski edebiyata karşı şiddetli bir hücum başlatılır. Tabiî “eski”yi temsil eden ancak cemiyetin kendisi idi. Bolşeviklerin karşısında bu “eski” denilen hayat tarzının temsilcileri çıkmazken, eski ile yeni arasındaki “diyalektik mücadeleci tamamıyla Bolşevik yazarlar yürütürler. Halkın yararına iddiasıyla başlatılan hücum, ferdin ve dolayısıyla “insan”ın inkârına kadar varır. Cahil din adamları, zalim beyler, eski yöneticiler, hurafelere inanan insanlar, zengin kimseler, burjuvalar, anti-sosyalist ve anti-komünistler, eski hayatın tipik temsilcileri olarak canlandırılır. Bunların karşısına idealist komünistler, inkılâpçılar, işçiler, öğretmenler, kadın haklarını ve kadın hürriyetini temsil eden genç kızlar adeta insanüstü özellikleri ve gayretleri ile çıkartılırlar.[18]
Böylece kaba bir şekilde ve suni olarak yaratılan eski-yeni kavgasının yansıdığı edebî eserler, bu eserlerde canlandırılan kahramanlar hep birbirine benzemeye başlar. Basit sloganlar, tek yanlı ideolojik görüş, güdümlü edebiyatın en önemli özellikleri hâline gelir. Azerî edebiyatına “büyük kardeş Rusların” edebiyatını örnek almak vazifesi yüklenir. Başlangıçta Maksim Gorki, bütün Sovyet halkları için resmî modelken, Mayakovski ve diğerleri bunu takip eder. Bu “kuruluş devri”nden sonra 1930’lardan itibaren Komünist Partisi tarafından sanatçılara; “Sosyalist varlığını dolğun ve çok yönlü bir şekilde eksettiren, emekçilere, sosyalizm kuruculuğu işine sadakat ruhu aşılayan, derin mezmunlu, mükemmel bir şekle sahib eserler yaratmaları” tavsiye edilir.[19]
Bu dönemde ele alınan mevzu, genellikle Azerbaycan’daki Sovyet hakimiyetinin kuruluşudur. Eserlerin birçoğunda 1920’den önceki yıllar, yani Sovyet hükümetinin kuruluşundan önceki Azerbaycan ele alınır: Köylülerin, işçilerin, genç aydınların kötü durumu, din adamlarının, zenginlerin, cahil ve fanatik kimselerin, burjuvaların, beylerin sömürüsü anlatılır. Sonra da Sovyet devrinin gelmesi ile emekçilerin kurtuluşu, ilerleme ve kalkınma döneminin başlaması tasvir edilir. Bu eserlerin ortak bir yanı da epik hususiyetlerin ağır basması, “inkılâpçı” tiplerin idealize edilmesidir.
Bazı sanatçılar da bir kurtuluş yolu olarak tarihî konuları ve uzak ülkelerde cereyan eden hadiseleri ele almaya başlamışlardı. Aslında bu, sansürlü dönemlerde sanatçıların sık sık baş vurdukları bir kaçış yolu idi. Y. Vezir Çemenzeminli’nin; “Kızlar Bulaği”, “Kan İçinde”, H. Cavid’in; “Siyavuş”, “Azer”, “Topal Teymur”, C. Cabbarli’nın; “Od Gelini”, “Nesreddin Şah”, A. Şaik’in; “Nüşabe”, S. Vurğun’un; “Vakif”, “Gelin Kayası”, “Aslan Kayası”, “Zencinin Arzuları” gibi eserlerini buna örnek olarak gösterebiliriz.
Bu yıllarda tiyatro alanında, N. B. Vezirov, S. S. Ahundov, E. B. Hakverdiyev, H. Cavid, C. Cabbarlı ve A. Şaik gibi ünlü sanatçılar eser vermektedir.
N. B. Vezirov’un “Teze Eserin İbtidası” adlı eserinde Sovyet kuruluşundan bahsedilir. S. Ahundov’un “Laçin Yuvası” (1921), “Çerhi-Felek” (1921), “Oktyabr İnkilabı” gibi piyeslerinde Sovyet hakimiyeti ile ilgili tartışmalar anlatılır. Sanatçının “Karanlıkdan Işığa” (1921), “Şeytan” (1922) piyeslerinde de, halkın inkılaba bakışı ve inkılap şuurunun uyandırılması konuları işlenir. A. Şaig “Ildırım” piyesinde, Rus inkılabının Azerbaycan’a müspet tesirinden bahseder. H. Cavid’in “Peygamber” (1922), “Topal Teymur” (1926) adlı eserlerinde ise, dinî ve tarihî değerlere yer verilir. “Deli Knyaz”, “Seyavuş”, “Heyyam”, “Telli Saz”da ise çağdaş hayattan manzaralar ile inkılabın romantik ihtirası ele alınır.
1930-40 yılları tiyatro için yükseliş devri olur. Yıllar tiyatro repertuarını zenginleştirir. Muasırlık tiyatronun esas konusu olsa da, tarihî konular ve halkın inkılaba bakışı da unutulmamıştır. Aynı yıllarda Azerbaycan tiyatrosunun Moskova, Leningrad ve Kazan’da temsiller vermeye başlaması, Azerî tiyatrosunun önemli ölçüde gelişmesini sağlar.
C. Cabbarlı, “Almaz” (1930) adlı dram eseriyle muasır hayatın nabzını tutar. Eser, sınıf tartışması ile köylüsünün kolektivizme yaklaşımını ele alır. “1905. İlde” piyesi halkların dostluğunu, “Yaşar” (1932) ise, kent hayatını dile getirir. İ. İbrahimov’un “Heyat” piyesi C. Cabbarlı’dan sonra Azerbaycan sahnesinde oynanan en olgun tiyatro eseridir. “Madrid” piyesi bağımsızlık ve demokrasi uğrunda faşistlerle mücadele eden İspanyol gençlerini anlatır. S. Rustem, “Kacag Nebi” adlı eserinde, halk kahramanı Nebi’nin baskılara karşı mücadelesini ifade eder. Bu yıllarda tarihi dramların yanında yeni tipli komediler de yazılmaya başlar. Sabit Rehman “Toy” piyesinde problemler güldürü tarzında verilir. Yazar gülerken düşündürmeyi amaçlar. “Hoştbehler”de ise ince bir mizahla vardır.[20]
2. Muharebe Devri (1940-1960)
II. Dünya Savaşı (1941-1946), bütün Rusya’da faşizme karşı büyük bir mücadelenin başlamasına sebep olurken, faşizm bütün halkların düşmanı olarak kabul edilir. Kısa bir süre sonra Azerbaycan da kendisini bu savaşın içinde bulur.
Muharebe devri Azerbaycan şiirini iki merhaleye ayırmak mümkündür: 1941 ve 1942 yıllarını içine alan savaşa ve seferberliğe çağırış devri ve yılının sonundan itibaren de savaş mevzuûnun işlendiği devir. Bu devirde yazılan eserlerde bir yandan savaşın insan ruhunda bıraktığı derin izler anlatılırken, bir yandan da askerlerin iç alemleri kaleme alınır. Sesli çağırışlar, kuru kitaplar gittikçe yerlerini insanın manevîyatının ve beşerî heyecanlarının ifadesine bırakır.[21]
II. Dünya Savaşı yıllarında konuların ağırlığı tabiî olarak bu savaşa kayar. Savaş sırasındaki eserler daha çok halka güven ve cesaret vermek için yazılmışlardır. Savaşa genç bir asker olarak katılan ve döndükten sonra 1950-1960’lı yıllarda savaş hatıralarını, intibalarını yazan veya bunlardan yararlanarak değişik eserler ortaya koyan bir kuşak yetişir. Bunların eserlerinde “savaş gerçeği” ortaya konulurken, yaşanmışlıktan gelen canlı ve ürpertici hususiyetleri ile bu eserlerin büyük bir çoğunluğunda görülen tek yanlı bakış açısı büyük bir tezat teşkil eder. Bu eserlerde hikâye, roman ve tiyatro türlerinin imkânları zorlanarak, savaşla birlikte uzak ülkelerin egzotizmi de yansıtılır.[22]
Savaş yıllarında edebî faaliyete başlayıp daha çok 1946’dan sonraki yıllarda olgunluk çağına ulaşmış yazarlar arasında sayabileceğimiz: Mirze İbrahimov (1910-1993), Sabit Rehman (1910-1970), Enver Memmedhanlı (1913-1990), İlyas Efendiyev (1914-1996) Süleyman Veliyev (1916-) İmran Kasımov (1918-1981) gibi şahsiyetler Sovyet devri Azerî nesrinin olgun örneklerini vermişlerdir.[23] Bunlara ilave olarak: B. Bayramov, İ. Şıhlı, İ. Hüseynov, H. Seyidbeyli, S. Kedirzade, H. Abbaszade gibi şahsiyetlerin isimleri de zikredilebilir.[24]
Şiirde de Zeynal Cabbarzade (1920-1977), İslam Seferli (1923-1974), Kasım Kasımzade (1923), Hüseyn Hüseynzade (Arif) (1924-), Nebi Hezri (1924-), Behtiyar Vahabzade (1925-), Kabil (1926), Medine Gülgün (1926-), Adil Babayev (1925-1977), Eliağa Kürçaylı (1928-1980) gibi şahsiyetler faaliyet göstermeye başlamıştı.[25]
1920 kuşağı deyebileceğimiz bu şairler II. Dünya Harbi’nin içinde olgunlaşmışlardır. Bu neslin ilk şiirlerinde savaşın dehşeti, sosyal ve siyasî konular ele alınırken, II. Dünya Harbi’nin bitmesinden sonra, şiirde de konular değişmiş ve günlük hayattan, sosyal konulara kadar, millî ve insanî problemler şiire girmeye başlamıştır.
Bu şairler arasında lirik-romantik şiirleri ile Nebi Hezri özel bir yer tutar. Şiirlerinde değişik ve çok çeşitli konuları işlese de, epik ve dramatik eserler yazsa da lirizm hep kendini gösterir. Dili çok güzel ve zevkli kullanır. Şiirleri, şekil itibariyle hece veznine bağlıdır. Heceyi, bilinen kalıplarını kırarak kullanır.
Behtiyar Vahabzade, günümüz Azerî şiirinin en tanınmış şairleri arasındadır. Tıpkı Nebi Hezri ve İslam Seferli gibi şiirin yanında dram eserleri de yazmaktadır. Vahabzade’nin şiirlerinde mütefekkir bir insanın düşünceleri ile karşılaşırız. Bunlar ferdin ve cemiyetin çeşitli problemleri üzerinde toplanan, tahlilci bir zekânın ilhamıyla yazılmış şiirlerdir. Vahabzade, vezne ve kafiyeye de şiirin muhtevası kadar değer verir, titizlik gösterir. Klâsik şiir geleneklerinin geliştirilerek devam ettirilmesine gayret eder. Millî meseleler karşısındaki hassasiyeti, halkın vicdanının sesi olması, onu bilgeliğe yüceltir.
S. Vurğun’un “Anamın Öyüdü”, S. Rüstem’in “Gün O Gün Olsun Ki”, “Ana ve Poçtalyon”, Resul Rızanın “İntikam”, M. Rahim’in “İki Kat Cinayet”, O. Sarıvelli’nin “Bu Yer Onun Yeridir”, A. Cemil’in “Meni ya da Salırmı” eserleri bu kanlı yılların en değerli şiir numuneleridir. Bu dönemde cephede çarpışanlar arasında bulunan yetenekli genç şairlerden Enver Elibeyli, Böyükağa Kasımzade, İslam Seferli, Zeynal Cabbarzade, Hüseyn Abbaszade, Teymur Eliyev gibi sanatçılar bizzat kendi canlı müşahedelerini yazarak, savaşı içeriden tasvir ederler. Zeynal Helil’in “Tatyana”, S. Rüstem’in “İldırım”, R. Rıza’nın “Hilal”, M. Rızakuluzade’nin “Leyla”, C. Hendan’ın “İlk Ayrılık”, M. Dilbazi’nin “Mehseti”, S. Vurğun’un “Bakının Dastanı” poemlerinin mevzu ve motifleri bu aydınların iç dünyasını yansıtır niteliktedir. Bununla birlikte bu eserlerde, halkın düşmana karşı mücadelesi, tarihî kahramanlık ananeleri, galip gelme arzuları, cephedeki ortam, askere olan inanç ve millî ideallere olan sadakati anlatılır.
Ayrıca muharebe devri edebiyatında cephe gerisi de önemli bir yer tutar. Halkın başına gelen facialar ve bu faciaların cephe gerisindeki insanlar üzerinde bıraktığı tesirler 1960’lı yıllara kadar kaleme alınmaya devam etmiştir.
Bu devrin edebiyatı sadece muharebeden ibaret değildir. Muharebe bittikten sonra halkın iktisadî zorluklarını halletmek ve muharebenin ağır şartlarını ortadan kaldırmak için yeniden yapılanma hareketleri başlar. Böylece Sovyet sisteminde esas vazifesi halk için mücadele etmek, sosyalizmin yeniden kurulmasını sağlamak olan edebiyat ve sanat, muharebeden sonra da gelişen olaylardan uzak kalamaz. Bu yıllarda Sovyet İKP Merkezi Komitesi ideolojik sahadaki yeni görev ve kararlarını yeniden belirler. Sanatçılar bir asker gibi görülürken, verilen görevi de yerine getirmek zorunda kalırlar.
Azerbaycan edebiyatında da bu durum kendini hemen göstermiştir. Yeni kurulan millî cumhuriyetler bu yönde kararlar kabul ederek, belirtilen ideolojik talepler doğrultusunda edebiyatın gelişmesine çalışırlar. Bu amaçla 28 Ağustos 1948’de Azerbaycan KPMK tarafından “Azerbaycan Sovet Edebiyatının Veziyyeti ve Onu Yahşılaşdırmak Tedbirleri” adıyla tarihi bir karar alınır.[26]
Aslında partileri rahatsız eden durum; bu eserlerin bedii keyfiyeti değil, genel anlamda Sovyet edebiyatının siyasî mevkiî ve istikameti idi. Hükûmet Sovyet gerçekliğinin tasvirinden ve tenkidinden rahatsız oluyordu. Merkezî Komite’nin aldığı kararlardan biri de, Sovyet edebiyatının devlete ve partiye hizmet etmek için vazifelendirilmesidir.
Edebiyatın bu derece siyasileştirilmesi, eserlerde estetiğin zayıflamasına neden olur. Bu durumdan büyük sanatkârlar da etkilenirler. Muharebeden sonra S. Vurgun’un “Lenin’in Kitabı”, “Köhne Dostlar”, “Zamanın Bayraktarı”, R. Rıza’nın “Lenin”, S. Rüstem’in “Biz Komunistlerik” poemleri; M. Rahim, O. Sarıvelli, E. Cemil, Z. Helil gibi şairlerin bu manadaki şiirleri, merkezî idarenin siyasî, ideolojik kararlarının edebiyattaki tezahürleri şeklindedir. Halkçılık ve insanî değerler yerine, komünist particiliği ve siyasî değerler ön plâna çıkarken, aksini yapanlar da şiddetli tenkitlere maruz kalmaya başlamışlardır.
Ancak bütün bunlara rağmen, Azerbaycan edebiyatında bazı yeni gelişmeler de hissolunur. Bu devirde roman türünün kuvvetle ortaya çıkması, millî gerçekliğin ve halkın hayatındaki yeni tarafların başarıyla anlatılması yeni bir merhalenin başlangıcıdır. Muharebeden sonra S. Rehimov’un “Şamo”, M. İbrahimov’un “Gelecek Gün”, M. Hüseyn’in “Abşeron”, E. Ebulhesen’in “Dostluk Kalası”, M. Süleymanov’un “Yerin Sirri” eserleri Azerbaycan edebiyatının yeni estetik başarısı olarak değerlendirilir.
Yine bu dönemde lirik şiirin yanında poem[27] tarzına olan eğilim de çok kuvvetlidir. Muharebeden sonra S. Vurğun çeşitli poemleriyle gündeme gelir. Bunların arasında “Aygün”, “Zencinin Arzuları”, “Muğan” da vardır.
Savaş yıllarında tiyatro daha çok, halka moral destek sağlayan önemli bir unsur gibidir. Klasik dramın realist geleneklerini devam ettirir. Cephe ve cephe gerisinde yaşanan hadiseler sahneye taşınır. M. İbrahimov’un “Mehebbet”, R. Rıza’nın “Vefa”, Mehdi Hüseyn ve İ. Efendiyev’in “İntizar”, Z. Helil’in “İntikem”, M. Tehmasib’in “Aslan Yatağı” dramları buna örnek sayılabilir. Bu eserlerde konu farklı olsa da ana tema faşizme karşı galip gelmek ve vatanı kurtarmaktır.
Bu yıllarda Rus tiyatrosundan yapılan tercümeler ve Merkezi İdarenin tiyatro repertuarını geliştirme çabaları; tiyatroda konuların değişmesini ve genç yazarların yetişmesini sağlar. Bu Azerbaycan tiyatrosuna yeni ufuklar açar. Ancak tiyatroda asıl gaye yeni neslin komünizm ruhunda terbiye edilmesidir.
Azerbaycan emekçilerinin durumu, sosyal ve ailevi meseleler, tarihi konular, yeni insan, müspet kahraman problemi, lirik-psikolojik yanlar ve mizah konuları ön plana çıkar. İ. Efendiyev’in “İşıklı Yollar”, İ. Kasımov’un “Hezer Üzerinde Şefek”, M. İbrahimov’un “Kendçi Kızı”, S. Kehman’ın “Eligulu Evlenir”, “Yalan”, B. Vahabzade’nin “Vicdan”, Ş. Kurbanov’un “Sensiz”, M. Şamhalov’un “Kaynana”, İ. Efendiyev’in “Bahar Suları”, E. Memmed Hanlı’nın “Şirvan Gözeli”, “Od İçinde”, İ. Kasimov-H. Seyidbeyli’nin “Sen Ne Üçün Yaşayırsan”, A. Şaik’in “Bir Saat Helifelik”, E. Abbasov’un “Akıl ve Servinaz”, Z. Helil’in “Genç Ustalar”, H. Seyid Beyli’nin “İmtahan”, N. Genceli’nin “Şelale”, Y. Ezimzade’nin “Anacan”, “Aprel Seheri”, “Nesreddin”, “Komşular”, S. Dağlının “Menziliniz Mübarek”, “Oyun Bitdi”, “Kölgeler Pıçıldaşır”, Anarın “Karavelli”, “Adamın Adamı”, S. Kedirzade’nin “Gurultulu Mehebbet”, C. Memmedov’un “Kaçırılmış Kız”, A. Memmedov’un “Ulduzlar Görüşende” ve Dede Korkut destanından esinlenerek yeniden yazılan “Deli Dumrul” komedisi sayılabilir.[28]
3. Edebiyatta Yeni Merhale (1960-1970)
Stalin’in ölmesiyle başa geçen Kruşçev döneminde belirgin bir yumuşama yaşanır. Savaş suçluları affedilir, yasaklanan eski şair, yazar ve fikir adamlarına “berat”lar verilir. 1957 yılında başlayan bu yumuşama süreci, 1960 yılından sonra edebî alana da yansır ve millî uyanışın ilk tohumları bu şekilde atılmış olur. 1960’lı yıllarda güçlenen bu edebî anlayış, aslında 1950’lerin sonlarında başlar ve cemiyetin içinde yavaş yavaş gelişir. 1950’lerin sonuna doğru yayınlanan “Kara Daşlar” (M. Hüseyn), “Yarpaklar” (B. Bayramov), “Böyük Dayak” (M. İbrahimov), “Yanar Ürek” (İ. Hüseynov) gibi eserlerde cemiyetteki sosyal problemleri ortaya çıkarmak eğilimleri çok güçlüdür. R. Rıza “Kızıl Gül Olmayaydı”da 1937 yılındaki “kırgın” mevzuuna cesaretle dokunur. Ortaya çıkan bu eserlerde yazıcılar, hayat hakikatlerini daha ciddi şekilde canlandırırken, vazifedeki şahısların simasında baskıcı komünistlerin imajını yaratırlar.[29]
Böylelikle, edebiyatta totaliter rejimin etkisi azalır. Bediî düşünce, analitik ruh, hakikat hissi güçlenir. Cemiyetteki sosyal değişiklikler ve yeni hümanist düşüncelerin tesiriyle edebiyatta lirik- psikolojik üslûp arayışı ortaya çıkar. İnsanın şahsiyetini, dahilî “ben’lni tahlil etmek arzusu edebiyatın yeni vazifesi olarak gösterilir. İ. Efendiyev’in “Körpüsalanlar”, “Söyüdlü Arh”, B. Bayramov’un “Serinlik” gibi roman ve povestleri[30] edebiyatın bu eğilimini temsil etmektedir.
Edebiyatın ana konusu olarak, İnsan, onun manevî güzelliği ve samimiliği ağırlık kazanmaya başlar. Poetik fikirde R. Rıza ile başlayan yenilik ve felsefî derinlik anlayışı, B. Vahabzade, N. Hezri, Kabil, B. Azeroğlu, C. Novruz, E. Kürçaylı, E. Kerim ve Memmed Araz gibi şairlerin eserlerinde muhtelif üslûplarla daha da güçlenerek gelişir.
Sanatkârların asıl amacı, edebiyatın mevzuları ile hayatın çerçevesini genişletmekti. Edebiyatta gerçek karakterlerin ortaya çıkması insan tiplerinin olgunlaşmasını da beraberinde getirmiştir. Bu arayışların olumlu netice vermesi, ancak insanın ve hayatın yeniden keşfedilmesinden geçmektedir. Bu manada; İ. Efendiyev, İ. Kasımov, B. Bayramov, H. Seyidbeyli gibi yazarların adları zikredilmelidir. B. Bayramov 1960 ve 1970’lerde edebî nesir sahasında bıkmadan, usanmadan, inançla çalışan yazarlardandır. Bu yıllarda nesrin gelişmesi ve üslûpça zenginleşmesinde onun roman ve povestlerinin rolü dikkate değerdir. “Serinlik”, “Yarpaklar”, “Gün Batanda”, “Ayrılık” romanlarında muharebeden sonra Azerbaycan’daki köy hayatı, sosyal ve manevî problemler dile getirilirken bir yandan da muasır mevzuda tarihî gerçekçiliği aksettirmektedir.[31] Buna İ. Şıhlı’nın “Deli Kür”, İ. Hüseynov’un “Mehşer” romanları da eklenmelidir.
1960’li yıllar Azerî edebiyatında yeni bir devrin başlangıcıdır. Çağdaş Azerbaycan hayatı veya çağdaş insan ele alınmış, nispeten ideolojik yaklaşımlardan uzak, realist eserler, değişik teknikler ve anlatım yollarıyla ortaya konulmuştur. Bu kuşak aynı zamanda savaş ve siyasî kargaşa devirlerini yaşamamış, genellikle iyi bir öğrenim görmüş ve iyi derecede Rusça öğrenerek dünya edebiyatına da bu yolla vakıf olmuştur. Aynı şekilde kendilerinden önceki kuşaktan çok daha iyi şartlarda dünya edebiyatının belli başlı eserlerini okuma, inceleme imkânı bularak dar kalıplardan sıyrılabilmişlerdir.
Azerbaycan edebiyatında 1960-70’li yıllar çok önemli bir devredir. Bu devirde yeni yeni eserler ortaya çıkar. Temler ve idealler yeniden belirlenir. Önceki devrin geleneksel taleplerinden uzaklaşılır. Edebiyatın hayat ve insanla olan münasebeti değişir. Kahramanlar daha gerçekçi ve eleştirel mevkilerden konuşmaya başlarlar.
II. Dünya Harbi’nde Sovyet Ordusunun İran’a girmesi, ikiye bölünmüş Azerbaycan’ın temsilcileri arasında yeni bir ilişkinin doğmasına sebebiyet verir. Bu doğrudan doğruya temas millî şuurun uyanmasına ve böylece Azerî edebiyatında günümüze kadar sürüp gelen millî bir cereyanın doğmasına da yardımcı olur. Azerbaycan’ın birliğini, bağımsızlığını ve yükselmesini terennüm etmek bu cereyanın ana hususiyetlerindendir. Bu cereyan Sovyetlerin yayılma siyasetiyle de başlangıçta uyum gösterir. Güney Azerbaycan’ın millî hislerle komünizme yaklaşması, İran’ın tamamını ele geçirmek için iyi bir propaganda vasıtası olarak görülür. Stalin devrinde her türlü millî duyguyu terennüm etmekten ürkmüş bulunan Kuzey Azerbaycanlı şairler, “Cenup mevzuu”na sığınıp duygularını dile getirirler. Böylece “Cenup mevzuu” zamanla Sovyet ideolojisinin dışına taşan gerçek millî duyguların ve emellerin anlatıldığı bir vasıta olur. Yakın tarihte görülen millî hareketlerle de bu ruh belirgin bir hal alır.[32]
1960’lı yıllarda edebiyatta başlayan bu yenilik ve gelişmeler, 1970’lerde de devam ederek derinleşir. Bu tarihlerde Azerbaycan şiiri tematik açıdan üç istikamette gelişmeye başlar. Bunlar; Millî konular, Sovyet cemiyetinin hayatı ve genel insanî mevzulardır. Millî mevzular olarak Azerbaycan hayatı ve tarihî ele alınır. Bu arada ananevî tarih kahramanları da unutulmaz, yakın ve uzak geçmişten gelen; Babek, Nesimî, Sabir ve Settar Han gibi kılıç ve fikir kahramanları hakkında da eserler yazılır.
1970 öncesinde olduğu gibi Azerbaycan’ın işçi, köylü ve aydınlarının fedakâr emeği, Hazarı fethedenler, yeni sosyalist şehirlerin kurucuları, köy hayatı, ilim ve maarif konuları, büyük vatan muharebesi ve bu muharebenin kahramanları, sosyalizm-komünizm uğrunda mücadele eden kahramanlar, 26 Bakü Komisarları, parti ve devlet adamları hakkında yazılan eserler şiirde geniş yer tutar.
Bu yılların şiirinde belirgin manada yeni bir keyfiyet gibi görünen diğer bir cihet de, şiirde ahlâkiliğin ön plâna çıkmasıdır. Şiirde en güzel ahlâkî ideallerin tebliğine çalışılır. Okuyucuya, yaşadığı ömrün manası, meslek aşkı, vatan için can verebilme, samimi vatandaş olmanın erdemleri, halk arasında yaşayan adet ve ananelerin nasıl korunacağı anlatılır.[33] “Komünizm ahlâkı”nı tebliğ maksadıyla yazılan bu eserler, aslında bu 1920’lerde başlayan bir geleneğin devamıdır. Bu yıllarda eski cemiyet ahlâkının ve burjuvazinin tenkidi ve tebliği ön plâna çıkarılmıştır.
Azerbaycan’ın çok milletli bir yapıya bağlı bulunması, edebiyatta yeni mevzuları beraberinde getirir. Bu yıllarda Sovyet cemiyetinin hayatından, Sosyalizmden, Lenin siyasetinin başarısından, diğer Sosyalist milletlerle yapılan siyasî, iktisadî, manevî birlik, kardeşlik, dostluk münasebetlerinden, Sovyet Devleti’nin uluslararası nüfûzundan, barış uğrunda verilen mücadelelerden, Sovyetler Birliği’ndeki Komünist Partisi’nin siyasetinden bahsetmek bir moda halini alır. SSCB’deki kardeş halklar çeşitli şiir ve poemlerle okuyucuya tanıtılır. Bir başka deyişle şiirin coğrafî boyutu genişler, Orta Asya ve Kafkasya’daki kardeş Türk topluluklarının hayatı, uğradıkları felaketler ve kardeşlik bağları şiirin konuları arasına girer.
Ayrıca bağımsızlık için çarpışan milletlerden Vietnam, Arap ve Amerika zencilerinin faciaları ile Azerbaycan şiiri, uluslararası siyasî ve içtimaî hadiselere yelken açar. Geniş anlamda şiir, dünya işlerine, milletlerarası hayat hadiselerine, halkların ve milletlerin talihine, insanın-ferdin talihine yönelmiştir.
1970’li yıllarda “tercümecilik” faaliyetinde de hızlı bir artış gözlenir. Garp ve Şark klâsiklerinden oldukça değerli eserler çevrilerek edebiyat dünyasına sunulur. Bu durum, daha sonraki yıllarda edebiyata yeni ilgi alanlarını gündeme getirecektir.
Ayrıca hayatın teknoloji ile iç-içe girmesiyle bu tür arayışlar da hız kazanır. Her yeni ifade sistemi kendi şeklini yaratır. Bu yıllar, Azerbaycan şiirinde, estetik şekil ve ferdî üslûp açısından 1950’den sonra başlayan yeniliklerin olgunluğa, zenginliğe ulaştığı bir devirdir. Şairler; “epik”, “liro- epik”, “poem”, “süjetli şe’r”, “siyasî-felsefî lirika”, “bailada”, “koşma”, “rübai”, “sonet”, “miniatür”, “temsil” gibi tarz ve nev’ilerden istifade ederek, hem Klâsik şiirin, hem de serbest şiirin formalarını kullanırlar.[34]
Serbest şiir 1920’lerin başında bir deneme mahiyetinde kullanılır. Bu tarz, Vitmen, Mayakovski ve N. Hikmet’in şiirlerinde asıl kimliğine ulaşır. Azerbaycan’da bu tarzın gelişmesinde N. Hikmet’in büyük tesiri olmuştur. Klâsik formalar kullananlara “eneneçiler”, serbest formaları kullananlara da “yeniçiler” denilmiştir. Her iki grup arasında zaman zaman ateşli tartışmalar yaşanmıştır.
1970 yılların imajlar sisteminde de bir yenilik ve canlılık görülür. Edebî tasvir vasıtaları, bediî düşünce, fikir ve ideallerin ifadesi açısından yeni mecazlar dikkati çeker. Bu manada, deniz, hazar, aras, yılın bölümleri, dağlar bir mecaz ve tasvir vasıtası olarak sık sık kullanılır. Bu arada 1960’larda başlayan halk diline, ananelere, folklora yöneliş süratle devam eder. Devrin önemli hususiyetlerinden biri de, “muhabbet şiirleri”nin çokluğudur. Bu tür şiirlerde “köhne albom lirikası”nın ve “epikonçu kazelhançılık”ın tesiri görülür. Bir başka özellik de, “tercüme-i hal” şiirlerinin çokluğudur. Bu şiirlerde poetik “ben”, çoğu zaman ferdî “ben”e çevrilir.[35] Devrin önemli edebiyat yayın organı olarak, “Edebiyyat ve İncesenet” gazetesi ile “Ulduz” dergisi göze çarpar.
1970’li yıllarda “entelektüel şiir” ve “fikir şiiri” alanında da bir hareketlilik göze çarpar. Poetik istidada, ilmî-felsefî anlayışla, edebî olgunluğun birleştirilmesi vazifesi yüklenir. “İlhama gelmek” yerine “düşünmek, fikir etmek” anlayışı güç kazanır. Poetik kabiliyetin, asrın hayat hadiselerine ve insanın manevî alemine eğilmesi zarurî görülürken, entelektüel şiirin ruhuna Marksist anlayış yerleştirilir.
Netice olarak diyebiliriz ki, 1960-70’li yıllar Azerbaycan Sovyet edebiyatı cemiyetin manevî, psikolojik hayatını daha derinden ve geniş aksettiren bir edebiyat olmuştur.
Bu yıllarda edebiyatın en canlı sahası tiyatrodur. İ. Efendiyev’in bir seri halinde yayınlanan “Sen Hemişe Menimlesen” (1964), “Unudabilmırem” (1966), “Mehv Olmuş Gündelikler” (1968), “Menim Günahım” (1967) adlı çağdaş konulu piyesleri ile “Mahnı Dağlarda Kaldı” (1971), “Natevan” (1978) gibi romantik-tarihi dramları öne çıkar. Bu eserlerde hayat materyalı ve insanî karakterler zengin bir biçimde sunulmuştur. Bu yıllarda İnsanın manevi arayışı tiyatroda da devam eder. Ş. Kurbanov’un “Sensiz”, İ. Kasımov’un “İnsan Mesken Sakır”, M. Hüseyn’in “Alov” ve bu yıllarda bu türü yeni yeni denemeye başlayan B. Vahabzade ile N. Hezeri’nin piyesleri de bu alanda başarılı örneklerdendir. Şiheli Kurbonov’un “Eceb İşe Düşdük” (1961), “Özümüz Bilerik” (1962) gibi komedi tarzındaki eserleri de dikkat çekmektedir. Bu tarz eserlerde sosyal hayatın ve insan karakterinin olumsuz yönleri ele alınır. İnsana daha çok ahlakî yönden yaklaşır.[36]
Devrin mühim bir hadisesi de, Azerbaycan Sovyet edebiyatında yeni yazıcılar neslinin edebî faaliyetlerine başlamasıdır. Kendilerini hızlı bir şekilde edebiyat dünyasına kabul ettiren bu yeni nesil, kendi şahsî üslûplarını oluştururken; kendilerinden önceki edebî neslin ananelerinden, edebî ve estetik prensiplerinden istifadeyi de ihmal etmezler.
Edebî faaliyete 60’lı yılların sonrasında başlayan 70 ve 80’li yıllarda da olgunluk devri eserlerini vermiş bulunan nesil içerisinde, doğum tarihlerine göre: İsi Melikzade (1934-1996), Yusif Semedoğlu (1935-1997), Ferman Kerimzade (1937-1992), Ekrem Eylisli (1937-), Sabir Azerî (1938-), Elçin (1940-), Anar (1938-), Mövlüd Süleymanlı (1943-) kalıcı eserler verebilmiş yazarlardır. Bu 30’lu kuşak arasında kendilerini kabul ettirmiş olan: Anar, Elçin, E. Eylisli ve Y. Semedoğlu’nu bilhassa zikretmek gerekir.[37]
Şiirde ise; Eli Kerim, Fikret Koca, Fikret Sadık, Elekber Salahzade, İsa İsmayılzade, Tofik Bayram, Helil Rıza ve Memmed Araz olurlarken; Nesirde de: , Anar, Çingiz Hüseynov, Maksud İbrahimbeyov, Rüstem İbrahimbeyov, Blçin, Ferman Kerimzade, Yusif Semedoğlu ve Sabir Azerî isimleri ön plâna çıkmıştır.[38]
Bu arada 1960’lı yıllardan önce eserler vererek, edebî hayata girmiş ve faaliyetlerini 1960 ve 1970’li yıllarda da sürdürmüş olan nispeten daha yaşlı bir ara nesilden de söz açmak yerinde olacaktır. Bunlar: İsmayıl Şıhlı (1919-1995), Hesen Seyidbeyli (1920-1980), Ezize Ceferzade (1921-), Hüseyn Abbaszade (1922-), Salam Kedirzade (1923-1987), Gülhüseyn Huseynoğlu (1923-), Bayram Bayramov (1924-), Şıheli Kurbanov (1925-1967), İsa Hüseynov (1928-), Çingiz Hüseynov (1929-), Sabir Ehmedov’dur (1930-).[39]
Bu ara nesil, 1960 kuşağıyla, edebî gelenekler açısından oldukça farklıdır. Bunların içerisinde İ. Şıhlı, İ. Hüseynov gibi yaratıcılıklarıyla sıyrılabilmiş şahsiyetleri özellikle belirtmek gerekir. Bu ara nesil kuşağı, II. Dünya Savaşı’nı çok genç yaşlarında yaşamış olan sanatçılardır. Dolaysıyla savaş bu nesli erken olgunlaştırmış ve 1960’lı yıllardaki edebî şahsiyetlerini de büyük ölçüde etkilemiştir. Bazı istisnalar dışında bu devir yazarlarının eserlerinde savaş artık geride kalmıştır. Bütün dikkat savaştan sonraki içtimaî problemlere, köy ve şehirlerdeki çalışma hayatına, emekçilerin maddî, manevî dünyasına yönelmiştir.
1960 neslini birleştiren en önemli özellik, şiirde ferdî hisleri güçlendirerek büyük sosyal heyecanları “lirik kahraman”ın his ve fikir süzgecinden geçirerek takdim etmek, emosional zenginlik ve entelektüelliktir. Onların şiirinde yeni şekil ve ifade vasıtaları bakımından sürekli bir arayış görülmektedir. Hece vezni ile beraber serbest şiir üslûbuna da müracaatları bu durumu tasdik etmektedir.
1960’ların edebî nesli, edebiyatın esas vazifesinin insanı anlatmak olduğunu kabul eder. Bu amaçla insana daha dikkatle yaklaşır. Onların günlük hayatlarından ziyade şahsiyetlerini, manevîyatlarını ele almayı ve tahlil etmeyi amaçlarlar. Böylece Sovyet gerçekliğini tasvir etmekten vazgeçerken, onu edebî muhakemenin ciddi bir mevzuu haline getirirler. İnsanın manevî ve sosyal ağrılarını, ıstıraplarını anlatarak, bunlardan yeni kahramanlar çıkarırlar. Bu eserlerde, hayatın müspet taraflarını incelemekten çok, hayat hakikatlerini bütün çıplaklığıyla göstermek, bu hakikatleri insanın psikolojisinden geçirerek tahlil etmek amacı güdülür. Bu bakımdan, bu tür eserlerin bir ölçüde tenkit mahiyeti taşıdığı da söylenebilir.
4. Muasır Edebiyat Anlayışı (1980-)
1980’li yılların sonlarında ortaya çıkan muasır edebiyat anlayışı, aslında 60’larda başlayan “yeni merhale”nin bir devamıdır. Bu yeni edebî fikir hareketleri içtimaî ve siyasî süreçlerin tesiri ve neticesi olarak gelişir. 80’li yılların başında henüz, muasır ve tarihî mevzular işlenirken, bir yandan da manevî ve ahlâkî problemlerin edebî manada halline çalışılır.
1980’lerin başında edebiyatın bütün sahalarında ahlâkî ve manevî mevzulara karşı olan yazıcı merakı, henüz hızını devam ettirmektedir. 70’lerin sonunda Sovyet coğrafyasında hissolunmaya başlayan “bediî fikirdeki” üslûp arayışları 80’lerin başında hızlanır. Özellikle C. Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur” romanı bu arayışın ilk örneği olur. Bundan evvelki “Beyaz Gemi” romanında olduğu gibi C. Aytmatov, “muasır gerçekliği” insan hayatının en köklü problemi gibi ortaya koyar ve onu halletmeye çalışır. Aytmatov romanında tarihin insan hayatındaki önemi ve rolüne dokunarak, meşhur “mankurt” mevzuûnu işler. Bu durum, çok milletli SSCB’de aksini erken bulmuş ve nihayet Azerbaycan’da da “Hudaferin Körpüsü” (F. Kerimzade), “Sıyrılmış Kılınc” (C. Bergüşad), “Mahmud ve Meryem” (Elçin), “Hakani” (M. İsmayılov), “Bakı 1501” (E. Ceferzade) gibi eserler yayınlanmaya başlar. Bu romanlarda tarihî hadiseler ve şahsiyetler tarih adına değil, muasırlığı kavramak amacıyla tasvir olunurlar.[40]
Nesirde muasır insanın hayatı, manevî değerler ışığında tasvir edilmeye başlamış ve bu hareket gittikçe güç kazanmıştı. İ. Hüseynov’un “Eşk Delisi” (1984) romanı bu açıdan son derece önemlidir.
İnsanın manevî hayatına eğilim şiirde de çok açık bir şekilde görülmektedir. B. Vahabzade’nin “Bir Geminin Sernişinleriyik”, N. Hezri’nin “Esre E’tiraf” kitapları felsefî şiir sahasındaki arayışları başarıyla devam ettirirken, asrın ve hayatın köklü problemlerini duyan bir şair şahsiyeti yaratılır. N. Hasanzade “Kimin Sualı Var?” poeminde insanın manevî mevkiîni epik plânda işler. V. İbrahim “Yer Mehebbeti”, İ. İsmayılzade “Bir Ses Gelir Üstümüze” poemlerinde insanlığın talihini ele alırlar.
80’lerde edebiyat bir yandan önceki dönemin mevzu ve kahraman arayışlarını devam ettirir. Bu manada cemiyetin manevî hayatını işleyen eserler kaleme alırken, bir yandan da siyasî, iktisadî ve sosyal durumu bozulan, düşkünlük ve atalet içine düşen cemiyetin bu durumu aksettirilir. Sosyalist realizmin eski, düşünen, ıstırap çeken, heyecanlanan, kabına sığmayan müspet kahramanları seçilerek işlenir. M. Süleymanlı’nın “Deyirman”, İ. Melikzade’nin “Kuyu” povestlerinde insanın ve cemiyetin manevî hayatında, hislerinde ve dünya görüşlerinde ortaya çıkan durgunluk, yeni ve edebî bir üslûpla ortaya konur.
S. Rüstemhanlı, F. Sadık, E. Salahzade gibi şairlerin, millî ananelerin yeni bakış açılarıyla ele alınmasında büyük gayretleri olmuştur. Edebiyatta ise, bağımsızlık hisleri güç kazanırken, sanatkârların “şahsî özgürlük” istekleri de yüksek sesle ifade edilmeye başlanmıştı. Çünkü hislerini ve düşüncelerini ortaya koyabilmek için bunu zarurî görüyorlardı.
Ayrıca, 1970-90’lı yıllar, edebiyatta yeni nesillerin yetiştiği bir devir olmuştur. Bunlar arasında; Yusif Semedoğlu, Ramiz Rövşen, Vakif Cebrayılzade, Rüzgar Efendiyeva’nın adları sayılabilir.
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Azerbaycan edebiyatı siyasî, sosyal ve ideolojik gerçeklikte faaliyet gösterir. Sosyal hayatta meydana gelen değişiklikler, Sovyet cemiyetinde baş veren glastnost ve prestroyka politikasının derinleşmesi, bu devirde yayınlanan eserlerin genel yapısına önemli bir tesir göstermiştir.
Edebiyatın bu yeni eğilimleri bakımından “Ağ Deve”, “Ölüm Hökmü” (Elçin), “Sonsuzluk” (S. Azeri), “O Uzak Gece” (N. Hezri), “Günah Duası” (M. Süleymanlı), “Dünyanın Kopduğu Yer” (Ç. Elekberzade) gibi roman ve povestler ile; “Karvan” (B. Bayramov), “Şeyh Hiyabani” (İ. Efendiyev), “Torpağa Sancılan Kılınc” (N. Hezri), “Çaldıran Döyüşü” (F. Kerimzade) gibi tarihî mevzularda yazılmış eserlerde halkın talihi, muasırlık problemi ışığında yeni bir anlayış ve tefekkürle değerlendirilmektedir.[41]
80’li yılların ortalarından itibaren başlayan eski Sovyet gerçekçiliğine dönüş, 1985’te “Sovyet iKP Merkezi Komitesi”nin kararıyla hareketlenirken, eski Sovyet cemiyetini değiştiren süreçler de yeniden hız kazanır. Önceleri bu hareketler ülkenin sosyal ve iktisadî gelişimi hızlandırmak adına yapılır. Daha sonra Komünist Partisi bunu “yeniden kurma” olarak ilan eder. XXVII. Sovyet İKP Kurultayı “demokratikleşme” sürecinin yolunu açar. Bu durum, ülkede yeni bir düşüncenin şekillenmesine ve ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Cemiyetin dünya görüşünde değişiklikler oluşur. Ardından muhalif düşünceler ve kuvvetler ortaya çıkar. Bu eğilim yavaş yavaş Marksist-Leninci dünya görüşünü derinden sarsar. Böylelikle cemiyette insanî değerlere önem verilmeye başlanır.[42]
Bu demokratik tutum, eski Sovyet cemiyetinin ve onun tarihinin yeniden ele alınmasını sağlayarak, eksik ve karanlık yönlerini inceler. Bu durum, nihayet Sovyet sisteminin tenkidi seviyesine ulaşır. “Açıklık ve yeniden yapılanma” hareketi Sovyetlere bağlı müstakil cumhuriyetlerin “millî bağımsızlık” şuurunu yeniden diriltir. Bu uğurda halk hareketleri başlar. Bu hareketler, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve buralarda yeni bağımsız millî devletlerin kurulmasıyla neticelenir. Ülkede ortaya çıkan sosyal, siyasî ve medenî inkılâplar öteden beri edebiyatı etkileyen en önemli hadiselerin başında gelir. Edebiyat, cemiyeti manevî açıdan yeni tefekküre hazırlarken, bir yandan da insanın yeni manevî simasının doğmasında da müstesna rol oynar. Bu gelişmeler, “yeni tipli” eserleri doğurur. Gürcistan’da çevrilen meşhur “Tövbe” filminde “Stalinizm” en sert şekilde tenkit edilir.[43] 1991 yılının Ağustos ayında dağılan Sovyetler Birliği ile beraber onun rejimi ve ideolojisi de iflasa uğrar.
1980’den sonra tiyatroda imaj ve tiplerin manevi ve psikolojik yönleri ön plana çıkarılır. İ. Efendiyev’in “Bağlardan Gelen Ses”, İ. Kasımov’un “Ömür Kısadır”, N. Hezri’nin “Eks-seda”, R. İbrahim Beyov’un “Öz Yoluna Get” gibi piyesleri, yeni mevzu ve karakterler açısından son derece önemlidir. Bunların yanında yurt dışında ortaya çıkan çeşitli hadisleri konu alan İ. Kasımov’un “Dinsizin Tövbesi” ve Anar’ın “Sehra Yuhuları” adlı eserleri dikkat çekicidir. B. Vahabzade’nin “Feryad” piyesinde ile de, tarihe sosyal ve felsefî bir yaklaşım denenir.[44]
80’li yılların ikinci yarısından itibaren başlayan “demokratikleşme süreci” Azerbaycan’da millî şuurun uyanmasına vesile olur. Ermenistan’ın Dağlık Karabağ meselesini sürekli gündemde tutması, daha da ileri giderek toprak talebinde bulunması bu harekete hız kazandırır. Bu hareket çok geçmeden edebiyata yansır. İ. Efendiyev, B. Bayramov. İ. Şıhlı, Anar, B. Vahabzade, S. Rüstemhanlı ve N. Hezri gibi edebiyatçılar hareketli yazılar yazarlar.
1990’lı yıllardan itibaren bu hareket daha da güçlenir ve önüne geçilemez bir kuvvet haline gelir. 20 Ocak 1990’da Bakû, Sovyet ordusunun istilasına uğrar. Azerbaycan evlatları Rus tanklarının altında can verirler. Ne var ki Azerbaycan’da şaha kalkan millî direniş asla engellenemez. Ardından Karabağ Muharebesi başlar. Ermeniler Rus askerlerinin desteği ile Azerbaycan toprağının beşte birini işgal ederler. 30-35 bin şehit verilirken, bir milyondan fazla Azerî “kaçkın” evsiz-yurtsuz bırakılır.
1990’ların başından itibaren Azerbaycan edebiyatı, “Millî Müstakillik” uğrunda verilen bir mücadelenin edebiyatıdır. 1990’lı yıllarda edebiyat, gelişen millî şuur sayesinde “sosyalist gerçekçiliğin” prensiplerinden kurtularak, Azerbaycan’ın içinde bulunduğu sosyal gerçeklere el koymayı başarmıştır. B. Vahabzade’nin “Şehidler”, N. Hezri’nin “Salatın” poemleri, E. Eylisli’nin “Yemen” povesti ve birçok şairin Kanlı Yanvar ve Karabağ hadiseleri mevzuûnda yazdıkları şiirler son derece önemlidir. H. Rıza’nın “Devam Edir 37” (1992) kitabı kükreyen halk hareketinin sesini, Ermenistan ve Karabağ’dan kovulan yüz binlerce Azerbaycanlının ıstırabını ve Yanvar şehitlerinin ruhunu aksettirir.
Bu arada 90’lı yılların başında ortaya çıkan 1918-20’li yılları objektif manada değerlendirme çabaları, başta M. Emin Resulzade olmak üzere devrin önemli şahsiyetlerini, eserlerini gündeme getirirken, devrin siyasî, sosyal ve kültürel yönleri tartışılmaya başlanır. XX. asır Azerbaycan Muhaciret edebiyatı edebî ve ilmî manada ele alınır.
Günümüz Azerî şiirinin yükünü büyük ölçüde paylaşmakta olan ve olgunluk devri eserlerini artık vermiş bulunan çağdaş şairler arasında; Fikret Sadık (d. 1931), Eli Kerim (1931-1969), Neriman Hesenzade (1931-), Helil Rıza (1932-1996), Rüf’et Zebioğlu (1932-1983), Memmed Araz (1933-), Tofik Bayram (1934-199?), İlyas Tapdık (1934-), Mestan Eliyev (1935-), Kemale Ağayeva (1936-), Musa Yakub (1937-), Memmed İsmayıl (1939-), Memmed Aslan (1939-), Vakif Semedoğlu (1939-),
Refik Zekâ Hendan (1939-1998), Vakif Nesib (1939-), Abbas Abdulla (1940-), İsa İsmayılzade (1941-1996), Elekber Salahzade (1941-), Vakif İbrahim (1945-1983), Nüsret Kesemenli (1946-), Ramiz Rovşen (1946-), Sabir Rustemhanlı (1946-), Eldar Bahış (1947-1996), Vakif Cebrayılzade (1949-), Zelimhan Yakub (1950-), Adil Cemil (1954-), Vakif Behmenli (1955-), Rüstem Behrudî (1956-) sayılabilir.[45]
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ordu Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 262-274
KAYNAKLAR:
♦ Akpınar, Yavuz. (1994): Azerbaycan Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul: Dergâh Yayınları.
♦ Arif, Memmed. (1967): Azerbaycan Sovet Edebiyati, 2 c. , Nizami Adına Dil ve Edebiyat İnstitutu, Bakû.
♦ Arif, Memmed. (1957), Azerbaycan Edebiyatının Yeni Yükseliş Devri, Bakû.
♦ Azerbaycan Emler Akademiyası. (1966): Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügeti, c. I-IV, Bakû. Azerbaycan Sovet Edebiyatı (Ali Mektepler İçin Derslik), Bakû: Maarif Neşriyyatı, 1988. Caferoglu, Ahmet. (1954): Modern Azerbaycan Edebiyatına Bir Bakış, İstanbul: AYB, Sayı: 37.
♦ Ceferov, Memmedcafer (1975): Senet Yollarında, Gençlik Neşriyyatı, Bakû.
♦ Dergâh Yayınları. (1986): Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c. 6, İstanbul.
♦ Edebi Proses, Bakû: Elmler Akademiyası, 1976-84.
♦ Ehmedov, Teymur. (1985): Azerbaycan Sovet Yazıçıları (Ansiklopedik Me’lumat kitabı),
♦ Bakû: Öner Neşriyyatı.
♦ Hacıyev, Abbas. (1981): Tiflis Edebî Muhiti, Bakû.
♦ Hüseynov, Firidün. (1978): Molla Nesreddin ve Molla Nesreddinçiler, Bakû.
♦ Kommünist, 3 Mart, 1925.
♦ (1988): XX. Asır Azerbaycan Poeziyası, Bakû: Yazıçı Neşriyyatı.
♦ E. Resulzade Adına Bakû Devlet Üniversitesi. (1996): Azerbaycan Tarihi, Bakû: Azerbaycan Neşriyatı.
♦ Mütellibov, Tehsin. (1978): XX. Esr Azerbaycan Edebiyatında Edebî Mektepler, Bakû.
♦ Nebiyev, B. -Salmanov, Ş. (1996): Edebiyyat XI (Orta Mektepler İçin Derslik), Maarif Neşriyyatı, Bakû.
♦ Paşayev, M. C. ve Firidun, H. (1982): XX. Asr Azerbaycan Edebiyatı Tarihi, Bakû: Maarif Neşriyyatı, 3. bas.
♦ H. Kasımzâde, (1988): Azerbaycan Sovet Edebiyyatı, Maarif Neşriyyatı, Bakû.
♦ Sadıkov, Murtuz. (1966): Dekabrist Yazıçılar ve Azerbaycan, Bakû. (Rusça).
♦ Usta, H. İbrahim. (1996): “Modern Azerbaycan Şiiri, (Kuzey)”, Türk Dili Dergisi (Türk Şiiri Özel Sayısı V-Türkiye Dışı Çağdaş Türk Şiiri), No: 531, Ankara.
♦ Hendan, Cefer. (1987): Uğur Yolu-Cenubî Azerbaycan’da Edebiyat, Maarif ve Medeniyyet- Azerbaycan Edebiyatında Cenub Mevzusu, Bakû.
Dipnotlar:
[1] 14 Aralık 1825’de Rusya’da mutlakiyete karşı bir grup asilzade tarafından başlatılan bir harekettir. Dekabristler isyanı olarak bilinir. Bkz. Sadıkov, Murtuz. (1966): Dekabrist Yazıçılar ve Azerbaycan, Bakû. (Rusça).
[2] 17. ve 18. asırlarda Batı Avrupa’da ve 18 ve 19. asırlarda Rusya’da etkili olmuştur. Feodalizmi tenkit eden bir cereyandır. Halkın bilgilendirilmesini ve bilinçlendirilmesini amaçlar. Kısaca maarifçilik, gelişme ve ilerleme idealini sembolize eder.
[3] Akpınar, Yavuz, (1994): Azeri Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yayınları, İstanbul: s. 36.
[4] Hacıyev, Abbas. (1981): Tiflis Edebî Muhiti, Bakû, s. 17-26.
[5] Akpınar, (1994: 44-49).
[6] Akpınar, Yavuz, (1977): Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Azeri Edebiyatı maddesi, Dergâh yay. İst. s. 262.
[7] Akpınar, (1994: 69-70).
[8] Mütellibov, Tehsin. (1978): XX. Esr Azerbaycan Edebiyatında Edebî Mektepler, Bakû, s. 21-33.
[9] Hüseynov, Firidün. (1978): Molla Nesreddin ve Molla Nesreddinçiler, Bakû, 25-35.
[10] Akpınar, (1994: 74).
[11] Akpınar, (1977: 263).
[12] Bazı edebiyatçılar ise genel olarak bu sıralamaya karşı çıkmamalarına rağmen, buna; Muhaciret Edebiyatı, Represiya ve Edebiyat, Edebiyatta Yeni Merhale ve Muasır Edebiyat gibi çeşitli başlıklar ilave ederler. Biz Sovyet Azerbaycan edebiyatını ele alırken bazı bölümlerinin birleştirilerek, bazı bölümlerinin de son dönemlerde kullanılan tabirleriyle ele alınmasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz. Daha geniş bilgi için Azerbaycan Edebiyatı tarihleri ile son dönemde yazılan dersliklere bakınız. Ş. Salmanov, (1996): Edebiyyat XI (Orta Mektepler İçin Derslik), Maarif Neşriyyatı, Bakû, 52, 104, 243.
[13] Devrin matbuat organlarının baskıya hazırlanmasında rehberlik eden bir organ.
[14] Kommünist, 3 Mart, 1925, s. 4.
[15] İlimler Akademisi,: Azerbaycan Sovyet Edebiyatı Tarihi, c. 3, Bakû: s. 38.
[16] Akpınar, (1994: 66).
[17] Azerbaycan Muhaciret edebiyatının önemli isimleri arasında: Alibey Hüseynzade, Ehmed Ağaoğlu, Semed Ağaoğlu, M. Emin Resulzade, Mirze Bala Memmedzade, Elimerdan Bey (Topçubaşov), Ceyhun Hacibeyli, Ehmed Ceferoğlu, Ebdulvahab Yurdsever, Gültekin (Emin Abid), Hamit Dönmez, Ali Usta, Almas Yıldırım, Banin (Ümmülbânû), Mehemmed Sadık Aran, Hüseyn Camal Yanar, Teymur Ateşli, Musa Zeyem, Nağı Şeyhzamanlı, İbrahim Arslan, Eli Azertekin ve onlarca diğer isimler sayılabilir.
[18] Akpınar, (1994: 74-75).
[19] Akpınar, (1994: 66).
[20] Daha geniş bilgi için bkz. Azerbaycan Sovyet Edebiyatı, Maarif Neşriyatı, Bakû, 1988, s. 33-38, 128-131.
[21] Nebiyev ve Salmanov, (1996: 141).
[22] Akpınar, (1994: 76).
[23] Akpınar, (1994: 76).
[24] Nebiyev ve Salmanov (1996: 256).
[25] Akpınar, (1994: 83).
[26] Nebiyev ve Salmanov, (1996: 145).
[27] “Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügatı”nda manzum hikâye janrı (tarzı) olarak tarif edilir. Yavuz Akpınar da, “Azerî Edebiyatı Araştırmaları” adlı eserinde poema için manzum hikâye veya Manzum roman tabirini kullanmıştır. Türk edebiyatında daha çok poem olarak tanınmaktadır. Bu sebeple çalışmamızda “poem” ifadesini kullanacağız.
[28] Azerbaycan Sovyet Edebiyatı, Maarif Neşriyatı, Bakû, 1988, s. 243-247.
[29] Nebiyev ve Salmanov (1996: 247).
[30] Mevzuu romana nispeten daha sade ve hacimce ondan daha küçük olan edebî eser.
[31] Nebiyev ve Salmanov.
[32] Hendan, Cefer. (1987): Uğur Yolu-Cenubî Azerbaycan’da Edebiyat, Maarif ve Medeniyyet-Azerbaycan Edebiyatında Cenub Mevzusu, Bakû, s. 12-24-33.
Ömər bin Xəttab İmam Əli(ə.s) qızı ilə ailə qurubmu?
Ömər bin Xəttab və Ümmü-Gülsüm binti Əli-nin nigahı! Həqiqət? Ya iftira?
Əvvəla onu qeyd edək ki, bu elə bir məsələdir ki, mənbələrimizdə bununla bağlı müxtəlif nəzərlər mövcuddur. Lakin bu rəvayətlərin ümumi möhtəvasına nəzər saldıqda bu rəvayətlərin iki hissəyə ayrıldığını görürük:
1) Bir hissə rəvayətlər bundan ibarətdir ki, İmam Əli (ə) qızı Ümmü-Gülsümü Ömərə vermiş, lakin bu iş məcburiyyət üzündən baş vermişdir.
2) İkinci qism rəvayətlər isə bundan ibarətdir ki, Əli (ə) qızı Ümmü-Gülsümü Ömərə verməmişdir.
Birinci nəzərin, yəni Həzrəti Əli (ə)-ın qızını Ömərə məcburiyyət üzündən verməsinin mümkünlüyü barəsində, həm Əhli-Sünnə, həm də Əhli-Şiənin mənbələrində bir çox rəvbayətlər mövcuddur. Əhli-Şiə mənbələrində nəql olunan bu rəvayətlərə gəlincə, əvvəla bu rəvayətlər arasında ixtilaflar vardır, ikincisi bu rəvayətlərin sənədləri zəifdir.
Buna misal olaraq mənbələrimizdə nəql olunan bu rəvayətlərdən bir neçəsini qeyd edirik: Ömər ibn Ədinə İmam Sadiq (ə)-dan soruşdu: “Camaat deyir ki, İmam Əli (ə) öz qızını Ömərə ərə verib.” İmam Sadiq (ə) hirslənərək ayağa qalxdı və buyurdu: “Sübhanəllah! Bunu deyən səhv edir. İmam Əli (ə) öz qızını qorumağa qadir idi. Onlar bunu uydurublar.” (“Nasixul-Təvarix”, c.1, s. 408, Mirzə Muhəmməd Təqi Lisanul-Mulk.)
Həmçinin belə nəql olunmuşdur: “Ömər Həzrəti Əli (ə)-dan qızını isdədikdə, Həzrət belə buyurdu: “O hələ uşaqdır.” Ömər daha sonra Həzrəti Əlinin əmisi Abbasın yanına gedərək belə dedi: “Mənə nə olub? Bir qüsurummu var?” Abbas ibn Əbdul-Müttəlib: “Nə olub?” – deyincə, Ömər bu cavabı verdi: “Qardaşın oğlundan qızını istədim məni rədd etdi. Ama Allaha and olsun ki, “Zəmzəmi” əlinizdən alacağam (o zaman Zəmzəm və hacılara su verməklə vəzifəli şəxs Həzrəti Abbas idi). Sizə aid olan hər bir imtiyazı və ucalıq vasitəsi olan hər bir şeyi məhv edəcəyəm. Bunu bilsin ki, Onunçun iki yalançı şahid tutacağam ki, Onun (Həzrəti Əlinin) oğurluq etdiyinə dair şahidlik etsinlər və mən mütləq Ona “oğru” damğası vuraraq hər iki əlini kəsəcəyəm. ” (Başqa bir rəvayətdə isə (nəuzu billah) zina etdiyinə şahidlik etsinlər deyir). Daha sonra Həzrəti Abbas, Həzrəti Əlinin yanına gələrək Ömərin söylədiklərini xəbər verdi və Həzrəti Əlidən Qızı Ümmü-Gülsümün vəkalətini ona verməsini istədi. Həzrəti Əli (ə)-da elə etdi.” (“Əl-Kafi”, c.5, s. 346.)
İndi isə Əhli-Sünnə mənbələrində nəql olunmuş bu rəvayətlərin bir neçəsinə nəzər salaq:
Əbu Ömər deyir: “Ömər Əlinin qızını almaq isdəyirdi, ama Əli (ə) dedi ki, o hələ çox cavandır (uşaqdır), lakin Ömər təkid edirdi. Əli dedi ki, mən qızı sizin yanınıza göndərərəm, əgər o sizin xoşunuza gəlsə deyin: “Mən razıyam”. Əli qızına bir parça verib dedi: “Bunu Ömərə apar və de: “Bu mən sizə dediyim həmən parçadır.” O, Ömərə bu sözləri çatdırdı və Ömər dedi: “Atana de ki, mən qəbul edirəm.” Sonra Ömər əlini qızın belinə qoydu. O dedi: “Siz bunu mənə edirsiz? Əgər xəlifə olmasaydız burnunuzu dağıdardım.” O evə gəlib atasına hər şeyi danışdı. Dedi ki, siz məni murdar bir insanın yanına göndərdiz. Əli (ə) dediki: “O sənin ərindir.” ( “Əsəd Əl-Qeybəh fi mərifətil-Səhabə”, c.5, s.367.)
“Əl-İsabə”, cild: 4, səh: 492-də isə bu xəbər cüzi bir fərq ilə belə nəql olunub: “Ümmü-Gülsüm Ömərə deyir: “Əgər siz xəlifə olmasaydız mən sizin üzünüzə tüpürərdim.”
Həmçinin “Tarixi-Xamis”, cild: 2, səh: 384, “Zikri-Ümmü-Gülsüm” və “Zəxairul-Uqba”, səh: 168-də belə nəql olunmuşdur: “Ömər Ümmü-Gülsüm ilə evlənmək isdədiyini Əliyə bildirdi. Əli (ə) dediki: “O hələ həddi buluğa çatmayıb.” Ömər dedi: “And olsun Allaha bu belə deyil, siz istəmirsiniz ki, mən onunla evlənim. O həddi büluğa çatmayıbsa onu mənim yanıma göndər baxım.” Əli (ə)-da qızına bir paltar verib, onu ömərə gösdərərək “bu nə üçündür?” – deyə soruşmasını istədi. O Ömərin yanına gələndə Ömər onun əlindən tutub zorla özünə tərəf dartdı. Ümmü-Gülsüm onu rahat buraxmasını istədi. Ömər ona dedi:Sən çox cəlbedici qızsan. Get atana de ki: Sən çox gözəlsən və O, sənin barəndə mənə düzünü deməyib. Bundan sonra Əli (ə) qızını Ömərə verdi.”
Xətib Bağdadi “Tarixi-Bağdad”, cild: 6, səh: 182-də belə nəql edir: “Əli (ə) qızına dedi ki, O, özünə yaxşı baxsın. O qızını Ömərin yanına göndərdi, Ömər Onu belindən qucaqlayıb öpdü. Sonra dedi: “Get atana de ki, mən çox xoşbəxtəm”. Ümmü-Gülsüm evə gələn kimi atasına: “Ömər məni zorla qucaqlayıb öpdü və sizə xəbər göndərdi ki, o çox xoşbəxtdir.”
Həmçinin “Tarixi-Bağdad”, cild: 6, səh: 182-də belə nəql edilir: “Nigahdan əvvəl Əli (ə) Ümmü-Gülsümə əmr etdi ki, özünə zinət vurub, bəzənib-düzənib Ömərin yanına getsin. Ömər onu görən kimi dərhal ona tərəf gəlib əlini onun baldırına sürtüb dedi: “Atana de ki, mən razıyam.”Ümmü gülsüm Həzrəti Əli (ə)-ın yanına gəldikdə, Həzrət (ə) Ondan (qızından) soruşdu: “Ömər nə dedi?” O dedi: “Məni yanına çağırıb öpdü, dayandım ayağımdan tutdu.”
Əhli-Sünnənin sair əksər mənbələrində isə bu rəvayət biyabırçı bir şəkildə belə nəql olunmuşdur:
“Ömər Əli ibn Əbu-Talibdən Ümmü-Gülsümü onunla nigahlamasını istədi. Həzrəti Əli (ə) isə: “O hələ kiçikdir” cavabını verdi. Ömər: “Ya Əbəl-Həsən! Onu mənimlə evləndir, kimsə mənim kimi onu qoruya bilməz.” O zaman Həzrəti Əli (ə): “Onu bir əba ilə yanıva göndərəcəyəm, güya sənə əbanı hədiyyə edirəm. Əgər qızı bəyənsən, Ona “əba gözəldir, bəyəndim” de. Sonra onu səninlə nigahlayaram.” Ümmü-Gülsüm Ömərin yanına gəldikdə, Ömər qıza: “Atana de ki, çox bəyəndim”, daha sonra əbaya baxmadan qızın ayağından yapışıb ətəyini qaldıraraq ətəyinin altına baxır. Bundan narahaqt olan Ümmü-Gülsüm: “Bunu mənə qarşı edirsən? Əgər sən xəlifə olmasaydın burnunu qırardım” – deyir. Və evə qayıdıb gəldikdə atasına: “Ey ata, Sən məni çox pis bir adamın yanına göndərdin! O heç əbaya baxmadı, sadəcə mənə baxırdı və ətəyimi qaldırdı” – deyə olanları anlatdı. Əli (ə) isə buna qarşı qızına: “Mən səni onunla nigahladım, o, artıq sənin ərindir.”-dedi.
Ömərin qızın ətəyini qaldırması məsələsi çox vəhşi bir hadisə olduğu üçün oxuyucunun qəlbində şübhə qalmasın deyə, bu hadisəni nəql etmiş Əhli-Sünnə mənbələrindən bir çoxunu qeyd edirik:
İbn Sə’d, “Təbəqat”, H:4620, yenə: c:8, s:462-465.
Zəhəbi, “Tarixi-İslam”, 2/255. (Müaviyə bölümündə)
Əsqəlani, “Əl-İsabə”, H:12233. Yenə: c:4, s:469.
İbn Əbdül-Birr, H: 4204.
İbn Əsir, “Usdul-Ğabə”, H:7578. Yenə: c:5
Ömər Rza Kəhhalə, “Aləmi Nisa”, 4/255.
Muhibuddin Təbəri, “Riyadun-Nadirə”, 2/80 “Səmti-Səmin” 133.
Diyarbəkri: “Tarixul-İslam”, 2/251-2.
İbn Quteybə, “Əl-Məarif”, 58.
Yaqubi, 2/40
İbn Əsir, “Əl-Kamil”, 2/537, 3/54, 3/206.
İbn Covzi, “Sifati-Səfvə”, 1/142-162, 2/5
“Əl-Müctəba”, 97.
Səmhudi, “Əl-Müsənnəf”, H:10354; Şövkani, “Dərrus-Səhabə”, 549.
Təbərani, “Mucəmi-Kəbir”, 9/173, (Əhlibeyt bölümü).
“Tarixi-Təbəri”, 5/19, 6/69.
Zəhəbi, “Təcridu-Əsma”, H:4049.
İbn Əsakir, “Tarixi Mədinəti Diməşk”, 3/179.
İbn Həbib, “Muhəbbər”, 53-56-101-399-437.
Müttəqi Hindi, “Kənzül-Ümmal”, H:37586.
Hakim, “Əl-Müstədərək”, 4/142.
Xəlil-Cüma, “Nisaul-Əhlil-Beyt”, 188-91.
Beyhəqi, “Dəlili-Nübuvvə”, 7/883.
Beyhəqi, “Əssunənul-Kubra”, c:7, s:63-64-144.
Bu Rəvayətlərdə heysiyyət və vicdan sahibi olan insanların əsla qəbul edə bilməyəcəyi bir çox iddia və isnadlar mövcuddur!
“Əli (ə) dedi ki, Qızımı sizə göndərəcəyəm, bəyənsən deyəsən razıyam”, qız Ömərin yanına gəldikdə isə, Ömər ona naməhrəm olan bir qızı zorla qucaqlayır və öpür, bu azmış kimi topuğundan tutaraq ətəyini qaldırıb ətəyinin altına baxır; qız isə narahat halda bu olanları atasına xəbər verdikdə, atası: “Qızım mən səni ona ərə verdim.” – deyir.
Hələ bu rəvayətlərin bəzisində Həzrəti Əli (ə)-ın qızına “bəzənərək” Ömərin yanına getrməsini əmr etdiyi, bəzisində qız Ömərin yanına gəldikdə, Ömər qızın ayağını açıb oxşadığını, bəzisində bağrına basdığını, bəzisində öpdüyünü nəql etmişdirlər. Halbuki, bütün mənbələr, o anda hələ nigah əqdinin gerçəkləşmədiyində müttəfiqdirlər.
Siz Ömərə, Ona naməhrəm olan bir qadına qarşı etdiyi bu hərəkətləri yaraşdıra bilirsinizmi? Əgər “Ömər belə bir şey etməz” deyirsinizsə, o zaman siz bu rəvayətlərin işinizə yarıyan hissəsini qəbul etmiş, işinizə yarımayan hissəsini isə inkar etmiş olursunuz.
Odur ki? Məşhur Əhli-Sünnə alimlərindən olan Sibt ibn Covzi belə deyir: “Allaha and olsun ki, bu iş çox pis işdir, əgər kənizdə olsa belə! Bundan əlavə bütün müsəlmanların qəbul etdiyiu məsələdir ki, naməhrəmə əl vurmaq caiz deyil. Onda necə bu işi Ömərə nisbət verirlər?!” “Təzkirətul-Xəvass”, s:288
Ey vicdan sahibləri! Əli (ə) kimi heysiyyət və qeyrət mədəni olan kəsin öz namusu haqqında belə yüngül davranmasına inanırsınızmı ki, (haşa) öz namusunu başqalarına peşkəş çəksin və hələ şəri nigahı oxunmadan namusuna qarşı bu cür davranılmasına göz yumsun və hətta buna vəsilə olsun?!
Siz öz namusunuza qarşı bu cür davranarsınızmı ki, təqva sahiblərinin rəhbəri olan Əmirəl-Muminin Əli (ə)-a bunu layiq görürsünüz?!
“Əli (ə) Ömərə dedi: Onu (Ümmü-Gülsümü) sənin yanına göndərəcəm, əgər bəyənsən onu səninlə nigahlayaram.”
Bizim inandığımız dində bu şəkildə qız isdəmə və bu şəkildə qızı ərə vermə yoxdur! “Qızını mənə göndər bəyənsəm alaram” – deyən bir kəsə, qızınızı (bu şəkildə) bəyəndirmək üçün göndərərsinizmi?
Bu davranış tərzi, günümzüdəki böyük insanların deyil, ən cahil insanların belə etməyəcəyi bir işdir.
Elə isə, normal bir insanın qəbul etməyəcəyi bir davranış tərzini, özünüzə rəva bilmədiyiniz və yaraşdıra bilmədiyiniz halda, necə olur möminlərin əmiri Həzrəti Əli (ə)-a bucür davranış tərzini yaraşdıra bilirsiniz?!
Ümumiyyətlə Əhli-Sünnə mənbələrində nəql olunan bu rəvayətlərin heç biri, nə Səhihi-Buxaridə, nə də Səhihi-Müslimdə nəql olunmamışdır. Lakin əksər Əhli-Sünnə alimləri, mənbələrimizdə nəql olunan bir çox rəvayətləri, (ravisi, mətni, sənədi sağlam olmasına baxmayaraq) məhz Buxari və Müslimdə rəvayət olunmadığına görə (o rəvayətləri) zəif və yalan sayaraq rədd etmişdirlər.
Həmçinin bu rəvayətlər nəinki Buxari və Müslimdə, “Kutubi-Sittənin” (Əhli-Sünnənin məşhur 6 səhih kitabının) heç birində, hətta müsnədlərində (Müsnədi-Əhməd ibn Hənbəldə) belə nəql olunmamışdır. Yuxarıda qeyd etdiyimiz kimi, Əhli-Sünnə alimləri bir çox hədis və rəvayətlərimizi, məhz “Kutubi-Sittə” və “Müsnəd”–lərində nəql olunmadığına görə rədd edib zəif hesab edirlər. Lakin bu kimi (onlara sərf edən) mövzulara gəlincə, gözü yumulu bir şəkildə qəbul edirlər və öz prinsiplərini unudurlar. Bu rəvayətləri araşdıran hər kəs, bu rəvayətlərin arasında bir-birini yalanlayan, ağıl qəbul etməyən ixtilafların olduğunu açıq bir şəkildə görə bilər.
Bu rəvayətlərin bəzilərində nəql olunur ki, Həzrəti Əli (ə) qızının nigah işlərini özü yerinə yetirdi, bəzi rəvayətlərdə isə deyilir ki, Həzrət bu işi, əmisi Abbas ibn Əbdul-Müttəlibə həvalə etdi. Rəvayətlərin bəziləri bu izdivacın, Ömərin bir sıra təhdidlərindən sonra gerçəkləşdiyini nəql edir, bəziləri isə bunun ixtiyarən baş verdiyini yazırlar. Bəzi rəvayətlərdə bu izdivacdan Ömərin Fatimə, Zeyd və Rüqəyyə adlı övladlarının olduğunu nəql edirlər, bəzi rəvayətlərdə isə hələ zifaf gerçəkləşmədən Ömərin öldüyü nəql olunub. Yenə bəzi rəvayətlərdə Zeydin arvad uşaq sahibi olduğu, bəzi rəvayətlərdə isə Zeydin hələ arvad uşaq sahibi olmadan öldürüldüyü nəql olunmuşdur. Yenə bəzi rəvayətlərdə Zeydin anası ilə birlikdə öldürüldüyünü, bəzilərində isə anasının Zeyddən sonra bir müddət yaşadığını nəql etmişdirlər. Zeydin anası Ümmü-Gülsüm ilə bir gündə öldürüldüyünü nəql edən rəvayətlərdə, onların cənazə namazının kimlər tərəfindən qılınmasında da ixtilaf vardır. Bəzilərinə görə onların cənazə namazını Abdullah ibn Ömər, bəzilərinə görə Sə’d ibn As, bəzilərinə görə Sə’d ibn Əbi-Vəqqas qılmışdır. Yenə rəvayətlərin bəzilərində Ömərin 40-min dirhəm mehriyyə təyin etdiyini, bəzilərində 4-min, bəzilərində isə bu mehriyyənin 5-yüz dirhəm olduğunu nəql etmişdirlər.
Həmçinin rəvayətlərin bəzilərində Ümmü-Gülsümün, qardaşı İmam Həsənin zamanında vəfat etdiyini, hətta İmam Həsən (ə)-ın qardaşı İmam Hüseyn (ə) ilə birlikdə onun cənazə namazında iştirak etdiklərini nəql etmişdirlər. Halbuki, Teyfur “Bəlağətun-Nisa” kitabında və başqa bir çox alimlər Ümmü-Gülsümün Kərbəla vaqeəsində iştirak etdiyini, hətta “Küfə” və “Şam”-da xütbələr söylədiyini nəql etmişdirlər.
Bununla bağlı hələ bir çox bir-birinə zidd olan rəvayətlər mövcuddur. Bu qədər bir-birinə zidd olan rəvayətləri qəbul etmək ağla batan deyildir və burada bu qədər ixtilafların olması bu iddianın batil olmasına artıqlaması ilə yetər.
Burada qeyd etdiyimiz və qeyd edə bilmədiyimiz bir çox dəlillərə söykənərək əksər alimlər bu rəvayətin (Ömər və Ümmü-Gülsüm evliliyinin) yalan və uydurma olduğu qənaətinə gəlmişdirlər.
Ümumiyyətlə Ömərin “Ümmü-Gülsüm” adında həyat yoldaşı olmuşdursa da bu başqa Ümmü-Gülsümdür! Həzrəti Əli (ə)-ın qızı Ümmü-Gülsüm yox.
Ayətullah Mərəşi Nəcəfi “Ehqaqul-Həqq” kitabında yazır: Ömər Əbu-Bəkrin Əsma bintə Ümeysədən olan qızı ilə evlənib və ondan Zeyd adlı bir oğlu da olub. Və bu “Ümmü-Gülsüm” Məhəmməd ibn Əbu-Bəkrin ata-anadan bir olan doğma bacısıdır. Əbu-Bəkr vəfat etdikdən sonra Həzrəti Əli (ə) Əsma ilə evlənib və bu iki uşağı da öz evinə gətirib; Odurki, bunlar Həzrətin yanında boya-başa çatdığına görə əksər müəlliflər onu Həzrətin doğma qızı olduğunu güman ediblər.” “Ehqaqul-Həqq”, c:2, s:250.
Malik Duals Abadi “Hidayəh Əl-Səud” kitabının 359-cu səhifəsində yazır: “Əsma əvvəl Cəfər Təyyarın arvadı idi. Ondan sonra o Əbu-Bəkrə ərə getdi və onların iki uşağı anadan oldu, oğlan və qız Ümmü-Gülsüm. Sonra Əsma Həzrəti-Əliyə ərə getdi və Ümmü-Gülsüm Əlinin evinə girdi. O həmin Ümmü-Gülsüm idi ki, Ömərə ərə getmişdir və onun heç bir uşağı yox idi.”
Həmçinin belə nəql olunur: “Əmr ibn As Ömərə deyir: “Ümmü-Gülsüm bintə Əbu-Bəkr hələ balaca və həddi-büluğa çatmayan bir qızdır. Siz onunla çox kobudsuz, hətta biz sizdən qorxuruq. Əgər o qız hansısa bir məsələdə sizə qarşı olarsa siz onu kədərləndirməyin, çünki bu onun atası Əbu-Bəkrə ağrı verər.” “Tarixi-Kamil”, c:3, S:27.
Bu rəvayətlərə əsasən Ömərin zövcəsi, Əlinin qızı Ümmü-Gülsüm yox, Əbu-Bəkrin qızı Ümmü-Gülsüm olub. Görünür bilərəkdən, ya da səhvə yol verərək, Əsmanın Əbu-Bəkrdən olan qızı Ümmü-Gülsümü, Həzrəti Əlinin qızı Ümmü-Gülsüm ilə səhv salmışdırlar.
Ümumiyyətlə tarixdə Ömərin bir neçə “Ümmü-Gülsüm” adlı zövcəsinin olması qeyd edilmişdir. Bunlar:
1) Ümmü-Gülsüm Cəmilə bintə Asim bin Sabit – Bu Asim ibn ömərin anasıdır. “Tarixi-Kamil”, c:2, s:251.
2) Ümmü-Gülsüm bintə Cərvilə Xüzəma – Onun adı Məleykə idi və o Zeyd ibn Ömərin anasıdır. “Tarixi-Kamil”, c:3, s:22
3) Ümmü-Gülsüm bintə Üqbə bin Əbi-Məyyəs – Zuhri deyir ki, cahiliyyə vaxtı O Əmr bin Asın zövcəsi olub, O İslamı qəbul edib Əmr bin Ası tərk etdi. Onun qohumları onu Rəsulullahdan (s) qaytarmasını isdədikdə Rəsulullah (s) onlara dedi ki, İslamı qəbul etmiş heç bir qadın qayıtmayacaq. Əmr bin As onda kafir idi, Ümmü-Gülsüm ona qayıtmadı və Ömər onunla evləndi. “Şərhi-Buxari”, Qastalani, c:4, s:349.
4) Ümmü-Gülsüm bintə Rəhəb. “Sunəni Əbi-Davud” və “İbn Macə”
5) Ümmü-Gülsüm bintə Əbu-Bəkr – Anası Əsma bintə Umeysədir. O həmçinin Muhəmməd ibn Əbu-Bəkrin anası idi. “Aləm əl-Nisa”, c:4, s:250
O, 12-ci hicri ilində Əbu-Bəkrin vəfatından sonra anadan olmuşdur. “Tarixi-Təbəri”, c:2, s:50; “Tarixi-Kamil”, c:2, s:161; “Tarixi-Xamis”, c:2, s:267; “əl-İsabə”, s:286.
Bu kitabda yazılanlara isə diqqət yetirin. Hənəfi alimi Müfti Qulam Rəsul (“Hasab aur Nasab”, c:5, səh:216-217-də) yazır ki, “Bu əhvalat qondarmadır. O yazır ki, Ömər fiziki olaraq bu qız ilə evlənə bilməzdi (Yəni Ömərə daha qadın lazım deyil). Sonra yazır ki, əslində Ömər Ümmü-Gülsüm bintə Cərvəl ilə evlənib, Ümmü-Gülsüm bintə Əli ilə yox, amma sonralar kimlərsə bunu saxdalaşdırıblar!”
Şeyx Subki Zəxair əl-Üqbə, “İtrəti-Fatimə”, səh:160-da yazır: “Rəsulullah (s) belə buyurdu: “Bizim Əhli-Beytin qadınları bizim kişilər üçündür.”
Bu hədisdən aydın olur ki, Bəni-Haşimdən olan qadın, Haşimi olmayan ilə evlənə bilməz.
İbn Quteybə, “Əl-Məarif”, səh:70-də yazır: “Həzrəti Əlinin qızları Həzrəti Əqil və Həzrəti Abbasın oğlanlarına ərə getmişdir. Yalnız Ümmül-Həsən və Fatimədən savayı.
Mərhum Şeyx Cavad Bəlaği, Mərhum Seyyid Nasir Hüseyn Ləknovi, bu barədə ayrıca bir kitab yazıb və Mərhum Ayətullah Əbulqasım Xoi kimi Şiə Məzhəbinin böyükləri bu əhvalatı təkzib edərək tarixin əfsanələri, uydurmaları hesab etmişdirlər.
Əslində bu rəvayətin yalan və uydurma olması göz qabağındadır. Lakin bəzi məzhəb təəssübkeşləri nə yol ilə olursa-olsun Həzrəti Əli (ə) ilə Ömərin (güya) “dost” olduqlarını, yaxşı münasibətdə olduqlarını sübut etmək üçün, mətnini, sənədini, ravisini araşdırmadan bu cür rəvayətləri kor-koranə bir şəkildə nəql edərək təsdiq etmişdirlər. Necə ki, bu rəvayəti nəql edərək deyirlər: “Əgər Həzrəti Əli (ə) Ömər ilə düşmən olsaydı qızını ona verməzdi.”
Biz isə bu rəvayətlərdə yalnız, Ömərin gah Əlini hədələdiyini, gah əmisi Abbası hədələdiyini, gah da Ömərin Ümmü-Gülsümə qarşı etdiyi iyrənclikləri görürük. Necə ki, İbn Sə’d “Təbəqatul-Kubra” kitabında yazır: ( انّه حدّد عليا ) “Ömər Əlini hədələdi.”
Ömərin Əlini hədələməsi və etdiyi bu kimi iyrəncliklər onların arasında olan dostluğa dəlil deyil, əksinə bu özü onların arasında olan pis münasibəti bildirir.
Ömər ilə Həzrəti Əli (ə)-ın arası heç də yaxşı deyildi. Ömər özü bunu həzrəti Əli (ə)-a xitab edərək deyir: ( ثمّ توفّي ابوبكر و أنا ولي ابي بكر فرأيتماني كاذباً أثماً غادراً خائنا )
“Əbu-Bəkr vəfat edib və mən onun vəlisi (canişini) olduqdan sonra siz (Əli və Abbas) məni yalançı, günahkar, əhd-peymanını pozan və xain hesab edirdiniz.” “Səhihi-Buxari”, c:3, s:143
Ömər və Əbu-Bəkr Əhli-Beytə qarşı zülmün bünövrəsini qoyan, Əhli-Beytə məxsus olan xilafəti və məhz Xanım Zəhra (s.ə)-ya məxsus olan Fədək bağlarını qəsb edib əllərindən alan, qəlblərində Allah qorxusu və Əhli-Beyt sevgisi olmayan, zahirdə müsəlman, lakin batində şeytan olan münafiqdirlər. Onlar bəşəruyyətin ən alçaq insanlarıdırlar. Çünki onlar, cənnət qadınlarının ən fəzilətli, ən üsdün xanımı olan, Peyğəmbərin (s) vücudunun bir parçası olan Həzrəti Zəhra (s.ə)-nın qatilləridirlər. Bu elə bir həqiqətdir ki, kimsə bunu inkar edə və gizlədə bilməz! Onlar, Peyğəmbərin (s) bizə əmanət qoyub getdiyi Əhli-Beytinə zülm və sitəmlər etdilər. Xanım Zəhra (s.ə) onlardan küsülü və qəzəbli olan halda dünyadan köçdü. Halbuki Rəsuli-Əkrəm (s) belə buyurmuşdur: “Fatimə mənim vücudumun bir parçasıdır. Kim Onu qəzəbləndirsə məni qəzəbləndirmişdir.” “Səhihi-Buxari”, H:3437-3483; “Kənzül-Ümmal”, c:6, s:220; “Xəsaisun-Nəsai”, s:35; “Feyzul-Qədir”, c:4, s:421.
Həmçinin Rəsuli-Əkrəm (s) belə buyurmuşdur: “Fatimə mənim vücudumun bir parçasıdır. Onu narahat edən bir şey, məni də narahat edər; və Onu incidən bir şey məni də incidər.” “Səhihi-Buxari”, Nigah bölümü, H:1773; “Sunəni ibn Macə”, H:1988; “Müsnədi-Əhməd”, c:4, s:328, H:18149-18167-18184; “Hilyətul-Övliya”, c:2, s:40.
Həzrəti Əli (ə) “Nəhcül-Bəlağə”-də “şiqşiqiyyə” adı ilə məşhur olan xütbəsində buyurur: “Allaha and olsun ki, Əbu-Quhafənin oğlu (Əbu-Bəkr) mənim xəlifəlik üçün dəyirmanın orta qütbü kimi olduğumu bildiyi halda, xəlifəliyi köynək kimi əyninə geyindi. Elm və maarif mənim feyz bulağımdan sel tək çağlar, elm və bilik səmasında qanad çalanların heç biri mənim zirvəmə çata bilməz. Sonra (Əbu-Quhafənin oğlu xəlifəlik köynəyini haqsız yerə geydiyinə və camaat onu təbrik etdiyinə görə) xəlifəlik köynəyini soyunub, ondan kənara çəkildim. Öz işlərim barəsində fikirləşdim ki, kəsilmiş əlim ilə (ordu və tərəfdarsız) hücümmü edim? (öz haqqımı tələb edimmi?) Yoxsa qocaları həlak edən, gəncləri solduran və qocaldan, möminlərin ölüncəyə qədər əziyyət çəkdiyi kor qaranlığa səbrmi edim? Səbr etməyin daha doğru olduğunu görüb, gözlərimdə tikan, boğazımda isə sümük qaldığı halda səbr etdim. Mirasımın tarac olduğunu görürdüm. (Rəsulullahın vəfatından sonra xəlifəliyi haqsızcasına qəsb edərək xalqı azğınlığa düçar etdikləri vaxt, İslamın qorunub saxlanılması, daxili inqilabın baş verməməsi və düşmənlərin ondan sui-isdifadə etməmələri üçün xəlifəlikdən çəkinərək dözməyi məsləhət bildim). Əvvəla Əbu-Bəkr öz yolunun sonuna çatıb (iki il, üç ay, on iki gündən sonra öldü. Ölməmişdən qabaq) xəlifəliyi özündən sonra İbn Xəttabın (Ömərin) boynuna atdı. Çox heyrətamiz və təəccüblüdür ki, sağlığında xalqdan beyətinin geri götürülməsini isdəyir. Ancaq ölümünə bir neçə gün qalmış xəlifəliyə Öməri vəsiyyət edir. Bu iki qarətçi xilafəti dəvənin iki döşü kimi öz aralarında böldülər (dəvənin bir döşünü Əbu-Bəkr, digərini isə Ömər öz əlinə götürüb sağdılar, dəvənin sahibini isə bundan məhrum etdilər). Beləliklə Əbu-Bəkr xilafəti hamar olmayan, sərt yerdə yerləşdirdi (Öməri özündən sonra xəlifə etdi), halbuki Ömər sərt və acıdil idi, onunla görüş əziyyət verici idi və (dini məsələlərdə) səhvləri, (verdiyi səhv fətvalara görə) etdiyi üzrxahlıqları saysız-hesabsız idi. Onunla ünsiyyət (həm İmamın, həm də başqalarının onunla ünsiyyəti) cilovunu bərk tutduqda burnunu yaralayıb dağıdan, cilovunu boş tutub öz başına buraxdıqda isə süvarisini həlak edən dikbaş, itaətsiz dəvəyə minmək kimi idi. Allaha and olsun, onun vaxtında camaat çətinliyə düçar olaraq səhvə yol verdi və doğru yola qədəm qoymadan haqqdan uzaqlaşdı. Mən də bu uzun müddətdə (on il altı ay) dözdüm və ağır möhnətlə, qəmlə yoldaş oldum.”
Həzrəti Əli (ə) Malik Əştəri Misirə vali təyin etdikdə isə, Misirlilərə yazdığı məktubunda belə buyurur: “(Həmd səna və səlatu səlamdan sonra. ) Allahın səlatı Muhəmmədə və Onun soyuna olsun. O köçüncə müsəlmanlar xilafət mövzusunda ayrılığa düşdülər. Bir-birləri ilə münaqişə etdilər. Allaha and olsun ki, qəlbimə gəlmir, fikrimdən belə keçmirdi ki, ərəblər Rəsulullahdan (s) sonra xilafəti Onun Əhli-Beytindən başqa birinə həvalə edərək, onu məndən əsirgəyəcəklər. Məni, camaatın filankəsə (Əbu-Bəkrə) tərəf tələsmələrindən başqa, bir şey narahat etmədi. Beləliklə əl saxladım. Nəticədə camaatın bir dəstəsinin dindən dönərək mürtəd olduqlarını və İslamdan qayıdaraq Muhəmmədin dinini məhv etmək istədiklərini gördüm. Qorxdum ki, İslam və Müsəlmanların köməyinə başlamasam, Onda nöqsan və dağıntı görərəm. Onun müsibət və kədəri mənim üçün, nəticəsi ilğım kimi yoxa çıxan və bulud kimi səpələnən, bir neçə günlük müvəqqəti mal olan hakimlik və vilayəti əldən çıxarmaqdan daha ağır olar. Buna görə də həmin hadisə və dağıdıcı hərəkətlərin arasında ayağa qalxdım. Nəticədə əyrilik və təxribatların qarşısı alındı, onlar məhv oldular və din sakitlik taparaq qurtulub öz yerində qərar tutdu.” “Nəhcül-Bəlağə”, Məktub-62.
Bu məsələdə təəssübdən uzaq olan və haqqı görmək istəyənlər üçün hər şey aşikar və aydındır. Əvvəldə qeyd etdiyimiz kimi tarixin uydurma və əfsanələrindən olan Ömər və Ümmü-Gülsümün evlilik məsələsini, Əli (ə) və Ömərin dost olduqlarına dəlil olaraq gətirirlər. Halbuki bu evlilik iddiası doğru olsa belə, belə bir vəziyyətdə İslamın məsləhəti üçün məcburi olaraq gerçəkləşən bir evlilikdir. Bəs belə bir evlilik Ömərin hansı fəzilət və üstünlüklərini bəyan edər?
Bu Həzrəti Lut Peyğmbərin əhvalatına bənzəyir ki, kafir olan qövmünə, məcburiyyət qarşısında qalaraq onlara (kafir olmalarına baxmayaraq) məsləhət bildi ki, qızlarının hansı biri ilə istəyirlərsə evlənsinlər. Necə ki, Allahu-təala Onun dilindən buyurur:
(هؤلاء بناتي هن اطهر لكم) Yəni: “Bunlar mənim qızlarımdır. Onlar sizin üçün daha pakizədir (onlarla evlənin, pis əməllərdən çəkinin).” “Hud” surəsi. Ayə 78.
Məgər kafirlərin Həzrəti Lut (ə)-ın qızları ilə evlənmələri, onlara (kafirlərə) hansı fəzilət və üstünlükləri qazandırır ki, Ömərin bu (uydurma olan) evliliyi də ona fəzilət və üstünlük qazandırsın?!
Yaxud da Həzrəti Lut (ə)-ın kafirlərə qız verməsi, Onunla kafirlər arasında olan hansı sevgi və dostluqdan xəbər verir ki, Əli (ə)-ın məcburiyyət üzündən Ömərə qız verməsi onlar arasında olan sevgi və dostluq münasibətindən xəbər versin?!
Biz bu kiçik məsələdə müxtəsər dəlillər və sübutlar ilə məsələnin əsil mahiyyətini bəyan etməyə çalışdıq. Son olaraq qərarı hər kəsin azad vicdanına, iman və insafına buraxırıq.
Əssəlamu əleykum və rəhmətullahi və bərəkatuh!
Tofiq Hüseynov (filoloq)
Tofiq Hüseynov 1938-ci il aprelin 21-də Ağstafa rayonunun Bəyazatlı (indiki Yuxarı Göyçəli) kəndində qulluqçu ailəsində anadan olmuşdur. Ağstafa şəhər dəmir yol məktəbi, Göyçəli və Həsənsu kəndlərində orta təhsil almışdır.
1961-ci ildə Bakı Dövlət Universitetinin filologiya fakültəsinin Azərbaycan dili və ədəbiyyatı ixtisasını bitirmişdir. “Yusif Vəzir Çəmənzəminlinin yaradıcılığında tarixilik və “Qan içində” romanı” mövzusunda namizədlik (1975), ”Yusif Vəzir Çəmənzəminlinin həyat və yaradıcılığı” mövzusunda doktorluq (1990) dissertasiyasını müdafiə edib.
Elmi fəaliyyəti
Pedaqoji fəaliyyəti
- İmişli rayonu və Qazax rayonunun Bəyazatlı kənd məktəblərində müəllim işləmişdir. (1961—1968)
- Azərbaycan Milli Ensiklopediyasında redaktor və BDU-da qiyabi təhsil şöbəsinin məsləhət məntəqə müdiri, metodist çalışıb. (1968—1975)
- Bakı Dövlət Universitetinin “Müasir Azərbaycan ədəbiyyatı” kafedrasında işləyir (1976-cı ildən)
- Ali təhsilin bakalavr pilləsində Müasir ədəbi proses, magistr pilləsində isə Müasir Azərbaycan ədəbiyyatının aktual problemləri və Elmin müasir problemləri fənlərindən dərslər aparır.
- 121 məqalə, 5 monoqrafiya, 3 kitab (dərslik, şərikli) müəllifidir.
- Rəhbərliyi ilə 5 nəfər elmlər namizədi dərəcəsi alıb, 5 dissertant və aspirantı var.
4 doktorluq dissertasiyasında elmi məsləhətçidir.
Tədqiqat sahəsi
- Azərbaycan ədəbiyyatşünaslığının aktual problemləri. Ədəbi əlaqələr problemləri.
Konfrans və simpoziumlarda iştirakı
- Beynəlxalq Ukraynaşünaslıq konfransı (Kiyev.1993)
- Beynəlxalq Türkoloji simpoziumu (Krım, Simferopol.2004)
Kitablar
- Tarixi roman ustası. (1986-cı il) Bakı, “yazıçı” nəşriyyatı
- Yusif Vəzir Çəmənzəminli. (1987-ci il) Bakı, “Bilik”
- “Ədəbiyyatla yaşayıram”. (1993-cü il) Bakı, “Azərnəşr”
- Söz-tarixin yuvası. (2000-ci il) Bakı, “Azərnəşr”
- Qurban Səid. Mübahisələr. Həqiqətlər. (2004-cü il) Bakı, “Nurlan”
- Azərbaycan Sovet ədəbiyyatı. (1988-ci il) Bakı, “Maarif”. (Şərikli)
- Müasir Azərbaycan ədəbiyyatı. 2 cild. C.1. (2007-ci il) Bakı, Bakı Universiteti nəşriyyatı. (Şərikli)
- Müasir Azərbaycan ədəbiyyatı. 2 cild. C.2. (2007-ci il) Bakı, Bakı Universiteti nəşriyyatı. (Şərikli)
İstinadlar
- ↑ . [1] Bakı Dövlət Universiteti (azərb.)
Avqust 12, 2021
Ən son məqalələr
45 (ədəd)
45 il (film, 2015)
45 saylı Abşeron seçki dairəsi
465
467 (dəqiqləşdirmə)
468
469
46
460
460 (dəqiqləşdirmə)
Ən çox oxunan
Şuşa Tarix-Memarlıq Qoruğu
Şuşa Tarix-Diyarşünaslıq Muzeyi
Şuşa Tarix Muzeyi
Şuşa Xalça Muzeyi
Şuşa mağara düşərgəsi
tofiq, hüseynov, filoloq, vikipediyada, soyadlı, digər, şəxslər, haqqında, məqalələr, tofiq, hüseynov, tofiq, hüseyn, oğlu, hüseynov, alim, filologiya, elmləri, doktoru, professor, bakı, dövlət, universitetinin, müasir, azərbaycan, ədəbiyyatı, kafedrasının, mü. Vikipediyada bu ad soyadli diger sexsler haqqinda da meqaleler var bax Tofiq Huseynov Tofiq Huseyn oglu Huseynov Alim filologiya elmleri doktoru Professor Baki Dovlet Universitetinin Muasir Azerbaycan edebiyyati kafedrasinin mudiri 1 Tofiq HuseynogluTofiq Huseyn oglu HuseynovDogum tarixi 21 aprel 1938Dogum yeri Beyazatli Agstafa rayonu Azerbaycan Azerbaycan SSR SSRIVefat tarixi 2 may 2020 82 yasinda Vefat yeri Moskva Rusiya FederasiyasiVetendasligi SSRI AzerbaycanAtasi Huseyn HuseynovElm sahesi FilologiyaElmi derecesi Filologiya elmleri doktoruElmi adi ProfessorTehsili Baki Dovlet Universiteti Mundericat 1 Heyati 2 Elmi fealiyyeti 2 1 Pedaqoji fealiyyeti 2 2 Tedqiqat sahesi 2 3 Konfrans ve simpoziumlarda istiraki 2 4 Kitablar 3 IstinadlarHeyati RedakteTofiq Huseynov 1938 ci il aprelin 21 de Agstafa rayonunun Beyazatli indiki Yuxari Goyceli kendinde qulluqcu ailesinde anadan olmusdur Agstafa seher demir yol mektebi Goyceli ve Hesensu kendlerinde orta tehsil almisdir 1961 ci ilde Baki Dovlet Universitetinin filologiya fakultesinin Azerbaycan dili ve edebiyyati ixtisasini bitirmisdir Yusif Vezir Cemenzeminlinin yaradiciliginda tarixilik ve Qan icinde romani movzusunda namizedlik 1975 Yusif Vezir Cemenzeminlinin heyat ve yaradiciligi movzusunda doktorluq 1990 dissertasiyasini mudafie edib Elmi fealiyyeti RedaktePedaqoji fealiyyeti Redakte Imisli rayonu ve Qazax rayonunun Beyazatli kend mekteblerinde muellim islemisdir 1961 1968 Azerbaycan Milli Ensiklopediyasinda redaktor ve BDU da qiyabi tehsil sobesinin meslehet menteqe mudiri metodist calisib 1968 1975 Baki Dovlet Universitetinin Muasir Azerbaycan edebiyyati kafedrasinda isleyir 1976 ci ilden Ali tehsilin bakalavr pillesinde Muasir edebi proses magistr pillesinde ise Muasir Azerbaycan edebiyyatinin aktual problemleri ve Elmin muasir problemleri fenlerinden dersler aparir 121 meqale 5 monoqrafiya 3 kitab derslik serikli muellifidir Rehberliyi ile 5 nefer elmler namizedi derecesi alib 5 dissertant ve aspiranti var 4 doktorluq dissertasiyasinda elmi meslehetcidir Tedqiqat sahesi Redakte Azerbaycan edebiyyatsunasliginin aktual problemleri Edebi elaqeler problemleri Konfrans ve simpoziumlarda istiraki Redakte Beynelxalq Ukraynasunasliq konfransi Kiyev 1993 Beynelxalq Turkoloji simpoziumu Krim Simferopol 2004 Kitablar Redakte Tarixi roman ustasi 1986 ci il Baki yazici nesriyyati Yusif Vezir Cemenzeminli 1987 ci il Baki Bilik Edebiyyatla yasayiram 1993 cu il Baki Azernesr Soz tarixin yuvasi 2000 ci il Baki Azernesr Qurban Seid Mubahiseler Heqiqetler 2004 cu il Baki Nurlan Azerbaycan Sovet edebiyyati 1988 ci il Baki Maarif Serikli Muasir Azerbaycan edebiyyati 2 cild C 1 2007 ci il Baki Baki Universiteti nesriyyati Serikli Muasir Azerbaycan edebiyyati 2 cild C 2 2007 ci il Baki Baki Universiteti nesriyyati Serikli Istinadlar Redakte 1 Baki Dovlet Universiteti azerb Menbe https az wikipedia org w index php title Tofiq Huseynov filoloq amp oldid 5946780, wikipedia, oxu, kitab, kitabxana, axtar, tap, hersey,
ne axtarsan burda
en yaxsi meqale sayti, meqaleler, kitablar, oyrenmek, wiki, bilgi, tarix, seks, porno, indir, yukle, sex, azeri sex, azeri, seks yukle, sex yukle, izle, seks izle, porno izle, mobil seks, telefon ucun, chat, azeri chat, tanisliq, tanishliq, azeri tanishliq, sayt, medeni, medeni saytlar, chatlar, mekan, tanisliq mekani, mekanlari, yüklə, pulsuz, pulsuz yüklə, mp3, video, mp4, 3gp, jpg, jpeg, gif, png, şəkil, muisiqi, mahnı, kino, film, kitab, oyun, oyunlar.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.