Adab-ı Muaşeret Nedir? Adab-ı Muaşeret Kuralları Nelerdir
[24] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.384
Adabı muaşeret nedir? Adabı muaşeret kuralları (görgü kuralları) nelerdir? TDK’ya göre adabımuaşeret ne demek, nasıl yazılır, ne anlama gelir?
Görgü kuralları anlamına gelen adabımuaşeret kelimesinin doğru yazılışı merak ediliyor. Peki adabımuaşerek ayrı mı yazılır bitişik mi? TDK’ya göre adabımuaşeret ne demektir? Adabımuaşeret kuralları nelerdir? Görgü kuralları nelerdir?
Dilimize Arapça’dan geçen kelimelerden anlamı en çok merak edilen kavram adabımuşarettir. Peki TDK’ya göre adabı muaşeret nedir, ne demektir, ne anlama geliyor?
TDK’YA GÖRE ADABI MUAŞERET NEDİR? NE DEMEK?
Dilimize Arapça’dan geçen adabımuaşeret “Görgü kuralları” manasına gelmektedir.
ADABI MUAŞERET NASIL YAZILIR? AYRI MI BİTİŞİK Mİ?
Yazılışı çok karıştırılan adabı muaşeret kelimesi TDK’ya gör bitişik yazılır. Fakat bazı siteler ayrı olarak almıştır. Bunun yanı sıra aynı anlama gelen “muaşeret adabı” ise ayrı yazılır. Yani Türk Dil Kurumu’na göre “Adabımuaşeret” birleşik yazılırken, “Muaşeret adabı” ise ayrı yazılmaktadır. İkisi de aynı anlama gelmektedir. Muaşeret adabının anlamı “Görgü kuralları, adabımuaşeret.” demektir.
ADABI MUAŞERET KURALLARI NELERDİR?
Geçmiş yıllarda ilkokulda okutulan Adabı Muaşeret dersinde belirli bazı kurallar vardır. Şimdi bu kuralların bazılarını sizlere aktaralım. İşte adabımuaşeret, görgü kuralları:
- – Ayakta bir şeyler yiyip içilmez.
- – Telefon eden kişi önce kendisini tanıtmalıdır.
- – Öksürürken veya hapşırırken elimizle veya mendil ile ağzımızı kapatmalıyız.
- – Kalabalık, toplu yerlerde yüksek sesle konuşmak görgü kurallarına aykırıdır.
- – Başka bir kişinin lafı kesilmez. O kişiye karşı sürekli konuşulmaz. Karşımızdaki kişinin de konuşmasına müsade etmeliyiz.
- – Kalabalık mekanlarda sakız çiğnenmez.
- – Uzun zaman kalan misafire ayrı bir oda verilmelidir.
- – Eller pantolon cebine sokulmaz.
- – Pazarlık yapılırken mal kötülenmez.
- – Yemek davetinde yemekler geciktirilmez.
- – Sıra beklenilen yerlerde muhakkak sıraya geçip sıramızın bize gelmesini beklemeliyiz.
- – Başkasının yanında ayakları uzatarak oturmak görgü kuralları dışında sayılır. Aynı zamanda büyüklerimizin karşısında ayak ayak üstüne atmak da bu duruma örnek verilebilir.
- – Sigara ile bir ortama girilmez.
- – Kusurlar yüze karşı açık bir şekilde söylenmez.
- – Sokak ortasında sabit durarak konuşulmaz. Başkasının geçmesi engellenmez.
- – Başkasının kusuru ile dalga geçilmez.
- – Emanet eşyalar fazla geciktirilmez.
- – Bir konuyu reddederken ciddi ve terbiyeli davranılmalıdır.
- – Yerlere tükürmek ve çevreyi kirletmek adabımuaşeret kurallarına aykırıdır.
ADABI MUAŞERET NEDİR, NE ANLAMA GELİR?
İyi tutum ve davranışlarla bunları kazandıran bilgi için kullanılan edebin çoğulu âdâb ile “barış içinde yaşama, birbiriyle uzlaşma” anlamındaki muâşereden (muâşeret) gelen âdâb-ı muâşeret (âdâbü’l-muâşere) genellikle bireylerin ve toplum kesimlerinin birbirine karşı olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade eder. Bu tabire klasik İslâm kaynaklarında rastlanmakla birlikte Osmanlılar’da Batılılaşma dönemine girilmesi sürecinde terkibin kullanımının yoğunluk kazandığı görülür. Bunun sebebi Batı kültüründe nezaket kurallarının şehir ve şehirli olmakla, dolayısıyla medenîlikle ilişkilendirilmesidir. Arapça’da “medenî” ve “medeniyet” kelimeleri “şehir” anlamındaki “medîne”den türemiştir. Fransızca “civilité” Latince’deki “civitas” (şehir) kökünden gelir. Fransızca “politesse” de Yunanca’daki “polis” (şehir) kelimesine dayanır. Buna göre Arapça’da ve Batı dillerinde nezaketle âdâb-ı muâşeret kavramları şehirle ilişkili görülmüş olup bunlar herkesin paylaştığı alanlardaki davranışlara, görgü kurallarına işaret eder; bu kurallar kişilerin karmaşık sosyal ağlarla birbirine ve devlete bağlı olduğu şehir hayatını düzenler (Davetian, s. 9).
Kur’ân-ı Kerîm’de aile bireylerinin, akraba ve komşuların bir arada yaşamanın gerektirdiği hak ve sorumluluklara riayet etmelerini, uyumlu, geçimli ve güler yüzlü olmalarını öğütleyen, kaba, kırıcı söz ve davranışlardan sakındıran birçok âyet vardır (meselâ bk. el-Bakara 2/262-263; en-Nisâ 4/19, 114; el-İsrâ 17/23, 26, 28, 36-37; Lokmân 31/14-19; el-Hucurât 49/1-4, 9-13). Hadis mecmualarının “Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Birr”, “Kitâbü’l-Câmi'”, “Kitâbü Hüsni’l-hulk” gibi başlıklar taşıyan bölümlerinde âdâb-ı muâşereti ilgilendiren hadisler yer alır. Abdullah b. Ömer, Resûlullah’ın hiçbir zaman kırıcı davranmadığını belirttikten sonra, “Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olanınızdır” dediğini ifade eder (Buhârî, “Edeb”, 39). Davranışlarındaki incelik ve yumuşaklıkla bilinen Hz. Peygamber, ilgili hadislerinin çoğunda güzel ahlâk tabirini “iyi huylu ve nazik olma, herkesle hoş geçinme” anlamında kullanmıştır (Wensinck, el-Mu?cem, “?l?” md.). Kezâ gerek âyetlerde gerekse hadislerde sıklıkla geçen ma’rûf kavramı da toplumun kültürü içinde öteden beri bilinen, beğenilip uygulanan davranış tarzlarını ifade eder (bk. EMİR bi’l-MA’RÛF NEHİY ani’l-MÜNKER).
İbnü’l-Mukaffa’ın (ö. 142/759) el-Edebü’l-kebîr ve el-Edebü’?-?agir adlı eserlerinden başlamak üzere İslâm kültüründe oluşan zengin âdâb ve hikmet literatüründe, Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’i, Gazzâlî’nin İ?yâ?ü ?ulûmi’d-dîn’i gibi sistemli ahlâk kitaplarının ülfet, muhabbet, dostluk vb. konulara dair bölümlerinde âdâb-ı muâşerete dair bilgiler ve öğütler geniş yer tutar. İ?yâ?nın buna dair bölümü “Çeşitli İnsan Sınıflarıyla İlgili Ülfet, Uhuvvet, Arkadaşlık ve Muâşeretin Âdâbı” başlığını taşır. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin ferdî, ailevî ve içtimaî ahlâka dair bölümlerden oluşan A?lâ?-ı Nâ?ırî adlı eserinde, büyük ölçüde aynı planı izleyen sonraki ahlâk kitaplarında âdâb-ı muâşeret ve toplumsal yaşayışa ait kısımlar da yer alır. Bu kitaplarda yeme içme, ziyaret, komşuluk, konuşma, seyahat gibi gündelik hayatla ilgili güzel davranışlara ahlâkî davranışlar denmektedir (Meriç, s. 15). Osmanlı döneminde yazılmış en önemli ahlâk kitabı olarak bilinen Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâî’si, nazik davranışı güzel ahlâk çerçevesinde ele alan en gelişmiş örneklerden biridir. Nasîhatnâme, Siyâsetnâme, Kabûsnâme, Âyinnâme gibi başlıklar taşıyan eserlerle “edeb”, “âdâb” başlıklı kitaplarda ise toplulukta ve aile hayatında uyulması gereken kurallar konu edilir (bk. EDEP).
Bedr-i Dilşâd’ın Muradnâme’si, Ali b. Hüseyin el-Amâsî’nin Tarîku’l-edeb’i (Tâcü’l-edeb) XV. yüzyılda Osmanlı ülkesinde yazılan ilk muâşeret kitapları arasındadır. Şair Revânî’nin İşretnâme’si eğlence meclislerinde, Âlî Mustafa Efendi’nin Mevâidü’n-nefâis fî kavâidi’l-mecâlis’i seçkinlerin bulunduğu ortamlarda nasıl davranılacağını anlatır. Bu son eserde folklordan siyasete kadar toplum yapısını ilgilendiren meseleler, dönemin toplum yaşayışı ve düşüncesi üzerinde durulur (Şeker, I [1983], s. 152). Kâtib Çelebi, XVII. yüzyılın ilk yarısındaki ilmî hayat ve dinî düşünce hakkında kaleme aldığı Mîzânü’l-hak adlı eserinde âdâb-ı muâşeretin konusu olan tokalaşma ve selâmlaşma gibi uygulamalara dair görüşlerini de yazmış, Risâle-i Garîbe başlıklı anonim bir eserde de çevrede gözlemlenen edebe aykırı davranışlar ele alınıp eleştirilmiştir (XVIII. Yüzyıl İstanbul Hayatına Dair Risâle-i Garîbe, s. 7). Fransız tarihçi ve gazetecisi J.-H. Abdolonyme Ubicini, Şarklılar’ın ve özellikle Osmanlılar’ın teşrifata ve görgü kurallarına önem verdiklerini, Osmanlı saray kütüphanesinde bulunan ahlâkla ilgili 216 eserden yaklaşık otuzunun âdâb-ı muâşeretten bahsettiğini kaydeder (Osmanlı’da Modernleşme Sancısı, s. 177). Bu eserlerde gelenek ve görenekler, giyim, oturup kalkma, yemek yeme, büyüklere ve arkadaşlara karşı muamele, selâmlaşma, konuşma âdâbı gibi konular işlenir.
Norbert Elias, 1939’da yayımladığı bir çalışmasında Avrupa’da davranış biçimlerindeki değişim sürecini medenîleşme diye nitelemiştir. Elias’ın tesbitine göre Erasmus’un 1530’da basılan De Civilitate Morum Puerilium (çocuklar için görgü kuralları) adlı kitabıyla birlikte saray ve çevresine ait görgü kuralları genel anlamda şehir hayatını kapsayacak şekilde genişlemiştir. Vücudun belli organlarını ve işlevlerini gizleme, kamuya açık yerlerde uygun davranma ve nezaket ölçülerine uyma yönündeki baskı bu devirde giderek yoğunlaşmış, modern dönemde ise bireylerde gelişen öz disiplin ve sosyal endişe, kişileri umumi ortamlarda davranışını kontrol etmeye her zamankinden daha fazla zorlamıştır. Osmanlılar’da eskiden beri ahlâk ve âdâb kurallarıyla zengin bir muâşeret kültürü bulunmakla birlikte özellikle Batılılaşma’nın görüldüğü şehir çevrelerinde âdâb-ı muâşeretin kısmen ahlâktan bağımsız davranışlar için kullanılması ve âdâb-ı muâşeret başlığıyla kitaplar yayımlanması XIX. yüzyılın ikinci yarısına rastlar.
XIX. yüzyıl öncesinde âdâb-ı muâşeretle ilgili eserler genellikle yüksek zümreye yönelikti. Toplumda ise görgü kuralları daha ziyade aile ve sosyal çevreden öğrenilirdi. Saray Başmâbeyincisi Lütfi Simâvi, Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret adlı kitabında bu durumu şöyle anlatır: “Her memleketin kendine mahsus usûl ve merâsim-i teşrîfâtiyyesi vardır. Bunlar kitaplarda bulunmaz, mektebi de yoktur. Bu dekayıka kesb-i ıttılâ etmek tecrübeye, dikkate ve bilmediğini bilenlerden öğrenmeye mütevakkıftır.” XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yayın faaliyetlerinin artması, ulaşım ve haberleşme imkânlarının gelişmesi, devlet merkezli eğitimin yaygınlaşması vb. gelişmeler Osmanlı toplumunun hayat tarzında giderek hızlanan bir değişim başlatmıştır. Bunun sonucunda Osmanlılar’da âdâb-ı muâşeret konulu eserlere ilginin arttığı görülür. Medenî dünyaya dahil olmak için Avrupa âdâb-ı muâşeretine uygun davranmanın gerektiğini düşünen bazı Osmanlı aydınları, âdâb-ı muâşeret başlığı altında bir dizi tercüme ve telif kitap yayımlamış, selâmlaşma, yeme içme ve sofra âdâbı yanında salon, sokak, yolculuk ve ziyaret âdâbı gibi davranış biçimleri bu kitapların konusunu teşkil etmiştir. Ahmed Midhat Efendi’nin Avrupa Âdâb-ı Muâşereti yâhut Alafranga adlı eseri, Lütfi Simâvi’nin Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret’i ve Hasan Bahri’nin Centilmen’i dönemin en kapsamlı muâşeret kitaplarındandır. Bunların önemli bir kısmı Fransızca’dan tercüme edilmiş, telif kitapların bir kısmı da Fransızca görgü literatürü esas alınarak yazılmıştır. Zira dönemin nezaket ve çağdaşlık standartları önemli ölçüde Fransızlar tarafından belirleniyordu. Nitekim aynı dönemde Amerika ve Avrupa’daki pek çok ülkede basılan görgü kitaplarının büyük çoğunluğu da Fransızca’dan çevrilmiştir.
XIX. yüzyılın sonlarında genellikle tercümeler serbest yapılıyordu. Dolayısıyla bazı âdâb-ı muâşeret kitaplarının Fransızca’dan çevrilmiş olması onların tamamen alafranga hayatı konu edindiği anlamına gelmez. Meselâ Resulzâde Hüseyin Hüsnü’nün Fransızca’dan çevirdiği Nezaket ve Usûl-i Muâşeret: Kavâid-i Âdâb’ı ile (1889) Çençenzâde Hakkı Antakyalı’nın Arapça ve Farsça’dan yaptığı tercümelerden oluşan Zarafet (1890) pek çok açıdan benzerlik taşır; her iki kitapta da âdâb-ı muâşeretin dinî ve geleneksel kurallarla tanıtıldığı görülür. Bu sebeple Osmanlı âdâb-ı muâşeret literatürü, Avrupa davranış literatürüyle olan yakınlığına rağmen Osmanlılar’a özgü kurallar çerçevesinde şekillenmiş, âdâb-ı muâşeretin tanımı, referansları ve Avrupa âdâb-ı muâşeretinin benimsenmesi hususunda farklı görüşlere sahip bir Osmanlı davranış literatürü ortaya çıkmış, gelenekte bir ahlâk meselesi olan âdâb-ı muâşeret daha dünyevî bir boyuta taşınmıştır.
Ahmed Midhat Efendi, Avrupa’ya gidecek kişiler için yazdığı Avrupa Âdâb-ı Muâşereti yâhut Alafranga adlı kitabında âdâb-ı muâşereti, Fransızca’da “savoir vivre” olarak tabir edildiğini söylediği “günlük hayatın pratik bilgisi” diye tanımlamaktadır. Ona göre her milletin kendine has bir yaşayışı, bir de Fransızca’da “savoir vivre cosmopolite” diye ifade edilen muâşeret-i beyne’l-milel vardır. Bunlar da genelde birbirine benzer. Böylece Ahmed Midhat bir bakıma Avrupa âdâb-ı muâşeretini uluslararasında geçerli bir muâşeret saymıştır. Müellifi belirtilmeden yayımlanan Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret adlı eserde, “Bugün usûl ve âdâb-ı muâşeret âlem-i medeniyyette öyle kavâid-i mazbûta tahtına alınmıştır ki milel-i mütemeddine bir tek millet gibi birbirlerine müşâbehet kesbetmektedirler. Hatta aksâ-yı Şark’ta külliyen müfrez bir millet olan Japonya dahi inkılâb-ı âhirinden beri sür’at-i fevkalâde ile Avrupa âdât ve etvârını kabul ve tatbik etmiştir” ifadeleriyle medenî devletlerin muâşereti Avrupa âdâb-ı muâşereti olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde yayımlanan âdâb-ı muâşeret kitaplarının birçoğu Osmanlı toplumundan ziyade Avrupa’ya gidecek ya da farklı ortamlarda Avrupalılar’la bulunacak olan zümreler için kaleme alınmıştır. Bu kitapların bazılarında Avrupaî hayat tarzının Osmanlı toplumunda yaygınlaşmasından duyulan endişe de dile getirilir. Comtesse de Magallon’un Ahmed Cevad tarafından Fransızca’dan tercüme edilerek Rehber-i Muâşeret: Avrupa Âdâb-ı Muâşereti adıyla yayımlanan kitabının “ifâde-i nâşir” kısmında İbrâhim Hilmi şöyle der: “Bu kitap bence pek mühimdir. Bununla beraber bu eseri neşretmekle, ‘Garb muâşeretini terbiyemize dahil ederek siz de böyle olun’ demek istemiyorum. Yalnız onların âdâb-ı muâşeretini öğreniniz de ihtilât ettiğiniz zaman yabancı kalmayarak kendinizi sevdiriniz.”
Aynı dönemde çok yönlü bir değişim ve dönüşümün göstergesi olarak ortaya çıkan Osmanlı âdâb-ı muâşeret literatüründe Doğu ile Batı, ahlâk ile medenî davranış arasında kendine özgü, seçmeci bir muâşeret tanımı ve anlayışı elde edilmeye çalışılmıştır. Bu literatür II. Meşrutiyet’le birlikte belirli bir yöne doğru evrilmiş, Cumhuriyet’le birlikte siyasî irade tarafından tesbit edilen resmî bir misyonun ifadesi olarak devam etmiştir. Cumhuriyet döneminde âdâb-ı muâşeret kitabı yazanlardan Saffetî Ziya, Cahid Sâhir, Vâsıf Necdet ve Abdullah Cevdet’e göre âdâb-ı muâşeret genelde “Avrupaî hayat tarzı” anlamına gelmekte, bu yeni hayat tarzının toplumun her kesimince benimsenmesi istenmektedir. Bu anlayışa göre modern âdâb-ı muâşeret sınırlı bir zümre için geçerli olmadığı gibi uygulama alanı da salon, balo, sahne oyunları vb. ortamlardan ibaret değildir. Uygar toplumda gündelik hayatın her safhası, her olayı göz önünde bulundurularak nasıl hareket edilmesi gerektiği el birliğiyle kararlaştırılıp düzenlenmiştir (Safvetî Ziya, s. 213).
Adab-ı Muaşeret Nedir? Adab-ı Muaşeret Kuralları Nelerdir?
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri bu Ayet-i Kerime’yi şöyle izah etmektedir:
Bu Ayet-i Kerime nazil olduktan sonra Sahabe-i Kirâm’ın (r. anhüm), bu hususta ne kadar dikkatli olduğunu gösteren bir rivayet şöyledir:
2- Huy Değişmez Değildir
Muaşeret Nedir?
Bu girizgahtan sonra, âdab-ı muaşeret kuralları diğer kuralları kapsayıcı olarak 5 başlığa ayrılır:
Adabı Muaşeret Kuralları Nelerdir?
1- İnsanları Dışlamamalı, Onları İdare Etmeli
Sahabî Vâsıle bin Eskâ (r.a.), Şam’da 83, veya 85 veya 86 tarihinde vefat etmiştir. İmam-ı Azam hazretleri ondan iki hadis-i şerif rivayet etmiştir. Bunlardan birinde şöyle buyurulmaktadır:
Hadis-i şerifte: “İnsanları idare etmek sadakadır.” [14] Yine: “Farzları eda etmekle emrolunduğum gibi, insanları idare etmekle de emrolundum” [15] buyrulmuştur.
Aişe (r. anha) anlatıyor: Bir adam, Rasülüllah (s.a.v.)’in yanına girmek için izin istedi. Rasülüllah (s.a.v): “İzin verin girsin. Aşiretinin pek kötü kardeşidir” buyurdu. Fakat huzuruna girince onunla yumuşak konuştu, ona iyi davrandı. Hatta onun Rasülüllah (s.a.v.) yanında hususi bir yeri var zannettim. Yanından çıkınca: “Ya Rasülallah, onun için söylediğinizi söyledikten sonra onunla yumuşak konuştunuz” dedim. Şöyle buyurdu:
2- Kötülüğe Kötülükle Karşılık Vermemeli, İnsanların Eziyetlerine Tahammül Etmeli
Abdullah bin Ebi Bekir (r. anhüma) buyuruyor: “Bir adam bana şöyle anlattı: Huneyn savaşı günü ayağımda sert ve ağır bir ayakkabı vardı. Onunla Rasülüllah’ın (s.a.v.) ayağına bastım. O elindeki bir sopa ile beni dürttü (beni savdı) ve: “Bismillah, canımı acıttın”, buyurdu. Sonra bütün gece “Rasülüllah (s.a.v.)’e acı verdim”, diye nefsimi ayıplayarak sadece Hz. Allah’ın bileceği hal üzere sabahladım. Sabah olduğu vakit bir adam filan nerededir, diyordu.
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:
Başka bir Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:
3- Haset Etmemeli, Mütevazi Olmalı
Ömer bin Abdülaziz (r.h.)’e bir gece misafir gelmişti. Kendisi bir şeyler yazıyordu. Bu arada kandil sönmek üzereydi. Misafir “kandili ayarlayayım mı?” deyince: “Misafirine iş yaptırmak kişinin keremine yakışmaz” dedi.
Bir Hadis-i Şerif’te ise tevazu sahibi olanlara tevazu ile; kibirli olanlara kibir ile muamele etmek emredilmiştir:
4- İkramda Kusur Etmemeli Nezaket Sahibi Olunmalı
Rivayet olunduğu üzere, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) evlerinden birine dahil olmuştu. Arkasından Ashab-ı Kiram da girmiş ve ev dolmuştu. Biraz sonra Cerir bin Abdullah (r.a.) [34] gelmişti. Fakat oturacak yer bulamadığı için kapı önünde oturmuştu. Peygamber Efendimiz ridasını (elbisesini) katlayıp ona doğru atmış ve “Bunun üzerine otur” buyurmuştu. Cerir (r.a.) onu almış, yüzüne sürmüş, öpmüş ve ağlamış, sonra dürüp Peygamberimiz (s.a.v.)’e göndermiş, “Ben sizin giydiğiniz elbisenin üzerine oturamam, bana ikramda bulunduğun gibi Allah-ü Teala da sana ikramda bulunsun” demişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz sağına ve soluna baktı ve “Bir kavmin kerimi size gelince ona ikram ediniz” buyurdu. [35]
5- Üzerine Çeki-Düzen Vermeli
Ashabına şöyle buyururlardı:
Zamanının imkânsızlıkları sebebiyle elde olanla yetinmeyi tavsiye ederken dua ve temennilerinden biri de ashabını en güzel elbiseler içinde olduklarını görmek idi.
Sahabî Talha b. Amr el-Basrî (r.a.) anlatıyor: Bir kimse Rasülüllah (s.a.v)’in yanına geldiği zaman, eğer bir tanıdığı varsa onun yanında kalırdı. Eğer tanıdığı yoksa Ashab-ı Suffe’nin yanında misafir olurdu. Ben de Ashab-ı Suffe arasında kaldım. Bir zat, her gün Rasülüllah’ın gönderdiği bir sepet hurma getirirdi. Onu yerdik. Bir gün Rasüllüllah (s.a.v.) namazdan sonra selam verdiğinde bizden (Ashab-ı Suffe’den) biri: “Ya Rasülallah, Hurma midelerimizi yaktı. Elbiselerimiz yırtıldı” dedi. Resülüllah (s.a.v.) minbere çıktı, Allah’a hamdetti ve buyurdu ki:
Besmelenin Fazileti ve Sırları ve İmam-ı Birgivi Vasiyetnamesi adlı sohbetlerimizi de okumanızı tavsiye ederiz.
[1] Elmalılı, Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, c.1, s.28
[2] İmam-ı Rabbânî, Mektubat, c.1, Mek.281
[4] İ. Hakkı Bursevî, Ruhu’l-Beyan Tefsiri
[5] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili
[6] Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s.450
[8] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.384
[10] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.409
[12] Fazilet Takvimi, 26 Ocak 2009
[13] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.390
[14] Beyhâkî, Şuabü’l-İman, Hadis No:8207
[15] Aclûnî, Keşfü’l-Hafa, c.1, s.399, Hadis No: 1279
[16] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.391
[17] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.399
[18] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.384-385
[19] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.392
[20] Zerîre: Sarı çiçekli, boyamada isti’mal edilen bir bitki. (Lisanü’l-Arap)
[21] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.392
[22] Sünen-i Dârimî, c.1, s.86
[23] Beyhâkî, Şuabü’l-İman, Hadis No: 8045
[24] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.384
[25] Fazilet Takvimi, 15 Ocak 2010
[27] Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, Hadis No: 21596
[28] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.395
[29] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.395
[30] Mevâhib-i Ledünniyye, s.227
[31] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.428
[32] İmam-ı Rabbani, Mektubât, c.1, Mek.138
[33] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.412; Irâkî, Tahrîcü Ehadisi’l-İhya, Hadis No: 3466
[34] Cerir bin Abdullah (r.a.) kendisi için “bu ümmetin Yusuf’u” buyrulmuş, meşhur sahabilerdendir.
[35] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.394-395
[36] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.412
[37] Fazilet Takvimi, 24 Nisan 2010; İbn-i Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c.7, s.372
[38] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.412
[39] Seyyid Ali Zade, Şerh-u Şir’ati’l-İslam, s.305-306
[40] İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Şerife, c.1, Mek.227
[41] İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Şerife, c.1, Mek.227
[42] Münavî, Feyzü’l-Kadir, c.2, s.293
[43] Sünen-i Tirmizi, Hadis No: 1765
[44] Sünen-i Ebi Davud, Hadis No: 4089
[45] Müsned-i Ahmed ibn Hanbel, Hadis No: 16410
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.