Press "Enter" to skip to content

Abd dış politika stretejisinde orta asya bolgesi

Kireçci, M. Akif, Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya Politikaları, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Rapor, 2011

Abd dış politika stretejisinde orta asya bolgesi

Orta Asya, özellikle Soğuk Savaş döneminden başlayarak günümüzde Orta Asya devletlerinin bağımsızlıklarının 30.yılını kutladıkları döneme gelinceye kadar Amerikan dış politikası nezdinde ikinci derecede öneme sahip, etki alanı dışında bir bölge olarak görülmüştür. 1990’ların ilk yarısında SSCB’den geriye kalan nükleer kapasiteleri sebebiyle, 1990’ların devamında enerji kaynaklarının yeniden keşfedilmesiyle ve 1990’ların sonunda demokrasi ve insan hakları ihlalleri gibi konularla gündeme gelen Orta Asya özellikle ticari ilişkiler, enerji koridorları ve güvenlik unsurları nedeniyle dinamik bir bölge olmuştur.

ABD tarihinde 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından güvenlik algısı farklı bir boyuta taşınmış ve bu kapsamda “terörle mücadele” adı altında ABD kimi ülkelere birliklerini konuşlandırmıştır. ABD bu çerçevede özellikle Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerine yönelik askeri kurulumunu başlatmıştır.[1] İlk olarak, 11 Eylül 2001’de meydana gelen saldırıların üzerinden 1 ay geçmeden, dönemin ABD Başkanı George W. Bush, “Sonsuz Özgürlük” adı altında Afganistan’da teröre karşı operasyonların başlatıldığını ilan etmiştir. Ayrıca 11 Eylül’ün ardından Orta Asya ülkeleri de ortaya çıkan siyasi şartlar nedeniyle ABD’ye hava sahalarını açmak zorunda kalmışlardır. O zamanlarda ABD, Özbekistan ve Kırgızistan’da görece daha kolay üsler elde etse de Tacikistan’da üs edinemeyince yeni bir strateji belirleyerek burada askeri eğitim merkezi açmaya karar vermiştir. Ayrıca üs anlaşmasını gerçekleştirebilmek için Orta Asya devletlerine helikopter hediye etmiştir. ABD’nin göze aldığı tüm bu maliyetler Orta Asya’nın jeopolitik önemini ortaya koymaktadır.[2]

11 Eylül döneminden başlayarak terörle mücadele söylemi kapsamında Afganistan topraklarında gerçekleştirilen onlarca askeri operasyonun ardından ABD Başkanı Joe Biden, bu yıl 11 Eylül terör saldırılarının yirminci yıldönümüne kadar Afganistan’dan ABD askerlerinin tamamen çekileceğine dair söylemlerle bulunmuştur. Ancak ABD, buradan çekilse de askeri varlığını farklı bölgelere taşıma peşindedir. ABD’nin bu çerçevede tercih ettiği seçeneğin Orta Asya olacağı bildiriliyor.[3] Bu noktada denkleme iki büyük güç dahil oluyor; Çin ve Rusya. Bölgedeki etkisi en yoğun olan devlet Rusya olarak gösterilebilir. Rusya’nın Kırgızistan ve Tacikistan’da üsleri bulunmakta; Çin’in ise Tacikistan’ın uzak doğusunda küçük bir üssü bulunmaktadır.[4] Pek çok alanda ABD ile rekabet içinde olan Çin ve Rusya açısından ABD’nin Orta Asya’daki varlığını artırmaya yönelik çabaları kabul edilemez bir girişim olarak yorumlanabilecektir.

ABD’nin geri çekilmesi, Rusya ve Çin’i bölgedeki tek güvenlik sağlayıcıları olarak bırakacaktır. ABD’nin Orta Asya’da yeniden üs kurma isteğindeki itici güçlerden biri de budur. Çin’in bölgede giderek yükselen ekonomik varlığı ve Rusya’nın bölgedeki güçlü siyasi etkisi ve güvenlik ilişkileri ile ABD, askeri üs kurma çabalarıyla bölge devletleriyle siyasi ve güvenlik ilişkilerinin gelişiminde Çin ve Rusya’ya meydan okumaktadır. Çin ve Rusya ise bölgede ABD üssünün kurulmasıyla artabilecek Batı faaliyetlerinden endişe duymakta. Bu çerçevede Rusya ve Çin’in, ABD varlığına karşı birlikte verecekleri rekabet oldukça aktif bir seyir izleyecektir.[5]

Geçtiğimiz günlerde Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun, Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün (KGAÖ) bir toplantısına katılarak esas olarak Batı’yı ele alması ve bu kapsamda ABD ve NATO’nun eylemlerine dair eleştirilerini vurgulaması da Rusya’nın rahatsızlığını ortaya koymaktadır. Bundan birkaç hafta sonra 19 Mayıs’ta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, KGAÖ ülkelerinden diğer dışişleri bakanlarıyla görüşmek üzere gerçekleştirdiği Duşanbe ziyaretinde ise Tacik mevkidaşı ile temasları dikkat çekmiştir. Bu görüşme sonrasında bakanlar Rusya ile Tacikistan arasında birleşik bir hava savunma sistemi kurulduğunu duyurmuşlardır. Benzer bir sistemin oluşturulması konusunda Kırgızistan ile müzakereler devam etmektedir. Ayrıca Rusya’nın Rus askeri üniversitelerinde Tacik askerlere eğitim vermek üzere hazır oldukları ve Tacik ordusunun Eylül ayında yapılması planlanan Rusya liderliğindeki Zapad-2021 gibi tatbikatlara katılmaya devam edeceğinden bahsedilmiştir.[6]

Tacikistan’ın ardından Özbekistan ile gerçekleştirilen görüşmelerde ise Özbekistan’ın Orta Asya’da Rusya ile stratejik ortaklığı vurgulanmıştır. Rusya’dan Tacikistan ve Özbekistan’a gerçekleşen ziyaretlerin ana nedeni, Washington’un Afganistan’dan asker çekme kararının ardından Orta Asya’da oluşan güvenlik tehditleri ve ABD’nin üs kurma teklifleridir. Bu açıdan bakıldığında ABD güçlerinin geri çekilmesi, Rusya’ya Orta Asya’nın güvenliğindeki rolünü pekiştirmesi için bir alan açmakta. Güvenlik garantisi söylemleriyle Rusya, Orta Asya’da Moskova yanlısı bir tutum ve bu doğrultuda bir ekonomik ve dış politika yönelimi talep edecek gibi gözüküyor.

Orta Asya bölgesi değerlendirildiğinde Türkiye de önemli bir aktör olarak görülmelidir. Soğuk Savaş sonrası kalkan demir perdeyle Orta Asya devletleriyle yakın ilişkiler kuran Türkiye, jeopolitik konumu itibarıyla Orta Asya’nın Batı ile arasındaki doğal bağlantı olarak nitelendirilebilir. Türkiye’nin dış politikasında Avrasyacı boyut gelişmektedir. Doğuya yönelmenin yeni bir norm haline geldiği son zamanlarda Türkiye de doğuya yönelen bir politikayı kendi jeopolitik çıkarlarıyla birleştirmeyi hedeflemektedir. Ankara, Türk dilini konuşan Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan ile bu ortak tabanda Orta Asya’ya erişimini daha da genişletmeye çalışmaktadır. Şu anda Türkiye’nin, Türkmenistan dışındaki bölge ülkeleriyle ticari anlamda ortaklığı zayıf durumda olsa da Türkiye, 2026-2028 yılına kadar mal, yatırım, emek ve hizmetler için ortak bir pazar oluşturulmasını içeren işbirliği için ekonomik ve kültürel bir temel oluşturmayı hedeflemektedir.[7]

Bölgede Çin ve Rusya etki kapasitesi bakımından ön plana çıkarken, Türkiye kültürel anlamda önemli bir güce sahiptir ve Orta Asya devletleriyle dış ilişkilerini kuvvetli biçimde arttırmayı hedeflemektedir. Nitekim Ankara’nın bölgeye yönelik son hamleleri, Orta Asya devletleriyle ilişkilerin geliştirilmesine yönelik daha sağlam bir Türk politikasına işaret etmektedir.[8]

Orta Asya ülkelerine bakıldığında ise bu ülkelerin mümkün olduğu kadar tarafsız kalmayı tercih ettikleri gözlemlenebilmektedir. Sovyetler Birliği’nden kalma çok uzak olmayan geçmişlerinin anıları, bugün hala dış ilişkilerinde belirleyici rol oynamaktadır. Bununla birlikte Türkiye daha önce belirtildiği gibi bölge ülkeleriyle özellikle kültürel anlamda ilişkilerini geliştirmiş ve bu iletişimi ekonomik ve askeri alanlarda genişletmeyi hedefleyen bir yolda ilerlemektedir.

ABD askerleri Afganistan’dan tamamen çekilmeyi başlatmasıyla beraber yaşanan gelişmeler, Orta Asya devletlerinde güvenlik ve denge kaygısı yaratmıştır. Bu çerçevede bu devletler bir yandan Washington ile ilişkilerini gözden geçirirken bir yandan da Moskova, Pekin ve Ankara ile olan ilişkilerini değerlendirmektedir. Washington’un Afganistan’ın çevresinde bir üs kurma girişimlerinin önemli sebeplerinden birisi de ABD askeri birliklerinin çekilmesinden sonra Pekin ve Moskova’nın güç boşluğunu dolduracağından endişe ediyor olmasıdır.[9] Orta Asya devletlerinin Batıya açılan penceresi olan Türkiye, Batının bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmesinde önemli, hatta vazgeçilmez bir konumdadır. Batı kampındaki konumuna “geri döndüğünü” beyan eden ABD’nin öncülüğünde, Batının Türkiye’ye vereceği destek Orta Asya’daki denklemde yaşanacak değişikliklerde belirleyici bir role sahip olacaktır.

[1] Çağrı Erhan, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 1, Sayı 3 (Güz 2004), s. 123-149.

Abd dış politika stretejisinde orta asya bolgesi

Şatlık,Amanov,ABD’nin Orta Asya Politikaları,Gökkubbe yay.,İstanbul,2007.

Şatlık Amanov’un ABD’nin Orta Asya Politikaları adlı kitabı üzerinden Amerika’nın Orta Asya politikalarına ışık tutmaya çalışacağım.

1990’ların başında iki kutuplu dünya düzenin yıkılması, uluslararası ilişkilerde küresel ve bölgesel ölçeklerde köklü niteliksel değişimlere yol açmıştır. Asya kıtasının merkezinde beş yeni bağımsız cumhuriyetin(Türkmenistan,Özbekistan,Kazakistan,Kırgızistan ve Tacikistan)ortaya çıkması,yeni bir uluslar arası siyasal “bölge”nin -Orta Asya’nın-ve uluslararası ilişkilerde “merkezi Asya alt-sistemi” nin oluşan sürecini başlatmıştır.Rusya,Çin,Hindistan ve Pakistan gibi nükleer güçlere yakın konumuyla Orta Asya,ekonomik ve jeopolitik olarak Asya kıtasının önemli bir bölgesidir.Potansiyel bir nükleer güç olan İran’ın hemen yanı başında yerleşmektedir ve petrol,doğal gaz,altın,uranyum ve diğer doğal kaynaklar açısından oldukça zengindir.

Yeni bölge kısa zamanda Rusya,Çin,Türkiye,İran Pakistan ve Hindistan gibi komşu ülkelerin yanı sıra uluslararası ilişkilerdeki diğer küresel aktörlerin de çıkarlarının çatıştığı bir alan ve dış politika uygulamalarının bir “nesnesi” haline gelmiştir.Orta Asya bölgesinin uluslararası ilişkilerinin karakterine ve dinamiğine en çok etkiyi mevcut küresel sistemdeki siyasi,ekonomik ve askeri ağırlığı dikkate alındığında,Amerika Birleşik Devletleri yapmaktadır.ABD’nin Orta Asya bölgesine yönelik angajmanının düzeyi,1990’lar boyunca hem siyasi hem de akademik çevrelerde yaşanan büyük tartışmalara konu olmuştur.Bazıları Hazar denizine kıyı ülkelerin enerji zenginliklerinin bölgeyi önemli kıldığını iddia ederken birçok enerji uzamanı,Körfez ülkeleri ve Rusya ile karşılaştırıldığında bölgenin küresel enerji piyasasına katkısının oldukça düşük olduğuna inanmaktadır.

ABD’nin orta Asya ülkeleriyle ilişkileri SSCB’nin dağılmasıyla bölge ülkelerinin bağımsızlıklarına kavuştukları 1990’lı yılların başlarına kadar uzanmaktadır.İlişkilerde ekonomik ve askeri yardımlar ve Kazakistan örneğinde,artan ticari çıkarlar ön plana çıkmasına rağmen,1990’lı yılların başlarındaki ilişkileri,”sınırlı” ve “tutarsız” olarak tanımlamak mümkündür.Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki güvenlik ve ekonomik çıkarlarını mümkün olduğunca dar kapsamda değerlendirirken Amerikalı siyaset yapıcılar,orta Asya rejimlerinin güvenirliği konusunda kararsız kalmışlar ve daha çok insan hakları sicilleri,ekonomik ve dış politikaları ile ilgilenmişlerdir.ABD bağımsızlıktan sonraki on yıl içerisinde Kazakistan,Kırgızistan,Özbekistan,Tacikistan ve Türkmenistan ile farklı düzey ve yoğunlukta ilişkilerini geliştirmesine rağmen,bölge,coğrafi konumu,karasal olarak “kapalı” ve Amerikan çıkarlarından “uzak” oluşu nedeniyle Washington’un öncelikleri arasında yer almamıştır.

ABD’nin orta Asya’ya yönelik dış politikası’nın arkasındaki sahipler oldukça karmaşıktır ve ciddi jeopolitik, askeri,siyasi ve ekonomik boyutlara sahiptir.Amerikan ulusal çıkarlarını 3 grupta değerlendirecek olursak(hayati,önemli ve marjinal çıkarlar),bugün,Orta Asya bölgesi’ nin “marjinal” olmaktan çıkarak “önemli” çıkarlar kategorisinde yer almaya başladığı görülmektedir.Bölgenin stratejik konumu,Hazar Havzası’ndaki zengin enerji kaynakları ve mevcut Amerikan dış politikasının merkezinde yer alan “terörizmle mücadele” nin görüldüğü coğrafya yakınlığı gibi faktörler,bölgeyi vazgeçilmez kılmaktadır.

1990’larda soğuk savaş’ın sona ermesi, Washington için küresel düzeyde daha önce sahip olmadığı bir güç ve hareket özgürlüğü sağlamıştır. Bunun Orta Asya cumhuriyetleri açısından en önemli sonucu ise,bölge ülkelerinin uluslararası ilişkilerini çeşitlendirme bağlamında yeni ufuklar ve açılımlar sağlamış olmasıdır.Washington yönetimi,söz konusu cumhuriyetlerin uluslararası sisteme sağlıklı bir şekilde entegrasyonu için önemli girişimlerde bulunmuştur.Bill Clinton ve George W.Bush yönetimlerinin resmi söylemleri ve dış politika uygulamalarına bakarak,Washıngton’ın Orta Asya politikasının temel dinamiklerini ve bileşenlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

v Her şeyden önce, Orta Asya’daki beş cumhuriyetin bağımsızlığını, egemenliğini, teritoryal bütünlüğünü ve güvenliğini güvenceye almak ve desteklemek;

v Her hangi bir bölgesel veya küresel gücün Orta Asya bölgesinde siyasi, ekonomik veya askeri anlamda mutlak hakimiyet kurmasının önüne geçilmesi;

v Bölge ülkelerinde insan haklarına saygılı, özgürlükçü ve liberal demokratik yönetimlerin oluşumunun desteklenmesi ve piyasa ekonomilerine geçişin teşvik edilmesi;

v Söz konusu ülkelerin uluslararası siyasi, ekonomik -mali ve güvenlik kuruluşlarına entegrasyon’nun sağlanması;

v Avrupa –Atlantik eksenli askeri-güvenlik kuruluşlarına ve iş birliği programlarına katılımlarının teşvik edilmesi;

v Bölge ülkeleri arasında ve komşu ülkelerle barışçıl ve dostane politikaların geliştirilmesinin sağlanması;

v Barış ve güvenliğin geliştirilmesini amaçlayan yeni bölgesel iş birliği mekanizmalarının tesis edilmesi ve uluslararası kuruluşlarının destekleriyle yerel ve bölgesel çatışmaların ve sorunların çözümlenmesi;

v Her türlü kitle imha silahlarının ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi; bu alandaki uluslararası anlaşmaların ve hukuk normlarının bölge yönetimleri tarafından onaylanmasının sağlanması;

v Terörizmle mücadele kapsamında bölge ülkeleriyle ikili askeri –güvenlik ilişkilerinin geliştirilmesi ve pentagon’un küresel düzeydeki askeri yeniden yapılandırma planlarına uygun olarak bölgedeki askeri üslerin projeksiyonu’nun başarılı bir şekilde sürdürülmesi;

v Bölgede iç savaşın ve sınır ihtilaflarının çıkmasının önlenmesi;

v Orta Asya Afganistan ve diğer komşu ülkelerin sosyo-ekonomik dengelerini bozabilecek en önemli tehditlerden biri olan “uyuşturucu” ticaretinin yok edilmesi ve engellenmesi;

v Başta Aral denizi ve Fergana Vadisi’ndeki çevre kirliliği olmak üzere,su kaynaklarının paylaşımı,enerji atıklarının güvenli bir şekilde imhası veya depolanması,pamuk mono kültürü’nün olumsuz etkileri,bölge ülkelerinin artan su ihtiyacı,yüksek su kirliliği oranları,toprak erozyonu,hava kirliliği v.d.ekolojik sorunlarla mücadele edilmesi;

v Rusya,Çin ve İran’ın bölgenin enerji kaynakları üzerindeki etkilerinin azaltılması ve bunların Türkiye, Afganistan, Azerbaycan gibi müttefik ülkelerden geçişinin sağlanması;küresel enerji arzının yaygınlaştırılması ve çeşitlendirilmesi ekseninde “çoklu boru hatları” stratejisinin kararlı bir şekilde sürdürülmesi;

v İran’a önemli miktarda siyasal, ekonomik ve stratejik kazanımlar sağlayacak projelerin yasaklanması ve bloke edilmesi; Tahran’ın bölgesel etkinlik kapasitesinin sınırlandırılması ve izole edilmesi;

v Bölgede yatırım yapacak Amerikan şirketlerinin ticari çıkarlarının korunması ve siyasi, ekonomik yasal ve teknik alt yapının hazırlanması konusunda Amerikan yatırımcılarının desteklenmesi;

ABD’nin Orta Asya bölgesine yönelik “ilgi” sinin nedenleri de oldukça çeşitlilik arz etmektedir:

v ABD ekonomik ve siyasal dönüşümlerden maksimum fayda sağlama nüfuzunu genişletme konusunda zengin tecrübeye sahiptir. Orta Asya’ya yönelik açılımlar bu açıdan da değerlendirilebilir;

v Bölgede Amerikan ve Rus, Çin, İran’ın çıkarlarının çatışması ABD ‘yi bölgeyle daha fazla ilgilenmeye sevk etmektedir;

v ABD’ nin küresel güç olmasından kaynaklanan zorunluluklar Washıngton’u Orta Asya’da güçlü olmaya ve Asya’nın bu parçasının denetimi elinde tutmaya zorlamaktadır;

v Orta Asya’da Amerikan nüfuzunun genişlemesi ABD’yi Avrupa Birliği karşısında daha avantajlı ve güçlü konuma sokacaktır;

v Bölgede Amerikan askeri varlığının artırılması ve (Rusya ya karşı) savunma gerekçelerini meşrulaştırmak.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra ABD stratejik konuma sahip Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Bu stratejinin kilit unsurları arasında bölge ülkelerinin enerji zenginliklerinden yararlanmasını sağlayacak alternatif boru hatları,bazı ülkelerin toplumsal yapılarının çöküşünü engelleyecek insani yardımlar,çağdaş siyasal yapıların geliştirilmesi için sivil toplum programları,nükleer ve kitle imha silahlarının yayılmasını önleyici ortak girişimler ve ekonomik modernizasyonu hedefleyen değişik kalkınma yardımları yer almaktadır.1990’ların sonlarına doğru Afganistan kaynaklı terörist grupların neden olduğu güvenlik gerilimleri karşısında Amerikan Birleşik devletleri az da olsa güvenlik yardımı sağlamıştır.Orta Asya ülkeleri ABD ve müttefikleri açısından etkileri olacak ciddi sorunlarla karşı karşıyadır.Ayrıca Orta Asya’nın güvenliği dini aşırıcılık etnik çatışma fakirlik işsizlik siyasal baskı yönetimin başarısızlığı ve dünyadan yalıtılmışlık gibi temel sorunların tehdidi altındadır.

11 eylül sonrası süreçte ABD dış politikası’nın tamamen farklı bir paradigma ekseninde şekillendirilmeye çalışıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. ABD başkanlığına George W.Bush’un seçilmesi ve ardından 11 eylül olayları Orta Asya ya yönelik Amerikan dış politikasında yeni bir dönemi başlatmıştır.ayrıca “yeni konjonktür ”,ABD’nin söz konusu bölgede “yapmak isteyip de yapamadığı bazı uygulamalar ”için son derece uygun bir ortam sağlamıştır.

Yeni dönemde, Washington’un Orta Asya’daki ulusal güvenlik çıkarları da büyük bir değişim geçirmiştir. Dış yardımlar, askeri iş birliği programları ve enerji kaynaklarının geliştirilmesi alanlarında ABD,bölgede 1992’den beri varlığını hissettirmiştir.Ancak 11 eylül sonrası bölgede ABD’nin ulusal çıkarlarını ciddi ölçüde tehdit eden ve doğrudan ele alınması gereken bir güvenlik boşluğunun bulunduğu açıkça ortaya çıkmıştır.Aynı zamanda Washıngton kalıcı özgürlük operasyonu’nu yürütmek için bölge ülkelerinin yardımlarına ihtiyaç duymuştur;bunun yanı sıra,saldırılar Afganistan gibi kırılgan ülkelerin ve Orta Asya’daki bazı potansiyel devletlerin ABD’yi hedef alan uluslararası terörist gurupların beslendiği zemine dönüşebileceği tehlikesini açığa çıkarmıştır.ABD’nin Orta Asya‘da ki beş cumhuriyetle ilişkilerini daha da geliştirmesinin ve uzun vadeli refah ve istikrar için gerekli siyasal ve ekonomik reform önlemlerinin alınmasına yardım etmesinin kendi ulusal çıkarları açısından önemli olduğu görülmüştür.

Orta Asya’ya yönelik Amerikan politikasında önemli bir eksende ABD ile ilişkilerin “terörizm ile mücadelede Orta Asya’nın rolü” etrafında yeniden belirlenmesidir. New York ve Washington’a düzenlenen terörist saldırılar bu açıdan dönüm noktası niteliğindedir. Özellikle ABD’nin Orta Asya’ya stratejik bakışını önemli ölçüde etkileyen bu saldırılar bölge ülkelerinin terörizm ile mücadelesine uluslararası platformda daha fazla destek getirmiştir.

11 eylül 2001’deki terörist saldırılardan sonra ABD Orta Asya’ya yönelik politikalarını oldukça hızlı bir biçimde yeniden yapılandırmış; Afganistan’daki terörle mücadeleyi amaçlayan askeri operasyon şemsiyesi altında ve başta Rusya olmak üzere bölgedeki diğer güçlerin tepksini çekecek şekilde Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan da askeri varlığını tesis etmiştir.Bölgedeki Amerikan politikalarına yönelik uluslararası ilişkiler uzmanlarının,siyasi,askeri ve sivil kesimlerin ve basının gösterdiği ilgi her geçen gün artmaktadır.Yeni dönem George W.Bush ve onun dış politika ekibinin Orta Asya bölgesi bağlamındaki dış politika öncelikleri,11 eylül olaylarından sonra daha da “tutarlı” ve “istikrarlı” hale gelmiştir.

11 Eylül olayları ve onu takiben Afganistan’a askeri müdahele sonrasında Amerika Birleşik devletleri terörizme karşı ittifak arayışında kilit ülkeler olarak gördüğü Orta Asya devletleriyle ikili iş birliği ilişkilerini başlatmıştır.11 Eylül sonrası konjektürde, Orta Asya ülkeleriyle iş birliği girişimleri esas olarak dört konu üzerinde odaklanmıştır.

v Ekonomik ve siyasal reformlar: ABD, Orta Asya ülkelerine ekonomik konularda yardım programlarını başlatmıştır.İnsan hakları,demokrasi ve hak ve özgürlüklerin korunması gibi konular,Washington un bölge yönetimleriyle ilişkilerinde önemli ölçüde etkili olmaktadır.

v Askeri işbirliği: Afganistan la savaş sonrasında George W.Bush yönetimi, Özbekistan,Tacikistan ve Kırgızistan la askeri iş birliği alanında antlaşmalar imzalamışlardır.Rusya’nın “yakın çevre”si olarak bilinen Orta Asya ya Amerikan askerlerinin konuşlandırılması,ABD-Rusya çalışma grubunun 8 şubat 2002 tarihindeki ortak bildirisinde aksi belirtilmesine rağmen,bölgede ABD’ nin kalıcı olduğuna dair spekülasyonların artmasına neden olmuştur.

v Terörizmle mücadele: Orta Asya devletleri terörizme karşı savaşta ABD’nin en yakın müttefikleri olarak görülmüştür.11 Eylül olaylarından sonra ABD’nin orta Asya ülkelerine yaptığı askeri yardımlar ve iş birliği projeleri terörizmle mücadele bağlamında daha da artırılmıştır.

v Hazar’ın enerji kaynaklarının geliştirilmesi: Hazar havzasının petrol ve doğal gaz kaynaklarının çıkartılması ve dış pazarlara ulaştırılması, George W.Bush yönetiminin öncelikli hedeflerinden biri olarak belirlenmiştir.günümüze kadar Amerikan yönetimleri Rusya ve İran güzergahlarını saf dışı bırakan boru hatlarına ilişkin her türlü projeyi doğrudan ve dolaylı olarak desteklemektedir.

Terörizmle mücadele ve güvenlik konularının ABD’nin bölgeye yönelik güncel politikasında öncelikli yere sahip olduğu öne sürülebilir. Washington,bunun yanı sıra,Orta Asya da ekonomik gelişmenin hızlandırılması insan hakları dahil siyasal reformlar alanında ilerlemenin teşvik edilmesi ve uluslar arası entegrasyonun desteklenmesiyle doğrudan ilgilenmiştir.Bu faktörler birbirleriyle yakından bağlantılıdır.ABD’nin bölge politikası,Orta Asya da uzun vadeli istikrarın sağlanmasının temel hedef olduğu ancak buna Orta Asya ülkelerinde köklü iç reformlar gerçekleştirmeden ulaşılamayacağı anlayışına dayanmaktadır.Sonuç olarak ABD Orta Asya’daki dış politika hedeflerini Afganistan’daki operasyonlarını askeri varlığını artırmanın yanı sıra diplomasi ikili ilişkiler ve dış yardım gibi bileşenleri uygulayarak gerçekleştirmektedir.Orta Asya ya yönelik ABD güvenlik politikasının dönüşümü Amerikan ulusal güvenlik stratejisinin kilit unsuru olacaktır.

1990’ların ikinci yarısından itibaren ABD’nin bölgesel politikasının merkezine Özbekistan’la siyasi ve askeri –güvenlik ilişkilerinin geliştirilmesi yerleşmiştir. Bilindiği gibi Özbekistan,bölge ülkeleri arasında dış ve savunma politikalarında Rusya ya en az bağımlı olan devlettir ve aynı zamanda Orta Asya bölgesinin lideri olma yolunda çaba harcamaktadır.Washington’un Kazakistan ve Kırgızistan la da yakın askeri ve siyasi ilişkilere sahip olduğu bilinmektedir.Buna rağmen Amerikan yönetici elit’i Orta Asya ülkeleriyle çok taraflı iş birliği girişimlerinin ve çatışma çözümü için gerekli kurumsal mekanizmaların oluşturulması yönünde resmi bir söylem geliştirmemiştir.akademik çevrelerde yüksek bir sesle dile getirilmesine karşın George W.Bush yönetimi tıpkı 1990’larda olduğu gibi Orta Asya da bölgesel güvenlik kuruluşlarının oluşturulması sorunsalını ihmal etmeye devam etmektedir.Halbuki Orta Asya’daki Amerikan nüfusu en çok George W. Bush’un başkanlığı sırasında yaygınlaşmıştır ve bölgedeki mevcut Amerikan siyasi ekonomik ve askeri varlığının güncel ağırlığı dikkate alındığında bölgesel dinamikleri harekete geçirme noktasında Washington’un eli her zamankinden daha güçlüdür.Kısa vadede Amerikan politikasının Afganistan ve Orta Asya yönlerinde eş zamanlı olarak projeksiyonu bölgesel istikrarsızlık ve çatışma risklerini en aza indirmiştir.

Öte yandan günümüze kadarki Amerikan yönetimlerinin izlediği politikalar uluslar arası ilişkilerde Orta Asya alt-sisteminin oluşumuna ve pekişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Washington’un Orta Asya politikasını formüle ederek aktif şekilde uygulaması hem bölge ülkelerinin uluslararası ilişkilerinin çeşitlenmesine ve dış politikadaki manevra alanlarının genişlemesine katkıda bulunmakta hem de bölge ülkelerinin dünya siyasetinin bağımsız aktörleri olarak ortaya çıkışlarını hızlandırmıştır.Washington’un bölgedeki varlığı ve nüfusu Taşkent’in bölgesel liderlik iddialarını güçlendirmiştir.

Orta Asya’dan Amerikan askeri varlığının çekilmesi kısa vadede beklenmemelidir; hatta ırakta veya Ortadoğu genelinde Washington açısından negatif gelişmelerin yüze çıkması durumunda bile ABD,Orta Asya ve Afganistan’daki varlığını sürdürmenin yollarını arayacaktır.Küresel güçler Rusya ve Çin’in bölgedeki politikaları ve terörizm’in destekçisi olarak bilinen İran’ın kuzey ve doğudan kuşatılması Washington’u bölgede var olmaya zorlamaktadır.Pakistan’da ortaya çıkabilecek iç siyasi kriz veya Afganistan’da yeniden alevlenecek bir iç savaş ABD’nin Orta Asya ülkelerindeki askeri varlığını genişletmesiyle ve yeni askeri üs kazanımlarıyla sonuçlanacaktır.

ABD’nin farklı bölgelere yönelik politikaları bazen birbirine ters düşebilmektedir. Örneğin, bazı uzmanlara göre Orta Doğu’daki ve Orta Asya’da ki amaçları birbiriyle uyuşmamaktadır. ABD- nin İran’ı izolasyon politikası Orta Asya ülkelerini birçok alternatif boru hattı ulaşım ve ulaşım ve haberleşme ağından mahrum bırakmaktadır.Bu açıdan ABD’nin Orta Asya’da ki stratejik-güvenlik çıkarları ekonomik çıkarlarından daha fazla önem taşımaktadır.ayrıca bu politika bölgedeki Rus nüfuzunun da artmasına neden olabilir;yani Orta Asya ülkelerinin Rusya ya bağımlılığını artırmaktadır.yine dini radikalizmden aşırı korku Rusya’nın bölgeye geri dönüşünün daha az tehlikeli bir gelişme olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır.

ABD’nin Rus-Amerikan veya Çin-Amerikan ilişkilerini gerekecek şekilde ani ve sert adımlar atmayacağı iddia edilebilir. Ancak Rusya’nın bölgede sahip olduğu pozisyonun yerini alabilmek için Washington’ın uygulayacağı “basınçlar” azalmayacaktır. Orta Asya ülkelerindeki siyasal evrimin en temel problemi mevcut yönetimlerin barışçıl bir şekilde el değiştirmesi ve hükümet değişiklikleri olarak görülmektedir. Bu kilit sorunun çözümünde Amerikan birleşik devletleri Rusya ve bölge ülkelerindeki nüfuzlu elit tabakalar önemli rol oynayacaktır.

Diğer taraftan kısa vadede Washıngton’un Orta Asya’da bölgesel güvenlik sisteminin oluşturulmasına ilişkin bir girişimde bulunmayacağı öne sürülebilir, önümüzdeki yıllarda bölgenin güvenliği ve ittifak ilişkileri, oldukça karmaşık bir ilişkiler ağıyla belirlenecektir; bu yapıda kolektif güvenlik anlaşması örgütü ABD ile askeri ilişkiler ve bölge ülkelerinin Rusya ABD, Çin Halk Cumhuriyeti ile iki taraflı anlaşmaları hayati öneme sahip olacaktır.

Washıngton’un Orta Asya’ya başlattığı açılımın geleceğinin ABD yönetimi’ nin küresel politikaları’nın alacağı biçim belirleyecektir. ABD’nin Orta Asya’nın evrimi birçok faktör ve dinamik tarafından yönlendirilecektir. Bunlar arasında, Amerikan –Rus ve Amerikan-Çin ilişkileri’nin durumu, Orta Asya’da ki rejimlerin istikrarı ve yönetici elit’in konumu, Afganistan ve Irak’ta ki gelişmeler son derece belirleyici rol oynayacaktır.Bu faktörler,aynı zamanda,Orta Asya bölgesi’nin jeopolitik ,jeoekonomik ve jeostratejik açıdan hangi güç merkezlerine doğru kayacağını da şekillendirecektir.

2008 yılının arifesinde, pek çok ülke, ABD’nin(genelde)orta doğu ve(özelde)Orta Asya bölgesine ilişkin politikasından hoşnutsuz durumda;ancak buna karşı çıkma konusunda şimdilik pek fazla seçenekleri de bulunmamaktadır.Bu hoşnutsuzlar gurubu Californiya üniversitesinden Ronie d.Lipschutz’un ifadesiyle, “kötü adamların sokaklarda temizlenmesinden” faydalandıklarını düşünmektedirler.Önümüzdeki yıl yapılacak seçimler sonrasında belli olacak yeni Amerikan başkanının Washıngton’un şu anki bölgesel ve küresel politikaları değiştirme konusunda ne kadar başarılı olacağı sorusu belirsiz olmakla birlikte,yeni başkanında George W.Bush yönetiminin izlediği yoldan gideceği ileri sürülebilir.Tıpkı onun tüm seleflerinin II.Dünya Savaşı sonrasında küresel Amerikan İmparatorluğu’nun kurulmasında atılan adımları izlediği gibi.Orta Asya bölgesi bağlamında Amerikan dış politikasının geçmiş ve geleceğe ilişkin yönlerini anlayabilmek için böylesi bir tespit,iyi bir çözümleyici paradigma olarak değerlendirilebilir.

Şatlık Amanov’ un da belirttiği gibi Amerika için ilk zamanlarda orta asya “kapalı” ve “uzak” bir coğrafya iken Sovyetler’in dağılmasıyla Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığı ile ortaya çıkan yeni yönetimler ve bunların iç zayıflıktan ötürü karşılaştığı yasadışı faaliyet zincirinin henüz devletleşme aşamasında olan bu topraklarda vuku bulması Amerika’da ki terörist saldırısından sonra bu işin kaynağı olarak gördüğü toprağa komşu olan bu coğrafya’ya yöneltmiştir.

Abd dış politika stretejisinde orta asya bolgesi

Giriş

21. Asrın ortalarına doğru ilerlerken, bu çalışmada Amerika Birleşik Devletlerinin Orta Asya ülkelerine yönelik politikalarını tespit edilmeye çalışılacaktır.

Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra kazandığı bağımsızlıklarının 30. Yılına doğru ilerlemektedir. Bölge ülkelerinin, bir yandan bağımsızlık yolunda devletleşme-kurumsallaşma yapılarını inşa etmesi ve bölgesel güçlerin zengin enerji kaynaklarının yönetimini hâkimiyetine alma mücadelesi yaşanırken, diğer yandan da büyük güçlerin “Büyük Oyun” larını Orta Asya coğrafyasında sürdürmeye devam etmesi sonucunda; aynı bölgedeki Türk Cumhuriyetleri kendi çapında büyük güçlerin taleplerine karşılık dengeyi ve istikrarı muhafaza etmeye çalışmaktadır.

Orta Asya ülkeleri, bölge güçleri olarak bilinen ve coğrafik açıdan sınır komşu olan Rusya ve Çin gibi bölge güçleri ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışırken, diğer yandan dünyanın ekonomik ve askeri açıdan küresel gücü olan Amerika Birleşik Devletleri ile de münasebetlerini ilerletme ve ABD’nin yaklaşımına bir anlamda uyum sağlama çabası vermektedir.

Bu çalışma, özünde Soğuk Savaş dönemi ve sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya politikalarını değerlendirmektedir. Çalışma içerisinde Sovyetlerin çöküşünden bu yana ABD’nin bölgeye yaklaşımı ve 1990’lı yıllardaki Amerikan politikasının teorik ve kuramsal olarak genel görünümü incelenecek; daha sonra 2000’li yıllarda ABD dış politikasının değişen parametreleri kapsamında Orta Asya’yla olan münasebetleri ele alınacak ve bölgede artan ABD’nin bölge ile ilgili başlıca hedefleri anlatılmaya çalışılacaktır. Son olarak da ABD dış politikasının Orta Asya ülkeleri üzerindeki yansımaları ile bölgede Rusya ve Çin’i çevreleme politikası ele alınacaktır.

ABD’nin Soğuk Savaş Döneminde Orta Asya

1967 yılında Olaf Caroe’nin“Sovyet İmparatorluğu, Orta Asya Türkleri ve Stalincilik”adlı eserinde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerde meydana çıkacak anlaşmazlık sebebiyle çözülmeye uğrayacağını söylemişti. Caroe, “1300 yıla dayanan bir Müslüman geçmişi bulunan ve Sovyet yönetimi tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılsada güçlü biçimde varlığını devam ettiren ve Türklük bilincine sahip olan Orta Asya halkları, Moskova’nın Ruslaştırma ve dinsizleştirme politikalarına başkaldıracaklardı”.[1]

Olaf Caroe’nin eseri ile yaklaşık aynı tarihte Türkiye’de çıkan Samet Agaoğlu’nun Sovyet Rusya İmparatorluğu başlıklı kitabında, komünist propaganda faaliyetleriyle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki Müslüman ve Türk toplumunu dinsizleştirmeye planlı olarak çalışıldığı, Orta Asya coğrafyasının yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerinin Sovyet Rusya’sı tarafından sömürüldüğü ve bu sömürü sisteminin çöküşü ile beraber Sovyetler Birliği’nin de çözüleceğinin altı çizilmiştir.[2]

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile başlayan süreç, dünyada iki kutuplu sistemin ortadan kalkmasını da beraberinde getirmiştir. Bu gelişmenin oluşumunda yeni bir jeopolitik sistemin oluşumunun gerçekleşmesi mümkün değildi. 1980’li yıllarda ABD’de başlayan dönüşüm sürecinin dinamikleri ile ilgili teorik argümanlar geliştirilmiştir. Bunların ileri gelenlerinden birisi Francis Fukuyama’nın “The National Interest”[3] dergisinde yayımlanan makalesidir. Fukuyama, liberal demokratik rejimlerin sosyalist sisteme galip geldiğini ileri sürerek artık dünyada yeni bir devrin başlayacağını öngörmüştür. Fukuyama’ya göre, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Orta Asya Cumhuriyetlerinin liberal demokratik sistemlere uyum sağlamasını beraberinde getirmiştir.[4]

1982 yılında İstanbul’da düzenlenen bir bilimsel konferansta Türk aydını Muzaffer Özdağ, Sovyetler Birliği’nin yakın gelecekte çözüleceğini öngörerek şu ifadeleri kullanmıştır:“Sovyet Rusya’yı ziyaret ettim. Birçok şey gördüm. Ama bir şey gördüm: Sovyet insanının yüzünde elem çizgiler vardı, sevinç ve mutluluk duygusu yoktu. Gülerken bile gözlerindeki ıstırabı okuyordum. İşte “Dünya Cenneti” bu. Başkalarının hürriyetini, emeğini çalanlar, kendi hürriyetlerini de kaybetmiş olurlar. İşte Sovyet rejimi, kendi halkına da, yani birliğin sahibi kabul edilen Rus halkına da mutluluk vermedi. Onlar direniş halindeler. Sistem iflas etmiştir.Devletler, milletler ne kadar haksız olursa olsun reel güçleri belirmeden izanla, insafla tasallutlarından, gasplarından vazgeçmezler. Fetih hakkı derler, çıkmazlar. Ama günümüzde bir başkasının ülkesini ilanihaye fetih hakkı diye muhafaza etmek mümkün değildir. İmparatorluk zulümle, cebirle, zorbalıkla sürdürülemez. Ancak ve ancak milletlerin gönüllü işbirliği ile topluluk yaşatılabilir.”[5]Özdağ bu cümlelerle çürümüş bir rejime dikkat çekerek toplumun hürriyeti ve emek verenin alın terine ve hakkına vurgu yapmıştır.

Sovyetler Birliği’nin çöküşüne yola açan büyük sebeplerden biri de birliğin Batı bölgesindeki topraklardan kaynaklanmıştır. Zbigniew Brzezinski“Büyük Çöküs” adlı eserinde Marquis de Custine’nin 1839 yılında ele aldığı “Rusya’dan Mektuplar” adlı kitabına atıfta bulunarak “Ağızları mühürlenen Rus halkı konuşma özgürlüğünü nihayet ele geçirince o kadar çok konuşacak ki, bütün dünya şaşıracak, kıyamet gününün geldiğini sanacak” cümleleriyle meseleye dikkat çekmiştir.[6] Sovyetler Birliği’nin çöküşünün batısındaki hâkimiyet alanlarından başlamasının temel sebeplerinden biri de “Rus halkının konuşmaya başlaması” ile beraber ABD’nin Soğuk Savaş döneminde dış politikasındaki ağırlığını Doğu Avrupa bölgesine ve SSCB’nin bu bölgede sınır komşusu olduğu ülkelere yönelik yoğunlaştırması ve bu devletleretesir etmeye çalışmasına dayandırılır. Jeopolitiğin kurucusu olarak bilinen İngiliz coğrafyacısı Sir Halford John Mackinder’in“merkez bölge” (heartland) olarak adlandığı Avrasya bölgesini[7] ve Orta Asya’yı da içeren geniş coğrafya; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını kapsayan “dünya adasını” denetleyebilmek için mutlaka kontrol edilmesi gereken bir bölgedir. Mackinder’a göre, Kalpgahı’n (merkez bölge) hâkimiyetini elinde bulundurmak ancak Doğu Avrupa’yı kontrol altına alınmasıyla mümkün olabilirdi. Coğrafyacı Sir Hartord Mackinderbu görüşünü, “Doğu Avrupa’ya egemen olan Merkez Bölgeyi denetler. Merkez Bölgeye egemen olan Dünya Adasını denetler. Dünya Adasına egemen olan dünyayı denetler” cümleleri ile açıklamıştır.[8]

Amerikalı Prof. Dr. Nicholas Spykman’ın (1893-1943) rimland (kenar kuşak) teorisi üzerinden geliştirdiği jeopolitik çıkarımları ile II. Dünya Savaşı sonrası ABD dış politikalarının mimarlarından biri olarak bilinir. Akademisyen Spykman’ın Orta Asya’ya yönelik jeopolitik çıkarımı şöyledir; “Whorules Rimlandcountriescommands Eurasia, whorules Eurasiacontrolsdestiny of the World” (Kenar Kuşak ülkelerine hakim olan Avrasya’ya hükmeder, Avrasya’ya hükmeden dünyanın kaderini kontrol eder)[9]Spykman’ın“İç Hilal Avrasya’yı denetler. Avrasya dünyayı kontrol eder”[10]sözünde kenar kuşakta bulunan ülkeler Batı Avrupa’dan başlamakta; Türkiye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin ve Kore’yi de kapsamaktadır. Spykman’a göre, bu ülkelerin bulunduğu bölge kara kuvveti ile deniz kuvveti arasındaki bir tampon bölge olarak tanımlanmıştır.[11] Ama ABD, Sovyet İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında bulunan ve dış dünya ile bağları demir perde ile kapatılmış olan Orta Asya bölgesine, Doğu Avrupa bölgesinde gerçekleştirdiği gibi radyo yayınları yoluyla Moskova’ya karşı ayaklandırma ve özgürlük, egemenlik ve bağımsızlık düşüncelerini uyandırma politikasını gerçekleştirmedi. ABD’nin “komünizmle mücadele” politikasında Orta Asya Cumhuriyetleri önemsiz olarak biliniyordu. [12]

Sir Haltord Mackinder’in ortaya koyduğu fikirler, II. Cihan Harbi’nden sonra Sovyetler Birliği’ne karşı stratejiler üretmeye çalışan ABD’li strateji uzmanları tarafından yol haritası değerinde idi. 1947 yılında George Kennan, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın isteği üzerine hazırladığı raporda ABD’nin tüm ağırlığını Avrupa ve Asya’da uluslararası güç dengesini inşa etmeye yoğunlaştırması gerektiğini yazmıştı. 1948 yılında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin yayınladığı raporda ise, Sovyetler Birliği’nin tüm Avrasya kıtasına siyasi yollardan ve güç kullanarak egemen olmasının ABD açısından kesinlikle kabul edilemez olduğu belirtilmiştir. Sir Mackinder’in“Merkez bölge” olarak adlandırdığı bu bölgenin Sovyetlerin egemenliğine bırakılması durumunda ilk yapılması gereken stratejik hamlelerden biri de ABD nüfuz alanının bu bölgeye kenar teşkil ederek kontrol edilmesi olarak belirtmiştir. 1950 yılının başında ABD Başkanı Harry Truman’ın onayı ile “uluslararası komünizmin çevrelenmesi” politikası, geniş çerçevede ABD’nin resmi dış politika aracı durumuna getirmiştir.[13]

Tüm bunlara rağmen ABD’nin dış politikasında Orta Asya uzunca bir süre göz ardı edilmiştir. 24 Aralık 1979 yılında Sovyetler Birliği askerlerinin Afganistan’a girmesi ile ABD, ciddi manada Orta Asya bölgesine önem vermeye başlamıştır. Sonrasında da ABD, SSCB’nin Basra Körfezi’ne ve daha sonra Hint Okyanusu’na çıkış sağlama tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Afganistan’ın konum olarak stratejik öneminin anlayan ABD, Suudi Arabistan’ı yanına alarak Pakistan üzerinden Afganistan’daki komünizme karşı direniş gruplarına askeri ve mali yardım sağlamıştır. [14] Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a gönderdiği askeri birliklerin çoğunlukla Orta Asya cumhuriyetlerinden oluştuğunu fark etmiş ve RadioLiberty (Azattık Radyo) ve RadioFreeEurope’un radyo frekansların kullanarak yerel dillerdeki yayınlarıyla Orta Asya halklarına hitaben “ateist” Sovyet iktidarına karşı ayaklanma propagandası uygulamıştır. [15]

Soğuk Savaş sonra ve ABD’nin Orta Asya Politikalarının Oluşması ve Ana Hatları

Soğuk Savaş döneminde Orta Asya bölgesi ABD’nin dış politikası için hayati öneme sahip bir bölge durumunda değildi. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Orta Asya’ya yönelik ABD angajmanı başlamasına rağmen, Orta Asya bölgesi Washington tarafından Orta Doğu kadar stratejik ve hayati bir önem taşımamıştır. 11 Eylül 2001 olaylarından evvel Orta Asya, ABD strateji uzmanlarına göre, 1990’ların ilk yarısında Sovyetler Birliği’nden geriye kalan nükleer silahına sahip olan, özellikle Hazar denizinde enerji kaynaklarının yeniden keşfedilmesiyle ve 1990’ların sonuna doğru bölge ülkelerinde demokrasi ve insan hakları ihlalleri gibi temalarla dikkati üzerine toplamıştı. [16] Yine 11 Eylül 2001 olaylarına kadar ABD, Orta Asya’ya daha çok ekonomi temelli bir yaklaşım oluşturmuştur. Bununla beraber, ABD’nin Orta Asya’da yaşamsal çıkarlarının mevcut olduğu, bunun da enerji kaynaklarının dünya pazarına güvenli bir şekilde ulaştırılması ve bölge ülkelerinin Sovyet ekonomi sisteminde arınarak serbest piyasa ekonomisine uyum sağlamaları ile gerçekleşeceği stratejisi, ABD’nin bölgeye yönelik politikalarının zeminini teşkil etmiştir. [17]

Orta Asya bölgesinde ABD’nin çıkarlarının tek yönlü ekonomik yaklaşımla sınırlı olmadığını söyleyen görüşlerde 2000 yılının başlaması ile çoğalmıştır. Orta Asya’nın jeopolitik açıdan öneminin ifade edildiği bu görüşlerde, ABD’nin Orta Asya’da bölgesel güç olarak bilinen Rusya, Çin ve Hindistan’ın etkisini asgariye indirmeye ve kendi hegemonyasını güçlendirmeye yönelik aktif bir politika izlemesi, bunu gerçekleştirebilmek için de bölge ülkeleriyle çok boyutlu stratejik münasebetler kurmasının gerekliliği dillendirilmiştir. Fakat 2000 yılında Rusya’da yönetime Vladimir Putin’in gelmesinden sonra Moskova, yakın çevre ülkeleri ile işbirliğini stratejik konuma taşımıştır. Özellikle Orta Asya’ya yönelik izlemeye başladığı çok yönlü politikayla; ekonomik, ticari ve askeri bağları sağlamlaştırmaya önem vermiştir. Bununla beraber, Çin’in Şangay İşbirliği Örgütü üzerinden Orta Asya’da giderek artan etkisi gibi faktörler ABD’nin bölgeye doğrudan etki etmeye yönelik stratejik hareketlerini engellemiştir. Buna karşılık Washington, bölgeye yönelik aktif bir “bekle−gör” politikasını uygulamaya koymuştur. [18]

2001 yılından sonra ABD’nin bölgeye yönelik ürettiği politikaları şu şekilde özetlenebilir: Orta Asya’da politik ve ekonomik refahı arttırmak, bölgede meydana gelebilecek çatışmaları engellemek, enerji kaynaklarını dünya pazarına problemsiz ve güvenli ulaşabilmesi için bölge ülkelerine gerekli yardım ve desteği göstermek, Orta Asya Cumhuriyetlerinin serbest piyasa koşullarına geçişlerini hızlandırabilmek ve ticaret hacimlerinin gerekli seviyelere ulaşabilmesi ve ekonomik zeminlerinin hazırlanabilmesi için bölge ülkelerine ekonomik yardım ve desteği sağlamak, bölge ülkelerinin demokrasiye uyum sağlama faaliyetlerini desteklemek, bölge ülkelerinde meydana gelen insan hakları ihlallerinin asgari düzeye indirilebilmesi için gereken yardımları sağlamak,nükleer silahların hızla yayılmasının önlemek ve bölgenin nükleer silahlardan arındırılması için çaba sarf etmek, Orta Asya bölgesinde hızla artış gösteren dini radikal akımların artmasının önüne geçerek terör saldırılarına karşı engel olabilmek ve bu dini aşırı grupların finans kaynağı olan silah ve uyuşturucu trafiğini kesmek. [19]

11 Eylül 2001 yılında New York ve Washington’da gerçekleştirilen saldırılar, hem ABD’nin terörle mücadele söylemine hukuki zemin hazırlayarak dünyanın farklı yerlerinde güvenlik ve askeri operasyonlar yapmasına imkân sağlamış, hem de terörle mücadele teması altında birçok devletle yoğun bir şekilde münasebetlerini arttırmıştır. Bu gelişmelerin arasında Orta Asya Cumhuriyetleri ile yeni ilişkiler de yerini almaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan’da El-Kaide ve diğer terör örgütlerine yardım eden Taliban rejimine gerçekleştirdiği askeri operasyonlar çerçevesinde ilk aşamada Afganistan’a sınır komşu olan Orta Asya ülkeleri olan Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın hava sahalarını kullanamaya başlamıştı. Özbekistan’ın Termiz ve Hanabad, Kırgızistan’ın Manas ve Tacikistan’ın Kulyab, Kurgan−Tyube ve Hokant havaalanları Amerikan ve İngiliz askeri uçaklarına açılmıştır. Bununla beraber ABD; Kırgızistan’a 3000, Özbekistan’a 1000 askeri personelini konuşlandırmıştır. 2002 yılında ABD’nin Orta Asya ülkelerinden Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’a gerçekleştirdiği ekonomik yardımlar bir evvelki seneye göre iki kat artarak 580 milyon dolar olarak hesaplanmıştır. Aynı zamanda, Orta Asya bölgesinde en büyük yüzölçümüne sahip olan Kazakistan ile ABD arasında imzalanan anlaşma gereği, Amerikan askeri uçakları acil ihtiyaç durumlarda Almatı havaalanını kullanma hakkını kazanmıştır. Ayrıca, tarafsız ülke statüsünü benimsenen Türkmenistan ordusuna ABD askeri subayları tarafından askerî eğitim faaliyetleri gerçekleştirilmesi de bu esnada gündeme gelmiştir. [20]

ABD, Orta Asya coğrafyasında Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’da askeri üsler kurmuş; fakat bu Orta Asya ülkelerinin ABD’ye sıcak yaklaşımları uzun sürmemiştir. Başlangıçta ABD’nin uyguladığı angajmana çok yatkın olan ülkelerin bir kısmı, ülke içi “renkli devrimler” zincirinin devamının meydana gelmesinden endişelenerek ABD’ye mesafeli yaklaşmaya başlamıştır. ABD’nin Orta Asya cumhuriyetlerine etkisinin en çok zayıfladığı dönem 2004-2008 yılları arası olarak tanımlanır. [21] Örnek olarak, 2005 yılında Özbekistan’da Amerikan destekli 200’den fazla STK kapatılmış ve Özbekistan aynı yıl Moldova’da gerçekleştirilen GUAM toplantısına da katılmamış, sonrasında da üyeliğini dondurmuştur. Rusya ve Çin de bu esnada Orta Asya Cumhuriyetlerinde ABD tarafından desteklenen “renkli devrimlerin” tekrarlanacağı propagandasını yoğunlaştırmıştır. [22]

2009 yılında ABD Başkanı olarak Barack Obama’nın seçilmesi ile birlikte bölgede Rusya da dâhil olmak üzere Orta Asya cumhuriyetlerinin ABD ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik politikalar uygulanmıştır. Bu adımlardan biri de dünya kamuoyu önünde Orta Asya ülkelerinin demokrasi ve insan hakları ihlallerinin daha az konuşulması olmuştur. Bu stratejik adımlar, bölgedeki diğer büyük güçler olan Rusya ve Çin’i dengeleyebilmek için Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya’da varlığını gerekli gören ülkeler tarafından da olumlu karşılık bulmuştur.İlişkilerin diğer boyutlarındaki nispi zayıflığa dikkat çeken uzmanlar, Amerikan askeri varlığının niçin daha fazla rahatsız edici hale geldiği hususunda ipuçları vermektedirler.ABD başta Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını gözettiği halde, bölge ülkeleri ile ekonomik ve ticari alanlardaki ilişkileri hem istediği düzeyde kuramamış hem de arzu ettiği sistemsel değişiklikleri geniş çapta gerçekleştirememiştir. Bölgedeki yaklaşık 30 yıllık çabalarına rağmen ABD’nin hâlihazırda Hazar havzasında sahip yada ortak olduğu bir petrol veya doğalgaz boru hattı yoktur. Bu “Great Game” (büyük oyun) bölgede her geçen gün ekonomik güç olarak yükselen Çin’in [23] , Orta Asya’da artan ticari girişimleri de hesaba katıldığında, Orta Asya bölgesini sadece Afganistan’daki savaşın lojistik destek hattı olarak gören ABD stratejisinin modası geçmiş bir yaklaşım olduğunu göstermektedir. [24]

ABD, Orta Asya’nın radikal dini gruplar için bir sığınak olmasını engellemek istiyor. 2000 yılından bu yana, Orta Asya’da kurulan birkaç terörist grup, genellikle Afganistan ve Pakistan coğrafyasında faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu gruplar hâlihazırda ABD veya Orta Asya için doğrudan tehdit oluşturmamakla birlikte, bazı gruplar Taliban ile işbirliğine gidebilmektedir. Diğer taraftan bazı terör örgüt üyelerinin El-Kaide ile Orta Doğu’daki militanlarla ilişkili olan IŞİD terör örgütüne katıldığı bilinmektedir. Orta Asya bölgesi, buradaki ülkelerin güvenlik güçlerinin sıkı çalışması sayesinde, radikal gruplar açısından “düşman” bir bölgedir. Bununla birlikte, Tacikistan’ın uzak ve kötü yönetilen bölgeleri ve diğer bazı alanlarda radikal örgütler, özellikle de terörist grupların kuzey eyaletlerinde ve ülke genelinde önemli toprakları kontrol ettiği Afganistan’da etkilidir. Altını çizmek gerekir ki, radikal örgütlerin Orta Asya’da kalıcı bir şekilde faaliyet göstermeye başlaması bölgenin istikrar ve güvenliğine ciddi zarar verecektir. ABD’nin terörizmle mücadelede Orta Asya ülkelerine destek sağlaması, radikal dini terör tehdidinin önlenmesine yardımcı olabilir. Bu konuda tecrübeli bir diğer ülke olan Türkiye’nin de Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine radikal terörizmle mücadele kapsamında destek vermesi bir diğer olumlu senaryo olabilir.

ABD’nin Orta Asya’daki Çıkarları ve Hedefleri

ABD’nin Orta Asya’ya yönelik emelleri iki temel strateji üzerinden analiz edilebilir. Bunlardan birincisi, ABD’nin küresel bir güç olarak sahip olduğu rolü ile ilgilidir. ABD, Orta Asya bölgesinde iki büyük bölgesel gücün, Rusya ve Çin’in, bu bölgedeki egemenliği ve etkinliğini minimum seviyeye indirmek ve kendi hâkimiyetini artırmak istemektedir. Diğer önemli stratejisi ise, Orta Asya coğrafyasındaki zengin yeraltı ve yerüstü enerji kaynaklarına kolaylıkla erişebilmeyi temin etmektir. ABD’nin Orta Asya’ya yönelik diğer bütün politikaları, bu iki esas hedefin üzerinden çeşitlendirilebilir.[25]

Bölgede Çin ve Rusya’nın kontrol edilmesi ve kısmen de olsa bölgesel güvenlik kapsamında ABD’nin Orta Asya Cumhuriyetleri ve bölgedeki diğer bölgesel güçlerle kurulan askeri ve ekonomik işbirliği girişimleri bu çerçevede incelenmelidir. ABD’nin bölgedeki ikinci hedefi olarak tanımladığımız enerji güvenliği konusu ise, hem dünya piyasasına erişimi sağlama hem de bu ticaretin güvenliğini tesis etme temalarını içermektedir. Neticede Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya’ya ilişkin politikaları, küresel stratejik emelleri ile örtüşmektedir. [26]

Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya bölgesindeki enerji güvenliği stratejisi; bölgedeki enerji kaynaklarına sorunsuz erişim, bu enerji ürünlerinin dünya piyasalarına sorunsuzca ulaşabilmesi ve enerji kaynaklarının dünya ekonomisine kazandırılması başlıkları üzerinde şekillenmiştir. ABD, Hazar havzasında Rusya’nın ticari ve politik etkisinin artmasını ve enerji koridorlarında tekel haline gelmesini uygun bulmadığı için kendi kontrolü altında Avrupa piyasasına ulaşım hatlarını meydana getirerek Rusya’yı devre dışı bırakma stratejilerini uygulamayı isteyecektir. Bu uygulamaların önemli bir örneği de Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı olarak bilinir. Hayata geçirilmesi zor olan diğer alternatif projelerden birisi de Nabucco projesidir. [27]

Rusya’nın bölgedeki stratejisi ise sınır güvenliği ve işbirliğini sağlamlaştırma yaklaşımı üzerine kurulmuştur. Rusya bölgedeki enerji kaynakları hususundaki baskın rolü ile fosil enerji kaynaklarını dünya piyasasına ulaştırmada tekel konumundadır denilebilir. Rus dış politikasında öncelik; enerji kaynaklarının denetimi ve güvenli ulaşımı, özelikle Orta Asya’daki petrol ve doğal gazın Avrupa pazarlarına taşınması olarak belirlenmiş; sonuçta da Rusya bu alanda uluslararası bir aktör haline gelmiştir. [28] Ekonomik olarak büyüyen Çin, ulusal güvenliği açısından enerji talebini Orta Asya coğrafyasından temin etmeye çalışmaktadır. Çin Orta Asya bölgesinde stratejik rekabetçi olarak Amerika’yı bellemektedir. Çin bölgede etkisi artırmak için ABD’ye karşı Rusya ile işbirliğine daha çok önem vermektedir. [29]

Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik emeli, doğal olarak Orta Asya enerji kaynaklarının bir bölümünü alternatif yollarla Batı Avrupa’ya güvenli şekilde iletmek; diğer bölümünü ise, Güney Asya ülkelerine ulaştırarak bu yöntemlerle ekonomik-ticari ve güvenlik açılarından küresel tekel olmayı başarmaktır. [30]

ABD’nin Hazar havzası enerji kaynakları konusundaki tavrı birkaç önemli etkene bağlıdır. Öncelikle ABD ekonomisi için petrol ithalatı önemli bir yere sahiptir. Petrolü Orta Doğu ve Hazar havzasından ithal etmek, ülke içinde üretim yapmaktan daha ucuza mal olmakta; ABD’nin Hazar havzasındaki alternatif boru hatların Gürcistan ve Türkiye’den geçmesini sağlamak, aynı zamanda üç jeopolitik sorunu çözmektedir. Birincisi, Orta Asya ve Kafkasya’da bulunan ülkelerin bağımsız olmalarını çabalarını güçlendirmek; ikincisi, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak; üçüncüsü ise, İran üzerinden geçecek alternatif petrol ve doğalgaz boru hattının gerçekleşmesine engel olmak bu stratejiyle mümkün olabilecektir. [31] Uluslararası Dış Politika Analizi Enstitüsü (The InstituteforForeign Policy Analysis/IFPA) raporuna göre, 2025 senesinde Orta Asya bölgesi dünya politikasını etkileyecek bir konuma gelecektir. Gelişmeleri yakından takip eden Amerika, stratejik hamlelerini de bu doğrultuda geliştirmektedir. ABD Başkanı olarak Donald Trump’ın seçilmesinden sonra ABD’nin dış politika önceliklerinin eskisi gibi Orta Doğu’da yoğunlaşması sonucunda, günümüzde Orta Asya enerji politikalarında halen aktif rolü Rusya ve Çin üstlenmektedir.

Öte yandan Şubat 2020 yılında ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Orta Asya bölgesine önemli ziyaretler gerçekleştirmiştir. Pompeo, ilk olarak Kazakistan’ın Başkenti Nur-Sultan’da Cumhurbaşkanı Kassym Jomart Tokayev ve ülkenin kurucu lideri Nursultan Nazarbayev ile bir araya gelmiştir. Daha sonra Özbekistan’a geçerek Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev ile görüşmüştür. Son olarak da tüm Orta Asya devletlerinin dışişleri bakanlarıyla birlikte bir toplantı düzenlenmiştir. Bu ziyaret sırasında ABD Dışişleri Bakanlığı da Orta Asya bölgesine yönelik yeni strateji raporunu açıklamıştır.

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun“Orta Asya’daki her bir ulusun bağımsız ve egemen olmasını istiyoruz; bölgedeki başka bir ülkenin himayesinde olmasını veya vasal devlet haline gelmesini değil” şeklindeki açıklamalarında bulunmuştur. Strateji belgesinde yer alan “beş ülkeyle yakın ilişki ve işbirliğinin ABD değerlerini teşvik edeceği ve bölgesel komşuların etkisine karşı bir denge sağlayacağı” ifadesi, ABD’nin komünizmi çevreleme doktrini bağlamında geçmişte uyguladığı politikalarını hatırlatmaktadır. 2020 yılında gerçekleştirdiği Orta Asya ziyaretleri ve açıklanan rapor da, ABD’nin Orta Asya bölgesinde etkili olan Rusya ile Çin’in nüfuzunu azaltmaya yönelik bölgesel çıkarları doğrultusunda, çevreleme doktrinini devam ettirme niyetini göstermektedir.

Sonuç Yerine

20.yüzyılın sonunda SSCB’nin çözülmesinden sonra Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanması ile küresel ve bölgesel güçlerin uluslararası arenada kendi menfaatlerini koruma ve varlıkların sürdürebilirliği açısından hayati ve stratejik öneme sahip bölgeye dönüşmüştür. 11 Eylül 2001 sonrası Orta Asya, hem dünya hem de bölgesel güçlerin güçlerini yarıştırmak için rekabet alanına çevrilmişti.

Bağımsızlıklarının ilk yıllarında Orta Asya ülkelerinin, siyasi kurumları, güvenlik yapıları ve ekonomik reform ve kalkınma modelleri de dâhil olmak üzere Batı eksenli politika izlemeye yönelmişlerdi. Her zaman başarıyla uygulanmasa da bir piyasa ekonomisine geçiş ve liberal reform çabaları, bölgede güvenilir bir siyasi ve ideolojik muhalefetle karşılaşmadı.Çünkü güvenilir bir alternatif model yoktu. Bölgenin enerji potansiyelini gerçekleştirmeye yönelik ilk girişimler Batı tarafından önerilmiş; ABD ve Avrupa hükümetleri ve şirketleri tarafından desteklenmiştir. Orta Asya devletleri uluslararası arenaya ağırlıklı olarak Batılı örgütler aracılığıyla girdi. O zamanlar Rusya bile Batı eksenli politika izlemişti. Gelinen nokta itibariyle Çin, Orta Asya ülkelerinin en önemli ekonomik ortağı olmayı başardı. Ekonomik alanda büyüme yavaşladığı için Rusya’nın bölge ülkelerine yönelik politikası da önemli ölçüde değişti. Avrupa ülkelerinin Orta Asya’ya yönelik ekonomi, politika ve güvenlik alanlarındaki sorunlarının çözülmesindeki rolü git gide azalmaktadır. Tüm bu olaylar Orta Asya’daki ABD ve Batı ekseninin zayıflamasına neden olmakla beraber bölge ülkelerinin giderek Çin’in siyasi ve ekonomik yörüngesine yanaşmasına ve Rusya’nın güvenlik şemsiyesi altında girmesine sebep olmaktadır.Orta Asya ülkeleri, yalnızca Çin ve Rusya’nın etkisini dengelemek için Amerika ile dostane ilişkileri sürdürmektedir. Bu da ABD’nin bölge ülkeleriyle etkileşimi ve karşılıklı çıkarların gerçekleştirilebilmesi açısından bir fırsattır.

Sonuç olarak, bölgede Rusya ve Çin ile ABD arasında Orta Asya’nın enerji kaynakları için ciddi bir mücadele yaşanması, yakın gelecekte olasılığı yüksek bir senaryodur. Bu sadece Orta Asya ülkelerini kontrol etme ekseninde değil, aynı zamanda ünlü jeopolitik teorisyenlerin ortaya koyduğu kalpgâh mücadelesi temelinde de olacaktır. Bu süreçte Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin kendilerine yeter hâle gelebilmesi, açık pazar ve açık toplum kültürlerinin yerleşmesi, ulus inşa süreçlerini, demokratikleşmelerini, bölgenin enerji kaynaklarının küresel sisteme uyum sağlaması ve nihayet bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi yönünde çeşitli başarılar elde etmesi gerekmektedir. Böylece Orta Asya Türk cumhuriyetleri, doğal zenginliklerini ve enerji kaynaklarını kendi kontrolü altında tutabilme ve bu kaynakları işletebilme becerisini sergilediği durumda bağımsızlıklarını da muhafaza edecektir.

Kaynaklar

Aydın, Aydın, Küresel Mücadele Politikaları: Orta Asya’da Rusya, ABD ve Çin. Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 6 (13) , 1-11, 2016.

Brzezinski, Zbigniew, The Grand Chessboard: AmericanPrimacyandItsGeostrategicImperatives (New York: Basic Books, 1997).

Çağrı, Erhan, “Jeopolitik Kuramlar”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler,

Çağrı Erhan, “ABD’nin Orta Asya Politikası ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”, Stradigma Strateji ve Analiz Dergisi, C.VI, Sayı 9 ( 2003), s.2.

Erhan, Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 3 (Güz 2004), s. 123-149

Evan A. Feigenbaum, “WhyAmerica No LongerGetsAsia”, The Washington Quarterly, Spring 2011, s. 37.

Ferhat Pirinççi, Soğuk Savaş Sonrasında Abd’nin Orta Asya Politikası: Beklentiler Ve Gerçeklikler, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-1, 2006, s.s. 208-234.

Francis Fukuyama, “TheEnd of History?,” TheNationalInterest 16 (Summer 1989): 3–18.

Hekimoğlu Asem, Uluslararası Dengeler Bağlamında Orta Asya’daki Enerji Politikaları, Bölgesel ve küresel politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk Kazak Üniversitesi, 2012.

Hilal Önal, “ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz” Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 6, Sayı: 23, 2010. ss.43-71,

İlhan Üzgel, “1980−1990 ABD’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler, Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt II, İstanbul, İletişim, s. 37.

Kireçci, M. Akif, Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya Politikaları, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Rapor, 2011

Laruelle, Marlène ve SébastienPeyrouse, “The United States in Central Asia: Reassessing a ChallengingPartnership”, Strategic Analysis, Vol. 35, No. 3, May 2011.

Mehmet Akif Okur, “Amerikan Dış Politikası Ve Orta Asya: Dünya Düzeni Değişirken İlişkilerin Geleceği Üzerine Düşünceler” Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2012, s. 247

Mehmet Seyfettin Erol, “Avrasya Jeopolitiğinde Orta Asya Ve 11 Eylül”, Yakın Dönem Güç Mücadeleleri Işığında Orta Asya Geçeği, Ed. Ertan Efeğil- Elif Hatun Kılıçbeyli- Pınar Akçalı, İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2004, s.212.

Menon, “The New Great Game in Central Asia”, s. 192.

Muzaffer Özdağ, Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği, Avrasya-Bir Vakıf Yayınları, Toplu Eserleri-4, 2003.s.

Nicholas J. Spykman, TheGeography of thePeace, New York, HarcourtBraceandCompany, 1944, p. 43.

OlafCaroe, SovietEmpireTheTurks of Central AsiaandStalinizm, London, Macmillan, 1967, s. 257−268.

Rumer, Eugene (2002), “Flashman’s Revenge: Central AsiaafterSeptember 11,” Strategic Forum, No. 195.

Uğrasız, B.,(2002),Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine Yönelik Politikası, Sosyal bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 4 Sayı 3. Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt I, İstanbul, İletişim, s. 562.

Попов Д. С. ЦентральнаяАзиявовнешнейполитике США. 1991–2016 гг. М.: РИСИ, 2016. S.124-146.

[1]OlafCaroe, SovietEmpireTheTurks of Central AsiaandStalinizm, London, Macmillan, 1967, s. 257−268.

[2] Erhan, Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 3 (Güz 2004), s. 123-149

[3] Francis Fukuyama, “TheEnd of History?,” TheNationalInterest 16 (Summer 1989): 3–18.

[4]Kireçci, M. Akif, Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya Politikaları, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Rapor, 2011

[5] Muzaffer Özdağ, Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği, Avrasya-Bir Vakıf Yayınları, Toplu Eserleri-4, 2003.s.

[6] Erhan, Çağrı, s. 123-149

[7] Muzaffer Özdağ, s. 10.

[8] Çağrı Erhan, “Jeopolitik Kuramlar”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler,

Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt I, İstanbul, İletişim, s. 562.

[9]Nicholas J. Spykman, TheGeography of thePeace, New York, HarcourtBraceandCompany, 1944, p. 43.

[10] Erhan, “Jeopolitik Kuramlar”, s. 562.

[12] Erhan, Çağrı, s. 123-149

[14] Hilal Önal, “ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz” Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 6, Sayı: 23, 2010. ss.43-71,

[15] Çağrı Erhan, bkz. İlhan Üzgel, “1980−1990 ABD’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savasından Günümüze Olgular, Belgeler, Yorumlar, Baskın Oran (der.), Cilt II, İstanbul, İletişim, s. 37.

[16] Ferhat Pirinççi, Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Orta Asya Politikası: Beklentiler Ve Gerçeklikler, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-1, 2006, s.s. 208-234. Bkz. RUMER, Eugene (2002), “Flashman’s Revenge: Central AsiaafterSeptember 11,” Strategic Forum, No. 195.

[17] Çağrı Erhan, “ABD’nin Orta Asya Politikası ve 11 Eylül Sonrası Yeni Açılımları”, Stradigma Strateji ve Analiz Dergisi, C.VI, Sayı 9 ( 2003), s.2.

[19] Mehmet Seyfettin Erol, “Avrasya Jeopolitiğinde Orta Asya Ve 11 Eylül”, Yakın Dönem Güç Mücadeleleri Işığında Orta Asya Geçeği, Ed. Ertan Efeğil- Elif Hatun Kılıçbeyli- Pınar Akçalı, İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2004, s.212.

[20] Erhan, Çağrı, “ABD’nin Orta Asya Politikaları ve 11 Eylül’ün Etkileri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 3 (Güz 2004), s. 123-149, bkz. Menon, “The New Great Game in Central Asia”, s. 192.

[21]Laruelle, Marlène ve Sébastien PEYROUSE, “The United States in Central Asia: Reassessing a ChallengingPartnership”, Strategic Analysis, Vol. 35, No. 3, May 2011.

[22] Mehmet Akif Okur, “Amerikan Dış Politikası Ve Orta Asya: Dünya Düzeni Değişirken İlişkilerin Geleceği Üzerine Düşünceler” Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2012, s. 247

[23]Mehmet Akif Okur bkz.Evan A. Feigenbaum, “WhyAmerica No LongerGetsAsia”, The Washington Quarterly, Spring 2011, s. 37.

[24] Mehmet Akif Okur, “Amerikan Dış Politikası Ve Orta Asya: Dünya Düzeni Değişirken İlişkilerin Geleceği Üzerine Düşünceler” Bölgesel ve Küresel Politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2012, s. 247

[25]Kireçci, M. Akif, Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Asya Politikaları, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, Rapor, 2011, bkz. Brzezinski, Zbigniew, The Grand Chessboard: AmericanPrimacyandItsGeostrategicImperatives (New York: Basic Books, 1997).

[28]Aydın, Aydın, Küresel Mücadele Politikaları: Orta Asya’da Rusya, Abd Ve Çin. Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 6 (13) , 1-11,2016.

[29]Uğrasız, B.,(2002),Çin’in Hazar ve Orta Asya Bölgesine Yönelik Politikası, Sosyal bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt4 Sayı3

[30] Mehmet Akif Okur, s. 41.

[31]Asem Hekimoğlu, Uluslararası Dengeler Bağlamında Orta Asya’daki Enerji Politikaları, Bölgesel ve küresel politikalarda Orta Asya / editör: M. Savaş Kafkasyalı Ankara-Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk Kazak Üniversitesi, 2012, bkz, Попов Д. С. ЦентральнаяАзиявовнешнейполитике США. 1991–2016 гг. М.: РИСИ, 2016. S.124-146.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.