EBU DAVUD VE SÜNEN İ
O da “kitabu’ttalak”ın sonuna kadar varabilmiştir. Geri kalan kısımda da Ebu Dâvud şerhlerinden Avnu’l-mabûd başta olmak üzere birçok eserden istifade ettik. Bunların bir kısmım bibliyografya olarak takdim edeceğiz. Bazılarına da dipnotlarda temas ettik. Tercememizde şerhlerdeki izahları göz önünde tuttuk. Farklı anlayışlar varsa önce tercemeye esas aldığımız izahın sahibine daha sonra da diğer anlayışlara işaret ettik. Hadislerin, Mu’cemu’I-müfehres’i esas alarak diğer hadis eserlerindeki yerlerine gösterdik. İtiraf edelim ki bunu yaparken Mu’cemu’l-müfehres’le yetindik, hadislerin hepsini tek tek yerlerinde tesbit etmedik. İzah kısmını genelde dört bölüm halinde ele aldık.İlk bölümde hadisin diğer hadis kitaplarındaki rivayetlerine ve hadisin sıhhati konusunda söylenenlere işaret ettik. İkinci bölümde hadisin anlaşılması bakımından izaha muhtaç yönlerini izaha çalıştık. Üçüncü bölümde hadisin fıkhî yönünü ve o konuda çeşitli mezheplerin ve âlimlerin görüşlerini verdik. Herbirinin delillerini ve karşı görüşte olanların bu delillere bakış açılarını ele aldık. Bunu yaparken bazan mezheplerin kendi fıkıh kitaplarına müracaat etmekle beraber genelde Sünen’in veya diğer hadis kitaplarının şerhlerindeki malumata dayandık. Aslında bunun bir kusur olduğunu kabul ediyoruz.
Ebû Dâvûd – Sünen-i Ebu Davud
Yüce dinimiz İslâmiyetin Kur’ân’dan sonraki en büyük kaynağı Sünnettir. Hz. peygamber (s.a.) in söz, fiil ve takrirlerinden ibaret olan sünnet asırlar boyu müslüman âlimlerin üzerinde çalıştıkları, hizmetinde oldukları bir saha olmuştur. Rasûlullah (s.a.)in hadislerini ezberinde tutanların vefatlanyla, Sünnet hazinesinin yok olmasını önleyip onun sonraki nesillere eksiksiz ve yanlışsız olarak aktarılmasını sağlamak için hadisler derlenip kitaplara geçirilmiştir. Bu kitaplardan özellikle altısı son derece ün kazanmıştır. “Kütüb-ü Sitte” adıyla anılan bu altı kitap Buhârî ve Müslim’in Sahihleri Ebû Dâvûd, Tirmizi,, Nesâî ve İbn Mace’nin Sünenleridir. Şüphesiz müslümanlann hepsi Arap değildir ve arapçayı bilmezler. Arap olmayanların da dinlerinin esaslarını kaynaklarında görmek ve sevgili Peygamberlerinin hadislerini okuyup anlamak en tabii haklan olsa gerektir. Onun, İslâmî ilimlerin diğer sahalarında olduğu gibi hadis sahasındaki bir çok eser de başka dillere, bu meyanda Türkçeye terceme edilmiştir. İşte “Kütüb-ü Sitte”diye bilinen bu altı kitabın hepsi; izahlı ya da izahsız olarak ve bazıları birden fazla olmak üzere dilimize kazandırılmıştır. Biz de, Ebû Dâvûd Süleyman b.
Eş’as es-Sicistanî el-Ezdî’nin Sünen’ini terceme ve bazı yerleri biraz izah ederek Türk okuyucusuna hizmet etmeye çalıştık. Diğer hadis eserleri gibi, Ebû Davud’un Sünen’ine de selef âlimleri tarafından çok değerli şerhler yazılmıştır. Ancak Arapçayı bilmeyen Türk okuyucuları bu eserlerden istifade edememektedir. Bizler aciz çalışmamızla bu şerhlerden hiç olmazsa bazılarını Türk okurlarının önüne sermek için terceme ile yetinmeyip, hadislerle ilgili açıklamalarda da bulunduk. Onun için kitap bir Sünen-i Ebu Dâvut tercemesi değil, aynı zamanda şerhi hüviyetine büründü. Tercemede, Hattâbî’nin Mealimu’s-sünen’i ile birlikte 1969 yılında Muhammed Ali es-Seyyid tarafından bastırılan beş ciltlik matbu nüshayı ele aldık. Ancak daha sonra eser Mu’cemu’l müfehres li elfazı’l hadîsi’n-nebevi’ye uygun bir şekilde düzenlendi. İzahlarımızda Kitabu’l-Menâsik’in 12. babının sonuna kadar Mahmud Muhammed Hattab es-Sübkî nin çok değerli eseri el-Menhelü’l-azbu’l-mevrud şerhu Sünen-i Ebi Davud’unu esas aldık. [1] Hatta diyebiliriz ki bu eseri muhtasar olarak terceme ettik, özetlemeye çalıştık. Böylece bu kıymetli eserden Türk okuyucusunun istifadesini sağlamak istedik. Tabiatıyla, Menhel’i olduğu gibi terceme etmedik ama onunla da yetinmedik. Sünen’in matbu şerhleri Avnu’l-Mabud ve Bezlu’I-Mechûd başta olmak üzere başka eserlerden de faydalandık. Menhel müellifi eserini tamamlayamadan vefat ettiği için kalan kısımda Menhel’in tekmilesi olan ve müellifin oğlu Emin Mahmud Hattab tarafından yazılan “Fethu’l-meliki’1-ma’bûdtekmiletü’lmenheli’l-mevrud”u esas almaya başladık. Ne yazık ki bu eser de tamamlanamamıştı.
O da “kitabu’ttalak”ın sonuna kadar varabilmiştir. Geri kalan kısımda da Ebu Dâvud şerhlerinden Avnu’l-mabûd başta olmak üzere birçok eserden istifade ettik. Bunların bir kısmım bibliyografya olarak takdim edeceğiz. Bazılarına da dipnotlarda temas ettik. Tercememizde şerhlerdeki izahları göz önünde tuttuk. Farklı anlayışlar varsa önce tercemeye esas aldığımız izahın sahibine daha sonra da diğer anlayışlara işaret ettik. Hadislerin, Mu’cemu’I-müfehres’i esas alarak diğer hadis eserlerindeki yerlerine gösterdik. İtiraf edelim ki bunu yaparken Mu’cemu’l-müfehres’le yetindik, hadislerin hepsini tek tek yerlerinde tesbit etmedik. İzah kısmını genelde dört bölüm halinde ele aldık.İlk bölümde hadisin diğer hadis kitaplarındaki rivayetlerine ve hadisin sıhhati konusunda söylenenlere işaret ettik. İkinci bölümde hadisin anlaşılması bakımından izaha muhtaç yönlerini izaha çalıştık. Üçüncü bölümde hadisin fıkhî yönünü ve o konuda çeşitli mezheplerin ve âlimlerin görüşlerini verdik. Herbirinin delillerini ve karşı görüşte olanların bu delillere bakış açılarını ele aldık. Bunu yaparken bazan mezheplerin kendi fıkıh kitaplarına müracaat etmekle beraber genelde Sünen’in veya diğer hadis kitaplarının şerhlerindeki malumata dayandık. Aslında bunun bir kusur olduğunu kabul ediyoruz.
Ama her mezhebin görüşünü kendi kaynaklarından araştırmaya ne gücümüz ne de imkanımız el verdi.Onuniçin mezheplere nisbet edilen görüşler her zaman müftâbih olan görüş olmayabilir. Buna dikkat çekmeyi görev sayıyoruz. İzah kısmının son bölümünde HÜKÜMLER başlığı altında hadisin zahirinden çıkartılabilecek bazı hükümlere işaret ettik. Tabi bizim göremediğimiz başka hükümler elbette çıkacaktır.Bazıbölümlerin başında daha hadislerin tercemesine başlamadan o konu ile ilgili özet malumatlar verdik. Burada şuna önemle dikkat çekmek istiriz: Biz Ebu Davud’un Sünen’ini şerhetmedik. Böyle bir işin bizim gibi acizlerin altından kalkabilecekleri bir iş olmadığını çok iyi biliyoruz. Biz bulabildiğimiz ve gücümüzün yettiği kadarıyle selefin yaptığı şerhlerden tercemeler yaptık ve onları bir araya getirmeye çalıştık. Kendi kafamızdan birşey söylemedik, söylenenlerden bazılarını aktırdık. Bu çalışmamızla aynı eser üzerinde yapılacak değerli başka çalışmalara ihtiyaç bırakmadığımızı da düşünmüyoruz. Bütün kusur ye acizliklerimize rağmen, cüretimizin, niyetimizin hizmet oluşuna hamledilmesini, umarız. Eserin büyük bir bölümünün sayın Mehmet Savaş tarafından okunup tashih edilmiş olması ve baş tarafa eklediği mukaddimenin yanısıra tamamının sayın Yard.Doç.Dr.
İsmail Lütfi Çakan tarafından redakte edilmiş olması bizler için son derece sevindirici olmuştur. Değerli katkılarından dolayı bu çok kıymetli ilim adamlarımıza teşekkür ederiz. Ayrıca Eserin neşri hususunda elinden gelen hiç bir fedakârlık ve gayreti esirgemeyen Şamil Yayınevi’nin sahibi muhterem Duran Kömürcü’ye ve diğer mensuplarına da özellikle teşekkür ederiz. Naçiz hizmetimizin Allah celle celalüh’ün rızasına muvafık olmasını niyaz ederiz. Hatalarımızın affını dileriz. Hazırlayanlar [2] Sünnet, Ebu Davud, Sunen’ı Ve Bazı Hadis Istılahları Üzerine Mukaddime Âlemlerin Rabbına hamd ü sena; O’nun örnek kulu, sevgili resulü Hz. Muhammed Mustafa’ya âl ve ashabına selât ü selâm olsun… İslâm Kültürü demek olan sünnet’in yaslı metinlerini İhtiva eden altı muteber hadis kitabının (elKütübii’s-sitte) Üçüncüsü Sünen-i Ebî Davud’un, elinizdeki tercüme ve şerhi dolayısıyla bu mukaddimede müellif» eseri ve bazı hadis ıstılahları hakkında mümkün olduğunca kısa bilgiler verilecektir’. Ancak daha Önce Sünnet üzerinde bazı temel tesbitlere yer vermek faydalı olacaktır. [3] I.Sünnet Tanımı ve Önemi En kısa ifadesiyle ve tabiî hadisçilere göre Sünnet, Hz. Muhammed’den bize intikal eden O’na ait herşeydir. Yani Hz. Peygamberin sözleri, fiilleri, yaşayışı, sahâbilerin yaptıkları karşısında takındığı tavırları, ahlâkî veya fıtrî vasıfları ile ilgili bütün nakiller sünnet’i yansıtan delillerdir. Kısaca sünnet, Hz. Peygamberin yüce kitabımızda ü s v e – i h a s e n e diye takdîm edilen hayatı ve Hz.
Aişenin ifadesiyle “Kur’an’dan ibaret olan” [4] ahlâkıdır. Bilindiği gibi yüce yaratıcının nübüvvet makamına lâyık gördüğü bütün peygamberler, Allah’ın emir ve nehiylerini, O’nun kullarına ulaştırmak ve onları irşâd etmek için görevlendirilmiş hidâyet elçileridir. Bu genel çerçevede olmak kaydıyla Hz. Muhammed de toplumun, ilâhî irâde istikâmetinde biçimlenmesini sağlamak maksadıyla gerekli bilgi ve uygulamaları örneklendirmiştir. O (s.a.), Allah teâlâ’dan aldığı vahyi insanlara sadece ulaştırmaktan ibaret olan bir görevle gelmiş değildir. Duyurduklarını açıklamak ve anlatmak da O’nun aslî görevidir. Sünnet’in temel işlevi budur. Çünkü anlamadığı şeyden kişiyi sorumlu tutmak imkânı yoktur. Çünkü sorumluluk için duymak yetmemekte, anlamak gerekmektedir. Değişik şartlar içinde ve yetenekteki insanlara ilâhî tebliği en doğru şekilde anlatacak olan hiç kuşkusuz o tebliği getiren peygamberdir. Peygamber tebliği açıklamaya başladığı andan itibaren Sünnet devrede demektir. Her açıklamanın getireceği anlayış ve uygulama, günlük hayatın ümmet çapında biçimlendirilmesi yönünde atılmış bir adım olacaktır. Netice olarak İslam tebliğinin arzuladığı, temel vasfı “Allah’a kul olmak” olan müslümanın özellikleri belirecektir.
Bu yüzden de sünnetsiz bir müslümanlık ve sünnetsiz müslüman hayatı düşünmek mümkün değildir. Bilinen bir gerçektir ki, günlük hayatı ilâhî irâde istikâmetinde tanzimde, dinin m e n k ûl â t’ a dayalı iki kaynağından biri olarak sünnet, Kur’an ile birlikte, birinci dereceden bir fonksiyon icra etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber “kim benim sünnetimden, yaşama tarzımdan yüz çevirirse, benden değildir” [5] ve “Dinin elden çıkışı, sünnetin terkiyle başlar.Halat nasıl iplik iplik ortadan kalkarsa dinde birer birer sünnetin terkiyle ortadan kalkar” [6] buyurmuştur. Bu hadisler aynı zamanda müslümanın ancak sünnetten ayrılmamak suretiyle öz varlığını, İslâmi kişiliğini ve niteliğini koruyabileceğini açıkça dile getirmektedir. Zira sünnetin terkedilmesiyle doğacak boşluk, sünnetin tam zıddı olan b i d’ a t tarafından doldurulur. Bir başka ifâde ile, terkedilen her sünnet, yaşanılan bir bid’atla sonuçlanır. Sünnet İslam kültürü; bid’at ise İslam kültürüne ters düşen, onda yeri olmayan her türlü yabancı unsur demektir. Kıtalararası müslüman milletlerde çağlar boyu gözlemlenen ortak değerler ve uygulamalar hep sünnetin birleştiriciliği, belirleyiciliği ve bütünleştiriciliğinden kaynaklanmıştır. Ü m m e t sünnetle vardır, onunla yaşar. Yozlaşma da sünnetten ayrılmakla başlar. [7] Kaynağı Kitap, lafız ve mânâ olarak v a h y olduğu için ona vah y – i m e t 1 u v v denir. Sünnet ise, vahyin bir çeşit m e a 1 ve mefhumu niteliği ile z ı m n e n vahydir. Fakat lafız olarak v a h y niteliğine sahip değildir.
Bu sebeple de ona v a h y – i ğayr-i metluvv denilmektedir. Öte yandan v a h y’i telakkiye müsaid bir kıvama ve kavrayış gücüne sahip kılınmış olan Hz. Peygamber, aynı zamanda, beşerî aklın en üst seviyesindedir. V a h y gibi diğer insanların ulaşması mümkün olmayan bir bilgi kaynağıyla uzun süre temasta bulunan beşerî aklın en üst derecesine sahip Peygamber’de bir peygamberâne ictihad kabiliyetinin bir meleke-i nübüvvetin teşekkül edeceği muhakkaktır. Bu yetenek sayesinde Hz. Peygamber, başkalarının intikal edemediği bir takım hakikatları kavrayıp en uygun ifade ve uygulamalarla insanlara anlatır. Hz. Peygambere, peygamberliği dolayısıyla verilmiş olan melekenin ya da nübüvvet ilmi’nin, Kur’an-ı Kerîm’de değişik kelime ve tabirlerle ifâde buyurulduğu görülmektedir: Zikir, hüküm, hikmet, şerh-i sadr, tefhîm, ta’lim ve i r â e gibi ilâhî beyanlar bunlardandır. Ayetlerin ve ilâhî iradenin açıklaması ve yorumu niteliğindeki Hz. Peygamberin açıklamaları, ilâhî tefhîm ve murâkebe altındaki nebevî akıl veya meleke-i nübüvvet’den sadır olmaktadır. Bağlayıcılığı da Sünnetin ilahînebevî kaynağından ileri gelmektedir. [8] Fonksiyonları Hz. Peygamberin iki temel görevi tebliğ ve beyan’dır. Beyan ise kendi içinde gerek prensip olarak gerekse pratik olarak üç şekilde cereyan eder: T e’ki d, teybin ve teşr i’… Sünnet Kur’an’da bulunan bir hükmü te’kid ve tasdik eder. Netice itibariyle aynı şeyi vurgulamış olduğu için o hususun muhataplar nezdinde tam bir kesinlik kazanmasını sağlar.
T e b y i n; tefsir, tafsil, tavzih, tahsis, takyîd, şerh, izah ve yorum gibi terimlerle ifade edilebilecek olan sünnetin kitabı açıklama fonksiyonu, onun temel vasfı ve vazifesi olmaktadır, ihtiyaca göre sözlü olarak ve fiilen yapılan açıklamaların tamamı bu kısma girmektedir. Teşri’; kitabın belli bir hüküm sevketmediği konularda sünnetin hüküm koyması demektir.Bu,sünnetin müstakil teşri’ kaynağı olması fonksiyonudur. Sünnetin te’kidvetebyîn fonksiyonuna karşı çıkan hiçbir âlim yoktur. Ancak teşri’ fonksiyonu münakaşalıdır. Kesin olan şudur ki, sünnet, her üç fonksiyonunda da asla kitaba muhalif olamaz. [9] Sünnetin teşri’ fonksiyonu ile alakalı olarak Muaz b. Cebel Hazretlerinin Yemen’e vali olarak giderken, Hz. Peygamberin suali üzerine, çözümünü Kitabullah’da bulamadığı meseleler olursa Sünnet’e başvuracağını belirtmesi ve Hz. Peygamberin bu cevaptan dolayı memnuniyet izhar buyurması hatırlanmalıdır. Bu olay gösteriyor ki, Kitabullah’da bulunamayan çözümler sünnette olabilmektedir. Bu da Sünnetin müstakillen teşri kaynağı olduğunun açık ve reddedilmez delilidir. Zaten konuyu münakaşa eden âlimler arasındaki ayrılık, Sıbâî’nin isabetle belirttiği gibi, meselenin özünde değil, takdimde kullanılan lafızlardadır. [10] Ayrıca bir bütün ve kavram olarak Sünnetin hüccet olduğunda kimsenin şüphesi bulunmamaktadır. Ne varki sünnet malzemeleri tek tek ele alındığı zaman hepsi için “delil olabilir” hükmü verilemediği için sünnetin delil olma niteliği tartışma konusu yapılmaktadır.
Her hadisin Hz. Peygamber’e aidiyeti, ilmî standartlar bakımından her zaman kesinlik arzetmez. Ancak unutulmamalıdır ki, hadis ilmine ait değerlendirmeler, dâima zevahire, şartlara ve dış bulgulara ve belli usullere göre yapılır. Gerçek durum her zaman doğru olarak tesbit edilememiş olabilir. Yani ilmî ölçüler bakımından sahih hükmünü vermek zorunda bulunduğumuz bir hadisin Hz. Peygamber’e ait olmama ihtimali -zayıf da olsa- vardır. Aksine “zayıf hadistir” dedimiz bir sözün de -ilmî bulgulara rağmen- Hz. Peygamberden sâdır olma ihtimali daima mevcuttur. Zaten önemli olan da hadisin Hz. Peygamber’e aidiyetidir. O’na ait olduktan sonra dünyanın “zayıf” demesi hiç bir şeyi değiştiremez. O’na ait olmadıktan sonra da araştırmaların bir sözü veya hareketi O’na ait göstermesi onun sünnet olmasını sağlayamaz. Bütün gayretler işte bu a i d i y e t i doğru olarak tesbit edebilmek içindir
EBU DAVUD VE SÜNEN’İ:
Kütüb-i Sitte adı verilen büyük hadis mecmuâlarının Buhâri ve Müslim’den sonra gelen Sünen’in müellifi olan büyük muhaddis.
“İmam”, “Şeyhu’s-Sünne”, “Mukaddemu’l-Huffâz” ve “Muhaddisu’l-Basra” gibi ünvanlara sahip olan Ebû Dâvûd, 817’de (202/817-275/888) Sicistan’da doğdu. Tam adı, Ebû Dâvûd Süleyman b. El-Eş’as b. İshak b. Beşir b. Şeddad b. Amr b. İmrân el-Ezdı es-Sicistânı’dir. Büyük dedelerinden İmrân, Sıffin’de Hz. Ali’nin yanında şehid düşmüştür. Oğlu Ebû Bekr Abdullah da meşhur bir muhaddistir.
Ebû Dâvûd, hadis ilimlerinin altın çağında, III. asırda yaşadı. İlim tahsilinde Irak, Şam, Mısır, Ceziretü’l-Arap okulları, Horasan, Rey, Herat, Kûfe, Bağdad, Tarsus, Basra gibi yerleri dolaşmıştır. Hocaları arasında Ahmed b. Hanbel (241/855), Kuteybe b. Saîd (240/854), Yahyâ b. Maîn (233/847), Halef b. Hişâm (227/841) gibi büyük ilim sahibi kimseler görülmektedir. O günün ilim çevrelerinin en mûteber kişileri Ebû Dâvûd’un bu saydığımız hocaları idi. Ebû Dâvûd hadis ilminde taklide karşı olmuş, tahkike yönelmiştir. İslâm dünyasında yüzyıllarca okutulan “Kitâbü’s-Sünen” onun araştırmacılığına, münekkidliğine en güzel örnektir. Kitâbü’s-Sünen, hadis ilimlerinde en çok sözü edilen Kütüb-i Sitte’nin üçüncüsüdür. Tirmizî ve Nesâî onun talebeleri arasında yer alır. Ebû Dâvûd’u, Şâfii veya Hanbeli mezhebine tâbi gösterilmesine rağmen, müstakil bir muhaddis olarak görmek daha doğru olur.[175] Sünen’ini gerçekte Ahmed b. Hanbel okumuş ve onaylamıştır; ama bu onun Hanbeli olduğunu göstermez. Ebû Dâvud dâima hadisle uğraşmış, mezhebî bir mensubiyeti îmâ eden beyânına rastlanmamıştır. Sünen’i, beşyüzbin hadis arasından seçtiği dörtbinsekizyüz hadisi ihtiva eder. Eserini takdim ederken, “müslümanın din; hayatı için dört hadisin yeterli olduğunu” söyleyebilmiştir. O dört hadis şunlardır:
1. “Ameller, niyetlere göredir.”
2. “Mâlâyâniyi (boş, gereksiz şeyler) terketmesi kişinin olgun mü’min olduğunu gösterir”.
3. “Kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe kişi kâmil mü’min olamaz.”
4. “Helâl belli, haram bellidir. Aralarında şüpheli bazı işler de vardır. “
Gerçekten tam bir İslâmî hayat için temel ilke olabilecek ve bir toplumu ayakta tutabilecek özelliklere sahip olan bu hadis ölçüsü daha sonraları “İslâm ahkâmının üzerinde dönüp durduğu” başlıca esasları teşkil etmiştir.[176]
Ebû Dâvûd 275/888 tarihinde, arkasında on dokuz eser bırakarak Basra’da yetmişüç yaşında vefât etmiştir. Eserlerinden dördü basılmıştır.[177]
1. Kitâbü’s-Sünen: III. asırda muhaddisler, Sünenleri yazarak, sadece ahkâm hadislerini ortaya çıkardılar. Sünen, fıkıh bâblarına göre düzenlenmiş ahkâm hadislerini toplamaktadır. Ebû Dâvûd’a kadar, Câmi’ ve Müsned diye isimlendirilen hadis kitapları, hadisleri; ahbâr, kıssalar, mevâiz, âdâb, ahkâm konularında topluca veriyorlardı. Sünenin ilk kez ahkâm hadislerini toplaması ve kırk yıl Ebû Dâvûd’un onu okutması, nüshalarının arasında görülen farkların bu fıkhî özelliği dolayısıyla zaman içinde çıkarma-eklemelerin yapıldığını göstermektedir. Ebû Dâvûd eseri için mukaddime yazmamasına rağmen, Mekkelilere yazdığı “Risâletün ilâ ehli Mekke” adlı mektubunda eserinden şöyle söz etmektedir: “Eserin tamamının bildiğim en sahih hadislerden müteşekkil olduğuna emin olabilirsiniz. Kitabın hacmi büyümesin diye bir konudaki birçok sahih hadisten bir veya iki hadis verdim. Kitapta bir hadisi iki veya üç değişik senedle tekrar etmişsem, sebebi, farklı ve fazla bilgi ihtivâ etmesindendir. Çoğu kez uzun hadisleri kısalttım. Bir mevzûda mürsel hadisin zıddına bir müsned hadisin mevcud olmadığı veya müsned hadis olmadığı yerde, her ne kadar kuvvet bakımından müsned hadis gibi olmasa da mürsel hadisle ihticâc olunur. Kitabımda, hadisi terkedilmiş râviden alınma herhangi bir rivâyet yoktur. Aynı konuda kendisinden başka ona benzer herhangi bir hadis bulamadığımdan dolayı münker bir hadise yer vermişsem onun münker olduğunu mutlaka açıkladım. Kılı kırk yararcasına hadis toplayan benden başka biri yoktur herhalde. Bu öyle bir kitaptır ki, Nebi (s.a.s.)’den sahih isnadla vârid olan her sünnet onda mevcuttur. Kur’ân-ı Kerîm’in dışında insanların öğrenimine bundan daha çok ihtiyaç duyacakları bir başka kitap bilemiyorum. Fıkhı meseleler, Süfyân es-Sevrî, Mâlik ve Şafii’nin meseleleridir. Topladığım hadisler de bu meselelerin nassını teşkil etmektedir. Sünen’e aldığım hadislerin büyük çoğunluğu meşhur hadislerdir. Meşhur, muttasıl ve sahîh olan hadîsi reddetmek kimsenin haddi ve hakkı değildir. Sünen’e sadece ahkâm hadislerini aldım. Eserde mevcut dört bin sekiz yüz, hadisin tamamı ahkâma âittir”[178]
Concordance’da Sünen, kırk kitap ve bin sekiz yüz seksen dokuz babtan meydana gelmektedir. Bu bölümler şöyledir: et-Tahâre, es-Salât, Salâtu’l İstiska, Salâtü’s-Sefer, Salâtu’t-Tatavvu, Şehru Ramazan, Sucûdu’l Kur’ân, Vitr, ez-Zekât, el-Lukata, el-Menâsik, en-Nikâh, et-Talâk, es-Savm, el-Cihad, el-Edâhî, es-Sayd, el-Vasâya, el-Ferâiz, el-Harac ve’l İmâre ve’l Fev. el-Cenâiz, el-Eymân ve’n-Nuzûr, el-Büyû’, el-Buyû’ ve’l-İcâre, el-Akdiye, el-İlm, el-Eşribe, el-Et’ime, et-Tıbb, el-İtâk, el-Hurûf ve’l-Kırâe, el-Hammâm, el-Libâs, et-Tereccül, el-Hâtem, el-Fiten, el-Mehdî, el-Melâhim, el-Hudûd, ed-Diyât, es-Sünne, el-Edeb.
Sünen’de sülâsi rivâyet yeralmaz. Onaltı tane kutsî hadis bulunmaktadır. Hadisleri altı gruptur: Sahih lizâtihi, sahihe benzer, sahihe yakın, şiddetli vehn olan hadisler, ‘hakkında birşey söylemediklerim sahihtir’ dedikleri, hasen li gayrihi olabilecek hadisler.[179] Buhâri ve Müslim’in birlikte tahric ettiği hadisler kitabın yarısını teşkil eder. Ebû Dâvûd kitabına sahih, hasen, leyyin ve amel edilebilir hadisleri almıştır. Ona göre aşırı derecede zayıf olmayan hadis rey ve kıyastan evlâdır.
Sünen’de yeralan bazı sahih hadisler Sahihayn’da bulunmaz. Şüpheli hadisleri ise, illetlerini açıklayarak almıştır. Sünen, hadis kitaplarının ikinci tabakasına dahildir.[180] Talebelerinden yedisi tarafından rivâyet edilmiştir ki, en sahih ve yaygın rivâyet el-Lu’luî’nin eseridir.[181]
Sünen-i Ebû Dâvûd Kahire (1280), Delhi (1283), Luknov (1840-1888). Haydarabad (1321) Mısır (1935-1950), gibi merkezlerde bir kaç kez basılmıştır. Türkçe’de Ebû Dâvûd’un Sünen’i 1983’de yayınlanmıştır. 1987 yılında eserin, tercüme ve şerhi yayınlanmaya başlanmıştır. Sünen’in ilk şerhini “Meâlim Es-Sünen” adıyla Ebû Süleyman Hattâbî (388/998) yapmıştır.
Ebû Dâvûd’un diğer eserleri şunlardır:
2. Risâletuhu fi Vasfı Kitâbü’s-Sünen: Eseri Kitâbu’s-Sünen ile ilgili olarak yazdığı ve yukarıda sözkonusu ettiğimiz mektuptur.
3. el-Merâsil: Mürsel hadislerle ilgili eseri.
4. Mesâiiu’l-İmam Ahmed: Fıkıh konularına göre tasnif edilen ve Ahmed b. Hanbel’e sorulan soru ve cevapları kapsar. Diğer önemli eserleri de şunlardır: el-Mesâil, en-Nâsih ve’l-Mensuh, Kitâbu’z-Zühd, Kitâbu’l-Kader, Kitâbu’l-Ba’s ve’n-Nüşûr, Delâilu’n-Nübüvve, et-Teferrüd fi’s-Sünen, Fedâilu’l-Ensâr, Müsned-u Mâlik, ed-Dua, İbtidâu ‘l- Vahy, Ahbâru’l-Havâric.[182]
Biraz Oku Sonra Al
Büyük muhaddis Ebû Dâvud’un 40 kitâb ve 5272 hadîs-i şerîf’in rivâyetinden müteşekkil, “Kütüb-i Sitte”nin üçüncüsü, büyük hâdis külliyâtı meşhûr “Sünen-i Ebû Dâvud”un edeb mevzûsu ile alâkalı hadîsleri topladığı kitâbı “Kitâbü’l-Edeb”i okuyucunun istifâdesine sunmayı önemli buluyoruz.
Bu kitâbda Peygâmber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den nakledilen 502 hadîs-i şerîf’in açıklamalarında büyük İslâm âlimlerinin görüşlerini, mezheb imâmlarının duruşlarını, bu minvâlde çıkabilecek hükümleri, râvîler hakkında ki doyurucu bilgileri bulacaksınız. Bu zengin eser, kıymetli bir çalışmanın meyvesidir.
“Fıkıh ve diğer (dînî) ilimler ile meşgûl olan herkes, Ebû Dâvud’un Sünen’ine itinâ ve itibâr etmeli ve onu tam olarak kavramaya çalışmalıdır.”
“Müctehide ahkâm konusunda yalnız başına Sünen-i Ebû Dâvud yeter”
“Dîn adına elinde Allah’ın kitâbı ve şu kitâbdan (Sünen-i Ebû Dâvûd) başka bir şey olmasa kişi, ilim adına hiçbir şeye muhtâc olmaz”
SÜNNET, EBÛ DÂVUD, SÜNEN’İ VE BAZI HADÎS ISTILÂHLARI 17
II. MÜELLİF VE ESERİ………………………………………………. 29
Ebû Dâvud’un Mekke’lilere Mektûbu………………………….. 38
III. BAZI HADÎS ISTILAHLARI……………………………………. 55
Hadîs Kitâbı Okurken Dikkat Edilecek Husûslar………………………… 63
1.Bâb Yumuşak Hûyluluk ve Peygâmber’in Hûyları Hakkında…. 66
2.Bâb Vakâr (Ağırbaşlılık)…………………………………………………………. 72
3.Bâb Öfkesini Yenen Kimse……………………………………………………… 74
***** Öfkelenince Edilecek Duâ…………………………………………………. 78
4.Bâb Affedici Olmak……………………………………………………………….. 83
5.Bâb (İnsânlarla) İyi Geçinmek……………………………………………….. 86
8.Bâb (Dünyâ) İşler(in)de Üstünlük Taslamanın Çirkinliği………. 102
9.Bâb Yüze Karşı Övmenin Çirkinliği……………………………………….. 103
10.Bâb Yumuşak Hûylu Olmak……………………………………………….. 107
11.Bâb İyiliğe Teşekkür Etmek………………………………………………….. 111
12.Bâb (Halkın Gelip Geçtiği) Yollarda Oturmak…………………….. 116
****** Meclisin Geniş Olması…………………………………………………… 120
13.Bâb Gölge İle Güneş Arasında Oturmak……………………………… 121
14.Bâb Meclislerde Tek Bir Halka Teşkîl Edecek Şekilde Oturmak 122
****** Meclisin Ortasında Oturmanın Hükmü………………………….. 124
15.Bâb Kişinin Başka Biri İçin Yerinden Kalkması…………………….. 125
16.Bâb Meclisinde Oturulması Tavsiye Edilen Kimseler…………… 127
17.Bâb Münâkaşanın Çirkinliği………………………………………………… 133
18.Bâb Konuşurken Ta‘kîb Edilmesi Uygun Yol……………………….. 136
20.Bâb İnsânları Toplumda Lâyık Oldukları Yere Oturtmak…… 144
21.Bâb İki Kişi Arasına İzinleri Olmadan Oturmanın Hükmü…… 147
22.Bâb Kişinin Oturması…………………………………………………………. 148
****** Mekrûh Olan Oturuş…………………………………………………….. 149
23.Bâb Yatsıdan Sonra Sohbet Etmek Yasaklanmıştır…………….. 150
24.Bâb Fısıldaşmanın Hükmü…………………………………………………. 150
25.Bâb Oturduğu Yerden Kalkıpda Sonra Oraya Tekrâr Dönen Kimse (Oraya Oturmaya Başkalarından Daha Çok Müstehaktır)………………………………… 152
******* İnsânın Oturduğu Bir Meclisten Hiç Allah’ı Zikretmeden Kalkıp Gitmesinin Çirkinliği Bâbı 154
26.Bâb Kişinin Bağdaş Kurarak Oturması………………………………. 155
27.Bâb Meclisin Keffâreti………………………………………………………… 157
28.Bâb Bir Meclisten (Diğerine) Laf Taşımak…………………………… 159
29.Bâb İnsânlar(ın Zarârların)dan Sakınmak………………………….. 160
30.Bâb Yürürken Uyulması Gereken Tutum ve Davranışlar…….. 163
31.Bâb Bacak Bacak Üzerine Atarak Oturmanın Hükmü…………. 164
32.Bâb Laf Taşımak………………………………………………………………… 166
33.Bâb Koğuculuk…………………………………………………………………… 168
34.Bâb İki Yüzlülük…………………………………………………………………. 172
36.Bâb Bir Müslümanın Gıybetinin Yapılmasına Engel Olmak.. 183
******* Arkasından Yapılan Çekiştirme Gıybet Sayılmayan Kimseler 185
******* Gıybetini Yapan Kimselere Hakkını Helâl Eden Kimseler Hakkında Gelen Hadîsler 187
37.Bâb Tecessüs (Gizli Kusûrları Araştırma) Harâmdır……………. 189
38.Bâb Bir Müslümanın Ayıbını Örtmek………………………………….. 191
39.Bâb Karşılıklı Olarak Birbirlerine Sövenlerin Vebâli…………… 195
40.Bâb Alçak Gönüllülük……………………………………………………….. 196
41.Bâb İntikâm Almanın Hükmü……………………………………………… 197
42.Bâb Ölüler Aleyhinde Konuşmak Yasaklanmıştır………………. 201
43.Bâb Azgınlık (Haddini Aşmak) Yasaklanmıştır…………………… 203
44.Bâb Hased (Kıskançlık)……………………………………………………… 205
45.Bâb La‘net Etmenin Hükmü………………………………………………. 209
46.Bâb Zâlime Bedduâ Etmek…………………………………………………. 214
47.Bâb Kişinin Müslümân Kardeşine Küsmesinin Hükmü………… 215
48.Bâb (Müslümânlara Kötü) Zann (Beslemenin Hükmü)……….. 222
49.Bâb Müslümânların İyiliğine Çalışma ve Onları Kötülüklerden Korumak 223
50.Bâb Müslümânların Arasını Düzeltmek……………………………… 225
51.Bâb Şarkı Söylemek Yasaklanmıştır…………………………………… 228
52.Bâb Şarkı Söylemenin Ve Nefesli Saz Çalmanın Kerâheti…… 233
53.Bâb Kadınlaşan Erkekler Hakkında Gelen Hadîsler……………. 241
54.Bâb Oyuncak Bebeklerle Oynamanın Hükmü…………………… 245
55.Bâb Salıncağa Binmenin Hükmü……………………………………….. 247
56.Bâb Tavla Oyunu Oynamak Yasaklanmıştır……………………… 252
57.Bâb Güvercinle Oynayan Kimsenin Durumu……………………… 253
60.Bâb Müslümâna Yardım Etmenin Fazîleti…………………………. 264
61.Bâb (Çirkin) İsimleri (Güzel İsimlerle) Değiştirmek……………… 266
62.Bâb Kötü İsim(ler)i Değiştirmek…………………………………………. 270
64.Bâb Bir Kimsenin Ebû Îsâ Künyesi Almasının Hükmü…………. 281
65.Bâb Bir Kimsenin Başka Birinin Oğlunu “Oğlum” Diye Çağırmasının Hükmü 283
66.Bâb Bir Kimseye Hz. Peygâmber’in Künyesi Olan Ebû’l-Kâsım Künyesini Vermenin Hükmü……………………………………………………………………………………………. 284
67.Bâb “Hz. Peygâmber’in İsmiyle Künyesi Bir Kimsede Birleştirilemez” Diyenlerin Delîlini Teşkîl Eden Hadîsler………………………………………………………………………………. 287
68.Bâb Hz. Peygâmber’in hem İsmini hem de Künyesini bir Adama Vermenin Câiz Olduğunu İfâde Eden Hadîsler……………………………………………………………………… 288
69.Bâb Çocuğu Olmayan Bir Kimsenin Künye Alması Konusunda Gelen Hadîsler 290
70.Bâb Çocuğu Olmayan Kadına da Künye Verilebilir……………. 291
71.Bâb Ta‘riz (Yoluyla Konuşmanın Hükmü)…………………………… 292
72.Bâb Bir Kimsenin: “Bazı Kimseler Şöyle Bir İddiâda Bulundular” Diyerek Konuşmasının Hükmü……………………………………………………………………………………………. 294
73.Bâb Hutbe Esnâsında: “Emmâ Ba‘dü” Demenin Hükmü…….. 295
74.Bâb Kerm (Kelimesi) Ve Dili Koruma Hakkında (Gelen Hadîsler)……….. 296
75.Bâb Köle Efendisine “Rabbim” Diyemez…………………………….. 298
76.Bâb İnsânın Kendisi İçin “Nefsim Pis Oldu” Demesi Doğru Değildir. 302
78.Bâb Yatsı Namazı(nın İsmi Nedir)?…………………………………….. 309
79.Bâb Şu (Yatsı Namazına Mecâzen Ateme İsmi Vermek Gibi Teşbîh Ve Mecâz Yüklü Kelimeler Kullanmak ile İlgili) Husûslara Ruhsât Veren Hadîsler………… 312
80.Bâb Yalan Hakkında Gelen Şiddetli Tehdîdler…………………… 314
81.Bâb Hüsn-i Zann (İyimserlik)………………………………………………. 319
82.Bâb Va‘detmek Konusunda (Gelen Hadîsler)……………………… 321
83.Bâb Kendisine Verilmemiş Bir Şeyle (Sanki Verilmiş de Onunla) Doymuş Gibi Görünmenin Hükmü……………………………………………………………………………………………. 324
84.Bâb Şaka Hakkında Gelen (Hadisler)………………………………… 325
85.Bâb Bir Kimsenin Mâlını Haberi Olmadan Şaka Diye Almanın Hükmü 330
86.Bâb Güzel Konuşmaya Özenerek Ağzı Doldura Doldura Konuşmak 332
87.Bâb Şiir Hakkında (Gelen Hadîsler)…………………………………… 336
88.Bâb Rü’yâ Hakkında (Gelen Hadîsler)………………………………. 346
89.Bâb Esnemek Konusunda (Gelen Hadîsler)………………………… 361
90.Bâb Aksırma Hakkında (Gelen Hadîsler)…………………………… 364
91.Bâb Aksırana Duâ Etmek (Teşmît) Hakkında……………………… 370
92.Bâb Aksıran Kimseye Kaç Defa ‘Yerhamükellah’ Diye Duâ Edilir? 373
93.Bâb (Aksırdıkları Zaman) Gayr-i Müslim Vatandaşlara Nasıl Teşmît (Duâ) Yapılır? 375
94.Bâb Aksırıp da “Elhamdülillah” Demeyen Kimse Hakkında.. 376
95.Bâb Yüzü Koyun Yatan Kimse Hakkında (Gelen Hadîsler)…. 377
******* Mescidde Uyumanın Hükmü……………………………………….. 380
96.Bâb Etrafı Çevrili Olmayan Bir Dam Üzerinde Uyumak Hakkında 381
96-97. Bâb Yatağa Abdestli Hâlde Yatmak……………………………. 382
******* (İnsân Yatağa Yatarken) Ne Tarafa Yönelir*……………….. 384
97-98.Bâb İnsân Yatarken Hangi Duâyı Okur?……………………… 385
98-99.Bâb Geceleyin Uyanan Kimse Hangi Duâyı Okur?………. 397
99-100.Bâb Uyumadan Önce Yapılacak Tesbîhât (Zikirler)…… 399
100-101.Bâb Kişi Sabahladığı Zaman Hangi Duâyı Okur?…….. 407
101-102.Bâb İnsân Yeni Ayı (Hilâli) Görünce Hangi Duâyı Okur? 436
102-103.Bâb İnsân Evine Girdiği (Çıktığı) Zaman Hangi Duâyı Okur? 437
103-104.Bâb İnsân Rüzgâr Estiği Zaman Hangi Duâyı Okur. 440
104-105.Bâb Yağmur Hakkında (Gelen Hadîsler)………………….. 444
105-106.Bâb Horoz ve (Diğer) Hayvanlar Hakkında (Gelen Hadîsler) 445
******* Eşeğin Anırması Ve Köpeklerin Havlaması…………………… 447
106-107.Bâb Çocuk Doğunca Kulağına Ezân Okunur……………. 449
107-108.Bâb Kişinin Allah İsmini Vererek Diğer Bir Kişiye Sığınması 453
108-109.Bâb (Kalbe Gelen) Kuşkunun (Vesvesenin) Önlenmesi Hakkında 456
109-110.Bâb Kişinin Nesebini Kendi Velîlerinden Başka Birine Nisbet Etmesi Hakkında 461
110-111.Bâb Soy-Sop İle Övünme(nin Harâmlığı) Hakkında Gelen Hadîsler 465
111-112.Bâb ‘Asabiyyet (Kavmiyetçilik) Hakkında Gelen Hadîsler 466
112-113.Bâb Kişinin Sevdiği Bir Kimseye Sevgisini Bildirmesi (İyidir) 474
113-114.Bâb İstişâre Etmek…………………………………………………….. 480
114-115.Bâb Hayra Kılavuzluk Eden (Onu Bizzât İşlemiş Gibidir) 481
115-116.Bâb Nefsin Boş İstekleri(ne Kapılmak Câiz Değildir)….. 482
116-117.Bâb Şefâ‘at………………………………………………………………… 483
117-118.Bâb Mektûb Yazarken Kişi Önce Kendi İsminden Başlar 484
118-119.Bâb İslâm İdâresi Altındaki Azınlıklara (Zimmîlere) Mektûb Nasıl Yazılır? 485
119-120.Bâb Anne ve Babaya İyilik ve İtâ‘at………………………….. 487
******* Baba veya Annenin Emri Üzerine Evlâd Karısını Boşamaya Mecbûr mu? 492
120-121.Bâb Yetîmin Geçimini Üzerine Alan Kimsenin Fazîleti Hakkında 501
121-122.Bâb Yetîmi Bağrına Basmanın Fazîleti………………………. 506
122-123.Bâb Komşu Hakkı……………………………………………………… 506
123-124.Bâb Kölelerin Hakları……………………………………………….. 515
124-125.Bâb Kölenin (Efendisine Karşı) Samîmî Olması Hakkında 526
125-126.Bâb Köleyi Efendisine Karşı Kışkırtan Kimse Hakkında (Gelen Hadîsler) 527
126-127.Bâb (Eve Girmek İçin) İsti’zân (İzin İsteme) Hakkında (Gelen Hadîsler) 528
******* (Başkasının Evine Girmek İçin) Nasıl İzin İstenir?*……….. 534
127-128.Bâb (Başkasının Evine Girmek İçin) İzin İsteneceğinde
(Ev Sâhibine) Kaç Defa Selâm Verilir?………………………………….. 537
******* Kişinin Kapıyı Çalarak İzin İstemesinin Hükmü……………. 546
128-129.Bâb Kişinin (Bir Yere) Da‘vetli Olması (Oraya Girebilmesi İçin)
129-130.Bâb Kişinin (Evinde Genellikle) Açık-Saçık Bulunduğu Üç Vakitte
(Evine Girmek İçin) İzin İstemenin Önemi……………………………. 549
130-131.Bâb Selâmı Yaymak………………………………………………….. 554
131-132.Bâb Selâm Nasıl Verilir?……………………………………………. 558
132-133.Bâb Selâmı Önce Veren Kimsenin Fazîleti…………………. 563
133-134.Bâb Öncelikle Selâm Vermek Kime Düşer?……………….. 564
134-135.Bâb Bir Adam Yanından Ayrıldığı Adamla Karşılaşınca Selâm Verir mi? 566
135-136.Bâb Çocuklara Selâm Vermenin Hükmü…………………… 569
136-137.Bâb Kadınlara Selâm Vermenin Hükmü……………………. 570
137-138.Bâb Müslümân Ülkesinde Yaşayan Azınlıklara SelÂm Vermenin Hükmü 571
138-139.Bâb Meclisten Kalkınca Selâm Vermenin Hükmü……… 576
139-140.Bâb Selâmı “Aleykesselâm” Şeklinde Vermek Mekrûhdur 577
140-141.Bâb (Bir Cemâ‘at Adına O) Cemâ‘atten Bir Tek Kimsenin
141-142.Bâb Musâfaha (El Sıkışma)……………………………………….. 579
******* Sabah Ve İkindi Namazlarından Sonra Musâfaha Yapmak (Câiz Midir?) 582
142-143.Bâb Kucaklaşma………………………………………………………. 585
143-144.Bâb Ayağa Kalkma Hakkında (Gelen Hadîsler)……….. 589
144-145.Bâb Kişinin Kendi Oğlan Çocuğunu Öpmesinin Hükmü 595
145-146.Bâb İki Gözün Arasından Öpmenin Hükmü………………. 597
146-147.Bâb Yanaktan Öpmenin Hükmü………………………………. 598
147-148.Bâb El Öpme Hakkında (Gelen Hadîs)……………………… 599
148-149.Bâb Vücûdu Öpmenin Hükmü…………………………………. 600
149-150.Bâb “Allah Beni Sana Fedâ Etsin” Demenin Hükmü… 604
150-151.Bâb Bir Kimsenin (Diğer Bir Kimseye): “Allah Gözünü Aydın Etsin” Demesinin Hükmü…………………………………………………………………………………………… 606
151-152.Bâb Bir Kimsenin Diğer Bir Kimse İçin Ayağa Kalkmasının Hükmü 607
152- 153.Bâb Bir Adamın Diğer Bir Adama:“Allah Seni Korusun” Demesi 612
153-154.Bâb Bir Adam (Kendisine): “Falan Adamın Sana Selâmı Var” Diyen Kimseye Nasıl Karşılık Verir?…………………………………………………………………………………… 612
154-155.Bâb Bir Kimsenin Diğer Bir Kimseye “Lebbeyk (Buyur Emrindeyim)” Demesinin Hükmü 614
155-156.Bâb Bir Kimsenin Diğer Bir Kimseye: “Allah Sen(in Yüzünü)Güldür(meye Devâm Et)sin” Demesinin Hükmü……………………………………………………………….. 616
156-157.Bâb Binâ Konusunda (Gelen Hadîsler)……………………… 617
157-158.Bâb Yüksek Kat Yaptırmanın Hükmü………………………… 652
158-159.Bâb Arabistan Kirazı Ağacını Kesmenin Hükmü……….. 653
159-160.Bâb Yollardan (Gelip Geçeni) Rahatsız Eden Engelleri Kaldırmanın Fazîleti 656
160-161.Bâb Geceleyin (Evlerde Yanmakta Olan) Ateş(ler)i Söndürme Hakkında 663
161- 162.Bâb Yılanları Öldürme Hakkında………………………………. 665
162-163.Bâb Kertenkelenin Öldürülmesi……………………………….. 678
163-164.Bâb Küçük (Kırmızı) Karıncaları Öldürmenin Hükmü… 681
164-165.Bâb Kurbağa Öldürmenin Hükmü……………………………. 685
165-166.Bâb Fiske Taşı (Atmanın Hükmü)……………………………… 686
166-167.Bâb Sünnet Olmak…………………………………………………… 687
167-168.Bâb Kadınların Erkeklerle Beraber Yolda Yürümeleri. 690
168-169.Bâb İnsânın Dehre Sövmesi(nin Hükmü)…………………… 692
KONULAR FİHRİSTİ……………………………………………….. 695
İLK RÂVÎLER FİHRİSTİ……………………………………………. 706
ŞAHIS İSİMLERİ FİHRİSTİ………………………………………… 711
KİTÂB İSİMLERİ FİHRİSTİ……………………………………….. 727
YER İSİMLERİ FİHRİSTİ…………………………………………… 734
Yüce dînimiz İslâmiyetin Kur’ân’dan sonraki en büyük kaynağı Sünnettir. Hz. Peygâmber’in (s.a.) söz, fiil ve takrîrlerinden ibâret olan sünnet asırlar boyu Müslümân âlimlerin üzerinde çalıştıkları, hizmetinde oldukları bir sâha olmuştur.
Rasûlullah (s.a.)’in hadîslerini ezberinde tutanların vefâtlarıyla, sünnet hazînesinin yok olmasını önleyip onun sonraki nesillere eksiksiz ve yanlışsız olarak aktarılmasını sağlamak için hadîsler derlenip kitâblara geçirilmiştir. Bu kitâblardan özellikle altısı son derece ün kazanmıştır. Kütüb-ü Sitte adıyla anılan bu altı kitâb Buhârî ve Müslim’in Sahîhleri Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce’nin Sünenleridir.
Şübhesiz Müslümânların hepsi Arab değildir ve Arabcayı bilmezler. Arab olmayanların da dînlerinin esâslarını kaynaklarında görmek ve sevgili Peygâmberlerinin hadîslerini okuyup anlamak en tabîî hakları olsa gerektir. Onun için İslâmî ilimlerin diğer sâhalarında olduğu gibi hadîs sâhasındaki bir çok eser de başka dillere, bu meyânda Türkçe’ye terceme edilmiştir. İşte Kütüb-ü Sitte diye bilinen bu altı kitâbın hepsi; îzâhlı ya da îzâhsız olarak ve bazıları birden fazla olmak üzere dilimize kazandırılmıştır. Biz de, Ebû Dâvud Süleymân b. Eş‘as es-Sicistânî el-Ezdî’nin Sünen’ini terceme ve bazı yerleri biraz îzâh ederek Türk okuyucusuna hizmet etmeye çalıştık. Diğer hadîs eserleri gibi, Ebû Dâvud’un Sünen’ine de selef âlimleri tarafından çok değerli şerhler yazılmıştır. Ancak Arabca’yı bilmeyen Türk okuyucuları bu eserlerden istifâde edememektedir. Bizler âciz çalışmamızla bu şerhlerden hiç olmazsa bazılarını Türk okurlarının önüne sermek için terceme ile yetinmeyip, hadîslerle ilgili açıklamalarda da bulunduk. Onun için kitâb bir Sünen-i Ebû Dâvud tercemesi değil, aynı zamânda şerhi hüviyyetine büründü.
Tercemede, Hattâbî’nin Me‘âlimü’s-Sünen’i ile birlikte 1969 yılında Muhammed Alî es-Seyyîd tarafından bastırılan beş ciltlik matbû‘ nüshayı ele aldık. Ancak daha sonra eser Mu‘cemu’l-Müfehres li elfazı’l-hadîsi’n-nebevî’ye uygun bir şekilde düzenlendi.
Îzâhlarımızda Kitâbü’l-Menâsik’in 12. bâbının sonuna kadar Mahmûd Muhammed Hattâb es-Sübkî’nin çok değerli eseri el-Menhelu’l-‘Azbu’l-Mevrûd şerhu Sünen-i Ebû Dâvud’unu esâs aldık. Hattâ diyebiliriz ki bu eseri muhtasar olarak terceme ettik, özetlemeye çalıştık. Böylece bu kıymetli eserden Türk okuyucusunun istifâdesini sağlamak istedik. Tabî‘atıyla, Menhel’i olduğu gibi terceme etmedik ama onunla da yetinmedik. Sünen’in matbû‘ şerhleri ‘Avnü’l-Ma‘bûd ve Bezlü’l-Mechûd başta olmak üzere başka eserlerden de faydalandık.
Menhel müellifi eserini tamâmlayamadan vefât ettiği için kalan kısımda Menhel’in tekmilesi olan ve müellifin oğlu Emîn Mahmûd Hattâb tarafından yazılan Fethu’l-Meliki’l-Ma‘bûd Tekmiletu’l-Menhelu’l-‘Azbu’l-Mevrûd’u esâs almaya başladık. Ne yazık ki bu eser de tamâmlanamamıştı. O da Kitâbu’t-Talâk’ın sonuna kadar varabilmiştir. Geri kalan kısımda da Ebû Dâvud şerhlerinden ‘Avnü’l-Ma‘bûd başta olmak üzere birçok eserden istifâde ettik. Bunların bir kısmını bibliyografya olarak takdîm edeceğiz. Bazılarına da dipnotlarda temâs ettik.
Tercememizde şerhlerdeki îzâhları göz önünde tuttuk. Farklı anlayışlar varsa önce tercemeye esâs aldığımız îzâhın sâhibine daha sonra da diğer anlayışlara işâret ettik.
Hadîslerin, Mu‘cemu’l-müfehres’i esâs alarak diğer hadîs eserlerindeki yerlerine gösterdik. İtirâf edelim ki bunu yaparken Mu‘cemu’l-Müfehres’le yetindik, hadîslerin hepsini tek tek yerlerinde tesbît etmedik.
Îzâh kısmını genelde dört bölüm hâlinde ele aldık. İlk bölümde hadîsin diğer hadîs kitâblarındaki rivâyetlerine ve hadîsin sıhhati konusunda söylenenlere işâret ettik. İkinci bölümde hadîsin anlaşılması bakımından îzâha muhtâc yönlerini îzâha çalıştık. Üçüncü bölümde hadîsin fıkhî yönünü ve o konuda çeşitli mezheblerin ve âlimlerin görüşlerini verdik. Herbirinin delîllerini ve karşı görüşte olanların bu delîllere bakış açılarını ele aldık. Bunu yaparken bazen mezheblerin kendi fıkıh kitâblarına mürâca‘at etmekle beraber genelde Sünen’in veya diğer hadîs kitâblarının şerhlerindeki ma‘lûmâta dayandık. Aslında bunun bir kusûr olduğunu kabûl ediyoruz. Ama her mezhebin görüşünü kendi kaynaklarından araştırmaya ne gücümüz ne de imkânımız el verdi. Onun için mezheblere nisbet edilen görüşler her zamân müftâbih olan görüş olmayabilir. Buna dikkat çekmeyi görev sayıyoruz.
Îzâh kısmının son bölümünde “hükümler” başlığı altında hadîsin zâhirinden çıkartılabilecek “bazı hükümler”e işâret ettik. Tâbi bizim göremediğimiz başka hükümler elbette çıkacaktır. Bazı bölümlerin başında daha hadîslerin tercemesine başlamadan o konu ile ilgili özet ma‘lûmâtlar verdik.
Burada şuna önemle dikkat çekmek isteriz: Biz Ebû Dâvud’un Sünen’ini şerh etmedik. Böyle bir işin bizim gibi âcizlerin altından kalkabilecekleri bir iş olmadığını çok iyi biliyoruz. Biz bulabildiğimiz ve gücümüzün yettiği kadarıyla selefin yaptığı şerhlerden tercemeler yaptık ve onları bir araya getirmeye çalıştık. Kendi kafamızdan bir şey söylemedik, söylenenlerden bazılarını aktardık. Bu çalışmamızla aynı eser üzerinde yapılacak değerli başka çalışmalara ihtiyâc bırakmadığımızı da düşünmüyoruz.
Bütün kusûr ve âcizliklerimize rağmen, cür’etimizin, niyyetimizin hizmet oluşuna hamledilmesini umarız. Eserin büyük bir bölümünün sayın Mehmet Savaş tarafından okunup tashîh edilmiş olması ve baş tarafa eklediği mukaddimenin yanı sıra tamâmının İsmail Lütfi Çakan tarafından redakte edilmiş olması bizler için son derece sevindirici olmuştur. Değerli katkılarından dolayı bu çok kıymetli ilim adamlarımıza teşekkür ederiz. Ayrıca eserin neşri husûsunda elinden gelen hiç bir fedâkârlık ve gayreti esirgemeyen Şamil Yayınevi’nin sâhibi muhterem Duran Kömürcü’ye ve diğer mensûblarına da özellikle teşekkür ederiz.
Nâçîz hizmetimizin Allah celle celâlüh’ün rızâsına muvâfık olmasını niyâz ederiz. Hatâlarımızın affını dileriz. Hazırlayanlar
II. MÜELLİF VE ESERİ
EBÛ DÂVUD
İmâm, şeyhu’s-sünne, mukaddemu’I-huffâz ve muhaddisu’l-Basra gibi ünvânlara sâhib olan müellif Ebû Dâvud, h. 202’de Sicistân’da doğmuştur. Tam adı; Ebû Dâvud Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd b. ‘Amr b. İmrân el-Ezdî es-Sicistânî’dir. Nisbelerinden birincisi kabîle, ikincisi memleket nisbeleridir ve ittifâkîdir. O’na, Sicistân kelimesinin bir çeşit kısaltması olan Sicz’e nisbetle es-Siczî denildiğine de rastlanılmaktadır.
Ebû Dâvud’un Türk ve Arab olduğuna dâir iki ayrı görüş ileri sürülmektedir. Sicistân, Afganistan’ın güney kesimine düşen Afganistan – İran sınır bölgesi olarak Türk yerleşim bölgelerindendir. Ancak Ezd Kabîlesi de Yemen’de meşhûr büyük bir Arab kabîlesidir. Ebû Dâvud’un milliyeti hakkındaki iki ayrı değerlendirme muhtemelen bu iki esâsa dayanmaktadır.
Ebû Dâvud’un büyük dedelerinden İmrân, Hz. Alî tarafından Sıffin savaşına katılmış ve orada şehîd düşmüştür. Ağabeyi Muhammed el-Eş‘as ise, Ebû Dâvud’a ilim yolculuklarında arkadaşlık etmiştir. Oğlu Ebû Bekr Abdullah meşhûr bir muhaddistir. Müellifimizin âilesi hakkında kaynakların verdiği bilgi bunlardan ibârettir.
Çağı-Çevresi
Ebû Dâvud’un yaşadığı çağ, özellikle hadîs ilmi tarîhi bakımından, altın çağ kabûl edilen hicrî III. asırdır. Aslında bu çağ, İslâm medeniyetinin ve İslâmî ilimlerin tam bir inkişâf ve gelişme gösterdiği, her dalda klasik ve temel eserlerin verildiği hareketli ve bereketli bir dönemdir. Âdetâ kuruluş merhâlesinin bütün yönleriyle gerçekleştirildiği yeni ilmî fa‘âliyetlere zemîn hazırlandığı çağdır.
Hadîs ilmi açısından kütüb-i sitte müelliflerinin yaşadığı bir dönem olan hicrî üçüncü asır, siyâsî açıdan da ‘Abbâsilerin hilâfet dönemine rastlamaktadır. Ebû Dâvud, dokuz ‘Abbâsî halîfesinin iktidârını idrâk etmiştir.
Yetişmesi
Ebû Dâvud, ilk bilgileri kendi yöresinin âlimlerinden aldıktan sonra, o günün ilim geleneğine uyarak ilim tahsîli için Irak, Cezîretu’l-Arab, Şâm, Mısır gibi yörelere ve bu yörelerdeki ilim merkezlerine gitmiş oralardaki âlimlerden hadîs tahsîl etmiştir. Onun uzun süre kaldığı şehirlerin arasında Horasan, Rey, Herat, Kûfe, Bağdâd ve Tarsûs başta gelmektedir, ömrünün sonlarına doğru (h. 271-884’de) göçtüğü Basra’yı da bu arada saymak gerekir.
Ebû Dâvud’un, gezdiği bu geniş yörede kendilerinden istifâde ettiği hocalar kadrosu 300’ü bulmaktadır. Bu rakamı İbn Hacer (852/1448), Sünen ve öteki eserlerinden tesbît etmiştir.
Bunlar arasından bilhâssa Ahmed b. Hanbel, (241/855), Kuteybe b. Sa‘îd (240/854), Müsedded b. Müserhed (228/842), Sa‘îd b. Mansûr (227/841), Hen-nâd es-Seriyy (243/857), Alî b. el-Medînî (224/838), Yahyâ b. Ma‘în (233/847), Hayve b. Şureyh (224/838), Halef b. Hişâm (227/841) ve ‘Amr b. ‘Avn (225/839) zikre değer.
İlmî Şahsiyeti
Hadîsin fıkhı, illetleri, metin ve sened olarak taşıdığı husûsiyetleri hakkında fevkalâde geniş bir bilgiye sâhib olan hadîs mütehassısı Ebû Dâvud’un ilmî şahsiyetini belli kriterlere göre şöylece tesbît edebiliriz.
İlmî şahsiyetin temelinde, günün şartlarına göre iyi ve etrâflı bir tahsîl aranır. Müellifimizi bu açıdan ele alacak olursak, hocalarının, o günün İslâm dünyâsının en mu‘teber ilim adamları, olduğunu görürüz. Biraz önce verdiğimiz isimler bunun açık delîlidir. Devrinin ilim merkezlerini gezmiş olması, gerek bilgi – görgü olarak, gerekse metod, uygulama ve kavrayış olarak onun ilmî kişiliğini bulmasında fevkalâde müessir olmuştur.
Bu durumu ve onun ilmî şahsiyetinin bir başka yönünü, çağdaşlarının meslektaşlarının ve hattâ hocalarının ona yönelik değerlendirmelerinde görmek mümkündür. Hocası Ahmed b. Hanbel’in, kendisinden âtire ile ilgili hadîsi yazmış olması; Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin (283/896); “Rasûlullah’ın hadîslerini rivâyet eden dilini çıkar da bir öpeyim” diye takdîr duygularını sergilemesi, devr-i ulemâsının Ebû Dâvud’a gösterdiği yaygın i‘tibârın iki ayrı göstergesidir. Onun hakkında ulemânın söylediği senâ cümlelerine kaynaklar uzun uzun yer vermektedirler. Biz bu iki misâli yeterli gördük.
İlmî şahsiyetinin bir başka göstergesi ya da unsûru dikkatli bir araştırıcılıktır. Bu açıdan bir hadîsci olarak Ebû Dâvud’un taklîdden çok tahkîki benimsemiş olması, gerçekten engin ilminin belki de hakîkî sebebidir. Buzâ‘a kuyusu ile ilgili hadîsin sonunda verdiği bilgi müellifimizin araştırıcılık vasfını yansıtan en güzel örneklerden biridir. O, şunları söylemektedir:
“Ridâmı kuyunun ağzına serdim. Sonra da onu karışladım. Tam altı zirâ‘ geldi. Bana bahçenin kapısını açan ve beni içeri alan kişiye, ‘kuyunun eski hâli değiştirildi mi?’ diye sordum.‘Hayır’ dedi. Suyun rengi bozuktu.”
Ebû Dâvud bu sözlerini, Kuteybe b. Sa‘îd’in, kuyunun en çok uyluklara en az baldırlara kadar su tuttuğuna dâir açıklamasını kaydettikten sonra söylemektedir. O, rivâyet ettiği bu bilgi ile yetinmeyip imkân bulunca kuyuyu bizzât kendisi ölçmüş, durumu yerinde tahkîk etmiş, suyunun renginin bozuk olduğunu tesbît etmiştir. Bütün bunları nasıl yaptığını da tam bir ilim nâmûsu içinde tek tek anlatmaktadır. Yaptığı işe ve yöntemine i‘tirâz kapısını açık bırakmamaktadır.
Ebû Dâvud’un bu tutumu, onun araştırmacılığının ve ilmî dürüstlüğünün takdîr edilmesi gereken delîlidir. İlmî bir titizliktir.
O’nun ilmî şahsiyetinin bir başka unsûru da münekkidliğidir. Aslında klasik devir hadîscilerinin müşterek özelliklerinin başında onların iyi birer ricâl ve metin münekkidi olmaları gelir. Bu, hiç şübhesiz meşgûl oldukları hadîs ilminin ana karakteridir. Sünen-i Ebû Dâvud’un gerek tanıtım gerek tenkîd olarak ricâl ve metin konusundaki hassâsiyet ve ihtisâsının örnekleriyle doludur.
Ayrıca Ebû Dâvud’un araştırıcılık ve münekkidlik yönünü ortaya koyan gerçekten çok fazla tesbît ve şahâdet bulunmaktadır. Takdîr ifâdelerindeki anlaşılabilir mübâlağa unsûrlarını dikkate alarak söyleyelim ki, bu şahâdetler onun ilmî şahsiyetinin bir başka unsûru olan ilmiyle âmil olma durumunu yani dîni yaşayışını, vera‘ ve takvâsını da yeterince ortaya koymaktadır.
“Ebû Dâvud, hadîs ilminin hâfızı, dîni yaşamakta iffet, salâh ve vera‘nın doruk noktasında, bir hadîs süvârisidir.”
“Dâvud (a.s.)’a nasıl demir yumuşatılmışsa, Ebû Dâvud’a da hadîs ilmi öylesine kolaylaştırılmıştır.”
“Hadîsleri tahrîc eden ve sâbit olanları malûl olanlardan, hatâyı-sevâbdan ayırabilen dört kişi vardır: Buhârî, Müslim. Onlardan sonra da Ebû Dâvud ve Nesâî…”
“O, hadîste reîs, fıkıhta reîsdi. Heybet, saygınlık, salâh ve takvâ sâhibi; Ahmed b. Hanbel’e benzer biriydi.”
İlmî şahsiyetinin en tartışılmaz göstergesi eserdir, şâ‘irin dediği gibi;
Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rutbe-i aklı eserinde.
Bu noktadan hareketle Ebû Dâvud’u tedkîk ettiğimizde, onun bilhâssa Sünen’i ve diğer eserleri, müellifimizin ilmî kişiliğini yeterince ortaya koyacak nitelikte olduğunu görmekteyiz. Sünen’inin, kütüb-i sitte’nin üçüncü sırasında yer alması bunun açık göstergesidir.
Bir ilim adamının eserine talebelerini de katmak elbette gerekecektir. Ebû Dâvud’un talebeleri arasında, Sünen’inin râvîsi olanlara ilâveten, yine kütüb-i sitte müelliflerinden Tirmizî (279/892) ve Nesâî (303/915) ve daha birçok meşhûr muhaddis bulunmaktadır.
Ayrıca Ebû Dâvud’un ilmî şahsiyetinin bir başka yönüne misâl olarak biraz sonra nakledeceğimiz olayda da görüleceği gibi O, imârı istenen Basra’nın ihyâsını sağlamak üzere orada oturmaya da‘vet edilecek kadar ilmî şöhret sâhibiydi. Günümüzde nasıl kalkındırılmak istenen yörelere birer üniversite açma yoluna gidiliyorsa, o gün Basra’nın ihyâsı görevini yalnız başına Ebû Dâvud üstleniyordu. O’nun Basra’da olduğunu duyan ilim tâliblileri ona gelecek ve böylece şehir yeniden cânlanacaktı, ilim ve ulemânın hem ma‘nevî hem maddî açıdan ihyâ ve ‘ümrân vesîlesi olduğunu Ebû Dâvud’un şahsında görmekteyiz.
Burada şuna da işâret edelim ki, Ebû Dâvud’un Basra’ya da‘vet edilmesi olayı, aynı zamânda bizim medeniyetimizin temel özelliğinin ilim olduğunu ve bu medeniyetin temelinde ulemânın tartışmasız bir yere ve role sâhib bulunduğunu da gözler önüne sermektedir.
İlmî şahsiyetinin bir başka ölçüsü, âlimin, ilmin şerefine sâhib çıkan bir genel tavır içinde olmasıdır. Bu da daha çok, ilmi kendi zemîninde ve kendine hâs şartlar içinde, bilhâssa yöneticilerin istismârına imkân bırakmayacak şekilde yaymaya çalışmakla isbât edilebilir. Ebû Dâvud’u tam bir ilmî sorumluluk içinde görmekteyiz. Şu olay bunun en açık delîlidir. Kendisine hizmet etmekte olan Ebû Bekr b. Câbir anlatıyor:
“Bağdâd’da Ebû Dâvud ile beraberdik. Bir gün akşam namazını kıldıktan sonra kapı çalındı. Açtım. Bir de ne göreyim, bir görevli:
“– Emîr Ebû Ahmed el-Muvaffak geldi içeri girmek için izin istiyor”, dedi. Dönüp durumu Ebû Dâvud’a bildirdim, izin verdi. Emîr girdi ve oturdu. Sonra Ebû Dâvud, Emîre;
“– Bu vakitte Emîri buralara getiren nedir?” dedi. Emîr;
“– Üç iş için geldim”, dedi. Aralarında şu konuşma cereyân etti:
“– Basra’ya gidip oraya yerleşmeniz. Dünyânın dört bir yanından ilim tâliblileri sana gelirler ve böylece zenci baskınından sonra harâbe hâline gelmiş ve terk edilmiş olan Basra da şenlenir.”
“– Bu birincisi. İkinci iş nedir?”
“– Çocuklarıma Sünen’i okutup rivâyet etmeniz.”
“– Evet, üçüncüsü nedir?”
“– Sünen’i rivâyet için bizim çocuklara özel bir zamân ayırman. Zîrâ halîfe ve emîrlerin çocukları halk ile bir arada olamazlar.”
“– İşte bu aslâ olmaz. Zîrâ ilim konusunda yönetici de yönetilen de aynıdır, eşittir.”
İbn Câbir demiştir ki, “Emîr’in çocukları diğer öğrencilerle beraber derse geldiler, ancak onlarla diğerleri arası bir perde ile ayrıldı.”
Öte yandan Ebû Dâvud’un, ilmî hassâsiyeti ve hakka bağlılığını, eş-dost, akrabâ hatırı aslâ gölgeleyemezdi. Oğlu Ebû Bekr Abdullah hakkında “Oğlum Abdullah yalancıdır” demişonun hadîste güvenilir biri olmadığını açık şekilde ortaya koymuştur.
Bu olaylar, büyük hadîscilerin aşağı-yukarı hepsinde görülen hak yanlısı olma ve ilmin şerefini herşeyin üstünde tutma titizlik ve cesâretini göstermektedir. İlmî şahsiyetin en belli başlı gereklerinden biri belki de en önemlisi de bu tavırdır.
İlmî şahsiyette, ilmî murâkebe ve denetime rızâ göstermek de önemli bir unsûrdur. Bu açıdan müellifimiz aynı olgunluk içindedir. Sünen’ini tasnîf edince hocası Ahmed b. Hanbel’e arzetmiş ve onun denetimini sağlamış ve tasvîbini almıştır. Günümüzde ilmî ve akademik çalışmalar nasıl ihtisâs jürileri tarafından tedkîk edilir ve değerlendirilirse, geçmişte de ulemâ eserlerini, zamânın meşhûr âlimlerine arzeder ve onların görüşlerini kendiliklerinden alırlardı. Bu, ilmî mes’ele edinmenin tabîî gereği ve sonucudur.
Müellifimizin ilmî şahsiyetinde, mensûb olduğu mezhebinde elbette bir payı ve yeri olacaktır. O’nu hanbelî fakîhi olarak gösterenler, O’nun Ahmed b. Hanbel ile olan yakın ve sıcak ilmî alâkasından hareket etmişlerdir. Şâfi‘î tabakâtında kendisine yer verilmiştir. Oysa O’nun diğer hadîsciler gibi hiçbir mezhebin görüşünü benimsememiş olduğu, başlı başına sünnetin fıkhı ile meşgûl bir muhaddis fakîh olduğu açıktır. Mekke’lilere yazdığı mektûbda,Sünen’ini tanıtırken herhangi bir mezhebe mensûbiyetini imâ eden herhangi bir beyânda bulunmamıştır. Zamân zamân şu veya bu mezhebin görüşlerine yakın olması, aralarında paralellik bulunması, onun, o mezhebden olduğunu göstermez. Unutulmamalıdır ki, hadîscinin mezhebi hadîstir. Zâten Ebû Dâvud da sünnete uymakta selef anlayışı üzerindeydi. Kritik kelâmı konulara dalmaktan dâimâ uzak dururdu.
Ayrıca bize göre ilmî şahsiyetin bir diğer ölçüsü de meşgûl olunan sâhada belli terkib ve sonuçlara ulaşabilmek ve bu sonuçları genel değerlendirmeler hâlinde ifâdelendirebilmektir. Müellif Ebû Dâvud bu noktada da fevkalâde dikkat çekici bir beyâna sâhibdir. Beşyüz bin hadîs arasından seçtiği 4800 hadîs ile meydâna getirdiği Sünen’i takdîm ederken, “Müslümânın dînî hayâtı için dört hadîsin yeter” olduğunu söylemiştir. Böyle bir sonuca varmak, konuyu bütün yönleriyle hazmedip temel noktaları yakalayabilme kâbiliyyet ve dikkatini, hazâkatini gösterir. O, bu dört hadîsi şöyle sıralamıştır:
1. Ameller niyetlere göredir.
2. Mâlâyanîyi terketmesi kişinin olgun mü’min olduğunu gösterir.
3. Kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe kişi kâmil mü’min olamaz.
4. Helâl bellidir, harâm bellidir. Aralarında şübheli bazı işlerde vardır…”
Daha sonra medâr-ı İslâm (İslâm ahkâmının üzerinde dönüp durduğu esâslar) olarak benimsenecek olan bu değerlendirme, Ebû Dâvud’un ilmî şahsiyetinin daha sonraki dönemlere de damgasını vurduğunu delîllendirmektedir.
Netîce i‘tibâriyle tasnîf devri müellifleri arasında fevkalâde bir yere ve ilmî kişiliğe sâhib olan Ebû Dâvud, sonraki dönemlerde de eserleri ve kişiliğiyle takdîr görmüş muhaddislerden biridir.
Vefâtı
Müellifimiz Ebû Dâvud 16 Şevvâl 275 Cum‘a günü Basra’da 73 yaşındayken vefât etmiş, cenâze namazını ‘Abbâs b. Abdilvâhid el-Hâşimî kıldırmış ve Süfyân es-Sevrî’nin kabri yanına defnedilmiştir. Rahmetullahi aleyh.
Eserleri
Müellifimiz Ebû Dâvud’un bugün ismen bilinen 19 eseri vardır. Bunlardan 4 tanesi basılmıştır. Diğerleri ya yazmalarının mevcûdiyeti ya da kendilerine yapılan atıflar veya onlardan yapılmış iktibâslar vesîlesi ile ismen tanınmaktadır.
Basılmış olan eserleri şunlardır:
Sünen. Bunun üzerinde ayrıca durulacaktır.
Risâletuhu fî Vasfı Kitâbü’s-Sünen Zâhiriyye (hadîs 347), yazma nüshası bulunan bu mektûbu M. Zâhid Kevserî, Kâhire’de 1369’da neşretmiştir. Ayrıca Muhammed Sabbağ da Advâu’ş-Şeri‘a mecmû‘asında (sayı 5, 1394) tahkîkli olarak yayınlamıştır. Daha sonra müstakil baskısı da yapılan bu mektûbu, M. Sabbağ’ın tahkîkinden yararlanarak terceme etmiş bulunmaktayız. Terceme bu mukaddime içinde yer alacaktır.
el-Merasîl: Mürsel hadîslerle ilgili olup Reîsu’l-küttâb 145/2 ve Köprülü 294/2’de yazma nüshaları bulunan bu eser Kâhire’de 1310’da basılmıştır.
Mesâilu’l-İmâm Ahmed: Fıkıh konularına göre tertîb edilmiş olan eser, Ahmed b. Hanbel’e tevcîh edilen suâller ve cevâbları ihtivâ etmektedir. Reşid Rıza’nın tahkîki ile Kâhire’de basılmıştır. Daha sonra ofset baskıları yapılmıştır.
Bunların dışındaki Ebû Dâvud’a âid eserler şöylece sıralanabilir:
el-Mesâil, en-Nasih ve’l-mensûh, İcâbâtuhu an suâlâti Ebû ‘Ubeyd Muhammed b. Alî b. Osmân el-Âcurrî, Kitâbu’z-zühd, Tesmiyetu ıhveti’l-Iezîne revâ anhum el-hadîse, Kitâbu’l-kader, Esiletün li Ahmed b. Hanbel ani’r-ruvât ve’s-sikât ve’d-duâfâ, Kitâbu’l-ba’s ve’n-nüşûr, Delâilu’n-nübuvve, et-Teferrüd fi’s-Sünen, Fezâilu’l-Ensâr, Müsnedu Mâlik, ed-Duâ, İbtidau’l-vahy ve Ahbâru’l-Havâric.
Bütün bu eserler içinden Sünen ve Sünen’in muhtevâsını tanıtan Risâle ilâ ehl-i Mekke diye de bilinen Ebû Dâvud’un mektûbu, doğrudan bizi ilgilendirmektedir. Diğer eserleri, muhtevâları Ebû Dâvud üzerinde yapılacak etrâflı bir ilmî çalışma konusudur.
Biz burada Sünen’i tanıtacak ve müellifin Sünen hakkındaki mektûbunun tercemesini vermekle yetineceğiz.
SÜNEN
Ebû Dâvud’un Sünen’ini tanımak için öncelikle hadîs edebiyâtı içinde sünen diye bilinen türü tanımak gerekir.
Tarîhî bir gerçektir ki, ilk devirlerden beri hadîsciler ahkâm ve i‘tikâd ile ilgili hadîslere ayrıca bir önem atfetmişlerdir. Yani hiçbir zamân bu iki konuya âid hadîsleri meselâ tarîhî hadîsler (meğâzî hadîsleri) ile bir tutmamışlardır.
Bu genel tavrın bir netîcesi olarak hicrî III. asrın ikinci yarısından i‘tibâren hadîsciler, sâdece ahkâm hadîslerini toplamaya yönelmişlerdir. İşte bu yöneliş hadîs edebiyâtı tarîhi içinde sünenleri meydâna çıkarmıştır.
Hadîs edebiyâtı çeşidi olarak sünen, tahâretten vasiyyete kadar bütün fıkhî konulara dâir hadîsleri ihtivâ eden eserlerdir. Bunları şöyle ta‘rîf etmek de mümkündür: Fıkıh bâblarına göre tasnîf edilmiş ahkâm hadîslerini muhtevî kitâblardır.
Sünenler fıkhî görüşle te’lîf ve tasnîf edildikleri için, genellikle Hz. Peygâmber’in söz, fiil ve takrîrlerini bize nakleden merfû‘ hadîsleri ihtivâ ederler. Mevkûf ve maktu‘ haberlere pek yer vermezler.
Sünenlerin muhtevâlarını, ibâdât, mu‘âmelât ve ukûbâttan ibâret saymak mümkündür.
Bu mâhiyyette olmak kaydıyla sünen denilince ilk akla gelen, kütüb-i sitte’ye dâhil olan sünenlerdir. Bunların başında da hiç şübhesiz Ebû Dâvud’unSünen’i yer almaktadır.
Adı
Ebû Dâvud’un eserinin Sünen adını taşıdığında şübhe yoktur. Zîrâ bizzât müellif Mekke’lilere yazdığı mektûbunda kitâbını Sünen diye anmaktadır. Ulemâ da onun eserini hep Sünen olarak isimlendirmiştir. Kurtubî’nin tefsîrinde Musannef demesi, te’lîf sistemi i‘tibâriyle bir isimlendirmedir. el-Hâşimî’nin naklettiğine göre, Ebû Dâvud “Tarsûs’ta 20 sene kaldım ve Müsned’i yazdım, 4 bin hadîs topladım…” demektedir. Müellifin bu sözü de, kitâbını isimlendirmekten çok, ihtivâ ettiği hadîslerin genel karakterlerini belirtmektedir.
İlk mi?
Ebû Dâvud’un ilk Sünen müellifi, eserinin de ilk Sünen olduğuna dâir beyânlar, mutlak olarak değil, bazı kayıtlarla kabûl edilebilecek bir değerlendirmedir. Yani beş bine yakın ahkâm hadîsini böylesine güzel bir tertîb ile ilk kez Ebû Dâvud’un ortaya koyduğunu kabûl etmek daha isâbetlidir. İlk şârih Hattâbî (388/998)’nin, “Dîn ilmi alanında benzeri te’lîf edilmemiş çok değerli bir kitâb… Ondan önce bu işi yapanı ve onun arkasından ona benzer bir eser ortaya koyanı tanımıyoruz” sözlerini hep muhtevâ ve tertîb açısından ilk ve benzersiz oluşu anlamında almak lâzımdır. Sünen’in bu müstesnâ durumunu ulemâ pek cânlı ifâdelerle anlatmaya çalışmışlardır. Meselâ Ebû Zekeriyyâ es-Sâcî; “Allah’ın kitâbı İslâm’ın aslı; Ebû Dâvud’un Sünen’i ise İslâm’ın mesnedi (ahd)idir” demiştir.
İbnü’l-Arabî elindeki Sünen-i Ebû Dâvud’u işâret ederek, “dîn adına elinde Allah’ın kitâbı ve şu kitâbdan başka bir şey olmasa kişi, ilim adına hiçbir şeye muhtâc olmaz” demiştir.
Hattâbî ise, Sünen’i tanıtan mukaddimesinde tarîhî açıdan önemli bazı bilgiler de vererek şunları söyler:
“Ebû Dâvud’dan önce, ahkâm, ahbâr, kıssalar, mevâiz ve âdâb gibi konuların tamâmını içeren câmi‘ler ve müsnedler gibi geniş eserler vardı. Fakat sâdece Hz. Peygâmber’in kavl, fiil ve takrîrlerinden ahkâm yönü ağır basan sünenleri bir araya getirmeyi kimse düşünmemiş böylesi bir özelleştirmeye, uzun ve karışık konular arasından ahkâmı özleştirmeye muktedîr olmamıştır. Bu sebeble Sünen-i Ebû Dâvud, hadîs imâmları ve haber âlimlerince beğenilmiş ve dünyânın dört bir yanından ilim tâlibleri Ebû Dâvud’a akın etmiş ve rıhleler gerçekleştirilmiştir.”
Gazzâlî de “Müctehide ahkâm konusunda yalnız başına Sünen-i Ebû Dâvud yeter” demiştir.
Sünen, müellifin büyük bir ihtimâlle ilk eseridir ve Tarsûs’ta ki yirmi yıllık ikâmeti sırasında te’lîf edilmiştir. Hicrî 202’de doğan Ebû Dâvud’un 241’de vefât eden Ahmed b. Hanbel’e eserini takdîm ettiği ve talebelerinden altı kez baştan sona Sünen’i kendisinden dinleyenlerin bulunduğu göz önüne alınırsa,Sünen’in ilk eseri olduğunu kabûl etmek gerekecektir. Bunun tabîî sonucu da kırk yıla yakın bir süre Ebû Dâvud’un Sünen’i okuttuğudur. Zîrâ kendisi hicrî 275’de vefât etmiştir. Vefât ettiği yıl kendisinden Sünen’i dinleyen talebeleri bulunmaktadır. Kırk yıl süre ile okutulan kitâbda bazı çıkarmaların, takdîm-tehîrlerin ve hattâ bazı ilâvelerin olacağı da bir başka tabîî sonuçtur. İleride işâret edilecek olan Sünen-i Ebû Dâvud nüshaları arasındaki bazı farkların bir sebebi de budur.
Bu güzel kitâb, müellif tarafından kaleme alınmış bir mukaddimeden yoksundur. Müellifin kırk yıla yakın bir süre okuttuğu kitâbına bir mukaddime yazmamış olması aslında insâna garîb gelmektedir. Ancak Buhârî gibi diğer bazı müelliflerde de aynı durum görülmektedir. Ne var ki Sünen’den ayrı da olsa onu bize tanıtan müellifin kaleminden çıkma bir mektûb elimizde bulunmaktadır: Risâle ilâ ehl-i Mekke.
Günümüze kadar tam olarak Türkçe’ye çevrilmemiş olan Ebû Dâvud’un bu mektûbunun tercemesini sunmayı Sünen’i tanımak bakımından lüzûmlu görmekteyiz.
Ebû Dâvud’un Mekke’lilere Mektûbu
Bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm. Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyy.
Muhammed b. Abdilazîz el-Hâşimî anlatıyor:
“Ebû Dâvud Süleymân b. el-Eş‘as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd es-Sicistânî Mekke’lilere ve başkalarına yazdığı mektûbu konusunda kendisinden bilgi istendiğinde cevâben bize şunları yazdırdı:
Selâmün aleyküm… Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a hamdeder ve her anıldığında kulu ve Rasûlü Muhammed’i rahmetine garketmesini niyâz ederim.
Allah bize ve size sıkıntısız ve sonunda hesâb olmayan bir âfiyet versin.
Sizler Sünen isimli kitâbımdaki hadîslerin, sünen konusunda bildiklerimin en sahîhi midir diye soruyor ve benden açıklamada bulunmamı istiyorsunuz.
Sorularınızı dikkatle inceledim. Eserin tamâmının, bildiğim en sahîh hadîslerden müteşekkil olduğuna emîn olabilirsiniz. Ancak bir hadîs iki ayrı sahîh senedle rivâyet edilmiş olur da birinin isnâdı daha kuvvetli, diğerinin de râvîsi hıfz yönünden daha ileri ise, bu durumda, çoğu kere hıfzı kuvvetli olanı tercîh ettim. Kitâbımdaki bu tür hadîsler on kadardır.
Bir konuda birçok sahîh hadîs mevcûd olsa da bir bâb başlığı (terceme) altında bir veya iki hadîs verdim. Böyle yapmasaydım kitâbın hacmi büyürdü. Bu şekilde davranmakla kitâbdan istifâdeyi kolaylaştırmak istedim.
Kitâbda bir hadîsi iki veya üç değişik senedle tekrâr etmişsem, sebebi, farklı ve fazla bilgi ihtivâ etmesindendir. Zîrâ aynı konudaki herhangi bir hadîs değişik senedle rivâyet edilmîş olmasından dolayı diğerlerinde olmayan daha fazla ma‘lûmât ihtivâ edebilir.
Çoğu kez uzun hadîsleri ihtisâr ettim. Zîrâ hadîsi bütün uzunluğuyla verseydim, duyan ve okuyanlardan bazıları konuya âid hükmü belirleyen kısmının neresi olduğunu bilemezlerdi. İşte bundan dolayı uzun hadîslerin sâdece o bâbla ilgili kısmını aldım.
Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes ve el-Evzâ‘î gibilerinin yaşadığı dönemdeki âlimler mürsel hadîslerle amel ederlerdi. Bu anlayış Şâfi‘î’ye kadar sürdü. O, mürsel hadîsleri delîl olarak kullanma konusunda belli şartlar ileri sürdü. Ahmed b. Hanbel ve başkaları da bu konuda Şâfi‘î’nin görüşlerini benimsemişlerdir.
Bir mevzû‘da, mürsel hadîsin zıddına bir müsned hadîsin mevcûd olmadığı veya müsned hadîsin hiç bulunmadığı yerde, her ne kadar kuvvet bakımından müsned hadîs gibi olmasa da mürsel hadîsle ihticâc olunur.
Kitâbımda metrûku’l-hadîs (yani hadîsi terkedilmiş) râvîden alınma herhangi bir rivâyet yoktur.
Aynı konuda kendisinden başka, ona benzer herhangi bir hadîs bulamadığımdan dolayı münker bir hadîse yer vermişsem onun münker olduğunu mutlakâ açıkladım.
Sünen’de ki hadîsler çok azı müstesnâ İbn Mübârek ve Vekî‘’in kitâblarında mevcûd değildir. Çünkü bunların kitâblarındaki hadîslerin ekserîsi mürseldir.
Sünen’de Mâlik b. Enes’in Muvattâ’’sında yer alan bir miktar hadîs bulunmaktadır. Aynı şekilde Hammâd b. Seleme ve Abdurrezzâk’ın Musannef’lerinde yer alan hadîslere de rastlamak mümkündür. Öyle sanıyorum ki, Sünen(in bölümlerin)de bulunan hadîslerin üçte biri bile anılan kitâbların hepsinde yer almış değildir.
Elde ettiğim hadîsleri düzenli bir şekilde te’lîf ettim. Değişik bir tarîkle yer almış olması durumu hâric, kitâbıma almadığım bir sünnet (hadîs) hatırlatılacak olursa, bil ki o hadîs değeri olmayan bir rivâyetten ibârettir. Zîrâ ben okuyup öğrenmek isteyene karşı kitâbın hacmi büyür (göz korkutucu olur) düşüncesiyle hadîsin bütün tarîklerini vermedim. Kendimden başka da kılı kırk yararcasına bir araştırmayla hadîs toplayan (kitâb te’lîf eden) birini tanımıyorum. Ancak Hasan b. Alî el-Hallâl ahkâma dâir 900 kadar hadîs toplamış ve yine İbn Mübârek de ahkâma dâir Rasûlullah’dan nakledilen hadîslerin 900 kadar olduğunu söylemiştir. Kendisine, Ebû Yûsuf’un “1100 kadardır”, dediği hatırlatılınca da İbn Mübârek; “Ebû Yûsuf şurdan burdan bir takım zayıf hadîsleri de almıştır” şeklinde karşılık vermiştir.
Kitâbımda yer alıp da kendisinde şiddetli vehn (zayıflık) bulunan hadîslere (geçtiği yerde) işâret ettim. Senedi sahîh olmayanlar da bunlara dâhildir.
Hakkında bir şey söylemediklerim sâlihtir (i‘tibâr veya ihticâc olunabilir). Eserimi ben değil de bir başkası te’lîf etseydi, bu söylediklerimden çok daha fazlasını söyler, överdim.
Bu öyle bir kitâbdır ki Nebî (s.a.)’den sâlih isnâdla vârid olan (her) sünnet onda mevcûddur. Ancak hadîsten çıkarılmış sözlere (hükümlere) pek yer verilmez. Bunlar yok denecek kadar azdır.
Kur’ân-ı Kerîm dışında insânların öğrenimine bundan daha çok ihtiyâc duyacakları bir başka kitâb bilemiyorum. Ve yine bu kitâbı elde ettikten sonra başka bir hadîs kitâbına sâhib olmadığı için ilmî bakımdan zarâra uğrayacak bir kişi de tanımıyorum. Eser incelenip üzerinde düşünüldüğü ve anlamaya çalışıldığında onun değeri ortaya çıkacaktır.
Fıkhî mes’eleler es-Sevrî, Mâlik ve eş-Şâfi‘î’nin mes’eleleridir. Topladığım hadîsler de bu mes’elelerin nassı (kaynakları)nı teşkîl etmektedirler.
Kişinin, bu kitâbla birlikte Nebî (s.a.)’nin ashâbının görüşlerine (ve uygulamalarına) da yer vermesi benim için memnûniyet vesîlesi bir durumdur. Ayrıca Câmi‘i Süfyân es-Sevrî gibilerini elde etmesi de yerindedir. Zîrâ Süfyân es-Sevrî’nin câmi‘i ulemânın ortaya koyduğu câmi‘lerin en güzelidir.
Sünen’e aldığım hadîslerin büyük çoğunluğu meşhûr hadîslerdir. Bunlar hadîs(le ilgili eser) yazan herkesce de meşhûrdur. Ne var ki, bu hadîsleri temyîze her âlim muktedîr olamaz. Bu hadîsleri seçmiş olmak övünmeye değer. Zîrâ Mâlik, Yahyâ b. Sa‘îd ve hadîs ilminin diğer otoritelerinin rivâyeti de olsa, garîb hadîsle ihticâc olunmaz. Herhangi bir adam garîb hadîsle delîl getirse bile, bu konuda kendisini ta‘n edecek, aleyhinde konuşacak kimseler çıkar. Hadîs garîb, şâzz olduktan sonra, kendisiyle (önceden) delîl getirilmiş diye, hükme esâs alınamaz.
Meşhûr, muttasıl ve sahîh olan hadîsi reddetmek kimsenin haddi ve hakkı değildir, İbrâhîm en-Neha‘î şöyle der: “Âlimler garîb hadîsi hoş karşılamazlardı.” Yezîd b. Ebû Habîb de şunları söyler: “Hadîs duyduğun zamân yitiğini ilân ettiğin gibi onu ilân et. Şâyed hadîs olarak bilinirse ne alâ, değilse, at gitsin.”
Sünen’de yer alan hadîsler içerisinde mürsel ve müdelles gibi muttasıl olmayanlar da vardır. Muhaddislerin büyük bir çoğunluğu nezdinde sahîh hadîsin bulunamadığı yerde; el-Hasen’in Câbir’den, yine el-Hasen’in Ebû Hureyre’den, el-Hakem’in Miksem’den (rivâyetleri gibi) mürsel hadîslerin muttasıl mu‘âmelesi görür. Fakat Ebû İshâk’ın Hâris’den, Hâris’in de Alî’den rivâyetine gelince (ki Ebû İshâk Hâris’den dört hadîsten başkasını duymamıştır) bunlar arasında tek bir müsned hadîs yoktur. Bu tür hadîsler Sünen’de gerçekten pek nâdirdir. O kadar ki Hâris el-A’ver’in, Sünen’de sâdece bir tek hadîsi vardır, onu da son anda yazmış bulundum.
Bazen hadîste onun sahîh olduğunu isbâtlayacak bilgi bulunur da o bilgi bana gizli kalır. Bu sebeble ben hadîsi almamış olurum. Bazen hadîsi kitâbıma alır, durumunu açıkca belirtirim. Bazen de üzerinde durmaz, geçerim. Kimi zamân da hiç böyle şeylere tevessül etmem. Zîrâ hadîsin mevcûd tüm kusûrlarını gözler önüne sermek avâm-ı nâs’a zarâr verir. Çünkü avâmın bilgisi bu tür şeyleri kaldıramaz.
Bu Sünen’de ki kitâbların sayısı mürsellerle beraber 18 cüz’dür. Mürsel rivâyetler bunun bir cüz’ünü teşkîl eder.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivâyet edilen mürsel hadîsler arasında sahîh olmayanlar bulundupu gibi, başka yollarla ona isnâd edilen (müsned)ler vardır ki bunlar, muttasıl senedli sahîh rivâyetlerdir.
Kitâbımdaki hadîslerin sayısı 4800 kadardır. Bunlardan yaklaşık 600’ü mürsel rivâyetlerdir.
Hadîsleri, lafızlarına göre bir sınıflama ve tedkîke tâbi‘ tutmak isteyen kimse (kitâbımızdaki) şu inceliği unutmamalıdır. Bazen bir hadîs, herkesin bilip/tanıdığı meşhûr imâmlar kanalıyla rivâyet edildiği hâlde ben, özellikle (fıkhî seçicilikten ötürü) ma‘nâları daha fazla olan metinleri tercîh etmişimdir.
Bazen bir isnâdın, diğer rivâyetleri dikkate alındığında muttasıl olmadığı görülür. Ne var ki isnâdı duyan kimsenin, o isnâdın muttasıl olmadığını anlayabilmesi için hadîsler (değişik yollarla gelen rivâyetler) hakkında genel bir bilgiye sâhib olması gerekir. Bu kusûru ancak o zamân görebilir. Meselâ İbn Cüreyc’in (150/767): ‘Zührî’den bana aktarılan habere göre:…’ ifâdesi böyledir. el-Bursânî (ki bu şahıs İbn Cüreyc’in râvîsidir) ise böyle bir ifâdeyi: ‘…İbn Cüreyc’den o da Zührî’den…’ şeklinde rivâyet eder. Bunu duyan kimsede senedin muttasıl olduğunu zanneder. Oysa sened kesinlikle sahîh değildir. Biz de o sebeble hadîsi almamışızdır. Zîrâ hadîsin senedi muttasıl olmadığı için sahîh değildir ve bu sebeble de bu hadîs malul (illetli) sayılmaktadır. Bunu gibi daha pek çok örnek vardır.
Durumu bilmeyense bizim sahîh hadîsi terkedip onun yerine illetli hadîsleri aldığımızı söyleyecektir.
Sünen’e sâdece ahkâm hadîslerini aldım. Zühd ve amellerin fazîletleri ve diğer fezâil ile ilgili konuları işlemedim. Eserde mevcûd 4800 hadîsin tamâmı ahkâma aittir. Zühd, fazîletler ve diğer konularda birçok hadîs bulunmasına rağmen onları kitâba almadım.
Ve’s-selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuh.
Ve sallâllahu alâ seyyîdinâ Muhammed ve alâ âlih
Muhtevâsı
Mısır, Mezopotamya, Mağrib ve İslâm dünyâsının birçok bölgelerinde başlangıçtan beri muhtelif mezheb âlimlerince standart bir hadîs kitâbı olarak hüsnü kabûl görmüş ve çokça okunmuş olan Ebû Dâvud’un Sünen’i, Concordance diye bilinen Mu‘cemu’l-Müfehres li elfazı’l-Hadîsi’n-Nebevî’ye göre 40 kitâb (bölüm) ve 1889 bâbdan meydâna gelmektedir. Müellifin kendi ifâdesine göre toplam 4800 hadîs ihtivâ etmektedir. Muhammed Muhyîddîn Abdülhamîd neşrine göre ise, bu rakamlar şöyle değişmektedir: 35 kitâb (bölüm), 1871 bâb ve 5274 hadîs. Aşağıdaki listede de görüleceği gibi, lukata, hurûf ve mehdî bölümlerinin bâbları bulunmamaktadır.
Kitâb ve Bâbları
Muhammed Muhyîddîn Abdülhamîd neşri ile Concordance’ın verdiği kitâb ve bâb isim ve sayılarının farklı olduğunu belirttik. Şimdi bu farkı bir liste hâlinde göstermeye çalışacağız. Zîrâ Sünen’den istifâde edecek olanların bu durumu bilmelerinde büyük fayda vardır.
Menhel sâhibi Kitâbü’s-Savm’ı, Kitâbü’l-Menâsik’ten öne aldığı için, Kitâbü’s-Savm’ın terceme ve îzâhında da öncelikle Menhel’den yararlanıldı.
İbn Hacer el-‘Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, IV 172.
Ebû Dâvud, Tahâre, 34
Talebelerinin uzun bir listesi için bk. Zehebî, Siyer-i ‘Alâmi’n-Nübelâ, XIII 205-206
Ebî Ya‘lâ, Tabakâti’l-Hanâbile, I 162.
İbn ‘Adiyy, “Ebû Dâvud’un bu sözü niçin söylediğini bilmek mümkün değildir. Zîrâ cumhûr, Abdullah’ın güvenilirliğinde müttefiktir” demektedir. (Vefeyât, II 405). Abdullah hakkında bilgi için bk. Hatîb, Tarîh-u Bağdâd, IX 464; Zehebî, Mîzânu’l-İ‘tidâl, II 433.
Başka örnekler için bk. Hatîb, Câmi‘u’l-Ahlâki’r-Râvî, I 136.
Mübârekfûrî, Mukaddimetu Tuhfetü’l-Ahvezî, I 352.
Bu yeterlilik kanâ‘atine Zehebî i‘tirâz etmekte ve “müslümân Kur’ânla birlikte bir çok sahîh sünnete muhtâcdır” demektedir (Zehebî, Siyer-i ‘Alâmi’n-Nübelâ, XIII 210).
bk. Sıddîkî, Hadîs Edebiyâtı Tarîhi, s. 34-35.
Bu devrede te’lîf edilen sünenler hakkında bk. Kettânî, Risâle, s. 29-33; Mübârekfûrî, Mukaddimetu Tuhfetü’l-Ahvezî, l, 86-88; Talat Koçyiğit, Hadîs Tarîhi, s. 210-211, 243-244.
bk. Kettânî, Risâle, s. 29. Sa‘îd b. Mansûr’un eseri de Sünen adını taşımasına rağmen merfû‘attan çok mevkûf ve maktû‘ hadîsleri ihtivâ etmektedir.
Gerçi “Buhârî’nin eserini yeni baştan elden geçirmeye fırsatı olmamıştır. Ebû Dâvud ise, bu imkâna sâhibdir” denebilir.
Mektûbun ilk tercemesini yapan M. Kavaklıoğlu’na teşekkür ederim.
Bu söz değişik kitâblarda, “Ulemânın terkinde ittifâk ettikleri râvînin hadîsini kitâbıma almadım” şeklinde yer almıştır. Doğrusu da budur.
[16] Advâu’ş-Şeri‘a, sy. 5, (Muhammed Sabbağ’ın tahkîki ile).
‘Azîmâbâdî, ‘Avnü’l-Ma‘bûd’daki rakamlamaya göre 5252’dir.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.