İBNİ TEYMİYYE – SAPIKLARIN ATASI
Din âlimlerinin bir iki kelime için bir müslümana düşmanlık yapacağına, ona zulm edeceklerine, tuzağa düşereceklerine milleti inandıracaklarını sanıyorlar. Onu mazlum, İslam âlimlerini ise zalim yapıyorlar. Onun Ehlisünnete savaş açan bir sapık olduğunu gizliyorlar.
İbn Teymiyye’nin İtikadî Görüşleri
İslam düşünce tarihinde leh ve aleyhinde en fazla konuşulan isimlerin başında Takiyyuddin İbn Teymiyye (v. 728/1328) gelmektedir. 661/1263 yılında Harran’da doğan İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinin güçlü âlimlerini içerisinde barındıran bir aileye mensuptur. Dedesi Mecdüddin İbn Teymiyye pek çok alanda eser veren bir âlimdir. Babası Abdulhalim’de, Harran yöresinde etkin olan bir Hanbeli fakihidir.
Moğolların Bağdat’ı işgal etmeleri ve Bağdat merkezli saldırılarını Harran’a kadar genişletmeleri üzerine İbn Teymiyye ailesi 667/1269 yılında Dımaşk’a göç eder. Babası başta olmak üzere birçok hocadan ders okuyan İbn Teymiyye, 683’te Sükkeriyye Darulhadisine hoca olarak atanır. Bir yıl sonra da Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye başlar.
Kısa zamanda şöhreti Dımaşk başta olmak üzere mücavir şehirlere de yayılan İbn Teymiyye VIII/XIV. yüzyılın başlarından itibaren kendisini ilmi ve fikri tartışmaların içerisinde bulur. Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerine özellikle de Eş’ariliğe sert tenkitler yöneltir. Sıfatlar ve müteşabihat meselesinde selef-i salihinin usulünü benimsediğini iddia ederek ayet ve hadisleri zahiri anlamlarında anlar. Verdiği fetvalarla da birçok konuda mezhepler arası icmaya muhalefet eder.
Mevcut İslami disiplinlerin hemen tamamına itirazları olan İbn Teymiyye en sert eleştirilerini tasavvufa yöneltir. İbn Arabi’yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça tekfir eder.
Çeşitli devlet adamları ve kadıların katıldığı meclislerde çok defa muhakeme edilen İbn Teymiyye Kahire’de dört kâdi’l-kudât’ın katıldığı bir mahkemede Allah Teala’yı insan suretinde algılama cürmünden dolayı Kahire kalesine hapsedilir. Ehl-i Sünnet akidesine muhalif görüşlerinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı farklı zamanlarda defaatle yargılanıp hapisle cezalandırılır.
İbn Battuta, İbn Hacer el-Heytemi, Takiyyuddin es-Sübki, Tacüddin es-Sübki, Kemaleddin İbnü’z-Zemlekâni, Şihabuddin İbn Cehbel ve Ebu Hayyan gibi muasırı olan âlimler tarafından görüşleri tenkit edilen İbn Teymiyye, hakkında yazılan reddiyelerin de etkisiyle –zamanla- ilk yıllardaki itibarını kaybeder. Osmanlı’nın son dönemlerinde Hicaz’da ortaya çıkan Muhammed b. Abdulvahhab’ın başlattığı hareket, İbn Teymiyye’nin fikirlerinin yeniden canlanmasına zemin hazırlar. İbn Abdulvahhab’a nisbetle Vehhabilik olarak tanınan ve zamanla siyasi bir boyut kazanan hareket Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulmasında da etkili olur.
Kendisini Selefiyye olarak tanımlayan “Vehhabilik” hareketi zamanla Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde nüfuz elde eder.
Selefilere/Vahhabilere göre içtihatlarıyla İslami ilimlerin gelişmesine katkıda bulunan bir müçtehit olan İbn Teymiyye, İmam Subki başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip bir çok âlime göre ise asırlar sonra teşbih ve tecsim akidesini canlandıran bir Haşevi’dir.
İslam düşünce tarihinde derin izler bırakan, günümüz İslami anlayışları üzerinde de belirgin etkinliği olan İbn Teymiyye’nin itikadi görüşleri sürekli tartışılır olmuştur. İslami anlayış ve yaşayışlarını onun belirlediği esas ve verdiği fetvalar üzerine bina edenler, Ona dayanarak Maturidi ve Eş’âri mezhebine müntesip Müslümanları “ehl-i zeyğ” olarak nitelemekten çekinmemişlerdir. Bu durum, İbn Teymiyye’nin itikadi görüşlerini ve tevhit anlayışını tahlil etmeyi gerekli kılmıştır.
İslam’da Tevhid Tasavvuru
Bölünmeyi kabul etmeyen varlıklara “tek” denir. Allah Teâla da zât, sıfat ve fiillerinde “tek”tir. İslam dini, O’nun bir olduğunu kabul etme esası üzerine ibtina etmiştir. Mümini, kâfir ya da müşrikten ayran temel özellik O’nun birliğini kabul etmesi yani muvahhit olmasıdır. Müminler yalnız Allah Teâlâ’ya ibadet ederek ubudiyette, eşi ve benzeri olmadığını ikrar ederek de zatında O’nun tek olduğuna iman ederler. Rabb’ı, Rabb, insanı da insan olarak algılarlar.
Cenab-ı Hakkı’ın eşi ve benzerinin olmaması, yaratılmışlar gibi belli bir mekânda bulunmaması, yönlerle ifade edilmemesi gibi hassasiyetler zâtındaki vahdaniyetin esasını teşkil eder.
Ehl-i Kıblenin Kırılma Noktası: Sıfatlar
İslam’ın temelini oluşturan ibadetleri kabul etme noktasında birbirlerine yakın duran “Ehl-i Kıble”, Allah Teâla’nın zatı ile alakalı meselelerde aynı yakın duruşu gösterememiştir.
İslam’ın erken asırlarında başlayan müteşabihat ve Allah Teâla’nın sıfatları ile alakalı tartışmalar kısa zamanda mezhepleşerek kurumsal bir statü kazanmış ve günümüze kadar devam etmiştir.
Zaman zaman “tekfir” ifadelerinin de duyulduğu tartışma sürecinde genellikle taraflar birbirlerini dalalet ve bidat ehli olmakla itham etmişlerdir.
İbn Teymiyye’nin Mezhebi
Ehl-i Sünnet akidesini benimseyen kelam âlimlerinin üstün gayretleri sonucu canlılığını yitiren kelami münakaşalar, İbn Teymiyye’nin Allah Teala’nın zatıyla alakalı serdettiği görüşlerin etkisiyle yeniden alevlenmiştir.
Kendisi gibi inanmayan/düşünmeyen fırka mensuplarını “Ehl-i Zeyğ” olarak isimlendiren İbn Teymiyye, Allah Teâlâ’nın zatı ile alakalı meselelerde batini, sufi (İbn Arabi çevresi), Mu’tezili, Eş’âri kelamcıları ve filozoflasrı sert ifadelerle tenkit etmiştir.
İbn Teymiyye’ye göre, tevhit akidesini Kur’an ve Sünnet’te var olduğu şekilde anlayanlar yalnız selef âlimleridir. Bu yüzden imani meselelerde de onların görüşleri benimsenmelidir. “Selefin, Cenâb-ı Hakk’a, Onun kendisini tavsif ettiği şekilde iman ettiğini” söyleyen İbn Teymiyye, isim ve sıfatlar noktasında şu ayetlerin selefi akidenin temelini oluşturduğunu ifade eder: “Allah kendisinden başka ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur.”[ref]Kur’an, Bakara(2): 255.[/ref], “De ki: ‘O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samet’tir (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.). Ondan çocuk olmamıştır. Kendisi de doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[ref]Kur’an, İhlas(112): 1-4. [/ref]” • [ref]Ebu’l-Abbas Takiyyuddin b. Abdilhalim İbn Teymiyye, er-Risaletü’t-Tedmüriyye, Kahire, 1954, s. 7. [/ref]
Ayet ve hadislerin Allah Teâlâ’nın zât ve sıfatları ile alakalı ayrıntılı bilgiler verdiklerini, ayrıca temsili/teşbihi de reddettiklerini söyleyen İbn Teymiyye, savunduğu akidenin Peygamberlerden tevarüs ettiğini belirtir.[ref]İbn Teymiyye, et-Tedmüriyye, s. 7. [/ref]
Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarını reddeden Mu’tezile ile Ona cismiyet isnat eden Mücessime arasında orta yolu benimsediğini iddia eden İbn Teymiyye, mezhebini “münezzihe/tenzih eden” olarak isimlendirir. Seleften tevarüs ettiğini iddia ettiği “Münezzihe” meşrebinin çerçevesini çizerken de şunları söyler: “Selefin itikatta mezhebi, sıfatları reddetme ile Allah Teâla’yı insanlara benzetme arasındaki orta yoldur. Onlar, Cenab-ı Hakk’ın zatını yaratılmışlara benzetmedikleri gibi, sıfatlarını da onların sıfatlarına benzetmemişlerdir.”[ref]İbn Teymiyye, el-Akidetu’l-Hameviyyetü’l-Kübra, Kahire, 1952, s. 249. [/ref]
Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını inkâr edenlerle, onları yaratılmışların sıfatlarına benzeten mücessime ve müşebbihe meşrebi müntesiplerini “Allah’ın ayetlerini tahrif etmekle” itham eden İbn Teymiyye, eserlerinde Cenab-ı Hakk’a mekân isnat ederek inkâr ettiği tecsim akidesini savunmuştur.
İbn Teymiyye’nin Uç Görüşleri
Eserlerinde açık bir şekilde müşebbihenin etkisi hissedilen İbn Teymiyye’ye göre Allah’ın kitabı, Resulü’nün sünneti, sahabe, tabiun ve müçtehit imamların eserleri direkt ya da dolaylı olarak Cenab-ı Hakk’ın her şeyin üstünde olduğunu anlatmaktadır. Şu ayetler O’nun (celle celaluhu) mekânsal olarak arş ve semanın üzerinde olduğunu göstermektedirler:
- “Güzel sözler ancak O’na yükselir.”[ref]Kur’an, Fatır(35): 10. [/ref],
- “Ey İsa! Şüphesiz seni kabz edecek ve kendime yükselteceğim.”[ref]Kur’an, Al-i İmaran(3): 55. [/ref],
- “Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz?”[ref]Kur’an, Mülk(67): 16. [/ref],
- “Fakat Allah Onu (İsa’yı) kendisine yükseltmiştir.”[ref]Kur’an, Nisa(4): 158. [/ref],
- “Rahman, Arş’a istiva etmiştir.”[ref]Kur’an, Taha(20): 5. [/ref]
İbn Teymiyye, “Rabbimiz, gecenin üçte biri kaldığında (keyfiyeti bize meçhul bir halde) her gece dünya semasına inerek buyurur ki ‘Bana kim dua eder ki, duasına icabet edeyim. Kim bir şey ister ki, ona dilediğini vereyim. Kim de affını talep eder ki, onu mağfiret edeyim.’”[ref]Buhari, Teheccüd 14, 1145, Müslim, 1769, Ebu Davud, 4733; Tirmizi, 446. [/ref] mealindeki hadisin de açık bir şekilde Cenab-ı Hakk’ın semada bulunduğunu ifade ettiğini söyler.[ref]İbn Teymiyye, Mecmu’u’l-Fetava, Beyrut, ty., V, 416. [/ref]
Selefi Salihinden hiç kimsenin Allah Teala’nın semada olduğuna itiraz etmediğini, ne Kur’an-ı Kerim, ne Sünnet, ne Sahabe, ne Tabîun ve ne de sonraki dönemlerde yaşayan Müçtehit İmamların bu gerçeğe aykırı direkt ya da dolaylı tek bir ifadelerinin olmadığını söyleyen İbn Teymiyye, onların Allah Teala’nın (mekânsal olarak) semada, arşta ve her yerde olduğunu kabul ettiklerini iddia eder.[ref]İbn Teymiyye, el-Akidetu’l-Hameviyyetü’l-Kübra, 419. [/ref]
Selefin Allah Teâla’yı Kur’an ve Sünnet’in ifade ettiği şekilde vasıflandırdığını, bu noktada bir değişiklik ya da inkâr içerisinde olmadıklarını, sıfatların keyfiyetini açıklama ya da onları insanların sıfatlarına benzetme yoluna da sapmadıklarını söyleyen İbn Teymiyye (te’vil yoluyla) sıfatların bir kısmını inkâr edenlerin Allah Teala’yı hakkıyla bilemediklerini dolayısıyla da şu ayetin muhatabı olduklarını iddia eder[ref]İbn Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebir, Beyrut, ty., I, 270. [/ref]: “Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler.”[ref]Kur’an, Zümer(39): 67. [/ref]
Allah Teâla’nın yüzü, eli ve gözü olduğunu iddia eden İbn Teymiyye[ref]İbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, Beyrut, 2002, VI, 656. [/ref] bu anlayışı, O’nun insana benzetilmesi (teşbih) şeklinde telakki eden Ehl-i Sünnet Kelamcılarını Cenab-ı Hakk’ın ezeli sıfatlarını reddeden “muattıla” ile aynı görüşü benimsemekle itham eder.[ref]Saib Abdulhamid, İbn Teymiyye Hayatuhu ve Akaiduhu, Beyrut, ty., s. 120. [/ref]
Allah Teâla’yı yaratılmışlara benzetmekten tenzih edebilmek için müteşabih ayetleri te’vil eden Kelamcıları Yahudilerden daha tehlikeli gören İbn Teymiyye[ref]İbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, VI, 647. [/ref] savunduğu fikirlerin Sahabe, Tabiun, hadis hafızları ve Ahmed b. Hanbel’e ait olduğunu söyler.[ref]İbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, VI, 655. [/ref]
Müşebbihe ve Mücessimeyi “ehl-i zeyğ” olmakla itham eden İbn Teymiyye, Allah Teala’nın semada arş üzerinde oturduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnet Kelamcılarından ayrılır ve tenkit ettiği Mücessime ile aynı akideyi paylaşır.
İbn Teymiyye’nin Allah Teâla’ya isnat ettiği el ve yüz gibi uzuvların keyfiyetlerinin insanlar tarafından bilinmediklerini söylemesi, kendisini teşbihten kurtarmaz. Zira müşebbihe ekolüne müntesip olanlar da Cenab-ı Hakk’a isnat ettikleri uzuvların keyfiyetlerini bilmediklerini söylemektedirler.
Müteşabih ayetleri zahiri anlamlarında tefsir eden İbn Teymiyye’nin benimsediği tefsir usulünün seleften tevarüs ettiğini söylemesi de iddiadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Zira Malik b. Enes, Mukatil b. Süleyman, Davud b. Ali el-Isfehani ve Ahmed b. Hanbel’in de aralarında yer aldığı selef âlimleri Allah Teâla’nın yaratılmışlardan hiçbir şeye benzemediğini söylemektedirler. Aşağıdaki açıklama İbn Teymiyye’nin görüşlerine ittiba ettiğini söylediği selef âlimlerinin teşbih noktasında ne derece tavizsiz olduklarını göstermektedir: “Bir kişi ‘Ey İblis! Ellerimle (kudretimle) yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoyuyordu?”[ref]Kur’an, Sad, (38): 75. [/ref] ayetini okurken elini hareket ettirse ve bu hareketiyle Allah Teâla’nın elinin olduğunu ima etse, o adamın elini kesmek gerekir.”[ref]Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut, 1992, I, 92.[/ref]
Selef, Allah Teala’nın kudretine işaret eden “el” kelimesinin okunduğu sırada karinin parmaklarını oynatmasını dahi doğru kabul etmezken, Cenab-ı Hak’a el, ayak gibi uzuvlar isnat eden İbn Teymiyye’nin Onlarla aynı esasları kabul ettiğini söylemesi güvenilirliğini yaralamaktadır.
Müfessirler ve İbn Teymiyye
Müteşabihat ve sıfatlarla alakalı görüşünün selefe ait olduğunda ısrar eden İbn Teymiyye, okuduğu yüzden fazla tefsirin hiçbirisinde sahabenin sıfatlarla ilgili ayet ve hadisleri zahiri anlamlarının dışında bir mana ile te’vil ettiklerini görmediğini söyler.[ref]Abdulhamid, a.g.e., s. 121. [/ref]
İbn Teymiyye’nin bu beyanı selefe ait tefsirler içerisinde en güvenilir olduğunu söylediği Taberi’nin nakilleri ile çelişmektedir. [ref]İbn Teymiyye’ye Kur’an ve Sünnet’e uygun tefsirlerin hangileri olduğu sorulduğunda “sağlam rivayet zinciriyle selefin sözlerini nakleden, içerisinde bidat olmayan Mukatil b. Bekir ve Kelbi gibi itham edilen şahısların rivayetlerine de yer vermeyen, en sahih tefsir İbn Cerir et-Taberi’nin ‘Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an’ adlı esiridir.” Demektedir. Bkz. İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli’t-Tefsir, Beyrut, 1997, s. 110. [/ref] Nitekim Taberi, –İbn Teymiyye’nin sıfatlarla alakalı ayetlerin en önemlisi olarak gördüğü- “ayetü’l-kürsi”deki “O’nun -celle celalühü- kürsüsü (ilmi) bütün yerleri ve gökleri kaplayıp kuşatmıştır.”[ref]Kur’an, Bakara(2): 255. [/ref] kısmını tefsir ederken İbn Abbas’a -radiyallahu anhuma- isnat ettiği bir rivayette kürsü kelimesinin “ilim” olarak te’vil edildiğini nakletmektedir.[25] Hâlbuki İbn Teymiyye “kürsü” kelimesini –haşa- Allah Teâla’nın üzerinde oturduğu bir mekân olarak anlamaktadır.
“Tercümanü’l-Kur’an” diye şöhret bulan İbn Abbas’ın müteşabihattan olan “kürsü” kelimesini, “ilim” olarak te’vil etmesi, İbn Teymiyye’nin ilk dönem müfessirleri ile alakalı genellemesinin gerçeğe aykırı olduğunu göstermektedir.
Firavun Örneği
Allah Tela’nın “yüce/el-Aliyy”[ref]Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, Beyrut, 2005, III, 11. [/ref] olmasını mekânsal olarak semada bulunmak şeklinde anlayan İbn Teymiyye, Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Firavun’a ait şu sözü iddiasına delil olarak kullanır: “Firavun dedi ki: ‘Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa’nın ilahını görürüm(!) Çünkü ben, Onun yalancı olduğuna inanıyorum.’ Böylece Firavun’a yaptığı iş kötü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı.”[ref]Kur’an, Bakara(2): 255. [/ref]
İbn Teymiyye’nin ayetten Firavun’un Allah Teala’nın –haşa- göklerde olduğunu Musa –aleyhisselam-dan öğrendiği sonucunu çıkarması gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü ne ayet ne de hadislerde buna işaret eden bir kanıt vardır. Muhal farz, Musa -aleyhisselam- böyle bir şey söylemiş olsa dahi Onu yalancı olarak gören[ref]Kur’an, Mü’min(40): 36-37. [/ref] Firavun’un, Hz. Musa’nın sözüne itimat etmesi düşünülemez. Ayrıca Firavun Musa –aleyhisselam-ın sözüne göre amel etseydi öncelikli olarak Allah Teâla’ya iman etmiş olurdu.
Nüzul Hadisi
Allah Teala’nın semada karar kıldığını savunan İbn Teymiyye’nin delil olarak kullandığı “nüzul hadisi” hakkında Buhari Şarihi Ayni şunları söylemektedir: “Bu hadis ile alakalı dört farklı kanaat oluşmuştur. Bir grup, bu hadise dayanarak Allah Teala’ya yön isnat etmiş, Mu’tezile bu bapta rivayet edilen hadisleri inkar etmiş, başka bir grup tahrif sayılabilecek ölçüde te’villerde bulunmuş, meşhur dört mezhep imamının da aralarında yer aldığı cumhur ise hadisi kabul etmekle beraber şerh ederken Cenab-ı Hakk’ı kullara benzemekten tenzih etmiştir.
Ehl-i Sünnet kelamcıları Allah Teâla’yı, “yüksek bir yerden daha alçak bir yere intikal etmek”[ref]Kur’an, Mü’min(40): 37. [/ref] anlamına gelen “nüzul” kelimesinin zahiri anlamıyla ilişkilendirmekten sakınmışlardır. Zira hareket, durmak ve intikal gibi fiiller bir yerden ayrılıp başka bir yerde bulunmak anlamına gelir.[ref]Muhammed b. Ömer ez-Zemahşeri, Esasü’l-Belağa, Beyrut, 1998, s. 822. [/ref] İnsanlarda görülen ve bir yerde olunduğu bir anda başka bir yerde olamamayı gerektiren bu durumların Cenab-ı Hakk’a isnat edilmesi Kur’an ve Sünnet’e aykırıdır. Zira ayetler Onun insanlara benzemesini açıkça nefyetmiştir:
- “Onun benzeri hiçbir şey yoktur.”[ref]Bedruddin Ahmed el-Ayni, Umdetü’l-Kari, Beyrut, Beyrut, 2001, VII, 291. [/ref],
- “Allah Samed’dir.(Her şey Ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.)”[ref]Kur’an, Şura(42): 11. [/ref]
Buna göre “nüzul” kelimesine zahir anlamı verildiğinde hadis, Kur’an-ı Kerim’le çelişecektir. Sahih bir hadis için böyle bir durum söz konusu olmayacağına göre “nüzul” kelimesi mecaz anlam çerçevesinde anlaşılmalıdır.
Şarih Ayni, “nüzul” kelimesinin zahir ve mecaz olarak 5 farklı anlamının olduğunu, Kur’an-ı Kerim ve Arap dilinde hepsinin de kullanıldığını ancak hadis bağlamında düşünüldüğünde en uygun anlamın “Allah Teala’nın rahmetini kullarına yöneltmesi”[ref]Kur’an, İhlas(112): 2. [/ref] şeklinde olacağını söylemektedir.[ref]Ayni, a.g.e., VII, 291. [/ref]
Ayrıca hadisin zahir anlamda anlaşılması coğrafi gerçeklerle de çelişmektedir. Çünkü bir bölgede zaman, gecenin son üçte birine ulaştığında başka bir yerde gündüz vaktidir. Bütün yeryüzü için düşünüldüğünde “gecenin son üçte birleri” 24 saati kaplamaktadır. Bu durumda, “istiva” ve “semada bulunma” kelimelerini zahir anlamlarında kabul eden İbn Teymiyye’nin, Allah Teâla’ya hangi zamanı tahsis ettiği problemi ortaya çıkmaktadır. Ayet ve hadislerde bir tahsis söz konusu olmadığına göre, bunu yapacak kişi İbn Teymiyye olacaktır. Sınırlı kudrete sahip olan insanın, Allah Teâla’yı belli bir zamanla sınırlaması, sınırsız gücün üzerinde tasarruf iddia etmesi anlamına gelecektir. Bu ise, tevhit akidesi açısından bakıldığında tehlikeli bir durumdur.
Mecaz ve Hakikat Telakkisi
İbn Teymiyye, müteşabihatı mecazi anlamlarıyla tefsir eden Ehl-i Sünnet kelamcılarını sert bir üslupla tenkit etmesine rağmen, Kur’an-ı Kerim ve hadislerde adı geçen cennet nimetlerinin tamamını “mecazi” kabul eder.
- “Sadece ben yaparsam olur.” anlayışının hâkim olduğu bu yaklaşımı daha yakın bir planda anlayabilmek için İbn Teymiyye’nin “mecaz” ile alakalı ifadelerine göz gezdirmek gerekir: “İbn Abbas radiyallahu anhuma‘Cennette olan nimetlerin dünyada sadece adlarının olduğunu’ söylemektedir. Allah Teâla cennette şarap, süt, su, ipek, altın, gümüş ve diğer nimetlerin olacağını haber vermektedir. Bunların, dünyadaki karşılıkları ile bir takım benzerlikleri olmakla beraber büyük farklılıkları da vardır.” Nitekim cennette kendilerine nimet verilenler “Bu tıpkı daha önce dünyada iken bize verilen rızık gibidir” dediklerinde “Bu rızık onlara dünyadakine benzer olarak verilmiştir.” [ref]Nüzul kelimesinin anlamları: “Gökten tertemiz bir su indirdik.” (Kur’an, Furkan(25): 48) ayetinde intikal, “Onu Cebrail indirmiştir.” (Kur’an, Şuara(26): 193) ayetinde bildirmek, “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim.” (Kur’an, En’am(6): 93) ayetinde söz söylemek, “falanca üstün ahlakla dünyasına yöneldi.” ifadesinde bir şeye yönelmek/yöneltmek, “falanca oğulları başımıza geçinceye kadar hayır ve adalet üzere idik.” cümlesinde idare etmek anlamında kullanılmaktadır. Dilciler tarafında bilinen bu anlamlar içerisinde Cenab-ı Hakk’ın zat ve sıfatlarına en uygun olanı “rahmetini kullarına yöneltmesidir.” Bkz. Ayni, a.g.e., VII, 291. [/ref]
denilecektir. Cennet nimetleri dünyadakilere benzeseler de onların aynıları değillerdir. Tıpkı belli açılardan bazı unsurlar birbirlerini çağrıştırdıkları gibi bazı nimetlerin isimleri de birbirlerine benzemektedirler.”[ref]Kur’an, Bakara(2): 25. [/ref]
Sonraki dönem alimleri tarafından kaleme alınan tefsirlere bakıldığında Cenab-ı Hakk’ın zat ve sıfatlarından bahseden ayetlerin mecazi anlamları çerçevesinde anlaşıldıkları görülmektedir. Buna göre “istiva” kelimesine kurulmak, galebe çalmak, güç sahibi olmak, “vech”e zat, “el”e güç, kuvvet, “gelmeye” Allah Teâla’nın emrinin gelmesi, “semada/üstte olmaya” derece ve mekân itibariyle yüksekte bulunmak gibi anlamlar verilmiştir.
Mecaz, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasında o derece önemsenmiştir ki ulema, “Eğer mecaz, Kur’an-ı Kerimden gitmiş olsaydı, Onun güzellik ve i’cazının yarısı da kaybolurdu.” demiştir. [ref]İbn Teymiyye, el-İklil fi’l-Müteşabih ve’t-Te’vil, Kahire, 1367, s. 12. [/ref]
Sıfatlar ve müteşabihatın, zahiri anlamları çerçevesinde anlaşılmalarında ısrar eden İbn Teymiyye, aksi bir anlama usulüne (mecazi) dair ne sahabe ne de Tabiundan nakledilen bir rivayet olmadığını, akılla bu işi yapmaya kalkışmanın ise onu, nasslar üzerinde bir otorite olarak kabul etmek anlamına geleceğini söyler.[ref]Halit Abdurrahman el-Ak, Usulu’t-tefsir ve Kavaiduhu, Beyrut, 2003, s. 287. [/ref]
Müteşabihatı mecazi manada anlamayı aklın nasslar üzerinde hakimiyet kurması olarak algılayan İbn Teymiyye, cennet nimetlerini kıymetlendirme babında İbn Abbas’tan yaptığı rivayeti ise aklıyla Ahiret Hayatı’nın belli bir konusuna tahsis etmekten geri durmaz. Halbuki Allah Teala’nın sıfatları, cennet nimetleri gibi “semiyyat” bahsine dâhildirler, dolayısıyla her ikisi de aynı usul çerçevesinde anlaşılmalıdırlar. Ayrıca sahabe, sıfatlar hususunda sessiz kalmış, müteşabihata mecazi mana verilmeyeceğine dair de bir kanaat belirtmemiştir. Onlar müteşabih ayetlerin anlamlarını Allah Teâla’ya havale etmişlerdir. İbn Teymiyye gibi müteşabihatı zahir anlamlarında alıp Cenab-ı Hakk’a cihet isnat etme yoluna sapmamışlardır.
Tefvîz Ve Te’vil Sistemi
Selef, “Şari’nin kelamından neyi kastettiğinin kullara gizli olması” anlamına gelen “müteşabihat”ı anlarken iman ve tasdikle yetinmeyi yeterli görmüş, keyfiyeti beyan etmekten uzak durmuştur.[ref]Muhammed Ebu Zehre, İbn-u Teymiyye, Kahire, 2000, s. 218. [/ref] Nitekim İmam Malik kendisine “Rahman, Arş’a istiva etmiştir.”[ref]İmam Malik’in sözü için bkz. Ebubekir Ahmed b. Huseyn el-Beyhaki, Kitabu’l-Esma-i ve’s-Sıfat, (ta’lik. ve tahk. Muhammed Zahid Kevseri), Kahire, t.y., s. 298. [/ref] ayetindeki “isteva” kelimesinin tefsirini soran kişiye, “İstiva malumdur. Keyfiyeti ise bilinmemektedir. Bu konuda soru sormak bidattır. Zannederim ki sen kötü niyetli bir adamsın.” dedikten sonra çevresindekilere “Onu yanımdan çıkarın”[ref]Kur’an, Taha(20): 5. [/ref] diye emretmiştir. İmam Malik, mücessime meşrebinden olduğunu düşündüğü kişiye “istiva” kelimesinin Arap dilinde hangi anlamlara geldiğinin bilindiğini, fakat Allah Teâla’nın ayetten neyi kastettiğinin meçhul olduğunu, bu noktada sorular sormanın ise sapık akidelere bilgi toplama anlamına geleceğini ihsas etmiştir.
İmam Malik örneğinde de görüldüğü gibi selef, müteşabih ayetlerin manalarını Allah Teâla’ya havale etmek anlamına gelen “tefvîz” usulünü kullanmıştır.[ref]Muhammed Abdulazim ez-Zürkani, Menahilu’l-İrfan, Beyrut, 2001, II, 231. [/ref] Bunu yaparken ayetlere, insanın uzuv ve hareketlerinin karşılığı olan zahir anlamları vermekten şiddetle kaçınmışlardır. Onlar, yaşadıkları dönemin fikri ve itikadi yapısı gereği müteşabih ayetlerle alakalı derin tefsirlere de girmemişlerdir.
Farklı ideoloji ve meşreplerin ortaya attığı şüpheler karşısında Müslümanların müstakim kalabilmeleri için sonraki dönem âlimleri sıfatlar ve müteşabihat ile alakalı rivayetleri Arap dili ve edebiyatının müsaade ettiği anlam ve kurallar çerçevesinde “te’vil” ederek murad-ı ilahiyi ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Onların yaşanan fikri tartışmalar ve İslam’a yöneltilen eleştiriler karşısında böyle bir yolu benimsemeleri zorunluluk arz etmiştir.
İmamu’l-Haremeyn, meslekleri her ne kadar farklı görünse de selef ve halef âlimlerinin “tefvîz” ve “te’vil” sistemlerinin, Allah Teâla’yı tenzih etmeleri ve yaratılmışlara benzetmemeleri itibariyle aynı olduklarını söylemektedir.[ref]Bu yüzden onlara “mufevvida” denir. [/ref]
“Tefvîz” ve “te’vil” mesleklerinin her ikisini de reddeden, buna mukabil müteşabihatı zahiri anlamları çerçevesinde anlayan İbn Teymiyye, sözde selefe hakikatte ise mücessimeye yakın durmaktadır. Onun, cennet nimetlerini “mecazi”, müteşabihatı ise “zahiri” manalarıyla tefsir etmesi kendi anlayış usulü açısından bakıldığında çelişkilerle doludur. İddiasını desteklemek için kullandığı Kur’ani deliller ise selef tarafından “tefvîz” halef tarafından “te’vil” sistemiyle anlaşılmıştır.
Teşbihin Tanıkları
İbn Teymiyye’nin, tecsim akidesini zaman zaman konuşmalarına taşıdığı, minber ve kürsülerde savunduğu bilinmektedir. Çağının tanıklarından İbn Battuta, Ebu Hayyan ve İbn Cehbel’in şahadetleri bu noktada önem arz etmektedir.
İbn Battuta’nın seyahat ettiği ülkelerdeki gözlem ve hatıralarını anlattığı “Tuhfetu’n-nuzzar fî ğaraibi’l-emsar” adlı eseri, İbn Teymiyye ve Onun tecsim akidesi ile alakalı ilginç bilgiler vermektedir:
Dımaşk şehrinde çeşitli konularda konuşan fakat aklından zoru olduğu anlaşılan Hanbeli fakihlerinin ileri gelenlerinden Takıyyuddin İbn Teymiyye adında biri vardı. Halka vaaz verir, insanlarda Ona karşı ileri derecede saygı gösterirlerdi.
İbn Teymiyye, yaptığı bir konuşmadan dolayı fakihlerin tepkisini çekmişti. el-Meliku’n-Nasır’ın huzuruna çıkarılıp, kadılar tarafından sorgulandı ve hapse atıldı. Yıllarca hapiste kaldı. Bu müddet içerisinde 40 ciltten oluşan ve adını “el-Bahru’l-muhit” koyduğu bir tefsir kaleme aldı. Annesinin ricası üzerine sultan Onu serbest bıraktı.
İbn Teymiyye, Dımaşk de bulunduğum sırada –önceden- tutuklanmasına sebep olan ifadeleri tekrar etti: Cuma günü cemaat olarak hazır bulunduğum camide, insanlara vaaz ve nasihatte bulunurken minberin merdiveninden bir basamak aşağıya inerek “muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir.” şeklinde bir cümle sarfetti. Maliki fakihi İbn Zehra söylediklerine karşı çıktı. Cemaatte ayağa kalkıp sarığı başından düşünceye kadar ona dayak attı. Neticede bir daha tutuklandı ve hapsedildiği kalede ölünceye kadar tutuklu kaldı.[ref]Kevseri, el-Esma ve’s-Sıfat, (d. not: 1), s. 377. [/ref]
İbn Teymiyye’yi ta’dil eden biyografi yazarlarının reddettiği bu ifadeyi, farklı vurgularla müfessir Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît” ve “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirlerinde nakletmektedir. Ebu Hayyan birçok yerde Onun tecsimi çağrıştıran ifadelerini tenkit etmektedir. Ne var ki elimizdeki matbu nüshalarda bu tenkitlerin birçoğundan tek bir harf bulmak mümkün değildir. Çünkü baskı sürecinde her iki eserden de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşleri çıkartılmıştır. İbn Teymiyye’nin açıkça Allah Teâlâ’ya cisim isnat ettiğini söyleyen Zahid Kevseri [ref]Muhammed b. Abdillah b. Muhammed İbn Battuta, Tuhfetu’n-Nuzzar fî Ğaraibi’l-Emsar (Rıhlet-u İbn Battuta), Beyrut, 2004, s. 88. [/ref] bu noktada şunları söylemektedir: “Ebu Hayyan, ‘O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.’[ref]Kevseri, el-Esma ve’s-Sıfat, (d. not: 2), s. 286. [/ref] ayetini tefsir ederken muasırı olan İbn Teymiyye’nin “Kitabu’l-Arş” adlı -kendi el yazısıyla kaleme aldığı- eserinde şu ifadeleri okuduğunu nakletmektedir: ‘Allah Teâla kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.” Elyazması nüshalarda var olan bu ifadeler kitabın musahhihi tarafından matbu nüshalara alınmamıştır. Musahhih, Kevseri’ye, din düşmanlarının hadiseden nemalanmamaları için böyle bir tercihte bulunduğunu söylemiştir. [ref]Kur’an, Bakara(2): 255. [/ref]
Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît”in muhtasarı olan “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirinde de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini tenkit etmektedir. Kitabı tahkik eden Bûran ed-Dannavî ve Hidyan ed-Dannâvî İbn Teymiyye’ye isnat edilen tecsimle alakalı bölümü tefsirden çıkartmışlardır. [ref]Muhammed Zahid el-Kevseri, es-Seyfu’s-Sakîl fî’r-Rreddi alâ İbn-i Zefîl, (el-Akidet-u ve ilm’l-kelam min a’mali’l-imam Muhammed Zahid el-Kevseri içerisinde), (d. not: 1), Beyrut, 2004. [/ref]
İmam es-Sübki (v. 756) “es-Seyfu’s-sakîl fî’r-reddi alâ İbn-i zefîl” adlı eserinde, Ebû Hayyan’ın belli bir dönem kendisinden övgüyle bahsettiği İbn Teymiyye’yi “Kitabu’l-Arş” adlı eserini okuduktan sonra ölünceye kadar lanetlediğini yazmaktadır. [ref]Bkz. Abdulhamid, a.g.e., (d. not: 1), s. 125. [/ref]
Şafii ulemasından Şihabuddin İbn Cehbel de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini reddeden bir risale kaleme almıştır. [ref]Takıyyuddin es-Sübki, a.g.e., s. 477-478. [/ref] İbn Cehbel eserinin sonunda “İbn Teymiyye’nin sapıklık ve inadının derecelerini açıklamak için tahrif ve fesadından kaynaklanan açıklamalarını bekliyoruz.”[ref]Bkz. Tacüddin Abdulvahhab b. Ali es-Subki, Tabakatu’ş-Şafiiyyeti’l-Kübra, t.y., IX, 35-91. [/ref] [ref]Tacüddin es-Sübki, a.g.e., IX, 91. [/ref] demesine rağmen İbn Teymiyye Onun bu meydan okumasına cevap ver(e)memiştir.
Teşbihin Anlamı
Bir varlık için “oturdu-kalktı, indi-çıktı, geldi-gitti” gibi fiilleri kullanmak onu bir cisim olarak kabul etmek anlamına gelmektedir. Çünkü bu fiiller bir halden başka bir hale intikali gerektirmektedirler. Bu durum, varlıkların zât ve fiillerinin hâdis oldukları anlamında da gelir. Zira intikalden önce yoktu, sonra oldu. “Hâdis” olan varlıklar için söz konusu olan bu durumu “yaratılmışlara benzemeyen” Cenab-ı Hakk için geçerli kabul etmek açıkça Onu yarattıklarına benzetmek (teşbih) anlamına gelmektedir. “Vacibu’l-vucud” olan Cenab-ı Hakk, hâdis olan varlıklar için geçerli olan bu sıfatlardan münezzehtir. Çünkü varlık itibariyle farklılık arz eden şeylerin sıfatları da farklılık arz etmektedir. Nitekim “âlim” ve “cahil” sıfatları insanlar için geçerli iken farklı bir varlık olan “taş” için geçerli değildir. Taş için “âlim” ya da “cahil” denmez. Çünkü taşın kabiliyeti bu sıfatları kabul etmez. Aynı şekilde eve “işiten” ya da “sağır”, yeryüzüne “konuşan” ya da “dilsiz”, semaya da “evli” ya da “dul” denmez.
İbn Teymiyye’nin iddia ettiği gibi, Allah Teâlâ “arş” ya da “sema” da gerçekten duruyorsa bu durumda, “bu ikisini yaratmadan önce nerede ikamet ediyordu?!” problemi ortaya çıkmaktadır. Bu problem ise beraberinde hâdis varlıkların özelliği olan “intikal” sorununu getirecektir.
Ayrıca Cenab-ı Hakk’ın sema ile münasebetinden bahseden ayetler, Onun mekânsal olarak her şeyin üzerinde olduğu anlamında anlaşılırsa bu durumda verilen manalar, “Hâlbuki O Allah göklerde ve yerdedir.” [ref]Kur’an, En’am(60): 3. [/ref]ayeti ile çelişecektir. Çünkü yer, göklerin altındadır. Bu durumda mekânsal üstünlük ortadan kalkacaktır. O’nun her iki yerde de bulunması kabul edilirse, “üst”e “üst” “alt”a da “alt” denmesinin bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü üst, alta, altta üste nisbetle bu isimleri almıştır.
Sonuç
İslam düşünce tarihinde hakkında en çok söz söylenen isimlerden birisi olan Harranlı İbn Teymiyye, Eş’âriler başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip kelamcılara sert eleştireler de bulunmuş, ulemanın hazır bulunduğu muhakemelerde sorgulanıp teşbih akidesinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı defaatle cezalandırılmıştır.
Müteşabihatı tefsir ederken ayetlere zahiri anlamlarını veren, semada yerleşme, bir yere oturma, hareket etme gibi insanlara ait fiilleri Allah Teâlâ’ya isnat eden İbn Teymiyye, Sünnet ve Cemaat Akidesini benimseyen âlimler tarafından tenkit edilmiş, görüşleri hakkında çok sayıda reddiye kaleme alınmıştır.
Geçmişte Takıyyudin es-Subki, İbn Cehbel, İbn Hacer el-Heytemi, İmam Şa’rani, yakın dönemde Zahid Kevseri, Yusuf en-Nebhani, günümüzde ise Muhammed Ebu Zehre ve Said Ramazan el-Buti gibi muhakkik âlimler tarafından tenkit edilen İbn Teymiyye, uzun bir aradan sonra Muhammed b. Abdulvahhab’ın faliyetleri ile tekrar ön plana çıkmış, günümüzde ise Selefiyye adı altında İslam coğrafyasında etkin bir konuma gelmiştir.
Muhakkak ki her şeyin en doğrusunu bilen Allah Teâlâ’dır.
İBNİ TEYMİYYE – SAPIKLARIN ATASI
Miladi 1943 senesinde vefat eden Seyyid Abdülhakim Efendi buyuruyor ki: “Dinde reform sapıklığını ortaya ilk çıkaran İbni Teymiyye oldu. Bu sapıklık sonradan, cahiller ve İslam düşmanları tarafından küfre kadar götürüldü.”
Yazıya başlamadan önce şöyle bir hatırlatma yapmak isteriz. İngiliz ajanı sayesinde Vehhabiliği kuran Muhammed b. Abdülvehhab’da İbni Teymiyye’nin ve talebesi İbnii Kayyım’ın kitaplarından etkilemiştir.
Bu gün dinde reformdan bahsedenlerin üstadı İbni Teymiyye’dir. Günümüzün reformdan bahseden ve durmadan yeni şeyler ortaya atan Porfesör ve hoca geçinenleri buna göre değerlendirmenizi tavsiye ediyoruz.
İbni Teymiyye’yi tanımak için fikirlerini ve o dönemdeki âlimlerin sözlerine kulak vereceğiz. Sizlerde bu bedbahtın ne derece tehlikeli olduğunun farkına varacaksınız.
İBNİ TEYMİYYE
Bu şahıs miladi 1263’de Harran’da doğdu ve 1328’de Şam’da ümmeti şerrinde korumak için hepsedildiği kalede hastalanarak öldü.
Ehlisünnet âlimlerini beğenmiyordu. Tasavvufu büsbütün inkar ediyordu. Muhyiddin-i Arabi, Sadreddin-i Konevi (Rahmetullahi aleyh) gibi İslamın göz bebeklerine kafir diyordu (haşa). Halbuki bir Müslümana kafir diyenin kendisinin kafir olacağını bilmeyecek akdar cahil değildi. Ne yazık ki, İslamiyeti kendi görüşüne, dar kafasına uydurmaya kalkışmış, aklı ermediği hakikatleri inkar ederek delalete düşmüştü.
İbni Teymiyyeciler Abdülvehhab Şa’rani’yi yalan ve iftira oklarına hedef yapmışlardır. Çünkü o “Tabakat-ül Kübra” adlı kitabın ön sözünde şöyle der:
“Veliyi ancak veliler tanır. Veli olmayanın ve velayetten haberi olmayanın, velayete inanması, onun inadcı ve cahil olduğunu gösterir. Şimdi İbni Teymiyye’nin tasavvufu inkar etmesi ve ariflere dil uzatması böyledir. Bunun gibi kimselerin kitabını okumamalı, yırtıcı hayvandan kaçar gibi onlardan sakınmalıdır”
MÜCTEHİDLERİ BEĞENMİYORDU
İbni Teymiyye, ilk müslümanların, Kur’an-ı Kerime ve hadis-i şeriflere uyduklarını, sonradan gelen mezheb imamlarının, kendi görüşlerini de işe karıştırdıklarını söylüyor. Ehlisünnete çatıyordu. Hâlbuki ehlisünnet âlimleri hiçbir zaman nakilden ayrılmamışlardır. Naklin olduğu hiçbir yerde kendi görüşlerine uymamışlardır. Hele İmam-ı Azam’ın kendi görüşünü nakilden aşağı tuttuğu İslam âlimlerinin söz birliği ile sabittir.
İbni Teymiyye bunu söylerken Kur’an-ı Kerimi hiçbir nakle dayanmadan kendi görüşüne tefsir ediyordu. Aynı bu gün “hadisi şerifleri inkâr” edip dini kendileri yorumlamak isteyenlerin olduğu gibi.
Ortalığa fitne atmak için elinden geleni yapıyordu. Ehli sünnet âlimlerinin Kur’an-ı kerimi ve hadisi şerifleri yanlış anladıklarını, Ashab-ı Kiramın bile çok yerde yanıldığını, Kur’an-ı Kerimin doğru manasını kendisinin anlamış olduğunu savunuyordu.
İslam âlimleri bu şarlatana kyıtsız kalmadılar ve görüşlerini kitaplarını inceleyerek reddiyeler yaptılar. Zatın son derece sapık olduğu anlaşıldı. Babasından miras kalan müderrislik kürsüsü elinden alındı. Fakat o yine rahat durmuyor, müşebbihe adı verilen bid’at fırkasının sözlerini ortaya çıkarıyor, Allah’u Teâlâ’ya madde ve cisim diyordu.
ALLAH BENİM GİBİ İNER! (Haşa)
Bu bozuk inancında o kadar ileri gitmişti ki, bir gün Şam Camii’nin minberinde “Cenab-ı Hak, gökten yere benim şimdi indiğim gibi iner” diyerek minberden aşağı indiğini, İbni Battuta haber veriyor. Dört mezhebin âlimleri İbni Teymiyye’nin bu sözüne reddiyeler yazarak, müslümanların itikatlarının bozulmasını önlediler.
Mısır Sultanı Nasır’ın yanında toplanmış olan âlimler ve devlet adamları, böyle bozuk sözleri yaydığı için, onu Kahire kalesi kuyusuna hapsettiler. Peygamberimiz hakkındaki sapık ifadeler sebebiyle de tekrar tekrar hapsedildi.
HANBELİYİM DEDİ, HANBELİ ALİM REDDİYE YAPTI
İbni Teymiyye Hanbeli mezhebinden olduğunu söylerdi. Hâlbuki 4 mezhepten olmak için öncelikle Ehlisünnet olmak icap eder.
Hanbelî âlimlerinden Mer’i, İbni Teymiyye ‘nin hal tercümesini yazmış “Kevakib” adlı kitabında onun mezhep imamlarını taklit etmediğini ve icma tanımayan yazılarını bildirmektedir.
Kıyas yaptıkları için ehlisünnet âlimlerine saldırdığı halde, çok yerde ve hele “mecmu’at ür-risale” kitabında, kendisi de pek çok kıyas yapmıştır.
“Ancak üç mescide ziyaret için gidilir” hadis-i şerifini “Ancak üç mescid ziyaret edilir” şekline çevirmiş, Resulüllah’ın kabrini ziyaret için bile gitmek günah olur demiştir. İbni Hacer-i Haytemi “Fetva-yı fıkhiyye” kitabında buna uzun uzun cevap vermiştir.
CEHENNEMİN SONSUZLUĞUNU İNKÂR EDERDİ
Ebül Hasen-i eş’ari hazretlerinin mezhebine ve bu derin âlimin, kaderi ve Allah’u Teâlâ’nın isimlerini açıklamasına ve azab yapılacağını bildiren ayetlere verdiği manalara çatmakta idi. Cehennem azabının kâfirlere de sonsuz olmayacağını söylerdi.
Hükümetlere verilen her çeşit vergi, zekât yerine geçer derdi.
Salahiyyede, el-Cebel Camiinde hazreti Ömer (Radıyallahu anh)ın çok hata yaptığını söylemiştir. Bir toplantıda hazreti Ali’nin üçyüz defa yanıldığını söylemiştir.
Münavi’nin “Künüz” kitabında ve İmam-ı Ahmedin sahihinde ve “Mir’at kainat” kitabında yazılı olan bir hadis-i şerifte: Allah’u Teala, doğru sözü Ömerin dili üzerine koymuştur” buyruldu. Resulüllah “Ömer yanılmaz” dediği halde İbni Teymiyye çok yanıldığını iddia ederek bu haids-i şeriflere de karşı gelmiştir.
İBNİ TEYMİYYE’NİN KÂFİR OLDUĞUNU SÖYLEYENLER BİLE VAR
İslam âlimlerinden bazısı, İbni Teymiyyenin Müslümanlıktan çıktığını, mürted olduğunu bildirmektedir. İbni Battuta, İbni hacer-i Mekki, Takıyüddin-i Subki ve oğlu Abdülvehhab, İzeddin bin Cem’a ve ebu Hayyan Zahiri Endülüsi gibi sözleri sened olan derin alimler, onu bid’at ehli, sapık saymışlardır.
ÖVÜYORDU ARAŞTIRINCA REDDİYE YAPTI
İmam-ı subki de, ibni Teymiyyenin ilmini, zekasını çok övüyordu. Burhaneddin bin Müflh “Tabakat” ta diyor ki: “İmam-ı Subki Zehebiye yazdığı mektupta İbni Teymiyye’yi çok övmüştü. Fakat, İmam-ı Subki de “Erreddü-li-İbni Teymiyye kitabında onun ehli sünnetten ayrıldığını, delalete düştüğünü yazmaktadırlar.
TALEBELERİ İBNİ KAYYIM VE ZEHEBİ
Fikirlerini aşıladığı birkaç kimse özellikle ibni kayyım ve Zehebi, onu aşırı övmektedirler. Mason Abduh da bu İbni Teymiyye’nin görüşleri ile zehirlenmiştir.
SAPIKLIĞI HERYERDE TESCİL EDİLDİ
Son asrın derin alimlerinden Yusuf nebhani (Şevahidül-hak) kitabında ve Şam alimlerinden Ebu Hamid bin Merzuk, iki cilt kitabında, Osmanlı alimlerinin büyüklerinden şeyhül İslam Mustafa Sabri Efendi “El-ilm ve akl” adlı kitabında İbni Teymiyye’nin sapıttığını vesikaları ile isbat etmişlerdir.
SAVUNANLAR NASIL SAVUNUYOR?
Bu reformisti savunanlar şöyle diyor: “Tasavvufcular aleyhindeki yazıları, onları darılttı. Talak hakkındaki fetvaları, fıkıh âlimlerini düşman etti. Sıfat-ı İlahiye hakkındaki fetvaları da kelam âlimlerini gücendirdi. Bu yüzden kelam, fıkıh ve tasavvuf âlimleri buna karşı birleşerek cezalandırdı” diyerek kısaca savunuyorlar.
Din âlimlerinin bir iki kelime için bir müslümana düşmanlık yapacağına, ona zulm edeceklerine, tuzağa düşereceklerine milleti inandıracaklarını sanıyorlar. Onu mazlum, İslam âlimlerini ise zalim yapıyorlar. Onun Ehlisünnete savaş açan bir sapık olduğunu gizliyorlar.
İBNİ TEYMİYYE HAKKINDA SÖYLENENLER
İbni Hacer-i Askalani “Dürer-ül kamine” kitabında, Zehebiden alarak diyor ki: “İbni Teymiyye ilim üzerine konuşurken hiddetlenir, karşısındakini mağlup etmeye çalışırdır.”
İmam-ı Suyuti “Kam’ul mu’arıd” kitabında buyuruyor ki: “İbni Teymiyye, hibirli idi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi”.
Şam alimlerinden Muhammed Ali Beğ, “hıttatüş-Şam” kitabında “İbni Teymiyyenin hedefi, Luther adındaki papazın hedeflerine benzer, fakat Hıristiyanlığın Müceddidi muvaffak oldu, İslam Müceddidi olamadı” diyerek onun planlarını alay ederek deşifre etmiştir.
Pakistan’ın büyük alimlerinden Sailküt şehrinin imam ve hatibi, Mevlana Muhammed Ziyaullah’ın “Vehhabiliğin Hakikati” kitabı urdu dilinde olup, 1969’da basılmıştır. 93. Sahifesinde diyor ki: Hindistan büyük alimi, dünyanın tanıdığı yüzlerce kıymetli kitabın yazarı Mevlevi Abdülhay Lüknevi “Gaysül Gamam” kitabında “Sonra gelen Şevkaninin de, önce gelen ibni Teymiyyet-el harrani gibi ilmi çok aklı az idi. Tıpkı onun gibi idi. Hatta onan daha şağı idi.” Demektedir.
SADREDDİN KONEVİ HAKKINDA BAKIN NE DİYOR
Bu gün Konya’da kabri bulunan ve Müslümanların uğrayıp Fatiha okumadan geçmediği Konevi hazretleri hakkında ibni Teymiyye diyor ki: “Muhyiddin-i Arabinin arkadaşı olan Sadreddin, akliyat ile kelam ilimlerinde, üstadından daha ileride olmakla beraber, ondan daha kafirdir, daha az bilgili, daha az imanlıdır. Bunların mezhepleri kafirlik olduğu için, daha hünerli olanları, daha çok kafir oluyor”
Yavuz Sultan Selim han devri alimlerinden Muhammed Şeyh-i mekki hazretleri bile Süleymaniye Kütüphanesi kısmında bulunan “El-canib-ül-garbi” kitabında, Muhyiddin-i Arabi Hazretlerine yapılan saldırıları cevaplandırdıktan sonra İbni Teymiyye’nin “Cennet ve cehennemin sonsuluğunu inkarına” reddiye yapmıştır.
ÇOK TEHLİKELİ VE SAPIK
Maalesef bu sapığın fikirlerini savunanlar, onu halen daha “müceddit” sayanlar vs. var. Bu kişilere çok dikkat ediniz. Nerede görev yapıyorsa yapsın ve kiminle olurlarsa olsunlar böyle sapıklara medhiye düzenlerin, onlardan alıntılar yapanların ilmi seviyeniz yok ise makale, video ve konuşmalarından uzak durunuz. İlmi çalışmalarına itibar etmeyiniz.
Sonra bir kıvılcım sıçrayıverir de bütün itikadınızı, ibadet ve inanç sisteminizi zayi ederler.
Ibni teymiyye tefsiri
Sual: Vehhabilerin [selefilerin] Şeyh-ül-İslam bilip yolundan gittikleri İbni Teymiye kimdir, âlimlerimiz onun hakkında ne demiştir?
CEVAP
Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. 1263 senesinde Harran’da doğup, 1328 de Şam’da kalede hapiste iken vefat etti.
İbni Teymiye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlamamış, tasavvufu inkâr etmiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Kitapları, kendilerine Selefiyyeci diyen mezhepsizlere kaynak olmaktadır. Mezhepsizler, onu övmekte, İslam müceddidlerinin piri demektedirler. İbni Teymiye’nin şaki ve dalalette olduğu Seyf-ül-Cebbar ve farisi Tâlim-üs-sübyanda da yazılıdır.
Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin), (Şevahid-ül-hak), (Cevahir-ül-bihar), (Seyf-ül-Cebbar) ve (Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.
İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, izzeddin bin Cema’a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, imam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir” buyurdu) diyor. (Türkiye’nin Manzarası)
Dal ve mudil olduğu, Savi tefsiri 107. sayfasında da yazılıdır.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki – Fetava-yı hadisiyye]
(İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.) [İbni Hacer-i Mekki – El-cevher-ül-munzam]
(İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman – Zahiretül-fıkhil-kübra]
(Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde bildiriliyor.)
(İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras haşiyesi]
İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş’ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun)
El-ubudiyyet kitabında ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.
(Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)
(Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta –Tuhfetünnüzzar tarihi]
Abduh’un yetiştirdiklerinden olup, onun yolunda giden Abdürrazık paşa bile diyor ki:
(Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi denilen Abduh’daki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiye’ye bağlıdır.)
(Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de farzdır.
Cehennem azabının sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74)
(Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i şerifine karşı gelmiştir. Eshab-ı kiramın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için, müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir.
Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de saldırmıştır. “Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika)
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) [Tabakat-ül-kübra]
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd]
Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki:
(İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.)
İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır.
Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) [Fetava-i Hadisiyye]
Sual: Selefilerin vazgeçilmez üç prensibi varmış, bunlara uymayan Allah’ın gönderdiği din ile amel etmezmiş. Bu hususta açıklama yapar mısınız?
CEVAP
İbni Teymiye, Furkan isimli kitabında dini üç kısma ayırmaktadır. Selefilere göre bu üç prensip vazgeçilmez esaslardır. İslamiyet ancak bu üç kaide gereğince, aslına uygun olarak bilinebilirmiş. Yoksa İslam pınarını, etraftan karışmış bulanık sulardan yani mezhep imamlarının ictihadlarından arındırmak mümkün değilmiş. Çünkü fıkıhçılar, kelamcılar ve tasavvuf ehli, dinin aslına ilaveler yapmışlar, bu bakımdan din çok genişletilmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almışmış. Dine yapılan bu ilaveleri çıkarmak gerekirmiş.
Selefilerin sımsıkı bağlandıkları üç prensip şöyle:
1- Münezzel din: Kur’an-ı Kerimden ve sahih kabul ettiği hadis-i şeriflerden kendi anladıkları.
2- Müevvel din: Mezhep imamlarının Kitap ve sünnetten çıkardıkları hükümler.
3- Mübeddel din: Geçmiş dinlerin hükümleri ve uydurma saydığı hadis-i şerifler.
İbni Teymiye’ye göre, Münezzel dine uymak bütün müslümanlara farzdır. Çünkü Allahü teâlâ bir müctehidin Kitap ve Sünnetten neyi anladığını bir başka mükellefe sormaz. Hatta onu mükellef de tutmaz. Herkesi Kitap ve Sünneti anladığı ölçüde sorumlu tutar. Bu bakımdan herkes, Münezzel din ile amel etmelidir.
Müevvel dine, tevil edilmiş olana, ictihaddan aciz olan mukallitlere caizdir. Ama müctehid olanlara bu caiz değildir.
İbni Teymiye’nin selefiye yolunu savunan bütün mezhepsizler, kendilerini birer müctehid zannettikleri için, mezhep hükümleri onlar için muteber değildir, Kitap ve Sünnetten anladıklarına tâbi olurlar. Kendilerine selefiyiz diyen bugünkü mezhepsizler, kraldan çok kralcı olup, İbni Teymiye mukallit halk için müevvel din ile [mezhep imamlarının hükümleriyle] amel etmeyi caiz görürken, onlar cahillerin de, mezhep hükümleriyle amel etmesini caiz görmezler, herkesi Kitap ve Sünnete el atmaya iterler.
İbni Teymiye’nin Mübeddel din diyerek eski dinleri bir kalemde silip atması caiz olmaz. Çünkü geçmiş dinlerin iman yani inanılacak hususları (yani amentüdeki esaslar, insanlar tarafından bozulmadan önce) bütün dinlerde aynı idi. İslamiyet bozulan bu hususların doğrusunu bildirmiş, amele ait hükümlerin de, hepsini değil bazılarını nesh etmiştir.
Uydurma hadislerle amel edilen bir din yoktur. Uydurma hadis meselesi de ayrı bir konudur. Bir müctehidin usulüne göre, uydurma sayılan bir hadis, başka bir müctehidlerin usulüne göre sahih olabilir. İbni Teymiye, aklının almadığı hadis-i şeriflere hemen uydurma damgasını basmıştır. Fıkıh, kelam ve tasavvufun ortaya koyduğu hükümleri, usulleri, uydurma hadislerden çıkarıldığı havasını uyandırmak istemiştir. Onun bu mugalatasına İslam âlimleri gerekli cevaplar vermiştir.
Mezhepsizler, imamları olan İbni Teymiye’nin görüşlerine uyar ve onun usulüne uyup Kitap ve Sünnetten ahkam çıkarmaya çalışırlar. Bunu da gayet normal sayarlar ve buna münezzel din derler.
Biz de mezhep imamımız olan imam-ı a’zam hazretlerinin hükümleriyle amel edince, onun usullerine uyunca, Allah’ın gönderdiği din ile değil, mezhep imamlarının çıkardığı din ile amel ettiğimizi söylerler.
İbni Teymiye’ye uyup Kitap ve Sünnete el ve dil uzatan mezhepsizler, bizim de imam-ı a’zama uymamıza ne hakla karşı çıkarlar ki?
En kötü insan kimdir?
Sual: İbadet etmemek, günah işlemek kibirden midir? İbni Teymiye’nin bir mezhebe bağlanmaması da mı kibirdendir?
CEVAP
İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, ibadet etmekten çekinip kibirlenenleri [ceza vermek için] kıyamette toplar.) [Nisa 172]
(Dünyada kibirlenip, günah işlediniz. Bugün şiddetli azap göreceksiniz.) [Ahkaf 20]
Cahiliyet döneminde Araplar kibirlerinden ayakkabılarının bağı kopsa eğilip bağlamazlardı. Asr-ı saadette iman edenler, eğilip toprağa secde ettiler, ama müşrikler yine kibirlerine devam ettiler. Kâfir kalmalarına kibirleri sebep oldu. İmam-ı Süyûti hazretleri buyuruyor ki:
İbni Teymiye, kibirliydi, kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdetiydi. (Kamul-muarıd)
İşte bu kibri yüzünden bir mezhebe bağlanmayıp, mezhepsiz olmuştu. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi büyük âlimler, müctehid oldukları hâlde, Hanefi mezhebinin mensubu olmakla şereflendiler. Hiç kimse onları tenkit etmedi. Hâlbuki İbni Teymiye, bu şereften mahrum kaldı, tenkit yağmuruna tutuldu, hatta küfre girdiği bile bildirildi. Dalalet fırkalarının hepsi de, kibirleri yüzünden çeşitli fırkalara bölünmüştür. Her fırka kendisinin doğru olduğunu, diğer fırkaların sapık olduğunu ilan etmiştir. Hâlbuki tevazu, hakkı çocuk söylese bile kabul etmektir. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Kötü sıfatların en kötüsü, kibir sıfatıdır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Kibir, hakka razı olmamak, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.) [Müslim]
(En kötü kimse, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed]
(Kibirden sakın! Kibir şeytanı, hazret-i Âdem’e doğru secdeden alıkoydu.) [İ. Asakir]
(Büyüklenip, kibirli yürüyen kimse, ölünce Allah’ı gazaplı bulur.) [Buhari]
(Cehennemlikler katı kalbli, cimri ve kibirli kimselerdir.) [Buhari]
(Kibrinden dolayı ağzını eğip bükerek konuşan ateştedir.) [Taberani]
(Tevazu edip, fakirlerle beraber ol ki, Hak indinde değerin artsın ve kibirden kurtulasın.) [E. Nuaym]
(Eski elbiseli fakir de, kibirli olabilir.) [İ. Ahmed]
(Allahü teâlâ, [özellikle] kibirli fakire buğzeder.) [Taberani]
(Lâ ilâhe illallah kelimesini şeksiz, kibirsiz ve zulüm yapmadan söyleyeni Allahü teala Cehennem ateşinden korur.) [Hâkim]
(Güzelliğin âfeti kibirlenmektir.) [Harâitî] (Kibir, her güzelliği yok eder.)
İbni Teymiyye ve mücessime
Sual: İbni Teymiyye’nin, Allahü teâlâyı bir cisim olarak kabul eden mücessime fırkasından olduğu, kendi kitaplarında yazıyor mu?
CEVAP
Evet, kendi kitabında, hâşâ Allah’ın Arş’ın üstünde olduğunu ispat etmek için diyor ki:
Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568)
Bu konuda, Zahid-ül-Kevseri diyor ki:
İbni Teymiyye’nin Allahü teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki mabudunun sineğin sırtına oturması, gerçek bir işmiş gibi, bunu, Allahü teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arş’ın üzerinde karar kılmasına delil olarak ileri sürüyor! Allahü teâlâ, bundan münezzehtir. İbni Teymiyye ve yandaşlarından önce, insanlardan, böylesi akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir. Sineğin taşıdığı bir mabud tasavvur eden biri, muhatap bile alınmaz. (Makalat-ül-Kevseri, 301)
İbni Teymiyye bidat ehlidir
Sual: Sevenleri tarafından, büyük âlim, şeyhülislam denilen ibni Teymiyye ehl-i sünnetten, doğru yoldan ayrılmış, sapıtmış birisi midir?
Cevap: Bozuk, sapık din adamlarından ve zararı çok olanlardan birisi, ibni Teymiyye denilen din adamıdır. El-vâsıta ve başka kitaplarında, İcmâ’ul-müslimînden ayrılmış ve Kur’ân-ı kerimde, hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilen şeylere ve selef-i sâlihînin yoluna uymamıştır. Kısa aklına, bozuk düşüncelerine uyarak, bidat yoluna kaymıştır. İlmi çoktu. Allahü teâlâ, onun ilmini dalâletine, felakete sapmasına sebep yaptı. Nefsinin arzularına uydu. Bozuk, sapık fikirlerini hak olarak, doğru olarak yaymaya çalıştı.
Büyük âlim ibni Hacer-i Mekkî hazretleri, Fetâvel-hadîsiyye kitabında diyor ki:
“Allahü teâlâ, ibni Teymiyye’yi dalalete, felakete düşürdü. Gözlerini kör, kulaklarını sağır etti. Birçok âlim, bunun işlerinin bozuk, sözlerinin yalan olduğunu bildirmişler ve vesikalarla ispat etmişlerdir. Büyük İslâm alimi Ebül Hasen-il-Sübkî’nin ve oğlu Tâc-üd-dîn-i Sübkî’nin ve îmâm-ül’iz bin-cemâ’anın kitaplarını okuyanlar ve onun zamanında bulunan Şafii, Maliki ve Hanefi âlimlerinin, kendisine karşı sözlerini ve yazılarını inceleyenler, sözümüzün doğruluğunu iyi anlar.”
İbni Teymiyye, tasavvuf âlimlerine de dil uzatmış, iftiralarda bulunmuştur. Bununla da kalmayıp, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali gibi, İslâm dininin temel direklerine saldırmaktan da çekinmemiştir. Sözleri ölçüyü ve edebi aşarak, yalçın kayalara bile ok atmıştır. Doğru yolda olan âlimlere bidat ehli, sapık, cahil deme cüretinde bulunmuştur.
İbni Teymiyye’nin dalâlete düştüğü yerler
Sual: İbni Teymiyye hangi temel hususlarda ehl-i sünnetten, doğru yoldan ayrılmıştır?
Cevap: İbni Teymiyye’nin Selef-i sâlihînden ayrıldığı yerler hakkında Tâcüddîn-üs-Sübkî hazretleri buyuruyor ki:
1- Talak vaki olmaz, yemin kefareti vermek lazımdır diyor.
2- Kılınmayan namazı kaza etmek lazım değildir diyor.
3- Suda fare gibi hayvan ölünce necis olmaz diyor.
4- Cünüp olanın, gece gusül etmeden nafile namaz kılması caizdir diyor.
5- Allahü teâlâ zerrelerden yapılmıştır diyor.
6- Kur’ân-ı kerim, Allahü teâlânın zatında yaratılmıştır diyor.
7- Âlem, yani her mahluk, nevi ile kadimdir, sonsuzdur diyor.
8- Allah, iyi şeyleri yaratmaya mecburdur diyor.
9- Allahü teâlânın cismi ve ciheti vardır ve yer değiştirir diyor.
10- Cehennem ebedi, sonsuz değildir, sonunda söner diyor.
11- Peygamberlerin masum, günahsız olduklarını inkâr ediyor.
12- Resûlullah efendimizin diğer insanlardan farkı yoktur. Onu vasıta kılarak dua etmek caiz olmaz diyor.
13- Resûlullah efendimizi ziyaret etmeye niyet ederek Medine şehrine gitmek günahtır diyor.
14- Peygamber efendimizden şefaat istemek için gitmek de haramdır diyor.
15- Tevrat ve İncil’in kelimeleri değil, manaları değişmiştir diyor.
Bazı âlimler, yukarıda bildirilenlerin çoğu ibni Teymiyye’nin sözü değildir dedi ise de, Allahü teâlânın ciheti olduğunu ve parçaların birleşmesinden meydana geldiğini söylediğini inkâr eden yoktur.
İbni Teymiyye’yi savunan ve bilhassa Vâsıta kitabını bastıranlar var. Bu kitap, onun Kur’ân-ı kerime, hadîs-i şeriflere ve icmâ’ı müslimine uymayan fikirleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakta, kardeşi kardeşe düşman etmektedir. Hindistan’daki Vehhabiler ve başka İslâm memleketlerinde, bunların tuzaklarına düşmüş cahil din adamları, ibni Teymiyye’yi kendilerine bayrak yapmışlar, ona “Şeyh-ul-islâm” gibi isimler takmışlar. Onun sapık fikirlerine, bozuk yazılarına din ve iman diye sarılıyorlar. Müslümanları parçalayan, İslâmiyeti içeriden yıkan bu feci akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu reddeden, kitaplarını okumalıdır. Bu kitaplardan Takıyyüddîn-üs-Sübkî hazretlerinin, Şifâ-üs-sikâm fî-ziyâreti-hayril-enâm kitabı, ibni Teymiyye’nin bozuk fikirlerini yok etmekte ve yayılmasını önlemektedir.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.