TAKINTILAR Vaka Örnekleri ve Tedavi Yöntemleri Uzm. Dr. Oğuz Tan
3. Bedenimizle ilgili hastalık takıntıları: Ölümcül hastalıklara yakalandığı hissinden kurtulamama.
TAKINTILAR Vaka Örnekleri ve Tedavi Yöntemleri Uzm. Dr. Oğuz Tan
1969 yılında İstanbul’da doğdu. 1994’te İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Kütahya’da pratisyen hekim olarak çalıştı. Psikiyatri ihtisasını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tamamladı. Tıp yayıncılığıyla uğraştı. Çeşitli bilimsel araştırmalara imza atmasının yanı sıra çok sayıda tıbbi makale ve kitabın Türkçeye kazandırılmasına çevirmen ve editör olarak katkıda bulundu. Halen Üskü- dar Üniversitesi’nde psikiyatri uzmanı ve öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Bilim tarihi, edebiyat ve Türk müziğine ilgi duyuyor. Evli, bir erkek ve bir kız çocuk babası.
TAKINTI HASTALIĞINA GENEL BİR BAKIŞ
KISA TAKINTI ÖRNEKLERİ . 13
BEYNİN DAVETSİZ MİSAFİRİ: TAKINTI . 22
TAKINTI HASTALIĞI SIK GÖRÜLÜR MÜ? . 26
TAKINTILI KİŞİLİK . 33
İkinci Bölüm EN SIK GÖRÜLEN TAKINTI TÜRLERİ TEMİZLİK TAKINTILARI . 43
ŞÜPHE VE KONTROL TAKINTILARI . 60
DÜZEN TAKINTILARI . 62
DUA ETME, SAYMA, TEKRARLAMA TAKINTILARI . 69
HASTALIK TAKINTILARI . 77
SALDIRGANLIK TAKINTILARI . 83
CİNSEL TAKINTILAR . 85
METAFİZİK TAKINTILAR . 87
BÜYÜSEL TAKINTILAR . 89
BİRİKTİRME TAKINTILARI . 90
ELİ AĞIR İNSANLAR: OBSESİF YAVAŞLIK . 96
Üçüncü Bölüm TAKINTI HASTALIĞININ SEBEPLERİ BİYOLOJİK SEBEPLER . 105
PSİKOLOJİK SEBEPLER . 125
ASRİ ZAMAN İNSANI TAKINTILI YAPAR MI? . 139
TAKINTI HASTALIĞI İRSİ MİDİR? . 141
TAKINTIYA AKRABA HASTALIKLAR
TAKINTIYA AKRABA HASTALIKLAR HAKKINDA . 149
ÇİRKİNLİK TAKINTILARI. 153
HASTALIK HASTALIĞI . 156
KIL KOPARMA HASTALIĞI . 158
ZAYIFLAMA HASTALIĞI . 160
HIRSIZLIK HASTALIĞI . 163
KUNDAKÇILIK HASTALIĞI . 165
ALIŞVERİŞ HASTALIĞI . 167
SEKS BAĞIMLILIĞI . 169
Beşinci Bölüm TAKINTI HASTALIĞININ TEDAVİSİ TAKINTI HASTALIĞINDA İLAÇ TEDAVİSİ . 173
TAKINTI HASTALIĞINDA DAVRANIŞÇI PSİKOTERAPİ . 197
TAKINTI HASTALIĞINDA BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ . 210
TAKINTI HASTALIĞINDA BEYİN AMELİYATI . 213
TAKINTI HASTALIĞINDA ELEKTROŞOK TEDAVİSİ . 214
TAKINTI HASTALIĞINDA MANYETİK UYARIM TEDAVİSİ . 215
PADUA ENVANTERİ . 216
Bütün takıntı hastalarına.
Birinci Bölüm
TAKINTI HASTALIĞINA
GENEL BİR BAKIŞ
KISA TAKINTI ÖRNEKLERİ
Afrkakarıncasının Ömrü Nasıl Tükenr?
Bir cins afrikakarıncasından bahsederler. Bu karınca, dün- yanın dört bucağındaki hemcinsleri gibi çalışkandır. Gününü rızkını aramakla geçirir, karnını doyurabileceği bir gıda bulursa sırtlanır, yuvasına taşır, maaile sebeplenirler. Malum, karınca diğerkâm bir böcektir; “Rabbena, hep bana,” demez, her lok- mayı paylaşır. La Fontaine’den öğrendiğimiz kadarıyla karıncada istikbal endişesi de hayli yüksektir. Biriktirir de biriktirir. Gamsız ağustosböceğine de ne ibretamiz dersler verir! Dolayısıyla hayatı at, eşek, katır nevinden hayvanlar gibi taşımakla geçer. Gıda arar, bulur, yuvasına taşır, yuvasından dışarı çıkar, yine arar, bulur, yuvasına taşır ve hayatı hep böyle sürüp gider.
Bilumum hayvanatın özel hayatına pek meraklı olan bili- minsanları, afrikakarıncasının hayatını da rasada alır; ellerinde kameraları, minicik karıncaların peşinde dağ, tepe, orman do- laşırlar. Bir gün şeytanlıkları tutar, karıncanın yuvasının girişine bir buğday tanesi koyarlar ve oracığa konuşlanıp olan biteni seyre dalarlar.
Yuvasından çıkan karınca, karşısında buğday tanesini görünce gerisingeri döner, içeri girer. Az bir zaman sonra karınca yine kapıda peyda olur, bakar, buğday tanesi yine orada. Haydi dön geri. Tekrar dışarı çıkar, buğday tanesi duruyor. Gir içeri.
Zavallı hayvan kendi lisanınca “Acaba gıdamı içeri taşımadım mı?” diye düşünmektedir. Fakat gıdasını yuvasında görmek de ikna etmez afrikakarıncasını. Sevimli böceğin hayatı, kapının
önündeki buğday tanesiyle yuvası arasındaki birkaç milimlik mesafeyi ileri geri kat etmekle nihayet bulur.
Lady Macbeth’n Krl Eller
Günde kaç defa el yıkarsınız? Söz dinlemeye başladıkları yaştan itibaren çocuklara her yemekten önce ve sonra el yıka- maları öğütlenir. Ayrıca sağlığı koruma kuralları gereğince her tuvalet çıkışında eller iyice sabunlanmalıdır. Normal bir erişkinin günde üç öğün yemek yediği, beş altı kere de tuvalete gittiği farz edilirse, okul kitaplarındaki hijyen tavsiyelerine harfi yen riayet eden titiz bir insanın günde 15 kere, bilemediniz 10 kere el yıkaması gerekir. İşi gereği el yıkaması gerekenleri saymıyoruz.
(Ameliyattan önce gereken temizliği yapmayan cerrah, kapkara olmuş ellerini, kollarını, yüzünü her gün iş çıkışı uzun uzun temizlemeye çalışmayan bir tamirci yoktur herhalde.)
Peki yemek öncesinde, sonrasında veya tuvalet çıkışında el yıkamanız acaba ne kadar sürer? En fazla 20-30 saniye, bileme- diniz 1 dakika olsa gerek. O halde kişinin el yıkamaya ayırdığı toplam zaman günde 10-15 dakikayı geçmez. Meslek icabı daha uzun süre temizlenmek zorunda kalanlar hariç tabii.
Halbuki Shakespeare’in meşhur karakteri Lady Macbeth, hayatını el yıkamaya adamıştır. El yıkamak, hayatının en önemli işi haline gelmiştir Lady Macbeth’in. Malum, edebiyat tarihinin
“kötü kadın”larındandır kendisi. Kişisel hırsları sebebiyle ko- casını tahrik edip Kral Duncan’ı öldürtür. Ardından el yıkama hastalığına tutulur. Ne yapsa ellerini temiz hissedemez. Ve şöyle haykırır:
“Arabistan’ın bütün kokulu sabunları getirilse bu elin kirleri temizlenmez!”
Aramızda el yıkama hastası olan çoktur. Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için hemen belirtelim: El yıkama hastaları genellikle Lady Macbeth’e benzemez. Hatta tam tersine, çoğu
son derece dürüst, kusursuzluk peşinde koşan, aşırı kontrollü, bütün kural ve kanunlara sıkı sıkıya uyan kişilerdir.
Ev m, Hamam mı?
Ahmet 1 28 yaşında, bekâr bir işçidir. Ellerinin kirlenmesine hiç tahammülü yoktur. Günde en az 25 kere ellerini yıkar. Belki 25 kere el yıkamak çok fazla sayılmaz. Ama Ahmet musluk başına geçtiği zaman oradan kolay kolay ayrılamaz. Günde 25 kere, uzun uzun da olsa el yıkamak bazılarına anormal gelmeyebilir.
Ama Ahmet’in elleri, aşırı yıkamanın ve sabun kullanmanın yaptığı tahrişe bağlı olarak kıpkırmızıdır.
Ahmet bununla da kalmaz, kullandığı iş makinesinin anah- tarlarını her gün defalarca dezenfekte eder. Bir kere de değil, defalarca.
Ayakkabılarının pantolonuna dokunmaması için çeşitli ted- birler alır. Sadece paçaları ayakkabılarına değdiği halde, bütün üstü başı kirlenmiş hissine kapılır ve bu hissi bir türlü kafasın- dan atamaz. Ayakkabısına değen giysisini çıkarma isteği, adeta korkunç bir tutku halini alır genç adamda. Çünkü üstünde kirli pantolon varken diğer giysilerine dokunursa onları da kirlete- cektir! Ortalık yerde çıplak kalmamak için kolay kolay kıyafet değiştiremez elbette. Ama paçası ayakkabısına değmiş pantolonla gezmek Ahmet için büyük bir işkencedir.
Ahmet’in giyinip soyunmaya mahsus özel eldivenleri vardır.
Bu eldivenlerle başka hiçbir şey yapmaz. Onları sadece giyinip soyunurken kullanır. Fakat aldığı bütün tedbirler genç adama ye- tersiz gelmektedir; bazen kıyafetlerini yakma isteğine bile kapılır.
Hayatı gerçekten çok zordur. İnsan içine karışmak bile da- yanılmaz bir azaptır onun için. Ne zaman çarşıya pazara gitse insanların kendisine sürtüneceği korkusu içindedir. Sürekli ar-
1 Örnek vakalardaki isimler, etik sebeplerle değiştirilmiştir.
kasına bakar, başkalarından uzak durmaya çalışır, kimse ken- disine sürtünmese bile sürtündü gibi gelir. Eğer birinin kendi- sine sürtündüğünden emin olursa kılık kıyafetini derhal kuru temizlemeciye gönderir. Sabun, deterjan ve kuru temizlemeci masrafı Ahmet’in kesesini sarsar. Su faturalarını gören herkes ona, “Burası ev mi, hamam mı?” diye sorar.
Daha da kötüsü, pislik ve temizlikten başka hemen hiçbir şey düşünemez Ahmet. Uyanık olduğu saatlerin, dakikaların, saniyelerin neredeyse tamamı pislik korkusuyla ve temizlenmek için ne yapması gerektiği düşüncesiyle doludur. Ne güzel bir yaz günü yürüyüş yapmaktan zevk alır, ne gittiği meşhur lokanta- nın nefi s yemekleri tat verir kendisine, ne de dostlarıyla sohbet gönlünü açar. Kafasında daima tek düşünce vardır: Pislik.
Terznn Zalm Şüphes
Bir terzi, rahat bir uyku çekip ertesi günkü mesaisine din- lenmiş ve dinç olarak başlamak amacıyla yatağına girer. Ama bir türlü gözüne uyku girmez. Şu meşum soru zihnine takılır kalır: “Ütüyü prizden çekmiş miydim?” Aslında ütüyü prizden çektiğini çok iyi bilir. Ama “Ya çekmediysem!” düşüncesi kor- kunç bir şüphe olarak beynini kemirir durur. Sıcak yatağından kalkar, dükkânına gider. Evet, elbette ütünün fi şini çekmiştir.
Rahatlamış olarak evine döner, yatağına girer. Artık rahat bir uykuyu hak etmiştir.
O ne! Meşum soru yine boy gösterir kafasında: “Ütüyü priz- den çekmiş miydim?” Terzi ütüyü prizden çektiğinden emin, az önce dükkânda asayişin berkemal olduğunu kendi gözleriyle gördü ya! Ama ya çekmediyse? Bu korkunç şüpheye katlanmak- tansa kalkar, yine dükkâna yollanır. Her şeyin normal olduğunu görür, döner dönmez yatağına atar kendini. Artık uyumalıdır.
Bütün gün el emeği göz nuru dökmüştür. Dinlenecek ki işini
düzgün yapsın, ekmek parasını kazansın. Ama olmaz. Şüphe dayanılmaz boyuttadır: “Ya ütünün fi şini çekmediysem!”
Kendi kendisini rahatlatmaya çalışır, dükkâna gidip ütünün fi şini çektiği anları gözünün önüne getirir. Rahatlayamaz. Şüp- he, insanı sıcacık yatağından kaldırıp sokaklara dökecek kadar şiddetlidir. Tekrar dükkâna yollanır, prizi kontrol eder. Bu şüp- he-kontrol döngüsü, adam yorgunluktan uyuyup kalana kadar sürer gider. Takıntılı terzi bazı geceler hiç uyuyamaz.
Ertesi gün aynı senaryo yeniden başlar. Ütüyü prizden çek- tiğinden emin olduğu halde, “Ütüyü prizden çekmiş miydim?”
diye sorar durur kendi kendine. Evle dükkân arasında gece bo- yunca mekik dokur. Bir sonraki gün kurtulur mu takıntısından?
Elbette kurtulamaz. Ondan sonraki gün de kurtulamaz, daha sonraki gün de. Bu zalim şüphe aylarca terzinin içini kemirir durur.
Sonunda buna bir çare bulur: Gece ütüyü kontrol etmek için dükkâna gittiğinde yanında bir de defter bulundurur. Ütüye, prize, fi şe bakar. Cebinden kalemini çıkarır ve defterine not düşer:
“Şu saatte dükkâna gittim, ütü prizde değildi.” Eve döner, yatağa girer. Defteri yanı başındadır. Derin bir uykunun kıyılarında dolaşırken, beynine yeni bir şüphe saplanır:
“Ya yazdığım doğru değilse!”
Bir defter dolar, iki defter dolar, aylar geçer, bir defa bile ütüyü prizde unutmadığı halde yatak-dükkân turlarından kurtulamaz.
Giderek durum tahammül edilmez bir hal alır. Sonunda eşini de işe bulaştırır kahramanımız:
“Hanım, sen de benimle dükkâna gel, ütünün prizde olup olmadığını benimle birlikte kontrol et.”
Eşi, terziyi çektiği korkunç azaptan kurtarmak için önce memnuniyetle bu teklifi kabul eder. Herhalde iki kişi birden koca prizi yanlış görecek değildir. Oysa terzi takıntısından yine
kurtulamaz: Karısının yanılmadığı ne malumdur? Artık zavallı kadına da uyku haramdır. Evle terzihane arasında sabaha kadar mekik dokuyan iki kişi görür mahallenin gece kuşları. Bir de koltuk altında taşınan defter tabii. Kadın, bu zevksiz sporun temposuna dayanamaz ama;
“Bey, bu defa dükkâna gelmesem,” dediğinde, adamın sıkıntısı o kadar büyük olur ki görenler terzi oracıkta can verecek sanır.
Çaresiz nöbeti çocuklar devralır. Ayın belli günleri çocuklardan biri, belli günleri çocuklardan diğeri, belli günleri de karısı re- fakat eder terziye.
Çocuğumu Öldürür müyüm?
Ayşe yeni anne olmuştur. Yirmi dört yaşındadır. Bebeği iki aylıktır. Bebek bakmayı yeni öğrenmektedir. Ancak Ayşe’nin büyük bir korkusu vardır: Bebeğini kazara düşürüp öldürmek!
Istırabın büyüklüğünü düşünebiliyor musunuz? İnsanın minicik yavrusunun ölümüne sebep olması! Ayşe sürekli evin zeminini kontrol eder. Zeminde bir eğrilik var mı, tahtalardan biri çürümüş olabilir mi, ayağı bir şeye takılabilir mi? Bu kont- rol etme eylemi, lafın gelişi değil, gerçekten süreklidir. Bebeğe bakmadığı saatlerin neredeyse tamamı evin döşemesinin sağına soluna bakmak, döşemenin sağlamlığını elle kontrol etmek, şüpheli yerlere ayakla pat pat yapmak, zeminde bir kabartı var mı yok mu diye incelemekle geçer. Tekrar inceler, tekrar inceler, tekrar, tekrar, tekrar.
Ha, bir de zemin kontrolünden arta kalan zamanlarda elini yıkar Ayşe. Maazallah mikrop kapar da bunu bebeğine bulaş- tırırsa, bebeğin küçücük bünyesi zalim mikropla baş edemez de, Ayşecik bir tanecik yavrusunu daha süte doymadan mezara koymak zorunda kalırsa. Böyle böyle el yıkamalar günde 60’ı bulur.
Bebeğini emzirirken, onu severken, onunla oynarken de sü- rekli zemini ve mikropları düşünür müşfi k anne. Evet, kalbi gerçekten sevgi doludur. Sevgi doludur ama anne olmanın, yavrusunu koklamanın, yavrusuna sarılmanın zevkini alamaz.
Bedeni bebeğiyle birliktedir, lakin aklı evin döşemesinde ve mikroplardadır.
Aylar geçtikçe daha korkunç bir takıntı Ayşe’yi esir alır: “Ya çocuğumu camdan atarsam! Bir an irademi kaybeder ve bebeğimi beşinci kattan aşağı sallayıverirsem!”
Evlat katili olmak düşüncesi hem dehşet verici hem de utanç vericidir. Baştan bu takıntısını kimseye söylemez. Çocuğu kuca- ğındayken balkona çıkmaz, cam kenarlarına yaklaşmaz, merdiven tırmanmaz.
Bir gün bebeği emzirirken yeni bir takıntı eklenir eskilere:
“Ya bebeğimi kollarımda sıkarak öldürürsem!”
Önce kendine bu düşüncenin ne kadar mantıksız olduğunu telkin etmeye çalışır. Öyle ya, dünyadaki milyarlarca anneden kaçı bebeğini sıkarak öldürmüştür? Ama takıntıyla baş etmek kolay değildir. Emzirme işi artık imkânsız hale geldiğinde ta- kıntılarını yakınlarına açar, bebeği başka birine tutturur ve öyle emzirir. Ayşe artık bebeğini kucağına alamamaktadır.
Emzirme çağı, çaresizliğin oluşturduğu bu enteresan yöntemle atlatılır. Bebek artık sofraya oturmaya, çorba, köfte, Allah ne verdiyse yemeye başlar. Günlerden bir gün Ayşe bir bıçağa bakar bir bebeğine, bir bıçağa bir bebeğine. “Ya bıçağı bebeğime saplarsam! Ya bir an kontrolümü kaybedersem!”
Ve sonunda sofralar da ayrılır. Ayşe, çocuğuyla aynı masaya oturmaz olur. Dehşetli takıntıların anneye verdiği dayanılmaz acıyı düşünebiliyor musunuz? Peki acaba çocuk ne hisseder?
Annesinin kendisini dağlar kadar sevdiğinin farkında mıdır?
Yoksa kucağa alınmamış, sofrada yalnız bırakılmış bir çocuk mu görecektir geçmişine baktığında?
İmanımı Kaybettm!
Takıntı, mantıksız olduğunu bildiği halde insanın bir türlü kafasından atamadığı fi kir ve hayallerdir. Üstelik çok da rahatsız edicidir.
Mehmet üniversiteyi yeni bitirmiş, çalışkan, başarılı, dürüst, beyefendiliğiyle ün salmış 22 yaşında bir gençtir. Dindar bir ailede yetişmiş, kendisi de ergenlik yıllarından itibaren dini va- zifelerini titizlikle yerine getirmeye çalışmıştır. Ama bize geldiği zaman hıçkırıklar içindeydi:
“İmanımı kaybettim,” diyordu sürekli. Ağlamaktan doğru dürüst konuşamıyordu bile. “Ben ateistim,” diyor, hemen ar- dından tekrar gözyaşlarına boğuluyordu.
Herkesin aklına olmadık zamanda, olmadık yerde, olmadık fi kirler gelebilir. Mehmet’in de, 15-16 yaşlarındayken tam na- maza durduğu sırada, gözünün önüne erotik sahneler geliyordu.
Önceleri çarçabuk bu sahneleri zihninden uzaklaştırabiliyordu.
Utanmakla birlikte söz konusu durumu fazla dert etmiyordu.
Mehmet mükemmeliyet peşinde koşan, yaptığı her işin ku- sursuz olmasını isteyen biriydi. Bu yüzden dinin emirlerine harfi yen riayet etmek istiyordu. Giderek önemli bir ibadet olan namazı huşu içinde kılamadığını düşünmeye başladı. Namazı huşu içinde kılabilmenin yollarını araştırdı. Kitaplar okudu, sohbetlere gitti, sorular sordu. Farz namazlarla yetinmedi, na- fi le namazlar kıldı. Namaza ayırdığı vakit arttıkça, huşu içinde kılma arzusu şiddetlendikçe, namaz sırasındaki erotik hayalleri yoğunlaşıyordu. Tabii içindeki suçluluk ve utanç duyguları da derin bir yeise sürüklüyordu Mehmet’i.
O hale geldi ki namaza başlar başlamaz türlü türlü sahneler gözünün önünde canlanıyor, selam verene kadar ne yaparsa yap- sın o görüntüleri gözünün önünden uzaklaştıramıyordu. Camiye gittiğinde, kapıdan içeri girer girmez mabedin duvarlarında, mihrapta, minberde aynı hayaller peyda oluyordu. Mehmet söz konusu hayallerden asla erotik bir haz duymuyordu. Tam aksine bunlar yüzünden büyük bir azap içinde kıvranıyordu.
“Acaba ben cinsi sapık mıyım?” diye düşünüyordu. Cinsel arzularını hafi fl etmek amacıyla sık sık oruç tutmaya başladı.
Fakat ne yapsa olmuyordu. Kendisini imanı zayıf, günahkâr, hatta sapık olarak gördükçe erotik hayaller yoğunlaşıyor, çek- tiği acı daha da büyüyordu. Gece gündüz ne kadar alçak biri olduğunu düşünüyordu artık. Hep suratı asıktı, hep mutsuzdu.
Üniversitenin son yıllarında ders çalışamaz oldu, notları düştü.
Derken hacca gitme imkânı buldu. Bu onun için bir yeniden doğuş olabilirdi. Bütün günahlarını aff ettirebilir, kalan hayatını iyi bir Müslüman olarak sürdürebilirdi. Kutsal mekânlarda acısı daha da arttı Mehmet’in. Sonradan bize, katıla katıla ağlayarak, oralarda bile aynı görüntülerin gözünün önünden silinmediğini anlattı.
Hacdan dönüşte Mehmet namazı topyekûn bıraktı. Na- mazı bırakınca erotik hayallerinden de kurtuldu. Ama takıntı bu, insanın peşini kolay kolay bırakır mı? Bu defa da ezan sesi duyduğunda, kendini yakışıksız benzetmeler yapmaktan alıko- yamıyordu.
Kendisini evde ezan sesinin en az duyulduğu odaya hapsetti.
Yine de müezzini duyarsa derhal radyoya, televizyona koşup sesini sonuna kadar açıyordu. Ezan sesi kulağına gelmemeliydi.
Derken evde sürekli kulaklarında müzikçalar kulaklığıyla gez- meye başladı. Namazı bıraktığı halde namaz vakitlerini her gün dakikası dakikasına takip ediyordu. Saatinin saniye şaşmaması
için büyük dikkat harcıyordu. Çünkü ezan vaktine beş on dakika kala mutlaka camilerden uzak bir yerde bulunmalıydı.
“Beynamaz olduğum yetmiyor, camilerden bile kaçar oldum,”
diyordu bize. Takıntılarından kurtulmak için ibadetten uzak- laşması, mutsuzluğunu daha da arttırıyordu. Üstelik takıntıları da azalmıyordu.
Nihayet içinden Allah’a küfretmeye başladı. İşte bu en kor- kuncuydu. Zihninden inanılmaz küfürler geçiyordu. Nasıl gözünün önüne seks sahnelerinin gelmesini durduramıyorsa, aklına takılan küfürlü sözleri de durduramıyordu. Tabii küfrün hemen ardından defalarca tövbe ediyordu. Neredeyse bütün günü küfür-tövbe döngüsü içinde geçmeye başladı zamanla. Günde belki milyonlarca kere tövbe kelimeleri dökülüyordu ağzından.
“İmanımı kaybettim,” diye hıçkırıklarla bize geldiğinde işte bu durumdaydı Mehmet.
BEYNİN DAVETSİZ MİSAFİRİ: TAKINTI Takıntı insan zihninin düşman başına diyebileceğimiz özel- liklerinden biridir. Aklımıza bir düşünce veya hayal gelir, oturur, bir türlü oradan kalkmaz. Ne yaparsak yapalım, o düşünce veya hayal oradadır. Kafa bozuk plak gibi takılır kalır aynı yerde.
Frenkler takıntıya obsesyon derler. Obsesyon, “saplantı” keli- mesiyle de Türkçeye çevrilebilir. Net bir tarif yaparsak, obsesyon veya saplantı/takıntı:
1. İstenmeden gelen, 2. Sıkıntı verici,
3. Tekrarlayıcı ve sürekli düşünce, dürtü veya hayaldir.
Yukarıda takıntı hastalarına örnekler verdik. Kimine kirlendi- ği hissi gelir, mutlaka gidip temizlenmek ihtiyacı duyar. Kiminin
kafasına, çocuğuna zarar vereceği endişesi saplanır. Kimi aklında dolaşan günah düşüncelerden bir türlü kurtulamaz. Örnekler çoğaltılabilir. Dikkat ederseniz bu düşünce, dürtü ve hayaller daima istenmeden gelir, sıkıntı vericidir, tekrarlayıcıdır.
Kişinin takıntısı doğrultusunda yaptığı ve kendini alıkoya- madığı eylemlere ise kompülsiyon deriz. Kompülsiyon, “zorlantı”
kelimesiyle Türkçeleştirilirse de anadili Türkçe olan insanlara bu kelime herhalde pek mana ifade etmez. Yine de daha iyisi türetilene kadar kompülsiyon veya zorlantı kelimelerinden birini kullanmak dışında çaremiz yok.
O halde, mesela insanın aklına kirlendiği düşüncesinin gel- mesi takıntı, gidip ellerini yıkaması kompülsiyondur. Allah’a küfretmeye mâni olamamak takıntı, tövbe etmek kompülsiyon- dur. Çocuğunu kaldırıp camdan atacağını düşünmek takıntı, cam kenarlarından uzak durmak kompülsiyondur.
Özetle kompülsiyonlar öyle davranışlardır (veya dua etmek vs. türünden zihinsel eylemlerdir) ki:
1. Takıntıya cevap olarak gerçekleştirilir.
2. Kişi kendisini bu davranışları yapmaktan alıkoyamaz.
3. Tekrarlayıcıdır. (Defalarca el yıkanır, sürekli zemin veya priz kontrol edilir, yedi veya yedinin katları kadar estağfurullah denir.)
4. Genellikle katı biçimde, hatta merasim katılığıyla uygulanır.
(Belli şekilde belli sayıda el yıkanır, belli sayıda tövbe edilir, priz kontrol edilip deftere tarih ve saat düşülerek not alınır.)
Yukarıdaki örneklere bakan pek çok okuyucu büyük ihti- malle “Aa, bende de bu takıntı var,” demiştir. Evet, insanların büyük bölümünde irili ufaklı pek çok takıntı vardır. Ama bir kişinin “takıntı hastası” olduğunu söyleyebilmek için, takıntıla- rın rahatsız edici boyutta olması gereklidir. Mutlaka hepimizin çevresinde her şeyden pek çabuk iğrenen, sık sık el yıkayan bir anne, ağabey, komşu, arkadaş bulunur. Bu kişilerin hepsi hasta
mıdır? Elbette değildir. Ama verdiğim örneklerde görüldüğü gibi takıntı kişiye acı veriyorsa veya işine, gücüne, okul başarısına, insan ilişkilerine zarar veriyorsa o zaman ortada bir “takıntı hastalığı” var demektir. Takıntı hastalığına bilim dilinde obsesif kompülsif bozukluk denir.
Takıntının Enva Çeşd
Sık gördüğümüz takıntıları şöyle özetleyebiliriz:
1. Bulaşma takıntıları: Pislik, mikrop, meni, idrar gibi mad- delerin bulaşmasından korkma.
2. Şüphe takıntıları: Kapıyı kapattığından, fi şi çektiğinden, namazı doğru kıldığından vs. emin olamama.
3. Bedenimizle ilgili hastalık takıntıları: Ölümcül hastalıklara yakalandığı hissinden kurtulamama.
4. Düzen ve simetri takıntıları: Eşyaların düzenli ve simetrik olmamasından aşırı rahatsızlık duyma. Pantolonun ütü çizgisi jilet gibi olmadığında huzursuzluk hissetme.
5. Saldırganlık takıntıları: “Çocuğumu camdan atar mıyım?
Kadınlara saldırır mıyım?” şeklinde çevredekilere zarar ver- mekten korkma.
6. Cinsel takıntılar: Namazda akla erotik görüntülerin gelmesi, olmadık insanlarla erotik görüntüleri gözünün önünden uzaklaştıramama.
7. Dini takıntılar: Allah’a küfretme, “Allah var mı yok mu?”
sorusundan kurtulamama, günah olan şeyleri yapma arzusuna mâni olamama.
8. Metafi zik takıntılar: “Ben ben miyim? Ruh nerededir? Yıl- dızların ötesinde neler var? Bugün bugün mü yoksa yarın mı, dün mü? İnsanlar hayal mi gerçek mi?” gibi sorulardan kurtulamama.
Sık karşılaştığımız kompülsiyonlar (zorlantı) ise şunlardır:
1. Kontrol kompülsiyonları: Yoldan dönüp kapıyı kapatıp kapatmadığını kontrol etme, evden çıkmadan önce prizleri defalarca denetleme vb.
2. Yıkama kompülsiyonları: Tekrar tekrar el yıkama, banyo yapma, evi temizleme, gıdaları yıkama vb.
3. Sayma kompülsiyonları: Plaka numaralarını toplama, yoldan geçen arabaları sayma, gömleklerin düğmelerini sayma vb.
4. Sorma-anlatma kompülsiyonları: “Ne dedin bir daha söyle?
Sana para verdim mi söyle?” şeklinde sorular vb.
5. Dua etme kompülsiyonları: Aynı duayı, besmeleyi, tövbeyi defalarca tekrarlama vb.
6- Simetri ve düzen kompülsiyonları: Yürürken çizgilere bas- mama, paraları Atatürk resimleri üst üste gelecek şekilde istifl eme, duvarda eğri duran tabloyu düzeltme vb.
7- Biriktirme kompülsiyonları: Hiçbir eski eşyayı atamama, dı- şarıda ne bulursa alıp eve getirme, evi çöp eve dönüştürme vb.
Her Şey Kafama Takıyorum
Bir insan “Takıntılıyım” dediğinde genellikle şunu söylemek ister:
“Her şeyi kafama takıyorum. Duyduğum önemsiz bir söz beni incitiyor, o anda tepki vermiyorum ama sabaha kadar gö- züme uyku girmiyor. Gece, yorganın altına girdiğimden güneşin doğuşuna kadar aralıksız aynı şeyi düşündüğüm çok oluyor.
Başka bir insanın farkına bile varmayacağı bir şeyi, ben günlerce, haftalarca kafamdan atamıyorum.”
Takıntılı insan derken kastettiğimiz, “her şeyi” değil, bir veya birkaç düşünceyi kafasına takan kişidir. Örneklerini yukarıda verdik.
TAKINTI HASTALIĞI SIK GÖRÜLÜR MÜ?
Tabii aramızda irili ufaklı takıntıları olan çok sayıda insan vardır. Fazla el yıkayan anneler, evde her şey aşırı düzgün olmazsa rahatsız olan komşu teyzeler, tıraş olması saatlerce süren babalar, aynı soruları tekrar tekrar soran arkadaşlar, dolmuşta verdiği paranın üstünü dakikalarca hesaplayamayan ablalar, parmağı- nı çıtlatırsa mutlaka iki kere daha çıtlatıp üçe tamamlayan ve sonra aynı parmağın diğer eldeki simetriğini de üç kere çıtlatan ağabeyler her yerde karşımıza çıkar.
Çoğumuzun, kendimize bile manasız gelen, kimseye söyleme- diğimiz, söylemekten utandığımız takıntıları vardır. Her takıntılı kişi hasta mıdır? Elbette değildir. Hastalıktan bahsedebilmek için takıntıların kişide büyük sıkıntıya yol açması, kişinin mutlu olmasını, işini iyi yapmasını engellemesi gerekir.
Eskiden takıntı hastalığının nadir görülen bir durum olduğu zannedilirdi. Çok değil, 1980’den önce yazılmış kitaplara bakıl- dığında, bu rahatsızlığın sıklığının 10.000’de 5 olduğu yazılı- dır. Yani yirmi beş sene önce her 10.000 kişiden 5’inde takıntı hastalığı olduğu düşünülürdü. Halbuki günümüzde her 10.000 kişiden 250-300’ünün takıntı hastası olduğu bilinmektedir.
Yani İstanbul’da 250-300 bin, Türkiye’de yaklaşık 1,5-2 milyon, dünyada ise 300 milyona yakın insan, takıntı hastalığından mus- tariptir. Söz konusu hastalığın hayatı nasıl derinden etkilediği düşünüldüğünde, korkunç boyutlarda bir obsesif kompülsif bozukluk salgınıyla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.
Ne oldu da bu kadar kısa zamanda takıntı hastalarının sayısı 50-60 kat arttı? Daha doğrusu şöyle soralım: Takıntı hasta- larının sayısı mı arttı, yoksa eski istatistikler mi kusurluydu?
İşin doğrusu şu olsa gerek: Takıntı hastalığında etkili bir tedavi keşfedilene kadar bu kişiler, takıntılarını herkesten saklayarak, utanç ve gizlilik içinde bir hayat sürüyorlardı. Obsesif kişi me-
sela yanı başınızdaki iş arkadaşınız Hüseyin’di. Hüseyin işinde başarılı, çalışkan, dürüst, zeki bir insandı. Ama kafasının içi sürekli takıntılarla doluydu. Siz çalıştığınız büroda, mağazada, fabrikada sadece üstünüze düşen işi yaparken, Hüseyin işinin yanı sıra mütemadiyen takıntılarıyla uğraşmak zorunda kalıyor- du. Hüseyin’in kafası sizin kafanızdan katbekat yoğundu. Bir yanda rutin işi, diğer yanda takıntıları.
Bir de bu takıntıları gizlemek için çaba harcamak zorundaydı.
Mesela Hüseyin her şeyi, ama her şeyi sayıyordu. Gömleğinizin düğmelerini, işyerindeki herkesin düğmelerini, duvardan bakan Atatürk’ün mareşal üniformasındaki düğmeleri, duvarlardaki tabloları, halıdaki baklava desenlerini, dolaptaki dosyaları, dosya adlarındaki harfl eri sayıp duruyordu. Üstelik öyle bir kere sayıp bırakmıyordu. Her gün yeni baştan sayıyordu. İşyerinde toplam kaç ayak, toplam kaç parmak olduğunu aralıksız sayıyordu. Her sayışta da kafasını kaldırıp herkesin ellerini, ayaklarını inceli- yordu. Bir eliniz masanın altındaysa, türlü bahanelerle eğilip bükülüp elinizi görmeye çalışıyordu. İşyerinde toplam kaç yüzük olduğunu sayıyordu. Odada kaç tane kalem olduğunu sayıyordu.
Siz, “Şu dosyayı verir misin Hüseyin Ağabey?” dediğinizde o, kurduğunuz cümlede kaç harf olduğunu sayıyordu. Ama koca adam utanıyordu her şeyi saydığını söylemeye. Hayatı dayanılmaz haldeydi. Sayma tutkusunu bir türlü gemleyemiyordu.
Takıntılı kişi mesela kuzeniniz Fatma’ydı. Yemeklerinin ne- fasetiyle ünlü güzel bir lokantaya gidiyordunuz Fatma’yla. Siz restoranın baştan çıkarıcı atmosferine kendinizi bırakıp iştahla yemeklere yumuluyor, bu güzel ânı yaşamayı nasip ettiği için Allah’a şükrediyordunuz. Ama Fatma’nın gözü hiçbir güzelliği görmüyordu. Onun zihni sürekli şu düşüncelerle meşguldü:
“Buraya beni getirdiler ama yerler de pek temiz görünmüyor.
Yoksa döşemenin rengi mi biraz karanlık? Hava da yağmurlu, insanlar çamurlu ayakkabılarıyla lokantaya girecekler, çamurlar
TAKINTILAR Vaka Örnekleri ve Tedavi Yöntemleri Uzm. Dr. Oğuz Tan
2 TAKINTILAR Vaka Örnekleri ve Tedavi Yöntemleri Uzm. Dr. Oğuz Tan TİMAŞ YAYINLARI 1088 Psikoloji Dizisi 5 YAYIN YÖNETMENİ İhsan Sönmez EDİTÖR Seval Akbıyık Yavuz Türk DÜZELTİ Canan Hatiboğlu KAPAK TASARIMI CumbaCo İÇ TASARIM Tamer Turp 1. BASKI Aralık 2004, İstanbul 17. BASKI Mayıs 2020, İstanbul ISBN TİMAŞ YAYINLARI Cağaloğlu, Alemdar Mahallesi, Alayköşkü Caddesi, No: 5, Fatih/İstanbul Telefon: (0212) timas.com.tr timas@timas.com.tr facebook.com/timasyayingrubu twitter.com/timasyayingrubu Kültür Bakanlığı Yayıncılık Sertifika No: BASKI VE CİLT Sistem Matbaacılık Yılanlı Ayazma Sok. No: 8 Davutpaşa-Topkapı/İstanbul Telefon: (0212) Matbaa Sertifika No: YAYIN HAKLARI Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Timaş Basım Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi ne aittir. İzinsiz yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
3 Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan 1969 yılında İstanbul da doğdu te İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi nden mezun oldu. Kütahya da pratisyen hekim olarak çalıştı. Psikiyatri ihtisasını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi nde tamamladı. Tıp yayıncılığıyla uğraştı. Çeşitli bilimsel araştırmalara imza atmasının yanı sıra çok sayıda tıbbi makale ve kitabın Türkçeye kazandırılmasına çevirmen ve editör olarak katkıda bulundu. Halen Üsküdar Üniversitesi nde psikiyatri uzmanı ve öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Bilim tarihi, edebiyat ve Türk müziğine ilgi duyuyor. Evli, bir erkek ve bir kız çocuk babası.
4 İçindekiler Birinci Bölüm TAKINTI HASTALIĞINA GENEL BİR BAKIŞ KISA TAKINTI ÖRNEKLERİ. 13 BEYNİN DAVETSİZ MİSAFİRİ: TAKINTI. 22 TAKINTI HASTALIĞI SIK GÖRÜLÜR MÜ. 26 TAKINTILI KİŞİLİK. 33 İkinci Bölüm EN SIK GÖRÜLEN TAKINTI TÜRLERİ TEMİZLİK TAKINTILARI. 43 ŞÜPHE VE KONTROL TAKINTILARI. 60 DÜZEN TAKINTILARI. 62 DUA ETME, SAYMA, TEKRARLAMA TAKINTILARI. 69 HASTALIK TAKINTILARI. 77 SALDIRGANLIK TAKINTILARI. 83 CİNSEL TAKINTILAR. 85 DİNİ TAKINTILAR. 86 METAFİZİK TAKINTILAR. 87 BÜYÜSEL TAKINTILAR. 89 BİRİKTİRME TAKINTILARI. 90 ELİ AĞIR İNSANLAR: OBSESİF YAVAŞLIK. 96 Üçüncü Bölüm TAKINTI HASTALIĞININ SEBEPLERİ BİYOLOJİK SEBEPLER PSİKOLOJİK SEBEPLER ASRİ ZAMAN İNSANI TAKINTILI YAPAR MI? TAKINTI HASTALIĞI İRSİ MİDİR. 141
5 Dördüncü Bölüm TAKINTIYA AKRABA HASTALIKLAR TAKINTIYA AKRABA HASTALIKLAR HAKKINDA TİK BOZUKLUĞU ÇİRKİNLİK TAKINTILARI HASTALIK HASTALIĞI KIL KOPARMA HASTALIĞI ZAYIFLAMA HASTALIĞI KUMARBAZLIK HIRSIZLIK HASTALIĞI KUNDAKÇILIK HASTALIĞI ALIŞVERİŞ HASTALIĞI SEKS BAĞIMLILIĞI Beşinci Bölüm TAKINTI HASTALIĞININ TEDAVİSİ TAKINTI HASTALIĞINDA İLAÇ TEDAVİSİ TAKINTI HASTALIĞINDA DAVRANIŞÇI PSİKOTERAPİ TAKINTI HASTALIĞINDA BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ TAKINTI HASTALIĞINDA BEYİN AMELİYATI TAKINTI HASTALIĞINDA ELEKTROŞOK TEDAVİSİ TAKINTI HASTALIĞINDA MANYETİK UYARIM TEDAVİSİ PADUA ENVANTERİ KAYNAKLAR. 222
6 Bütün takıntı hastalarına.
7 Birinci Bölüm TAKINTI HASTALIĞINA GENEL BİR BAKIŞ
8 KISA TAKINTI ÖRNEKLERİ Afr kakarıncasının Ömrü Nasıl Tüken r? Bir cins afrikakarıncasından bahsederler. Bu karınca, dünyanın dört bucağındaki hemcinsleri gibi çalışkandır. Gününü rızkını aramakla geçirir, karnını doyurabileceği bir gıda bulursa sırtlanır, yuvasına taşır, maaile sebeplenirler. Malum, karınca diğerkâm bir böcektir; Rabbena, hep bana, demez, her lokmayı paylaşır. La Fontaine den öğrendiğimiz kadarıyla karıncada istikbal endişesi de hayli yüksektir. Biriktirir de biriktirir. Gamsız ağustosböceğine de ne ibretamiz dersler verir! Dolayısıyla hayatı at, eşek, katır nevinden hayvanlar gibi taşımakla geçer. Gıda arar, bulur, yuvasına taşır, yuvasından dışarı çıkar, yine arar, bulur, yuvasına taşır ve hayatı hep böyle sürüp gider. Bilumum hayvanatın özel hayatına pek meraklı olan biliminsanları, afrikakarıncasının hayatını da rasada alır; ellerinde kameraları, minicik karıncaların peşinde dağ, tepe, orman dolaşırlar. Bir gün şeytanlıkları tutar, karıncanın yuvasının girişine bir buğday tanesi koyarlar ve oracığa konuşlanıp olan biteni seyre dalarlar. Yuvasından çıkan karınca, karşısında buğday tanesini görünce gerisingeri döner, içeri girer. Az bir zaman sonra karınca yine kapıda peyda olur, bakar, buğday tanesi yine orada. Haydi dön geri. Tekrar dışarı çıkar, buğday tanesi duruyor. Gir içeri. Zavallı hayvan kendi lisanınca Acaba gıdamı içeri taşımadım mı? diye düşünmektedir. Fakat gıdasını yuvasında görmek de ikna etmez afrikakarıncasını. Sevimli böceğin hayatı, kapının 13
9 Oğuz Tan önündeki buğday tanesiyle yuvası arasındaki birkaç milimlik mesafeyi ileri geri kat etmekle nihayet bulur. Lady Macbeth n K rl Eller Günde kaç defa el yıkarsınız? Söz dinlemeye başladıkları yaştan itibaren çocuklara her yemekten önce ve sonra el yıkamaları öğütlenir. Ayrıca sağlığı koruma kuralları gereğince her tuvalet çıkışında eller iyice sabunlanmalıdır. Normal bir erişkinin günde üç öğün yemek yediği, beş altı kere de tuvalete gittiği farz edilirse, okul kitaplarındaki hijyen tavsiyelerine harfiyen riayet eden titiz bir insanın günde 15 kere, bilemediniz 10 kere el yıkaması gerekir. İşi gereği el yıkaması gerekenleri saymıyoruz. (Ameliyattan önce gereken temizliği yapmayan cerrah, kapkara olmuş ellerini, kollarını, yüzünü her gün iş çıkışı uzun uzun temizlemeye çalışmayan bir tamirci yoktur herhalde.) Peki yemek öncesinde, sonrasında veya tuvalet çıkışında el yıkamanız acaba ne kadar sürer? En fazla saniye, bilemediniz 1 dakika olsa gerek. O halde kişinin el yıkamaya ayırdığı toplam zaman günde dakikayı geçmez. Meslek icabı daha uzun süre temizlenmek zorunda kalanlar hariç tabii. Halbuki Shakespeare in meşhur karakteri Lady Macbeth, hayatını el yıkamaya adamıştır. El yıkamak, hayatının en önemli işi haline gelmiştir Lady Macbeth in. Malum, edebiyat tarihinin kötü kadın larındandır kendisi. Kişisel hırsları sebebiyle kocasını tahrik edip Kral Duncan ı öldürtür. Ardından el yıkama hastalığına tutulur. Ne yapsa ellerini temiz hissedemez. Ve şöyle haykırır: Arabistan ın bütün kokulu sabunları getirilse bu elin kirleri temizlenmez! Aramızda el yıkama hastası olan çoktur. Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için hemen belirtelim: El yıkama hastaları genellikle Lady Macbeth e benzemez. Hatta tam tersine, çoğu 14
10 Takıntılar son derece dürüst, kusursuzluk peşinde koşan, aşırı kontrollü, bütün kural ve kanunlara sıkı sıkıya uyan kişilerdir. Ev m, Hamam mı? Ahmet 1 28 yaşında, bekâr bir işçidir. Ellerinin kirlenmesine hiç tahammülü yoktur. Günde en az 25 kere ellerini yıkar. Belki 25 kere el yıkamak çok fazla sayılmaz. Ama Ahmet musluk başına geçtiği zaman oradan kolay kolay ayrılamaz. Günde 25 kere, uzun uzun da olsa el yıkamak bazılarına anormal gelmeyebilir. Ama Ahmet in elleri, aşırı yıkamanın ve sabun kullanmanın yaptığı tahrişe bağlı olarak kıpkırmızıdır. Ahmet bununla da kalmaz, kullandığı iş makinesinin anahtarlarını her gün defalarca dezenfekte eder. Bir kere de değil, defalarca. Ayakkabılarının pantolonuna dokunmaması için çeşitli tedbirler alır. Sadece paçaları ayakkabılarına değdiği halde, bütün üstü başı kirlenmiş hissine kapılır ve bu hissi bir türlü kafasından atamaz. Ayakkabısına değen giysisini çıkarma isteği, adeta korkunç bir tutku halini alır genç adamda. Çünkü üstünde kirli pantolon varken diğer giysilerine dokunursa onları da kirletecektir! Ortalık yerde çıplak kalmamak için kolay kolay kıyafet değiştiremez elbette. Ama paçası ayakkabısına değmiş pantolonla gezmek Ahmet için büyük bir işkencedir. Ahmet in giyinip soyunmaya mahsus özel eldivenleri vardır. Bu eldivenlerle başka hiçbir şey yapmaz. Onları sadece giyinip soyunurken kullanır. Fakat aldığı bütün tedbirler genç adama yetersiz gelmektedir; bazen kıyafetlerini yakma isteğine bile kapılır. Hayatı gerçekten çok zordur. İnsan içine karışmak bile dayanılmaz bir azaptır onun için. Ne zaman çarşıya pazara gitse insanların kendisine sürtüneceği korkusu içindedir. Sürekli ar- 1 Örnek vakalardaki isimler, etik sebeplerle değiştirilmiştir. 15
11 Oğuz Tan kasına bakar, başkalarından uzak durmaya çalışır, kimse kendisine sürtünmese bile sürtündü gibi gelir. Eğer birinin kendisine sürtündüğünden emin olursa kılık kıyafetini derhal kuru temizlemeciye gönderir. Sabun, deterjan ve kuru temizlemeci masrafı Ahmet in kesesini sarsar. Su faturalarını gören herkes ona, Burası ev mi, hamam mı? diye sorar. Daha da kötüsü, pislik ve temizlikten başka hemen hiçbir şey düşünemez Ahmet. Uyanık olduğu saatlerin, dakikaların, saniyelerin neredeyse tamamı pislik korkusuyla ve temizlenmek için ne yapması gerektiği düşüncesiyle doludur. Ne güzel bir yaz günü yürüyüş yapmaktan zevk alır, ne gittiği meşhur lokantanın nefis yemekleri tat verir kendisine, ne de dostlarıyla sohbet gönlünü açar. Kafasında daima tek düşünce vardır: Pislik. Terz n n Zal m Şüphes Bir terzi, rahat bir uyku çekip ertesi günkü mesaisine dinlenmiş ve dinç olarak başlamak amacıyla yatağına girer. Ama bir türlü gözüne uyku girmez. Şu meşum soru zihnine takılır kalır: Ütüyü prizden çekmiş miydim? Aslında ütüyü prizden çektiğini çok iyi bilir. Ama Ya çekmediysem! düşüncesi korkunç bir şüphe olarak beynini kemirir durur. Sıcak yatağından kalkar, dükkânına gider. Evet, elbette ütünün fişini çekmiştir. Rahatlamış olarak evine döner, yatağına girer. Artık rahat bir uykuyu hak etmiştir. O ne! Meşum soru yine boy gösterir kafasında: Ütüyü prizden çekmiş miydim? Terzi ütüyü prizden çektiğinden emin, az önce dükkânda asayişin berkemal olduğunu kendi gözleriyle gördü ya! Ama ya çekmediyse? Bu korkunç şüpheye katlanmaktansa kalkar, yine dükkâna yollanır. Her şeyin normal olduğunu görür, döner dönmez yatağına atar kendini. Artık uyumalıdır. Bütün gün el emeği göz nuru dökmüştür. Dinlenecek ki işini 16
12 Takıntılar düzgün yapsın, ekmek parasını kazansın. Ama olmaz. Şüphe dayanılmaz boyuttadır: Ya ütünün fişini çekmediysem! Kendi kendisini rahatlatmaya çalışır, dükkâna gidip ütünün fişini çektiği anları gözünün önüne getirir. Rahatlayamaz. Şüphe, insanı sıcacık yatağından kaldırıp sokaklara dökecek kadar şiddetlidir. Tekrar dükkâna yollanır, prizi kontrol eder. Bu şüphe-kontrol döngüsü, adam yorgunluktan uyuyup kalana kadar sürer gider. Takıntılı terzi bazı geceler hiç uyuyamaz. Ertesi gün aynı senaryo yeniden başlar. Ütüyü prizden çektiğinden emin olduğu halde, Ütüyü prizden çekmiş miydim? diye sorar durur kendi kendine. Evle dükkân arasında gece boyunca mekik dokur. Bir sonraki gün kurtulur mu takıntısından? Elbette kurtulamaz. Ondan sonraki gün de kurtulamaz, daha sonraki gün de. Bu zalim şüphe aylarca terzinin içini kemirir durur. Sonunda buna bir çare bulur: Gece ütüyü kontrol etmek için dükkâna gittiğinde yanında bir de defter bulundurur. Ütüye, prize, fişe bakar. Cebinden kalemini çıkarır ve defterine not düşer: Şu saatte dükkâna gittim, ütü prizde değildi. Eve döner, yatağa girer. Defteri yanı başındadır. Derin bir uykunun kıyılarında dolaşırken, beynine yeni bir şüphe saplanır: Ya yazdığım doğru değilse! Bir defter dolar, iki defter dolar, aylar geçer, bir defa bile ütüyü prizde unutmadığı halde yatak-dükkân turlarından kurtulamaz. Giderek durum tahammül edilmez bir hal alır. Sonunda eşini de işe bulaştırır kahramanımız: Hanım, sen de benimle dükkâna gel, ütünün prizde olup olmadığını benimle birlikte kontrol et. Eşi, terziyi çektiği korkunç azaptan kurtarmak için önce memnuniyetle bu teklifi kabul eder. Herhalde iki kişi birden koca prizi yanlış görecek değildir. Oysa terzi takıntısından yine 17
13 Oğuz Tan kurtulamaz: Karısının yanılmadığı ne malumdur? Artık zavallı kadına da uyku haramdır. Evle terzihane arasında sabaha kadar mekik dokuyan iki kişi görür mahallenin gece kuşları. Bir de koltuk altında taşınan defter tabii. Kadın, bu zevksiz sporun temposuna dayanamaz ama; Bey, bu defa dükkâna gelmesem, dediğinde, adamın sıkıntısı o kadar büyük olur ki görenler terzi oracıkta can verecek sanır. Çaresiz nöbeti çocuklar devralır. Ayın belli günleri çocuklardan biri, belli günleri çocuklardan diğeri, belli günleri de karısı refakat eder terziye. Çocuğumu Öldürür müyüm? Ayşe yeni anne olmuştur. Yirmi dört yaşındadır. Bebeği iki aylıktır. Bebek bakmayı yeni öğrenmektedir. Ancak Ayşe nin büyük bir korkusu vardır: Bebeğini kazara düşürüp öldürmek! Istırabın büyüklüğünü düşünebiliyor musunuz? İnsanın minicik yavrusunun ölümüne sebep olması! Ayşe sürekli evin zeminini kontrol eder. Zeminde bir eğrilik var mı, tahtalardan biri çürümüş olabilir mi, ayağı bir şeye takılabilir mi? Bu kontrol etme eylemi, lafın gelişi değil, gerçekten süreklidir. Bebeğe bakmadığı saatlerin neredeyse tamamı evin döşemesinin sağına soluna bakmak, döşemenin sağlamlığını elle kontrol etmek, şüpheli yerlere ayakla pat pat yapmak, zeminde bir kabartı var mı yok mu diye incelemekle geçer. Tekrar inceler, tekrar inceler, tekrar, tekrar, tekrar. Ha, bir de zemin kontrolünden arta kalan zamanlarda elini yıkar Ayşe. Maazallah mikrop kapar da bunu bebeğine bulaştırırsa, bebeğin küçücük bünyesi zalim mikropla baş edemez de, Ayşecik bir tanecik yavrusunu daha süte doymadan mezara koymak zorunda kalırsa. Böyle böyle el yıkamalar günde 60 ı bulur. 18
14 Takıntılar Bebeğini emzirirken, onu severken, onunla oynarken de sürekli zemini ve mikropları düşünür müşfik anne. Evet, kalbi gerçekten sevgi doludur. Sevgi doludur ama anne olmanın, yavrusunu koklamanın, yavrusuna sarılmanın zevkini alamaz. Bedeni bebeğiyle birliktedir, lakin aklı evin döşemesinde ve mikroplardadır. Aylar geçtikçe daha korkunç bir takıntı Ayşe yi esir alır: Ya çocuğumu camdan atarsam! Bir an irademi kaybeder ve bebeğimi beşinci kattan aşağı sallayıverirsem! Evlat katili olmak düşüncesi hem dehşet verici hem de utanç vericidir. Baştan bu takıntısını kimseye söylemez. Çocuğu kucağındayken balkona çıkmaz, cam kenarlarına yaklaşmaz, merdiven tırmanmaz. Bir gün bebeği emzirirken yeni bir takıntı eklenir eskilere: Ya bebeğimi kollarımda sıkarak öldürürsem! Önce kendine bu düşüncenin ne kadar mantıksız olduğunu telkin etmeye çalışır. Öyle ya, dünyadaki milyarlarca anneden kaçı bebeğini sıkarak öldürmüştür? Ama takıntıyla baş etmek kolay değildir. Emzirme işi artık imkânsız hale geldiğinde takıntılarını yakınlarına açar, bebeği başka birine tutturur ve öyle emzirir. Ayşe artık bebeğini kucağına alamamaktadır. Emzirme çağı, çaresizliğin oluşturduğu bu enteresan yöntemle atlatılır. Bebek artık sofraya oturmaya, çorba, köfte, Allah ne verdiyse yemeye başlar. Günlerden bir gün Ayşe bir bıçağa bakar bir bebeğine, bir bıçağa bir bebeğine. Ya bıçağı bebeğime saplarsam! Ya bir an kontrolümü kaybedersem! Ve sonunda sofralar da ayrılır. Ayşe, çocuğuyla aynı masaya oturmaz olur. Dehşetli takıntıların anneye verdiği dayanılmaz acıyı düşünebiliyor musunuz? Peki acaba çocuk ne hisseder? Annesinin kendisini dağlar kadar sevdiğinin farkında mıdır? 19
15 Oğuz Tan Yoksa kucağa alınmamış, sofrada yalnız bırakılmış bir çocuk mu görecektir geçmişine baktığında? İmanımı Kaybett m! Takıntı, mantıksız olduğunu bildiği halde insanın bir türlü kafasından atamadığı fikir ve hayallerdir. Üstelik çok da rahatsız edicidir. Mehmet üniversiteyi yeni bitirmiş, çalışkan, başarılı, dürüst, beyefendiliğiyle ün salmış 22 yaşında bir gençtir. Dindar bir ailede yetişmiş, kendisi de ergenlik yıllarından itibaren dini vazifelerini titizlikle yerine getirmeye çalışmıştır. Ama bize geldiği zaman hıçkırıklar içindeydi: İmanımı kaybettim, diyordu sürekli. Ağlamaktan doğru dürüst konuşamıyordu bile. Ben ateistim, diyor, hemen ardından tekrar gözyaşlarına boğuluyordu. Herkesin aklına olmadık zamanda, olmadık yerde, olmadık fikirler gelebilir. Mehmet in de, yaşlarındayken tam namaza durduğu sırada, gözünün önüne erotik sahneler geliyordu. Önceleri çarçabuk bu sahneleri zihninden uzaklaştırabiliyordu. Utanmakla birlikte söz konusu durumu fazla dert etmiyordu. Mehmet mükemmeliyet peşinde koşan, yaptığı her işin kusursuz olmasını isteyen biriydi. Bu yüzden dinin emirlerine harfiyen riayet etmek istiyordu. Giderek önemli bir ibadet olan namazı huşu içinde kılamadığını düşünmeye başladı. Namazı huşu içinde kılabilmenin yollarını araştırdı. Kitaplar okudu, sohbetlere gitti, sorular sordu. Farz namazlarla yetinmedi, nafile namazlar kıldı. Namaza ayırdığı vakit arttıkça, huşu içinde kılma arzusu şiddetlendikçe, namaz sırasındaki erotik hayalleri yoğunlaşıyordu. Tabii içindeki suçluluk ve utanç duyguları da derin bir yeise sürüklüyordu Mehmet i. 20
16 Takıntılar O hale geldi ki namaza başlar başlamaz türlü türlü sahneler gözünün önünde canlanıyor, selam verene kadar ne yaparsa yapsın o görüntüleri gözünün önünden uzaklaştıramıyordu. Camiye gittiğinde, kapıdan içeri girer girmez mabedin duvarlarında, mihrapta, minberde aynı hayaller peyda oluyordu. Mehmet söz konusu hayallerden asla erotik bir haz duymuyordu. Tam aksine bunlar yüzünden büyük bir azap içinde kıvranıyordu. Acaba ben cinsi sapık mıyım? diye düşünüyordu. Cinsel arzularını hafifletmek amacıyla sık sık oruç tutmaya başladı. Fakat ne yapsa olmuyordu. Kendisini imanı zayıf, günahkâr, hatta sapık olarak gördükçe erotik hayaller yoğunlaşıyor, çektiği acı daha da büyüyordu. Gece gündüz ne kadar alçak biri olduğunu düşünüyordu artık. Hep suratı asıktı, hep mutsuzdu. Üniversitenin son yıllarında ders çalışamaz oldu, notları düştü. Derken hacca gitme imkânı buldu. Bu onun için bir yeniden doğuş olabilirdi. Bütün günahlarını affettirebilir, kalan hayatını iyi bir Müslüman olarak sürdürebilirdi. Kutsal mekânlarda acısı daha da arttı Mehmet in. Sonradan bize, katıla katıla ağlayarak, oralarda bile aynı görüntülerin gözünün önünden silinmediğini anlattı. Hacdan dönüşte Mehmet namazı topyekûn bıraktı. Namazı bırakınca erotik hayallerinden de kurtuldu. Ama takıntı bu, insanın peşini kolay kolay bırakır mı? Bu defa da ezan sesi duyduğunda, kendini yakışıksız benzetmeler yapmaktan alıkoyamıyordu. Kendisini evde ezan sesinin en az duyulduğu odaya hapsetti. Yine de müezzini duyarsa derhal radyoya, televizyona koşup sesini sonuna kadar açıyordu. Ezan sesi kulağına gelmemeliydi. Derken evde sürekli kulaklarında müzikçalar kulaklığıyla gezmeye başladı. Namazı bıraktığı halde namaz vakitlerini her gün dakikası dakikasına takip ediyordu. Saatinin saniye şaşmaması 21
17 Oğuz Tan için büyük dikkat harcıyordu. Çünkü ezan vaktine beş on dakika kala mutlaka camilerden uzak bir yerde bulunmalıydı. Beynamaz olduğum yetmiyor, camilerden bile kaçar oldum, diyordu bize. Takıntılarından kurtulmak için ibadetten uzaklaşması, mutsuzluğunu daha da arttırıyordu. Üstelik takıntıları da azalmıyordu. Nihayet içinden Allah a küfretmeye başladı. İşte bu en korkuncuydu. Zihninden inanılmaz küfürler geçiyordu. Nasıl gözünün önüne seks sahnelerinin gelmesini durduramıyorsa, aklına takılan küfürlü sözleri de durduramıyordu. Tabii küfrün hemen ardından defalarca tövbe ediyordu. Neredeyse bütün günü küfür-tövbe döngüsü içinde geçmeye başladı zamanla. Günde belki milyonlarca kere tövbe kelimeleri dökülüyordu ağzından. İmanımı kaybettim, diye hıçkırıklarla bize geldiğinde işte bu durumdaydı Mehmet. BEYNİN DAVETSİZ MİSAFİRİ: TAKINTI Takıntı insan zihninin düşman başına diyebileceğimiz özelliklerinden biridir. Aklımıza bir düşünce veya hayal gelir, oturur, bir türlü oradan kalkmaz. Ne yaparsak yapalım, o düşünce veya hayal oradadır. Kafa bozuk plak gibi takılır kalır aynı yerde. Frenkler takıntıya obsesyon derler. Obsesyon, saplantı kelimesiyle de Türkçeye çevrilebilir. Net bir tarif yaparsak, obsesyon veya saplantı/takıntı: 1. İstenmeden gelen, 2. Sıkıntı verici, 3. Tekrarlayıcı ve sürekli düşünce, dürtü veya hayaldir. Yukarıda takıntı hastalarına örnekler verdik. Kimine kirlendiği hissi gelir, mutlaka gidip temizlenmek ihtiyacı duyar. Kiminin 22
18 Takıntılar kafasına, çocuğuna zarar vereceği endişesi saplanır. Kimi aklında dolaşan günah düşüncelerden bir türlü kurtulamaz. Örnekler çoğaltılabilir. Dikkat ederseniz bu düşünce, dürtü ve hayaller daima istenmeden gelir, sıkıntı vericidir, tekrarlayıcıdır. Kişinin takıntısı doğrultusunda yaptığı ve kendini alıkoyamadığı eylemlere ise kompülsiyon deriz. Kompülsiyon, zorlantı kelimesiyle Türkçeleştirilirse de anadili Türkçe olan insanlara bu kelime herhalde pek mana ifade etmez. Yine de daha iyisi türetilene kadar kompülsiyon veya zorlantı kelimelerinden birini kullanmak dışında çaremiz yok. O halde, mesela insanın aklına kirlendiği düşüncesinin gelmesi takıntı, gidip ellerini yıkaması kompülsiyondur. Allah a küfretmeye mâni olamamak takıntı, tövbe etmek kompülsiyondur. Çocuğunu kaldırıp camdan atacağını düşünmek takıntı, cam kenarlarından uzak durmak kompülsiyondur. Özetle kompülsiyonlar öyle davranışlardır (veya dua etmek vs. türünden zihinsel eylemlerdir) ki: 1. Takıntıya cevap olarak gerçekleştirilir. 2. Kişi kendisini bu davranışları yapmaktan alıkoyamaz. 3. Tekrarlayıcıdır. (Defalarca el yıkanır, sürekli zemin veya priz kontrol edilir, yedi veya yedinin katları kadar estağfurullah denir.) 4. Genellikle katı biçimde, hatta merasim katılığıyla uygulanır. (Belli şekilde belli sayıda el yıkanır, belli sayıda tövbe edilir, priz kontrol edilip deftere tarih ve saat düşülerek not alınır.) Yukarıdaki örneklere bakan pek çok okuyucu büyük ihtimalle Aa, bende de bu takıntı var, demiştir. Evet, insanların büyük bölümünde irili ufaklı pek çok takıntı vardır. Ama bir kişinin takıntı hastası olduğunu söyleyebilmek için, takıntıların rahatsız edici boyutta olması gereklidir. Mutlaka hepimizin çevresinde her şeyden pek çabuk iğrenen, sık sık el yıkayan bir anne, ağabey, komşu, arkadaş bulunur. Bu kişilerin hepsi hasta 23
19 Oğuz Tan mıdır? Elbette değildir. Ama verdiğim örneklerde görüldüğü gibi takıntı kişiye acı veriyorsa veya işine, gücüne, okul başarısına, insan ilişkilerine zarar veriyorsa o zaman ortada bir takıntı hastalığı var demektir. Takıntı hastalığına bilim dilinde obsesif kompülsif bozukluk denir. Takıntının Enva Çeş d Sık gördüğümüz takıntıları şöyle özetleyebiliriz: 1. Bulaşma takıntıları: Pislik, mikrop, meni, idrar gibi maddelerin bulaşmasından korkma. 2. Şüphe takıntıları: Kapıyı kapattığından, fişi çektiğinden, namazı doğru kıldığından vs. emin olamama. 3. Bedenimizle ilgili hastalık takıntıları: Ölümcül hastalıklara yakalandığı hissinden kurtulamama. 4. Düzen ve simetri takıntıları: Eşyaların düzenli ve simetrik olmamasından aşırı rahatsızlık duyma. Pantolonun ütü çizgisi jilet gibi olmadığında huzursuzluk hissetme. 5. Saldırganlık takıntıları: Çocuğumu camdan atar mıyım? Kadınlara saldırır mıyım? şeklinde çevredekilere zarar vermekten korkma. 6. Cinsel takıntılar: Namazda akla erotik görüntülerin gelmesi, olmadık insanlarla erotik görüntüleri gözünün önünden uzaklaştıramama. 7. Dini takıntılar: Allah a küfretme, Allah var mı yok mu? sorusundan kurtulamama, günah olan şeyleri yapma arzusuna mâni olamama. 8. Metafizik takıntılar: Ben ben miyim? Ruh nerededir? Yıldızların ötesinde neler var? Bugün bugün mü yoksa yarın mı, dün mü? İnsanlar hayal mi gerçek mi? gibi sorulardan kurtulamama. Sık karşılaştığımız kompülsiyonlar (zorlantı) ise şunlardır: 24
20 Takıntılar 1. Kontrol kompülsiyonları: Yoldan dönüp kapıyı kapatıp kapatmadığını kontrol etme, evden çıkmadan önce prizleri defalarca denetleme vb. 2. Yıkama kompülsiyonları: Tekrar tekrar el yıkama, banyo yapma, evi temizleme, gıdaları yıkama vb. 3. Sayma kompülsiyonları: Plaka numaralarını toplama, yoldan geçen arabaları sayma, gömleklerin düğmelerini sayma vb. 4. Sorma-anlatma kompülsiyonları: Ne dedin bir daha söyle? Sana para verdim mi söyle? şeklinde sorular vb. 5. Dua etme kompülsiyonları: Aynı duayı, besmeleyi, tövbeyi defalarca tekrarlama vb. 6- Simetri ve düzen kompülsiyonları: Yürürken çizgilere basmama, paraları Atatürk resimleri üst üste gelecek şekilde istifleme, duvarda eğri duran tabloyu düzeltme vb. 7- Biriktirme kompülsiyonları: Hiçbir eski eşyayı atamama, dışarıda ne bulursa alıp eve getirme, evi çöp eve dönüştürme vb. Her Şey Kafama Takıyorum Bir insan Takıntılıyım dediğinde genellikle şunu söylemek ister: Her şeyi kafama takıyorum. Duyduğum önemsiz bir söz beni incitiyor, o anda tepki vermiyorum ama sabaha kadar gözüme uyku girmiyor. Gece, yorganın altına girdiğimden güneşin doğuşuna kadar aralıksız aynı şeyi düşündüğüm çok oluyor. Başka bir insanın farkına bile varmayacağı bir şeyi, ben günlerce, haftalarca kafamdan atamıyorum. Takıntılı insan derken kastettiğimiz, her şeyi değil, bir veya birkaç düşünceyi kafasına takan kişidir. Örneklerini yukarıda verdik. 25
21 Oğuz Tan TAKINTI HASTALIĞI SIK GÖRÜLÜR MÜ? Tabii aramızda irili ufaklı takıntıları olan çok sayıda insan vardır. Fazla el yıkayan anneler, evde her şey aşırı düzgün olmazsa rahatsız olan komşu teyzeler, tıraş olması saatlerce süren babalar, aynı soruları tekrar tekrar soran arkadaşlar, dolmuşta verdiği paranın üstünü dakikalarca hesaplayamayan ablalar, parmağını çıtlatırsa mutlaka iki kere daha çıtlatıp üçe tamamlayan ve sonra aynı parmağın diğer eldeki simetriğini de üç kere çıtlatan ağabeyler her yerde karşımıza çıkar. Çoğumuzun, kendimize bile manasız gelen, kimseye söylemediğimiz, söylemekten utandığımız takıntıları vardır. Her takıntılı kişi hasta mıdır? Elbette değildir. Hastalıktan bahsedebilmek için takıntıların kişide büyük sıkıntıya yol açması, kişinin mutlu olmasını, işini iyi yapmasını engellemesi gerekir. Eskiden takıntı hastalığının nadir görülen bir durum olduğu zannedilirdi. Çok değil, 1980 den önce yazılmış kitaplara bakıldığında, bu rahatsızlığın sıklığının de 5 olduğu yazılıdır. Yani yirmi beş sene önce her kişiden 5 inde takıntı hastalığı olduğu düşünülürdü. Halbuki günümüzde her kişiden ünün takıntı hastası olduğu bilinmektedir. Yani İstanbul da bin, Türkiye de yaklaşık 1,5-2 milyon, dünyada ise 300 milyona yakın insan, takıntı hastalığından mustariptir. Söz konusu hastalığın hayatı nasıl derinden etkilediği düşünüldüğünde, korkunç boyutlarda bir obsesif kompülsif bozukluk salgınıyla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Ne oldu da bu kadar kısa zamanda takıntı hastalarının sayısı kat arttı? Daha doğrusu şöyle soralım: Takıntı hastalarının sayısı mı arttı, yoksa eski istatistikler mi kusurluydu? İşin doğrusu şu olsa gerek: Takıntı hastalığında etkili bir tedavi keşfedilene kadar bu kişiler, takıntılarını herkesten saklayarak, utanç ve gizlilik içinde bir hayat sürüyorlardı. Obsesif kişi me- 26
22 Takıntılar sela yanı başınızdaki iş arkadaşınız Hüseyin di. Hüseyin işinde başarılı, çalışkan, dürüst, zeki bir insandı. Ama kafasının içi sürekli takıntılarla doluydu. Siz çalıştığınız büroda, mağazada, fabrikada sadece üstünüze düşen işi yaparken, Hüseyin işinin yanı sıra mütemadiyen takıntılarıyla uğraşmak zorunda kalıyordu. Hüseyin in kafası sizin kafanızdan katbekat yoğundu. Bir yanda rutin işi, diğer yanda takıntıları. Bir de bu takıntıları gizlemek için çaba harcamak zorundaydı. Mesela Hüseyin her şeyi, ama her şeyi sayıyordu. Gömleğinizin düğmelerini, işyerindeki herkesin düğmelerini, duvardan bakan Atatürk ün mareşal üniformasındaki düğmeleri, duvarlardaki tabloları, halıdaki baklava desenlerini, dolaptaki dosyaları, dosya adlarındaki harfleri sayıp duruyordu. Üstelik öyle bir kere sayıp bırakmıyordu. Her gün yeni baştan sayıyordu. İşyerinde toplam kaç ayak, toplam kaç parmak olduğunu aralıksız sayıyordu. Her sayışta da kafasını kaldırıp herkesin ellerini, ayaklarını inceliyordu. Bir eliniz masanın altındaysa, türlü bahanelerle eğilip bükülüp elinizi görmeye çalışıyordu. İşyerinde toplam kaç yüzük olduğunu sayıyordu. Odada kaç tane kalem olduğunu sayıyordu. Siz, Şu dosyayı verir misin Hüseyin Ağabey? dediğinizde o, kurduğunuz cümlede kaç harf olduğunu sayıyordu. Ama koca adam utanıyordu her şeyi saydığını söylemeye. Hayatı dayanılmaz haldeydi. Sayma tutkusunu bir türlü gemleyemiyordu. Takıntılı kişi mesela kuzeniniz Fatma ydı. Yemeklerinin nefasetiyle ünlü güzel bir lokantaya gidiyordunuz Fatma yla. Siz restoranın baştan çıkarıcı atmosferine kendinizi bırakıp iştahla yemeklere yumuluyor, bu güzel ânı yaşamayı nasip ettiği için Allah a şükrediyordunuz. Ama Fatma nın gözü hiçbir güzelliği görmüyordu. Onun zihni sürekli şu düşüncelerle meşguldü: Buraya beni getirdiler ama yerler de pek temiz görünmüyor. Yoksa döşemenin rengi mi biraz karanlık? Hava da yağmurlu, insanlar çamurlu ayakkabılarıyla lokantaya girecekler, çamurlar 27
Takıntılar – Oğuz Tan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Takıntılar kimin eseri? Takıntılar kitabının yazarı kimdir? Takıntılar konusu ve anafikri nedir? Takıntılar kitabı ne anlatıyor? Takıntılar PDF indirme linki var mı? Takıntılar kitabının yazarı Oğuz Tan kimdir? İşte Takıntılar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi.
25 Eylül 2022 12:00 Kitap
Kitap Künyesi
Yayın Evi: Timaş Yayınları
İSBN: 9799752630048
Sayfa Sayısı: 224
Takıntılar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Gündelik hayatta kimi zaman öyle takıntılarla boğuşuruz ki, bir noktadan sonra sıradan hayatımızı yaşamak bile güçleşmeye başlar. Temizlik takıntısından hastalık takıntısına, dini takıntılardan biriktirme takıntısına kadar çeşitli takıntı türüyle boğuşan insanlar çoğu zaman bunun bir hastalık olduğunun farkında bile değildir.
Üstelik, insanın hayatını derinden etkileyen bu hastalığın temelde biyolojik bir sorundan kaynaklandığı ve sanıldığı kadar da nadir olmadığı az bilinen gerçeklerden. Bu yüzden, takıntı hastalığının tedavi edilebildiğini görmek, hastaların sağlıklarına kavuşmaları yolunda çok önemli bir adım.
Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan, hastalarının gerçek yaşam öykülerinden yola çıkarak yazdığı bu kitapta, birçok kişinin kendine bile itiraf etmekten çekindiği bu hastalığın örneklerini ve tedavi yöntemlerini vaka incelemeleri üzerinden edebi ve mizahi bir üslupla anlatıyor.
Takıntılar Alıntıları – Sözleri
- Ama her takıntılı, ağaca bakarken ormanı gözden çıkarır.
- . Yoksa takıntılı insan da masayı, örtüyü, vazoyu düşünmek değil; hayatın güzelliklerini yaşamak ister.
- Günümüzde bile okuma yazmayı öğrenip sonra unutan insanlara rastlarız. Çünkü okuyacak materyal, yazacak bahane bulamamışlardır ömürleri boyunca.
- Nitekim kendisine zarar vermekten endişe duyan takıntılıların çektiği acı, başkalarına zarar vermekten korkanların duyduğu acı kadar büyük değildir.
- Ama her takıntılı, ağaca bakarken ormanı gözden kaçırır.
- Kafa bozuk plak gibi takılır kalır aynı yerde.
Takıntılar İncelemesi – Şahsi Yorumlar
Vaka örneklerini okurken biraz sıkıldım ama kitabın geri kalan kısmını hiç sıkılmadan okudum, çok akıcıydı. Takıntıların sebeplerini, tedavi yöntemlerini güzel anlatmış ama takıntıları olan insanların kitabı okurken zorlanacağını düşünüyorum. (Revşan)
Örnek vakalar ve üzerine söylenebilecekler olarak giden harika bir kitap. Bir psikoloji kitabına, ve yazarının bir doktor olmasına baktığımızda kitap beklediğimden çok daha akıcıydı. Dili, tıp bilimine aşina olmayanların da anlayabileceği şekildeydi. Her bir vaka örneği, merak uyandırıcıydı, bazıları kendimizden bazıları çevremizden şahit olduğumuz hareketlerin, sebepsiz de sansak aslında beynimizin bir yerinden bize gelen bir komutla gerçekleştiğini anlatıyor. Çizgilere basmamak, ütüyü fişte mi bıraktım, lambayı 2 kere açıp kapatmalıyım gibi ufak takıntıların, ilerlediklerinde kişilerin hayatlarını nasıl kontrol ettiğini, ve beynin de tıpkı böbrek gibi, boğazınızın şişmesi gibi hasta olabileceğini, güzel bir dille güzel örneklerle anlatıyor. (Merve Özden)
Psikolojiye ilgim olduğu bir dönem almıştım rafta öylece duruyordu yarım bırakmıştım geçen hafta tekrar başladım ve sonunda bitirdim gerçek hayattan hikayeler olması güzel biraz fazla bilimsel bir kitaptı. Beni kötü etkiledi bu kitap sonrası psikolojik olarak etkilendim ve her şeyi sürekli kontrol etmeye başladım. Tedavi yöntemleri de anlatılıyor. Psikiyatrist mesleğine ilgisi olanların okumasını tavsiye ettiğim bir kitap. Benim gibi zaten biraz takıntılı insanların okumasını pek önermiyorum. (Mert Tezcan)
Takıntılar PDF indirme linki var mı?
Oğuz Tan – Takıntılar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Takıntılar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Oğuz Tan Kimdir?
1969 yılında İstanbul’da doğdu. 1994’te İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Kütahya’da pratisyen hekim olarak çalıştı. Psikiyatri ihtisasını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tamamladı.
Tıp yayıncılığıyla uğraştı. Çeşitli bilimsel yayınlara imza atmasının yanı sıra çok sayıda tıbbi makale ve kitabın Türkçe’ye kazandırılmasına çevirmen ve editör olarak katkıda bulundu. Halen Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nde psikiyatri uzmanı olarak görev yapıyor. İngilizce biliyor. Bilim tarihi, edebiyat ve Türk müziğine ilgi duyuyor. Evli ve iki çocuk babası.
Oğuz Tan Kitapları – Eserleri
- Takıntılar
- Depresyon
- Korkacak Ne Var!
Oğuz Tan Alıntıları – Sözleri
- Düşünceleri kontrol etmek mümkündür. Duygular da düşünceler sonucunda oluştuğu için, onlar da kontrol edilebilir. (Korkacak Ne Var!)
- Kılı kırk yaran, ince eleyip sık dokuyan, el attıkları her işi kusursuz yapmaya çalışan insanlar daha sık depresyona girerler. Çünkü bu insanların kafası devamlı meşguldur. (Depresyon)
- Freud’un bilime getirdiği en büyük yenilik şuydu: İnsanın şu andaki ruhsal durumu, hayatının erken dönemlerinde yaşadığı ama hatırlamadığı olaylara bağlı olabilirdi. Korkan insan korktuğu şeyden niçin korktuğunu genellikle bilmez. İşte Freud bu bilinmeyen, hatırlanmayan kökenleri araştırıyordu. Bunun için de rüyaları anlattırıp çözmeye çalışıyor, ve serbest çağrışım gibi yöntemlere başvuruyor, günlük hayattaki basit dil sürçmelerinden, küçük unutkanlıklardan anlam çıkarmaya çalışıyordu. Freud’a göre her şeyin anlamı vardı, hayatta hiçbir şey tesadüfi değildi. (Korkacak Ne Var!)
- Gerçek korku, bizi ne zaman harekete geçmemiz gerektiği konusunda uyarır, bu anlamda bir tür uyarandır. Fobiler ise bizleri kısıtlar, engeller ve mantıkdışı tepkiler duymamıza sebep olur. Fobide yaşanan korku hissi iyice aşırılaşır. Korku duygusu zihinde başlar, yaşanan olayla birlikte duygusal tepki açığa çıkar ve benzer durumlara yönelik yoğun bir endişeye dönüşür. Fobik tepkiler genellikle çocuklukta öğrenilir. Bununla beraber hayatın herhangi bir döneminde de görülmeye başlayabilir. (Korkacak Ne Var!)
- Ama her takıntılı, ağaca bakarken ormanı gözden çıkarır. (Takıntılar)
- Kafa bozuk plak gibi takılır kalır aynı yerde. (Takıntılar)
- . Yoksa takıntılı insan da masayı, örtüyü, vazoyu düşünmek değil; hayatın güzelliklerini yaşamak ister. (Takıntılar)
- Kendimi sürekli kötü hissetmek… Öyle alıştım ki buna. Bir şeye üzülmem, durup dururken moralimi bozmam öyle kolay ki. (Depresyon)
- “Kendin yen, güçlü ol,“ gibi öğütlerse, zaten değersizlik duyguları taşıyan hastanın kendisini iyice yetersiz hissetmesine yol açar. (Depresyon)
- Korkunun somutlaştırılması, onunla başa çıkma gücünü artırabilen bir durumdur. (Korkacak Ne Var!)
- “normal seviyede korku” insanı tehlikelere karşı koruyan, zorluklarla başa çıkmasını sağlayan, hayatını sürdürmesini temin eden bir duygudur. “Aşırı korku” ise tam tersine hayata intibakımızı zorlaştıran bir durumdur. Hatta “korku hastalığından mustarip kişilerde, ortada gerçek bir tehlike yokken aşırı korku ortaya çıkar. (Korkacak Ne Var!)
- İçlerindeki karamsar ses, kendilerini merhametsizce eleştirir. (Depresyon)
- Hayattan zevk alamama hali, depresyon ağırlaştıkça, hayata katlanamama haline dönüşür, hayat zevk veren bir şey olmaktan çıkar, bir acı kaynağı haline gelir. Artık yaşamanın bir saniyesi bile işkencedir. Ve depresyondayken saniyeler geçmek bilmez, asır gibi uzar gider. (Depresyon)
- Depresyonun verdiği ruhi ıstırap o kadar büyüktür ki, hasta fiziki acıyı hissetmez bile. (Depresyon)
- Sağlıklı bir insana doğan güneş, yağan yağmur, güzel bir film, komik bir fıkra mutluluk duygusu verir. Ama depresyondaki kişi bu mutluluk duygusunu, yaşama sevincini pek hissedemez. Hayat ona boş ve anlamsız gelir. (Depresyon)
- Ama görülen, yaşanan, öğrenilen her şey, unutulsa bile insanda iz bırakıyordu. (Korkacak Ne Var!)
- Nitekim kendisine zarar vermekten endişe duyan takıntılıların çektiği acı, başkalarına zarar vermekten korkanların duyduğu acı kadar büyük değildir. (Takıntılar)
- Aynı şeyi düşünüp duran kişinin “zihni geviş getirmektedir.“ (Depresyon)
- Sosyal fobi gibi bozukluklarda yaşanan kaygıların, kişinin çocukluk yaşantılarına bağlı olarak ortaya çıkan çarpık kendilik algısının etkisiyle oluştuğu düşünülür. Sosyal ortamlardan korkmanın sebebi, kişinin her an hata yapma riskinin olduğuna, toplumdaki diğer insanlardan daha çok hata yaptığına inanmasıdır. Sosyal fobik kişi, gerçekte çok hata yapan bir insan değildir. Hatta muhtemelen başkalarından daha az hata yapıyordur. Böylesi durumlarda, bireysel ve grup müzikle tedavi etkinlikleri, bozulmuş kendilik algısını düzeltmede etkili olur. Bunun için şarkı söyleme ve müzik aleti çalma faaliyetleri en etkili yöntemlerdendir. (Korkacak Ne Var!)
- Günümüzde bile okuma yazmayı öğrenip sonra unutan insanlara rastlarız. Çünkü okuyacak materyal, yazacak bahane bulamamışlardır ömürleri boyunca. (Takıntılar)
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.