Press "Enter" to skip to content

İbni Kayyim El Cevziyye kimdir? İbni Kayyim El Cevziyye kitapları ve sözleri

Daha sonraları Cevziyye Medresesi’nde imamlık ve 1336 yılından sonra da hatiplik yaptı. 1342 yılından ölümüne kadar da Sadriyye Medresesi’nde ders verdi.

KİTÂBU\’R-RUH İBN KAYYİM EL-CEVZİYYE BİRİNCİ MESELE MUKADDİME BİSMÎLLAHÎRRAHMANİRRAHİM

1 KİTÂBU’R-RUH İBN KAYYİM EL-CEVZİYYE BİRİNCİ MESELE MUKADDİME BİSMÎLLAHÎRRAHMANİRRAHİM Kemal sıfatlar.

Description

KİTÂBU’R-RUH İBN KAYYİM EL-CEVZİYYE

BİRİNCİ MESELE MUKADDİME BİSMÎLLAHÎRRAHMANİRRAHİM

Kemal sıfatlarıyla muttasıf [1], celal sıfatlarını üzerinde toplamış, şimdi ve gelecekte olacakları bilen; canlı bütün yaratıklarına ölümü takdir eden; ölümde, arzda ve semada yaşayan melik ve sultanları; zengin ile fakiri; eşraftan olan kişiyle zayıfı; âsi ile itaatkârı eşit yapan; ahirette yarattıklarına adaletle muamele yapan ve ömrünü dünyada devamlı kalacak şekilde gerçekte dünya daima kalınacak yer değildir dünya sevdasıyla harcayanla, ahiret hayatını düzenlemek için dünyayı bir vasıta edinen güzel amellerini de ahirete götüren gemi olarak düşünen kişinin ruhunu alan Allah’a hamd olsun. Bedenden ayrılan bu iki ruhtan biri saadet, sevinç içerisindeyken diğeri pislik mutsuzluk ve yorgunluk içerisindedir. Mutlu ruh, cennet bahçelerine çıkarak arşta asılı kandillere varır, böylece lezzet ve nimete karışır. Mutsuz ruh ise cehennem

ateşinde azap görmesi için tutulur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Nimetlerini, ihsanlarını kullarına sevdirdikten sonra, önce bunları herkese fark gözetmeksizin dağıttı. Hayatımızın kötü bir halde son bulmasından Allah’a sığınırız. Nimet, fazl, yaratmak ve hükmetmek elinde olan Allah’a hamd ve şükürler olsun. Muhammed O’nun kulu ve Rasûludur. Ruhu temiz, cesedi pâk, Allah’a kıyam, rükû ve secde eden Ademoğullannın en hayırlısıdır. Allah’ın kitabı kendisine indirilmiş, O da Allah’tan gelen herşeyi doğrulamıştır. Ayette: “Ey Habibim! Sana ruhtan sorarlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrindedir. Ruhla ilgili size çok az bilgi verilmiştir”buyurulmaktadır. Sonra salât ve selam, yer ve gök Allah’ın iradesiyle son bulup insanları sorgu suale çeke. ceği güne kadar hidayete ermiş en güzel nesil olan Resulullah’ın âl ve ashabının üzerine olsun. Bu, faydası çok, değeri büyük, tesiri fazla bir kitaptır. Bu manada böyl6 bir eser yazılmamıştır. Öyle ki içerdiği yeni orjinal bilgileri değerli hazineleri başka kitaplarda bulamazsın. Kur’ân’dan, Sünnetten, sahabe ve tabiinin alimlerin ve velilerin sözlerinden deliller getirerek ölülerin ve hayatta olanların ruhlarıyla ilgili birçok meseleyi içermektedir. Müellif, kendisinden muhtevası geniş bir eser yazması istendiğinden mi, yoksa birkaç şey sorulduda o genişçe açıklamak yapmak istediğinden mi kitabı bu kadar uzattı, bunu bilemiyorum. Tek bildiğim, kitabın ilk meselesi Ölüler, dirilerin ziyaretlerini ve onların selamlarını bilebilirler midir? Kitabın muhteviyatı arasında konuyla ilgili bir kenara atılmış düşünceler de olduğundan, araştırıcının zihnini açmak ve onu konunun orjinal fayda ve ince manalarına ulaştırmak amacıyla önemli bu kitaba başlamayı arzuladım. Yüce Allah’tan isteğimiz, bizi hata ve zellelerden koruması; salih niyet söz ve amelde bizi başarıya ulaştırması, kitabın müellifinin derecesini yüceltmesi ve araştırıcının bu kitaptan yararlanmasını sağlamasıdır. O, işiten ve en iyi bilendir. O, her şeye kadirdir. İsteklere cevap verendir. O bize yeter, ne güzel vekildir. Bildikleriyle amel eden, Kur’ân’ın tercümanı, faydalı ilimlere hakim, İslâm âlimi, insanların en bilgilisi, seçkin nafiz, ibarelerin lafız ve manalarına vakıf, allâme, peygamberlerin varisi, tefsircilerin reisi, müctehidlerin ileri gelenlerinden Dimeşkli Hanbeli âlimlerinden Şemseddin Ebû Abdullah b. Şeyhü-1-İmam bilen ve bildiği ile amel eden Şerefüddin Ebû Bekir b. Şeyhü’lKebir Eyyûb b. Sa’d eş-Şehîr b. Kayyım el-Cevziyye der ki: “Allah ruhunu aziz, kabrini nur, cennet kapılarım da ona ve diğer seçkin tenkitçi âlimlere açık eylesin. Amin. Salat Öncekilerin ve sonrakilerin efendisi Muhammed ve O’nun âl ve ashabının üzerine olsun.” [2]

ÖLÜLER, ZİYARETÇİLERİNİ VE ONLARIN KENDİLERİNE VERDİKLERİ SELAMLARI BİLEBİLİRLER Mİ?

İbni Abdü’1-Ber der ki: “Rasûlullah’tarj gelen bir habere göre: ‘Bir kimse dünyada tanıdığı bir kimsenin kabrinden geçerken ona selam verirse, ölünün selamı alması için (Allah) ruhunu ona iade eder” [3]buyurulmuştur, Bu haber, ölünün, ziyaretçisini tanıyıp verilen selamı aldığına delildir.

es-Sahîkayn’da farklı şekillerde rivayet edilen bir hadiste, Rasûlullah Bedir günü, müşrik ölülerinin bir kuyuya gömülmesini emretti. [4] Harp sonrasında Bedir’e gelişinde müşrik ölülerinin isimlerini de anarak «fülan oğlu fülan, fülan oğlu fülan, Rabbinizin size va’dettiğini gerçek buldunuz mu? Ben Rabbimin bana olan vâ’dini gerçek buldum» diye nida etti. Rasûlullah’m nidasını duyan Hz. Ömer: “Ey Allah’ın Rasûlü, ölmüş, etleri paramparça olmuş insanlarla mı konuşuyorsun?” diye sordu. Rasûlullah da: “Beni hak üzere gönderen Allah’a yemin olsunki, siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Ama onlar cevap veremezler” buyurdu. Bir rivayette de mezara konulduktan sonra ölünün, ayrılan dostlarının ayak seslerini duyduğu belirtilmiştir. [5] Rasûlullah, ümmetinin ölülere: “Ey mü’minler topluluğu! Allah’ın selamı üzerinize olsun (esselamû aleykümdara kavmin mü’minin)” [6] şeklinde selamlarım alıyormuş gibi selam vermelerini önermiştir. Haddizatında bu şekilde selam, duyan düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selamı duymamış olsalardı (ki, yokluk ve cansıza hitap olacağından) bu abes olurdu. Ölünün ziyaretçilerini tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef6 a müttefiktirler.

Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd b. Ebi’d-Dünyâ, Kitâbiı’l Kubûr’un ölülerin ziyaretçilerini tanıması babında der ki: Muhammed K* Avndan, o da Yahya b. Yemândan [8], o da Abdullah b. Sem’ândan, o da Zeyrf k Eslem’den, o da Hz. Âişe’den rivayet ettiğine göre, Rasûlullah şöyle buyvı muştur: “Bir kimse müslüman bir kardeşinin kabrine varır, kabrinin bası da oturup onunla selamlaşırsa, ölü selamını alır ve ayrılana kadar ziyarete'” siyle beraber olur.” Muhammed b. Kudâme el-Cehverî’nin [9] Ma’n b îsâ el-Kazzâz’dan, o da Hişam b. Sa’ddan, o da Zeyd b. Eslem’den, o da Ebû Hureyre’den naklettiğine göre, Rasûlullah şöyle buyurur: “Bir kimse tanıdığı bir kişinin kabrine varın selam verirse, ölü onu tanıyarak selamını alır. Tanımadığı bir ölüye selam verdiğinde ise yalnızca selamım alır.” Muhammed b. Hüseyn Yahya b. Bistam [10]el-Asgar’dan [11], o da Mes-ma’dan, o da Âli Asım elCuhderiye mensub birinden naklettiğine göre ona dedim ki: “Sen hâlâ ölmedin mi?” Asım Cuhderî: “Evet öldüm” dedi. “Peki şimdi neredesin?” Asım: “Şu anda cennet bahçelerinden bir bahçedeyim. Birkaç arkadaş cuma gece ve sabahları Bekir b. Abdullah Müzenî’nin evinde toplanır, sizler hakkında bilgiler alırız” dedi. “Bedenlerinizle mi yoksa ruhlarınızla mı toplanırsınız?” Asım: “Heyhat. Keşke bedenlerimizle bir araya gelebilsek. Ruhlarımızla hakkınızda bilgi alıyoruz” dedi. “Yaptığımız ziyaretlerden haberiniz oluyor mu?” Asım: “Evet, cuma akşamından cumartesi sabaha kadar yaptığınız bütün ziyaretlerden haberimiz oluyor” dedi. Diğer günler yapılan ziyaretlerden niçin haberdar olamadıklarını sorduğumda: “Bu cuma gününün fazilet ve büyüklüğündendir” dedi. Bekir b. Muhammed’den, o da Hasan Kassab tan akşam yemeklerını Muhammed b. deeâSk. Kabristana varınca selam ve- himize dönerdik. Birgün Muhammed b. etfgününü pazartesine çevirsen” dedin. Bunun TLmTed b vTsî ^asûlullah’tan gelen bir habere göre kabirde ZTcuma günü, cumadan bir gün önce ve bir gun sonra bilir- [12] Muhammedb. göre Kassa^ beraberkiler “l0 Muhammed’den, o da Abdulaziz bi. Eban’dan,[13] o da Süfyan-ı Sevri’den haberi nakletmiş tir: Süfyan der ki: Dahhak’m bildirdiğine göre ‘sûlullah derki: “Kim cumartesi güneşin doğuşundan önce bir kabri ziya- ederse, ölü bu ziyaretten haberdar olur.” Denildi ki: “Bu nasıl oluyor ey Allah’ın Rasûlü?” “Bu cuma gününün büyüklüğündendir” dedi. Halid b. Haddaş’tan, [14] o da Cafer b. Süleyman’dan, o da Teyah’tan şöyle rivayet etmiştir: “Mutrif cuma akşamları yemeğini yer evden çıkardı.” Ebû Teyah anlatıyor: “Birgün fenerini aldı, atına

bindi ve kabre kadar vardı. Baktı ki kabirdekiler kalkmış oturuyorlar. Birbirlerine: “Şu adam, cuma günleri gelen Mütrif tir” dediler. Onlara sordum: “Bu günün cuma günü olduğunu bilir misiniz? Onlar: “Evet, kuşların ne dediklerini bile biliriz” dediler. “Peki ne diyorlar?” dedim. Dediler ki: “Selam, selam diyorlar”. Muhammed b. Hüseyn Yahya b. Bükeyr’dvn., o da Fadl [15]b. Hâl b. Süfyan b. Üyeyne’den nakleder. Uyeyne anlatıyor: Babam ölünce çok hüzünlendim. Hergün kabrini ziyarete giderdim. Ama zamanla aksattım. Birgün kabre varıp orada bir yere oturdum. Uyku bastı uyumaya başladım. Rüyamda babamın kabrinin açıldığını, kefeninden çıkarılmış olduğunu ve ölüm halinin üzerinde olduğunu gördüm. Babamın bu halini görünce gözlerim sulandı. Babam: “Oğlum, seni benden alıkoyan nedir?” dedi. Ben de: “Geldiğimden haberin oluyormuydu?” diye sordum. Babam: “Geldiğini farkeder, seninle ünsiyet kurar, arkadaşlarla beraber dualarına sevinirdik” dedi. Bundan böyle babamı daima ziyaret ettim. Muhammed’den, o da Yahya b. Bistam’dan, o da Osman b. Şevde et-favî’den [16] rivayete göre Tafavl der ki: Annesi abidlerdendir. Rahibe diye bilinir. Ölümü yaklaşınca başını havaya kaldırdı ve: “Ey erkek ve kadın yakınlarını, ey hayatımda memâtımda kendilerine güvendiğim dostlarım, beni ölüme terketmeyin, çıplak vücudumu kabre koymayın” dedi. Nihayet kadıncağız öldü. Ben de her cuma kabrine gider; ona ve yanındakilere duâ istiğfar ederdim. Birgün onu rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Nasılsın ey anne?” “Oğlum, ölüm gerçekten acıdır. Allah’a hamd olsun şimdi ben cennet kokularının hissedildiği hoş bir Berzahtayım. Haşr gününe kadar saf ipek ve yaldızlı yataklarda yatacağız.” Dedim ki: “Peki bir ihtiyacın var mı?” ” dedi. “Nedir?” dedim. “Her zamanki gibi bizi ziyarete gel ve dua et. Cuma günleri her gelişinde: “Ey Rahibe! işte bu gelen oğlundur” diye müjde veriyorlar. Böylece hem ben, hem de diğer ölüler seviniyoruz,” Muhammed b. Abdülaziz b Süleyman’dan, o da Bişr b. Mansur’dan rivayet eder: Taun yılında bir adam kabristanlara gider, cenaze namazlarına katılırdı. Akşam olunca kabristan kapısında durur: “Allah günahlarınızı affetsin, ayrıldığınızdan ötürü size acısın, kötülüklerinizi kapatsın ve amellerinizi kabul etsin” der, başka demezdi. Bu şahıs anlatıyor: Yine bir gece evimden ayrıldığım halde kabristana gidemedim. Ama yine de duamı yaptım. Gece rüyamda bir grup insan geldi. Onlara dedim ki: “Siz kimsiniz, ne istiyorsunuz?” Dediler ki: “Biz kabir ehliyiz.” “Peki ne istiyorsunuz?” dedim. Dediler ki: “Sen her akşam evine giderken bize bir hediye getirirdin.” Onlara: “Ne hediyesi?” diye sordum. Onlar da: “Yaptığın dualar” dediler. Bu adam [17], bundan sonra devamlı mezar ziyaretinde bulunduğunu ve hiç terketmediğini söyler. Muhammed’den, o da Ahmed b. Sehl’den, o da Rüşd b. Sa’d’dan, o da birinden, o da Yezîd b. Habib’den rivayet ettiğine göre Selim b. Umeyr bir kabre uğrar. Bir ara idrarı daralır. Arkadaşları ona: “Şu mezar çukurlarından birine inip oraya bevletsene” deyince, Selim’in gözleri yaşarır ve: “Sübhanallah, canlılardan utandığım kadar ölülerden de utanırım. Ölü bunu hissetmeyecek olsaydı ondan utanmazdım” der. [18] Bundan daha da mühimi ölünün, yakınlarının, dostlarının da yaptıklarını bilmesidir. Abdullah b. Mübarek der ki: Süfyan b. Yezîd İbrahim’den, o da Ebû Eyyûb’dan [19]şöyle dediğini nakleder: “Dünyadakiîerin fiilleri ölülere gösterilir. Ölüler, dostlarının davranışlarının iyi olduğunu görünce rahatlarlar, sevinirler. Kötü fiilleri görünce de: “Ey Allahım, onu terbiye et” derler.” İbni Ebî Leyla da Ahmed b. Ebî Havâri’den, o da kardeşim Muhammed’den şöyle dediğini nakleder: Abbad b. Ubad, Filistin’de bulunan İbralarda bulamadım. el-Mizân’da hem cerh edilen hem de tadil edilen İbni Ebî Sevda Makdisî isminde biri vardır. Zehebî aynı zamanda bu zatla hüccet getirilebileceğini söylemektedir. him b. Salih’in yanına gider. Ona der ki: “Bana öğüt ver.” İbrahim de: “Allah İyiliğini versin. Sana ne öğüt verelim? Duyduğuma [20] göre ölülere, dünyadaki yakınlarının fiilleri gösterilirrniş. İyi

düşün. Sen Allah Rasûlüne hangi amelini gösterebileceksin?” deyince Abbad sakalları ıslanacak derecede ağladı. İbn Ebi’d-Dünyâ, Muhammed b. Hüseyin’den, o da Hâlid b. Amr [21]el-Emevî’den, o da Sadaka b. Süleyman el-Cafeı-î’den şunu nakleder: “Çirkin bir huyum vardı. Bu huyum babamı öldürdü. Ama sonra yaptığım şeylere pişman oldum; kendi kendime serzenişte bulundum.” Sadaka b. Süleyman anlatıyor: Hemen bir iyilikte bulundum. Bir gece babamı rüyamda gördüm. Bana dedijri: “Oğlum, bizi en çok sevindiren amellerin bize sunulduğunda onları salihlerin amellerine benzettiğimiz davranışlarındır. Göreyim bu defa kötülüklerden oldukça uzak dur da diğer ölülerin yanında beni mahcup etme.” Sadaka b. Süleyman anlatıyor: Kûfeli eski komşum şöyle diyordu: “Samîmî bir kalble, dönmeden[22] devamlı senden istiyorum ey sâlihleri ıslah eden, sapıtmışları doğru yola sevkeden ey merhameti en çok olan Allahım.” Konuyla ilgili olarak Sahabeden birçok hâtıralar gelmiştir. Abdullah b. Ravaha’nın Ensar’dan bir akrabası eliyordu ki: “Ey Allahım! Abdullah b. Ravaha’nın yanında yüzümüzü kızartacak davranışlardan Sana sığınırım.” Bu söz, Abdullah b, Ravaha’nın şehâdetinden sonra söylenmiştir. Kabirde yatanlar ziyaretçilerini hissettiklerinden dolayı onlara (ziyaretçilere) gerçek ziyaretçi demek yerinde olur. Ölünün, sözkonusu ziyaretten haberi olmazsa buna ziyaret denmez. Her millette ziyaretin makul manası budur. Selam alamayacak kimseye selam vermek boşuna olacağından selamı da buna dahil edebiliriz. Rasûlullah, kabir ziyaretleri esnasında ümmetine şöyle demelerini talim etmiştir: “Ey mü’minler, müslümanlar topluluğu! İnşallah biz de size kavuşacağız. Allah, dünyadan ayrılmış sizlere ve biz dünyadakilere rahmet etsin. Allah’tan hepimize afiyet vermesini dileriz. (Selamûn aleyküm ehle’d-diyarı mine’l-mü’minine ve’1müslimîne. Ve innâ inşaallahü bikum hâhikûn. Yerhamullahü’l-müstakdimîne minna ve min-küm ve’1-müstehirîn. Meselullahe lenâ ve lekümü’l-afiyete).[23] Böyle bir selam, hitap; her ne kadar selam veren selamının karşılığını duyamasa da duyan, karşılığını veren akıllı bir varlığa verilir. Kabrin yakınında namaz kılınca da onu görürler, kıldığı namazı bilirler ve yaptığı ibadete gıpta ederler. Yezîd b. Harun Süleyman Teymî’den, o da Osman Mehdî’den rivayete göre Ibni Sâs, üzerinde hafif bir elbise olduğu halde bir cenazeye iştirak eder kabre kadar gider. Devamını İbni Sâs’tan dinleyelim: Kabre varınca iki rekat namaz kıldım ve bir tarafa sırtımı verdim. Allah’a yemin olsun ki kalbim uyanıkken kabirden şu sesi duydum: “Bana yaklaş, eziyet verme. Siz amel işlersiniz ama işin gerçeğini bilemezsiniz. Biz ise biliriz, ama artık amel işleye-meyiz. Şu kıldığın iki rekat namaz var ya, şu kadar şeyden daha sevimlidir bana.” Bundan anlaşıldığına göre kabirdeki kişi İbni Sâs’m yaslandığını ve kıldığı namazı bilmektedir. İbni Ebî Dünyâ Hüseyn b. Ali İcli’den, o da Muhammed b. Salt’tan, o da İsmail b. Ayyâş’tan, o da Sabit b. Süleym’den, o da Kâlâbe’den nakleder. Şam’dan Basra’ya giderken bir yerde mola verdim. Abdest alıp kabristanda iki rekat namaz kılınca orada uykuya dalmışım. Uyandığımda kabirde yatan kişinin bana şikayetine şâhid oldum. Bana dedi ki: “Geceden beri bana eziyet ediyorsun.” Arkasından da: “Siz amel işlersiniz, ama bilmezsiniz. Biz ise biliriz, ama amel işleyenleyiz.” Kıldığım namazı kastederek: “Kıldığın iki rekat namaz, dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Allah dünyada yaşayanlara hayırla karşılık versin. Onlara bizden selam götür. Çünkü onların duaları sayesinde dağlar kadar nurlara kavuşmaktayız.” [24]

Hüseyn İclî’den, o da Abdullah b. Numeyr’den, o da Malik b. Mağut’dan, o da Mansur’dan, o ise Zeyd b. Vehb’den bildirdiğine göre Vehb der ki: “Kabristana gittim. Baktım ki bir adam mezara gelmiş, kabri düzeltiyor. Bana yöneldi, yanıma oturdu. Ona: “Bu kabir kimindir?” diye sordum. “Kardeşimdir” dedi. “Senin kardeşinmidir?” deyince: “Rüyamda gördüğün kişi benim Allah yolunda kardeşimdir” dedi. Ona: “Demek ki alemlerin Rabbi Allah’a hamdle yaşamış bir kişisin” deyince “Öyle mi, böyle bir şeyi söyleyebilmek dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Beni nereye gömdüklerine baksana. Çünkü fülanca kalktı iki rekat namaz laldı. Benim de iki rekat namaz kılabilmem dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır” diye karşılık verdi. [25] Ebû Bekir Teymî Abdullah b. Salih’ten, o da Leys b. Sa’d’dan, o da Hamîd Tavîl’den, o da Mutrif Abdullah Harşî’den bildirdiğine göre Mutrif der ki: w bî hayattayken yanma giderdik. Cuma günleri olunca da kabristana uğradik Güzergâhımızda bir kabir vardı. Kabristana vardığımızda bir cena–aL gahit olduk. İçimden şu cenazeye yetişebilsem diye geçerken nihayet ye-H ebildinı. Kabirden biraz ötede iki rekat namaz kıldıktan sonra biraz uyu-usum Rüyamda kabirde bulunan kişi benimle konuşuyordu. Bana dedi ki: Namazını niçin acele kıldın?” Ben de: “Evet öyle oldu” deyince: “Siz amel işleyebilirsiniz ama bilmezsiniz. Biz ise biliriz ama amel işleyemeyiz. Senin kıldığın gibi iki rekat namaz kılabilmek, benim için dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır, hayır üzereler” dedi. “Aralarında en faziletlisi kimdir?” deyince eliyle bir kabri gösterdi. O zaman kendi kendime: “Ey Allahım onu da çıkar da onunla da konuşayım” dedim. Duam kabul edildi, kabirden bir genç çıktı. Ona sordum: “Burada bulunanların en hayırlısı sen misin?” Genç: “Evet, öyle diyorlar” dedi. “Peki bu dereceyi neyle elde ettin? İnan sende bu en faziletli olma yaşını göremiyorum” deyince, genç: “Uzun süre hac ve Umre yaparak, Allah yolunda cihadla ve güzel amelle bu dereceye ulaştım ve birçok felaketle imtihan edildim. Onlara sabrettim. Böylece de, gördüğün bu dereceyi, bu fazileti elde ettim” dedi. Bunca görülen rüyalar her ne kadar bu işin böyle olduğunun delili olmazsa da çokluğunu ve sayısını Allah’tan başkasının bilememesi itibariyle belki sözkonusu manaya [26]uygundur. Rasûlullah: “Son on günde [27] yani Ramazan’m gördüğünüz rüyalar en hayırlı rüyalannızdır. Herhangi bir şeye mü’minlerin rüyasının uygun olması, rivayet ve görüşlerinin o şeyin iyiliği ve kötülüğü hakkında uygun olması gibidir. Mü’minlerin güzel gördükleri Allah indinde de güzeldir. Kötü gördükleri ise Allah indinde de kötüdür.”[28] Yukarıda açıklandığı üzere bu konuda yalnızca rüyalarla karar veremeyiz, hüccet ve diğer delillere ihtiyacımız vardır. Sahîh’te şöyle bir rivayet vardır: Ölü defnedilince, mezarına kadar gelenlerle ünsiyet kurar. Müslim de Sahîh’inde Abdurrahman b. Şemmâse el-Mehrî’den [29] şunu nakleder: Şemmâse der ki: Ölüm döşeğinde yatan Amr b. Âs’ın ziyaretine gittik. Bir müddet ağladı, sonra da yüzünü duvara çevirdi. Oğlu babasına: “Babacığım, niçin ağlıyorsun? Allah Rasûlü seni şöyle şöyle müjdelemedi mi?” deyince yüzünü döndü ve: “En değerli azığın lâ ilahe illallah Muhammeden Rasûlullah’tır. Üç hasletim var. Kendimi bilirim ya Rasûlullaha benden daha çok buğzeden ve peşine düşüp onu öldürmek dışında hiçbir arzum yoktu. Eğer bu hal üzere ölseydim cehennemliklerden olurdum. Nihayet Yüce Allah kalbime İslâmı koyunca hemen Allah Rasûlü’ne koşup “Elini uzat da sana biat edeyim ey Allah’ın Rasûlü” dedim. Rasûlullah elini uzattı. Ben tutunca: “Ne oluyor ey Amr?” dedi. “Bir şartım vardır” deyince “Nedir o şartın?” buyurdu. Şartımın günahlarımın bağışlanması olduğunu söyleyince: “Bilmez misin, İslâm geçmişte yapılan bütün günahları siler. Hac geçmişte yapılanları siler. Hicretde geçmişte yapılanları siler” dedi Allah’ın Rasûlü. Rasûllah bana böyle deyince; “Artık Onu benden daha çok seven biri 3’oktur. Gözlerim Onun nuruyla cilalanmıştır. Ona olan saygımdan dolayı doyasıya yüzüne bakamamışımdır. Onu anlatmamı istersen gözüm dolu olduğundan buna güç yetiremem. Böyle ölürsem umarımki cennetliklerdenim. Bildiğiniz gibi zamanla içini bilemediğim birçok şeyler üstlendim. Bu halde ölürsem bana matem tutmayın, arkamdan ağlamayın. Beni defnederken üzerime toprak serpin ve bir deve kesilip parçalarına ayrılana kadar başımda bekleyin ki, sizinle

ünsiyet kurayım ve Rabbimin Rasûllerine nasıl müracaat edeceğimi öğreneyim” dedi. Bundan anlaşılıyor ki ölü kendini defnedenleri bilir, onlarla beraber olmaktan dolayı sevinir. Anlatıldığına göre Seleften [30] bir kısım insanlar defnedilirken başlarında Kur’ân okunmasını vasiyyet etmişlerdir. Abdulhak der ki: “Rivayete göre Abdullah b. Ömer kabri başında Bakara sûresinin okunmasını istemiştir.” Bu görüşte olan alimlerden Muallâ b. Abdurrahman da sayılmaktadır. Ah-med b. Hanbel önceleri bunu kabul etmemişse debu konuda hiçbir malumat yoksonraları kabul etmiştir. Hîlal Camî’in, Kabirlerde Kur’ân okumak kısmında der ki: Abbas b. Mu-hammed ed-Dûrî’den, o da Yahya b Maîn’den, o da Mübeşşir Halebî’den, o da Abdurrahman b. Alâ b Cellac’dan, o da babasından yaptığı rivayete göre babası demiş ki: “Oğlum, ben ölünce lahde koy, bismillah ve alâ sünneti rasûlil-lah dedikten sonra üzerime toprak at ve başımda Fatiha sûresini oku. Çünkü ben, Abdullah b. Ömer’in böyle dediğini duydum^1 Abbas Dûrî anlatıyor. Ah-med b. Hanbel’e kabirde Kur’ân okunur mu? diye sorduğumda: “Hayır, okunmaz” diye cevapladı. Yahya b. Maîn’e bunu sorunca bu hadisi getirdi. Hîlal anlatıyor: Hasan b. Ahmed Verrâk’tan, o da arkadaşı Ali b. Musa Haddad’dan şunları nakleder: Ben, Ahmed b. Hanbel ve Muhammed Kudâ-me el-Cevherî ile birlikte bir cenazede idik. Ölü kabre konunca âmâ biri,ân okumaya başladı. Ahmed b. Hanbel adama: “Be adam, kabirdev’ okumanın bid’at olduğunu bilmiyormusun?” Kabristandan ayrılıncaA7r^mmed b Kudâme Ahmed b. Hanbel’e dedi ki: “Ey Ebû Abdullah! S Halebî hakkında ne dersin?” Ahmed b. Hanbel: “O sikadır.” “OndanhV haber yazdım.” Ahmed b. Hanbel: “Nedir o?” Kudâme: Mübeşşir, o da Abrrahman b. Alâ b. Cellac’dan, o da babasından nakleder. Babası, kabre ko-ılduktan sonra Bakara sûresinin başının ve sonunun kabrinde okunması-u oğluna vasiyyet etmiştir. Ayrıca İbni Ömer’in de böyle vasiyyet ettiğini duydum.deyince, Ahmed b. Hanbel: “Mezardaki âmâ adama söyle de Kur’ân’mı okusun.”

Hasan b. Sabbah Za’ferânî [32] der ki: “İmam Şafî’ye kabirde Kur’ân okumanın hükmünü sordum da: “Bunda bir sakınca yoktur” dedi.” Hallaf [33], Şa’bî’den şunu nakleder: Ensardan biri ölünce ashab kabrine varır başında Kur’ân okurdu. Ravi anlatıyor: Münekkid Ebû Yahya der ki: Hasan Cevrî’nin şöyle dediğini duydum: “Bir adam geldi ve kızkardeşini rüyada gördüm. Allah, Ebû Ali’ye hayırla karşılık versin. Okuduğu Kur’ân’la bana faydalı oldu” dedi. Hasan b. Heysem de: Ebû Bekir b. Etrûş b. binti Ebû Nasr b. Temmar’m şöyle dediğini duydum: “Cuma günleri bir adam annesinin kabrine varır. Yasin [34] sûresini okurdu. Yine bir gün kabre geldi. Yasin sûresini okuduktan sonra: “Ey Allahım, bu sûrenin sevabını dağıtacaksan şurada yatanlara dağıt” diye duâ etti. Bir sonraki cuma bir kadın geldi ve: “Sen falancanın kızı mısın?” dedi. “Evet” cevabını alınca anlatmaya başladı. “Bir kızım vardı, öldü. Rüyamda onu kabir kenarında otururken gördüm. Ona “Niçin burada oturuyorsun?” diye sordum. Kız: Fülanca kadının oğlu, annesinin kabrini ziyarete geldi, başında Yasin sûresini okudu, sevabım da bu kabirlerde yatanlara bağışladı. Nasibimizi biz de aldık, ya da biz de affedildik yahutta buna benzer bir durum.” Nesâî ve diğerleri Makel b. Yesâr Mûzenî’nin, Rasûlullah’tan rivayet ettiği şu hadisi nakleder: “Ölülerinizin yanı başında Yasin sûresini okuyun.”[35] Bu, ölüm anında döşeğinin başında okunan Kur’ân olabilir. Bunun benzeri: “Ölülerinize lâ ilahe illallah’ı telkin edin.” [36]Bu hadisin de kabirde olması muhtemeldir. Aşağıdaki nedenler birincinin daha açık olduğunu göstermektedir. 1- Birincisi: “Ölülerinize lâ ilahe illallah’ı telkin edin” hadisinin benzeridir. 2- Sözkonusu sûrenin faydalı olması tevhidi, meâdı, tevhid ehlinin cennete gireceğini ve bu hal üzere ölenlere gıpta edileceğini takdir etmesinden-dir. Zira âyette: “Keşke kavmim, Rabbimin

beni affettiğini ve ikram edilen-derden olduğumu bir bilseydi [37] ifadesinde ruhu müjdelemek vardır. Böylece ruh Allah’a kavuşmayı, Allah da ruha kavuşmayı arzular. Çünkü bu sûre Kur’ân’m kalbidir, ölüm anında okunmasında acaip birçok özellikler ortaya çıkar. Ebu’l-Ferec Cevzî [38] anlatıyor. Ebu’1-Vakt Abdülevvel ölüm döşeğinde iken yanmdaydık. Son beraberliğimiz olan bu anda, başını semâya kaldırdı ve: “Keşke kavmim, Rabbimin beni affettiğini ve ikram edilenlerden kıldığını bir bilseydi” âyetini okudu ve ruhunu teslim etti. 3-Ölüm döşeğinde bulunan birinin başında Yasin sûresini insanların geçmişte ve şimdi okumaları [39] da buna delildir. 4-Eğer Sahabe, Rasûllahın: “Yasin’i ölülerinizin başında okuyun” hadisini kabirde okuyun şeklinde anlasalardı, bunu hiç terketmezler ve de alışılmış meşhur bir emir olurdu bu. 5-Yasin sûresinin faydası, onu işitmek hayatın son döneminde asıl gaye olan kalb ve zihin huzuruna kavuşmaktır. Kabirlerde okumanın hiçbir sevabı yoktur. Çünkü sevap ya okumakla ya da dinlemekle hasıl olabilir. Ölü için hiçbirisi sözkonusu değildir. Hafız Ebû Muhammed Abdülhak hadisi böyle yorumladıktan sonra der ki; “Anlattığına göre ölüler hayattakilerden yardım ister, hayattakilerin söz ve davranışlarından haberdar olurlarmış.” Yine Ebû Ömer Abdülber’in İbni Abbas’tan aldığı hadiste: “Bir kimse tanıdığı bir kimsenin kabrine uğrar, ona selam verirse, ölü onu tarar ve selamım alır.” [40] Aynı hadis Ebû Hureyre’den merfu olarak rivayet edilmiştir: Farklı olarak “tarumasa da selamım alır” Hz Aişe’den [41] de Rasûlullah’ın şöyle buyurduğu nakledilir: “Bir kimseHesinin kabrine varır, orada oturursa ayrılana kadar beraber olurlar.kat Hafiz Ebû Muhammed bu konuyla ilgili olarak Ebû Davud’un Sünen’inEbû Hureyre’den gelen şu hadisle hüccet getirir: Rasûhıllah buyuruyor: «Bana selam verdiğinizde Allah ruhumu geri verir, böylece selamınızı ah-[42]Süleyman b. Nuaym da: Rasûlullahı rüyamda gördüm. Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanlar kabrine varıp Sana selam veriyorlar. Bari selamları Sana ulaşıyor mu?” Rasûlullah: “Evet, selamları alıyorum” dedi. Süleyman b Nuaym: Allah Rasûlü ashabına, kabre vardıklarında: “Es-selamû aleyküm ehle-ddiyâri’1-hadîs” yani: “Ey yeni memleketin sakinleri! Allah’ın selamı üzerinize olsun” demelerini öğretmiştir. Bu hadiste ölünün kendisine verilen selamı bildiğine ve onu aldığına delildir. Ebû Muhammed Fadl [43]b. Muvaffık’tan nakleder: Babamın kabrini ziyarete defalarca gittim. Bir gün bir cenaze merasimine katıldım. O gün işim âcil olduğundan babamın kabrine varamadım. Gece rüyamda babamı gördüm. Bana dedi ki: “Oğlum, artık niçin geliniyorsun?” Ben de: “Baba, sen benim ziyaretimden haberdar oluyormusun?” “Evet, vallahi haberdar oluyorum oğlum. Köprüden geçip mezarıma gelirken, başımda otururken ve ayrılıp giderken köprüyü geçene kadar hep sana bakıyorum” dedi. Amr b. Dînar’m şöyle dediği nakledilir: “Bir kimse öldüğü zaman, ehlinin kendini yıkayacaklarını, kefenleyeceklerini bilir, onlara bakar durur.” Mücâhid de der ki: “Kişi ölümünden sonra kabrinde oğlunun güzel amel-leriyle müjdelenir.” [44]

Geçmişte ve şimdi insanların kabirleri başında ölülerine telkin vermeleri bunun cevazına delildir. Ölü telkini duymamış olsun hiçbir mana ifade etmeyeceğinden abes [45] olmuş olur. Ahmed b. Hanbel’e telkin sorulduğunda insanların uygulamalarını delil göstererek onu güzel görmüştür. Taberânî’nin el-Mu’cem’inde, Ebû Ümâme’den naklettiği zayıf bir hadise göre Ebû Ümâme der ki: Rasûlullah buyuruyor ki: “İçinizden biri ölür onu kabre koyunca biri kabri basma varsın ve: “Ey fülanca kadının oğlu fü-lan!” Bu seslenişte çağrıyı duyduğu halde karşılığını veremez. Sonra ikinci defa: “Ey fülanca kadının oğlu fülan!” desin. Bunu duyunca belini biraz doğrultur. Üçüncüsünde: “Ey fülanca kadının oğlu fülan!” diye seslenince o, “Allah sizi doğru yola iletsin” der, ama siz onu duyamazsınız. Ona deyin ki: “Dünyadan ahirete götürdüğün kelime-i şehadeti yani, şahidim ki Allah’tan başka ilah yoktur; Muhammed de O’nun Rasûlü’dür. Allah’ı rab, İslâmı din, Muhammed’i peygamber, Kur’ân’ı da imam olarak kabul ettiğini hatırla!” Bil ki Münker ve Nekir sana gelir ve: “Şurada oturanın yanına varalım bakalım hücceti telkin edilmiş mi?” derler. Allah ve Rasûlü bu esnada o kişinin hüccetidir. Ashab: “Peki ya Rasûlullah, annesinin ismi bilinmiyorsa neyle telkin verelim?” diye sorunca: “Annesi Havva’ya nisbetle” buyurdu. [46] Bu hadis [47] doğru olmasa da çeşitli milletlerde ve devirlerde kesintisiz uygulanması bir delildir. Allah’ın koyduğu prensip de delildir. Şöyle ki doğuda ve batıda akılları oldukça gelişmiş çeşitli bilgileri öğrenmiş milletlerin duymayan, düşünmeyen ölülerle ilişki kurup hiçbirinin de buna karşı çıkmadığı bilinmektedir. Belki de bu öncekilerin bıraktığı, sonrakilerin de devam ettirdiği bir sünnettir, gelenektir, Mezarda yatan kişinin söylenenleri duymadığı düşünülürse ölünün topraktan, odundan, taştan ve yokluktan farkı kalmaz. Alimlerin çoğu bunu kötü gördükten sonra yalnızca bir âlimin güzel görmesi bir şey ifade etmez. Ebû Davud [48] güvenilir bir senetle es-Sünen’inde rivayet ettiğine göre Rasûlullah bir adamın cenazesine iştirak etti. Defin işi bitince Rasûlullah: Kardeşinize sebat dileyin; çünkü o şimdi sorgudadır” buyurur. Sorgusu şim- hvorsa, bundan Ölünün telkini duymuş olacağı çıkmaktadır. [49] cü yapı y ha’diste: “Ölü, kendisini defnedenlerin ayak seslerini mezardan hadiste: Ölü,keti duyar” denmektedir.[50] Abdülhak, salihlerden birinin şu vakasını. «Erkek kardeşim ölünce onu rüyamda gördüm. Dedim ki: “Karde-3 eni kabre koyduğumuzda ne durumdaydın?” Dedi ki: “Elinde ateşten arcayla birisi yanıma geldi. Bana duâ eden biri olmasaydı helak olacaktım.’ ” Sebîb b. Şeybe anlatıyor:[51] Ölüm döşeğinde annem bana şöyle vasiyyet tti* Oğlum, beni mezara koyunca kabrimin başında ey Şebîb’in annesi! Allah’tan başka ilah yokturde.” Nihayet annem ölünce onu mezara koydum ve: “Ey Şebîb’in annesi! Allah’tan başka ilah yoktur” dedim ve evime döndüm. Gece rüyamda annemi gördüm. Diyordu ki: “Ey oğlum, kelimeyi ha-tırlatm as aydın mahvolacaktım. İyi ki vasiyyetimi tuttun.” İbni Ebî Dünya anlatıyor: Eyyûb b. Uyeyne’nin hanımı, Şehl’in kızı Temâzur diyor ki: “Rüyamda Süfyan b. Uyeyni’yi gördüm: “Kardeşim Eyyûb’a Allah hayırla karşılık versin. Çünkü o beni çok ziyaret ederdi. Bugün de beraberdik. Bugün kabristana gittim, onun mezarına uğradım” demektedir.”

Hammad b. Seleme’den [52],o da Sabit’ten, o da Şehr b. Hûşeb’den rivayet etmekte. Sa’b b. Cüsame ile Avf b. Malik kardeştirler. [53] Sa’b Avf a dedi ki: “Kim önce ölürse, rüyasında onu görsün.” Avf: “Bu olabilir mi Sa’b?” deyince, “Evet” dedi Sa’b. Sa’b önce ölmüştü. Avf rüyasında Sa’b’m kendine doğru geldiğini görür. Avf: “Ey kardeşim” der. Sa’b: “Evet” der. “Nasıl muamele gördün?” Sa’b: “Birçok felaketlerden sonra afvolunduk.” Avf (boynunda siyah bir parlaklık gördüm): “Ey kardeşim boynundaki nedir?” Sa’b: “Fülanca yahûdiden ödünç aldığım on dinar. Şimdi dinarlar dolabımdadır, onları yahûdiye verin. İnanır mısın kardeşim, ölümümden sonra evimizde meydana gelen herşeyi biliyorum, bize ulaştırılıyor. Meselâ bizim kedi şu kadar gün önce öldü. Kızımda altı ay içerisinde ölecek. Ona güzel davramn. Avf (sabah ıhınca): “Ona muhakkak bir öğreten vardır” dedi. Hemen evlerine vardım. “Hoşgeldin Avf, böyle mi kardeşlerini memnun ediyorsun? Sa’b öleli hiç uğramıyorsun bize” dediler. Avf: “İnsanların tutulduğu bir hastalığa ben de tutuldum. Çaresini Kur’ân’da aradım. Mushaf’ın içersinde dinarların bulunduğu cüzdanı buldum. Hemen onları yahudiye götürdüm. Yahudiye: “SaVın sana borcu var mı? diye sordum. Dedi ki: [54] “Allah Sa’b’a acısın. O, Rasûlullah’m seçkin ashabmdandı. Borcu o kadar Önemli değil.” “Söyle ne kadar?” Yahudi: “Madem söyleyeyim. On dinar borç vermiştim.” “Vallahi bu aynen dediği gibi oldu.” Birincisi bu.Avf, Sa’b’ın ailesine sorar. “Sa’b’m ölümünden sonra başınızdan birşey geçti mi? Evet derler. “Şu anda olay oldu.” Anlatmalarını istedim. Dediler ki: “Şu kadar gün önce bir kedimiz öldü.” İşte bu da ikincisi. Avf anlatıyor: “Kız yeğenim nerede?” “Şu anda oynuyor.” Çocuğun yanına vardım, başım okşadım, ateşi yüksekti. “Çocuğa iyi davranın” dedim ve çocuk altı ay içinde öldü. İşte bu Avf in ince zekasındandir. Sahabe Avf, Sa’b b. Cüsâme’nin ölümünden sonra vasiyyetini yerine getirmiştir. Paranın on dinar olarak dolapta olduğuna güvenerek, Sa’b’ın sözünün doğruluğuna hükmetti. Sonra yahudiye sordu. Aldığı cevapla rüyasını destekliyordu. Durumun ciddiliğini anlayan Avf dinarları yahudiye verdi. Bu tavır insanların en fakihi ve en bilgilisi olan kişiye yaraşır bir tavırdır. Bunlar Rasülullah’ın sahâbileridir. Belki biri çıkar da Sa’b’ın bıraktığı yetim ve veresesine ait malı Avf in terekesinden alıp yahudiye vermeyi nasıl uygun gördüğünü yadırgayabilir. [55] Buna benzer bir olay da Allah Rasûlü’nün seçkin ashabından Sabit b. Kays b. Şemmas’a ait olan olaydır. Ebû Ömer b Abdülber anlatıyor. Abdulva-ris b. Süfyan, o da Kasım b. Esbağ’dan, o da Ebû Zenba’ Ravh b. el-Ferec’den, o da Said b. Afir ve Abdulaziz b. Yahya el-Medenî’den, o da Malik b. Enes’ten, o da İbni Şihâb’dan, o da İsmail b. Muhammed b. Sabit el-Ensarî’den, o da Sabit k. Kays b. Şemmâs’dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah ona der ki: “Ey Sabit, hoş bir hayat yaşayıp şehid olarak Ölüp cennete girmek ister misin?” Mâlik derki: “Sabit b. Kays Yemâme savaşında şehid oldu.” [56] Ebû Amr der ki: Hişam b. Ammar Sadaka b. Halid’den, o da Abdurrah-man b. Yezîd b. Câbir’den, o da Atâ Horasanî’den, o da Sabit b. Kays b. Şemmâs’ın [57] kızından şunu nakleder: “Ey iman edenler! Sesinizi Rasülullah’ın sesinden daha yüksek çıkarmayın” [58] âyeti inince babası evine geldi ama o kapıyı kapadı. Rasûlullah onu göremeyince durumu hakkında bilgi almak için bir adam gönderdi. Sabit dedi ki: “Ben kart sesli bir adamım. Amelimin mahvolmasından korkuyorum”. Rasûlullah da: “Sen onlardan değilsin. Yaşamın da güzel olacak ölümün de” buyurdu. Sonra: “Allah böbürlenen, bü-vüklenen kimseleri sevmez” [59] âyeti inince kapıyı kapadı, ağlamaya başladı. Rasûlullah onu göremeyince haber saldı. “Ey Allah’ın Rasûlü, ben büyüklüğü ve kavmimin başı olmayı severim” dedi. Kays’ın sözlerini duyan Rasûlullah: “Sen onlardan değilsin. Yaşamın güzel olacak. Şehid olarak öleceksin ve de cennete gireceksin” buyurdu. Kays’ın kızı anlatıyor: “Yemâme günü Hâlid b. Velid’le, Müseyleme’yle savaşa gitti. Ordular birbirine girince bunlar beİirdLEbû Huzeyfe’nin mevlâsı Sabit ve Kays: “Rasûlullah’la beraber savaşırken böyle değildik” dediler, herbiri birer çukur kazdı. Sebat ettiler, savaştılar;

nihayet ikisi de şehid düştü. O gün Sabit’in üzerinde kıymetli bir zırh vardı. Sabit ölünce müslümanlardan biri onu aldı. Bir müslüman Sabit’in rüyasında kendine şöyle dediğini anlatır: “Sana bir vasiyyetim var. Ama bunun unutulması gereken bir düş olduğunu bilmelisin. Dün, ben öldürülünce bir müslüman geldi ve zırhımı aldı. Evi yüksek bir yerdedir. Gizlice onu alırken at boyuna kişneyip şahlanıyordu. Zırhımın üzerine şimdi taş çömleği ters olarak kapamış çömleğin üzerinde de bir adam var. Halid’e git, zırhımı alması için bir adam göndermesini söyle.” Adam anlatıyor. Rasû-lullah’m halifesi Ebû Bekir’e geldiğinde Ebû Bekir’e şu kadar borcum var; kölelerimden fülanca, falanca hürdür diyordu. Adam Halid’e vardı, olayı ona anlattı. Halid de bir adam göndererek zırhı getirtti. Ebû Bekir’e (Ra) rüyasını anlatınca, Ebû Bekir vasiyyetini yerine getirdi ve: “Allah’ın rahmeti üzerine olsun! Sabit b. Kays’tan başka ölümünden sonra vasiyyeti yerine getirilen bir adam tanımıyoruz” dedi. Ebû Amr’ın anlattıkları bu kadar. Hâlid b Velid, Ebû Bekir ve diğer sahâbiler rüyaya uyarak Sabit’in vasiyyetini yerine getirmekte ve Kays’ın zırhını adamdan almak hususunda ittifak etmişlerdir. İşte bu mahza fıkıhtır. Ebû Hanife, Ahmed ve Malik birine uygun olduğu halde diğerine uygun olmayan bir hususta karıkocadan davacı olanın sözünü kabul ediyorlarsa, bunu derhal kabul etmeliler. Kocanın yemini ve kadında bulunan bir karineye bakarak: “Yüce Allah kadına had vurulmasını meşru’ kılmıştır. Çünkü bu kocanın doğruluğuna delalet eden en açık delillerdendir.” Bundan da daha açığı, kasâmede kuvvetli zahir delillere bakarak davacıların yeminleriyle yemine konu olan kişinin öldürülmesidir. Yüce Allah, yolda ölüp gayri müslim iki kişiye vasiyyet eden birinin terekesi hususunda davacıların sözünün kabulünü emretmiştir. Eğer vârisler bu iki vâsinin yeminlerinde hiyanet ettiğini anlarlarsa bunları yeminleri iki vâsinin yeminlerine tercih edilir. Bu, Yüce Allah’ın işin sonunda Kur’ân’da son inen, neshedilmeyen ve de sahabelerin amel ettiği Mâide süresidir. Malla ilgili konularda şüpheyle hükmedilebileceğine bu delildir. Kasâmede şüpheyle kan akıtmak mubah olunca malla ilgili konularda zahir delillerden olan şüpheli delil daha evlâdır, geçerlidir. Adaletin temsilcisi valiler hırsızlardan çalıntıları almıştır. Buna bile karşı çıkanların çoğu malları çalındığında her nedense bura başvurmuşlardır. Yüce Allah Hz. Yusufla, kralın karısı arasında geçen olaya şâhid olan kişinin şehâdetini ve Hz. Yusuf un haklı, kadının da yalancı olduğuna dair verdiği hükmü hikâye etmekte ve hem de bunu takrir etmektedir. Hz. Peygamber de iki kadın araslnda meydana gelen çocuk davasında Hz. Süleyman b. Davud’un verdiği hükmü anlatmaktadır. Olay şu: Bir çocuğu iki kadın sahiplenmektedir. Tartışma sürerken Hz. Süleyman der ki: “Bana bir bıçak verin de çocuğu keserek aranızda paylaştırayım.” Büyük kadın: “Tamam, diğer kadın tek çocuğu almasında teselli için buna razıyım” der. Genç kadınsa: “Hayır, onu kesme. Çocuk tek onun olsun” der. Bunun üzerine Hz. Süleyman kalbindeki şefkat ve merhametle çocuğunu başkasına vermeye bile razı olan, Ölmemesine çalışan genç kadına çocuğu verir. [60] Hükümlerin en güzeli, en âdili budur. İslâm şeriatı bunu onaylamakta ve de doğruluğunu göstermektedir. Ayrıca kıyafet ilmiyle [61]neseb tayininde çoğu kez birbirine benzer ve gizli karineleri incelemek mümkün değil miydi? Avf b. Malik’le, Sabit b. Kays’ın rüyada ileri sürdükleri deliler sözkonusu delillerle de kalmamakta, salt ücretin varlığı, çocuğu kundaklamak, karıkoca meselesinde davacının mal

üzerindeki selahiyeti konularındaki delillerden daha da güçlüdür. Bunda bir gizlilik yok. İnsan aklı ve düşüncesi bunun doğruluğunu göstermektedir. Başarı Allah’tandır. Bütün bunları anlatmaktan maksat; ölü, bu gibi basit olayları ve tafsilatlarını bilebiliyorsa, hayatta bulunan birinin ziyaretini, selamını ve yaptığı davayı daha rahat bilebileceğim açıklamaktır. [62]

ÖLÜLERİN RUHLARI BİRBİRİNE KAVUŞUP BİRBİRLERİNİ ZİYARET EDEREK MÜZAKERE EDERLER Mİ, ETMEZLER Mİ?

Bu mesele de birincisi gibi değerli ve önemli bir meseledir. Soruyu şöyle cevaplandırmak mümkündür. İki çeşit ruh vardır: Mutlu ruh, mutsuz ruh. Mutsuz ruh ziyaretten, görüşmeden mahrumdur, hakettiği azabla meşguldür. Mutlu olan ise ziyarete görüşmeye açıktır; dünyada olanları ve insanları ilgilendiren hususları müzakere eder. Ruhlardan herbiri bilgide eşit olan ruhlara refakat eder. Peygamberimizin ruhu refiki âlâdadır. Yüce Allah: “Kim Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse işte o Allah’ın kendilerine iman ettiği nebilerle, sıddîklarla, şehidlerle ve salihlerle beraberdir. Onların refakati ne de güzeldir” [63] buyurmaktadır. Ayette geçen beraberlik hem dünyada, hem berzahta hem de ceza gününde olacaktır. Bu üç merhalede kişi sevdiği ile beraberdir. Cerir, Mansur’dan, o da Ebî Duhâ’dan, [64] o da Mesruh’tan şöyle dediğini rivayet eder: Muhammed’in ashabı dediki: ‘Ya Rasûlallah, dünyada senden ayrı düşmemiz sözkonusu değil, ama öldüğün zaman ruhun yükselecek biz de seni göremeyeceğiz, buna üzülüyoruz” deyince: “Kim Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse o, Allah’ın kendilerine inam ettiği peygamberlerle, sıddîklarla şehidlerle ve salihlerle beraberdir. Onların refakati ne güzeldir” âyeti celîlesi indi. Şa’bî [65] anlatıyor: Ensar’dan biri ağlayarak Rasûlullah’a geldi. Peygamberimizi “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, tek olan Allah’a yemin ederim ki, sen bana ailemden ve malımdan daha sevimlisin. Yine tek olan Allah’a yemin olsun ki nefsimden de daha sevimlisin. Seni ve ailemi hatırlayınca sizi görene kadar içime bir korku düşüyor. Sonra senin ve benim ölümümü düşündüm de bu beraberliğimizden başka beraberliğimizin olmayacağını anladım. Ahirette sen peygamberlerin yanma yükseleceksin. Tabi ben cennete girsem de derecem seninkinden aşağıda olacak. ” Bu sözleri duyan Rasûhıllah sustu ve: “Kim Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse o, Allah’ın kendilerine inam ettiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve salihlerle beraberdirler. Onları refakati ne güzeldir. âlim olarak Allah yeter” âyetine kadar kısım inzal oldu. Ve yine Yüce Allah: “Ey huzura kavuşmuş nefis, sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak O’na dön Kullarım arasına gir ve cennetime gir” [66]buyurmaktadır. Yani ölüm anında ruha mutlu ruhların arasına katıl, onlarla beraber ol, denir. İsrâ vakasıyla ilgili Abdullah b. Mesud’un rivayet ettiği hadiste anlatılmaktadır. Abdullah b. Mesud der ki: “Peygamberimiz İsrâ gecesi Hz. İbrahim’i, Hz. Musa’yı, Hz. İsa’yı görmüştür. Aralarında kıyameti tartıştılar. Önce Hz. İbrahim’e sordular, ancak kıyametle ilgili Hz. İbrahim’in bir bilgisi yoktu. Sonra Musa’ya sordular, ancak o da bilmiyordu. Sıra Hz. İsa’ya gelince dedi ki: “Ben de görevim olduğu halde henüz gerçekleştiremediğim Allah’ın ahdi var Deccal çıkacak. Yeryüzüne inip onu öldüreceğim. Herkes memleketine dönecek. Her tepeden saldıran, bulduğu her suyu bitene kadar içen, vardığı yeri bozan, ifsat eden Ye’cûc ve Me’cûc’le karşılaşacaksınız. Bunun üzerine beni çağıracaklar. Ben de Allah’a duâ edip onları öldüreceğim. Yer, kokusunu

Allah’a şikâyet edecek, bana başvuracak. Ben de Allah’a duâ edeceğim, indirdiği yağmurla onları denize dökecektir. Sonra dağlar savrulacak, yerin altı üstüne çıkacak. Allah’ın vadi üzere kıyameti doğuracak gebe kadın gibidir; kimse onun ne zaman patlayacağını, gece mi gündüz mü olacağını bilemez.” Hadisi Hakim,[67] Beyhakî ve diğerleri nakletmiştir. [68] Ruhların ilmî müzakereler, yaptıklarına delildir. [69] Allah Teâla, şehidlerin diri olduklarını ve rablerinin verdiği nzıkîarı yediklerini haber vermektedir. Ayrıca onlar henüz kendilerine kavuşamamış nesilleriyle [70] ve Allah’ın nimetiyle, fazlıyla müjdelenirler. Üç delil ruhların birbirine kavuşacağını gösterir. Birincisi; Allah’ın verdiği rızıkları yemeleri. Rızık yediklerine göre diridirler ve birbirlerine kavuşacaklardır demektir. İkincisi; ölünün, eş ve dostlarıyla kavuşacaklarının önceden müjdelenmesi. Üçüncüsü ise; (istebşera) fiilinin lugatta birbirini müjdelemek, müjdeleş-mek anlamına geldiğidir. Rüyalarda görülenler de bunu ifade eder. Meselâ Salih b. Beşir anlatıyor: “Atâ Selimî’yi ölümünden sonra rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Allah sana merhamet etsin Atâ. Dünya hayatın çok kederli geçti.” Atâ: “Evet, ama şimdi çok sevinçliyim, mutluyum.” Ona dedim ki: “Şu anda durumun ne?” O ise: “Allah’ın kendilerine inam ettiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle beraberim” şeklinde cevap verdi. Abdullah b. Mübarek anlatıyor: [71] “Süfyân-ı Sevri’yi rüyamda gördüm. “Allah sana ne hükmetti?” diye sordum. Oda dedi ki: “Muhammed ve arkadaşlarına katıldım.” Sahr b. Raşid de: “Ölümünden sonra Abdullah b. Mübârek’ı [72] rüyamda gördüm Ona: “Abdullah, sen ölmemişmiydin?” diye sordum. “Evet” diye cevapladı. “Hakkında Allah’ın hükmü nedir?” Abdullah: “Bütün günahlarımı affetti.” Sordum, “Peki ya Süfyân-ı Sevrî?” Abdullah: “Ne hoş! ne hoş! Şimdi O, Allah’ın kendilerine inam ettiği, peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle beraberdir. Onlarla dostluk ne güzeldir” dedi. İbni Ebî Dünyâ Hammad b. Yezîd’den, o da Hişam b. Hasan’dan, o da Yakza binti Raşid’den şöyle dediğini nakleder: “Mervan Mahlemî komşum-du. Kendisi müetehid kadıdır. Ölünce, ona karşı fevkalâde bir sevgi duydum. Birgün rüyama girdi. Dedim ki: “Allah sana neyle muamele etti?” “Beni cennete soktu” dedi. Sonra ne oldu? “Ashâb-ı Yemîn’in katına çıktım.” Peki sonra ne oldu? “Sonra mukarrabînin katına çıktım.” Orada kimleri gördün? “Ha-san’ı, İbni Şîrîn ve Meymun b. Seyyah’ı gördüm.” Hammad, Hişam b. Has-san’dan, o da Basra’mn seçkin kadınlarından olan Abdullah’ın annesi anlatıyor: “Rüyamda güzel bir eve girmişim. Oradan da bahçeye. Allah’ın dilediği ölçüde onun güzelliğini hatırlıyorum. Baktım ki etrafında ellerinde kaplar bulunan hizmetçilerin bulunduğu, altından bir sedire dayalı bir adam gördüm. Bu gelen Mervan Mahlem’dir denince gördüğüm şeyin güzelliğine hayran kaldım. Mervan bir sıçradı ve sedirine oturdu.” Abdullah’ın annesi anlatıyor: “Uyandım ki o saatte Mervan’m na’şı kapımdan geçiyordu.” Sarih sünnetlerde de ruhların birbirine kavuşması, tanışması anlatılmaktadır. İbni Ebî Dünyâ anlatıyor: Muhammed b, Abdullah b. Beziğ’den, o da Fudayl b. Süleyman b. Nümeyrî’den, [73] o da Yahya b Abdurrahman b. Ebî Lebîbe’den, o da dedesinden nakleder. Bişr b, Berrâ b. Ma’rûr ölünce annesi onda büyük bir vecd buldu. Annesi der ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Benî Sele-me’nin ölüleri eksik olmaz. Ruhlar birbiriyle tanışırda Bişr’e selamımı götürürler mi?” Allah Rasûlü buyurdu: Evet, nefsim yedinde bulunan Allah’a yemin olsun ki, ruhlar ağaç tepelerinde kuşların birbirleriyle tanıştığı gibi birbirleriyle tanışırlar. Bundan böyle Benî Seleme’den biri ölünce Bişr’in annesi hemen na’şa varır “Ey adamcağız. Allah’ın selamı üzerine olsun” der, o da selamını alınca: ” Bişr’e de selam söyle” derdi. İbni Ebî Dünyâ, Süfyan’dan, o da Amr b. Dinar’dan, o da Ubeyd b. Umeyr’den [74] nakleder. Dünya haberleri ölülere ulaşır. Kabre bir ölü gelince-“Fülancanın durumu nedir?” derler. “O salih

biridir” der. “Pekiyi ya filanca?” “O da salihtir” der. ‘Ta öbür adanı?” Der ki: “O yanınıza gelmedi mi?” Onlar da “Hayır” derler. O zaman der ki: “Allah’tan geldik, tekrar O’na döneceğiz. O başka yere götürülmüş olmalı.” Salih Meri der ki: “Bana anlatıldığına göre ölüm anında ruhlar birbirine kavuşurmuş. Ölülerin ruhlarına yeni bir ruh katılınca: “Kalacağın yer nasıldır; temiz bir bedenden mi geldin yoksa kötü bir bedenden mi?” derler. Sonra ağlamaya başlar.” Ubeyd b. Umeyr anlatıyor: “Yolcu kişinin soruşturduğu gibi bir kişi öldüğü zaman ruhlar da onu soruştururlar: “Fülanca ne yaptı? Fülanca ne yaptı?” Eğer öldüğü halde önceki ruhlara katılmamışsa ruhlar derler ki: “O annesi cehenneme gitti.” Said b. Müseyyeb anlatıyor: “Bir kimse ölünce yolcunun karşılandığı gibi babası da onu karşılar.” [75]

Yine Ubeyd b. Umeyr: “Sevdiklerime kavuşma ümidimi kesseydim ölümüm bir bez parçası gibi olurdu” demektedir. Muâviye b. Yahya: Abdullah b. Seleme’den, o da Rahm Mesmaî’nin babasından, o da Ebû Eyyûb el-Ensârî’den, Rasûlullah’m şöyle dediğini nakleder: [76] Mü’min bir kimse ölünce Allah’ın rahmet ordusu dünyada hayırla müjdeye kavuştuğu gibi ona kavuşurlar ve derler ki: “Kardeşinize bakın da biraz rahatlasın. Çünkü o kedere boğulmuştur.” Ona hep soru sorarlar: “Fülanca ne yapıyor? Fülanca kadının durumu nasıl? Fülanca kadın evlendimi?” Eğer kendisinden evvel ölmüş birinden sormuşlarsa: “Allah’tan geldik, O’na döneceğiz. O, annesi cehenneme atılmıştır. O ne kötü anne, ne kötü terbiyeci” derler. Sözü geçen Yahya b. Bistam, Mesma b. Asım’dan nakleder: Ölümünden iki sene sonra Âsim Cuhderî’yi rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Hâlâ ölmedin mi?” “Evet öldüm” dedi. “Şu anda neredesin?” “Vallahi şu anda cennet bahçelerindeni bir bahçedeyim. Birkaç arkadaş her cuma gecesi ve sabahlan Bekir b. Abdullah el-Müzenî’nin yanma gider, hakkınızda bilgiler toplarız” dedi. “Bizimle ilgili haberleri ruhlarınızla mı yoksa bedenlerinizle mi alırsınız? “Heyhat. Nerede bedenler. [77] Ruhlarla alırız” dedi. [78]

DİRİLERİN RUHLARI, ÖLÜLERİN RUHLARINA KAVUŞUR MU?

Dirilerin ruhlarıyla, ölülerin ruhlarının birbirine kavuşacağı ile ilgili delillerin sayısı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği kadar çoktur. His, vakıa en açık delillerden sayılır. Dirilerin ruhlarının birbiriyle kavuşması gibi ölülerin ruhlarıyla dirilerin ruhları da birbiriyle kavuşurlar. Yüce Allah buyuruyor ki: “Allah, kişinin ruhunu ya ölümü anında alır ya da uykusu anında. Ölümünü murad ettiği kişinin ruhunu tutarken uykudakinin ruhunu muayyen bir zamana kadar salıverir. Düşünenler için bunda birçok ibretler vardır.” [79] Abdullah b. Mendeh, Ahmed b. Muhammed b. ibrahim’den, o da Abdullah b. Hasan elHarranî’den, [80] o da dedesi Ahmed b. Abdullah b. Ebî Şuayb el-Harranî’den [81], o da Mûsâ b. A’yün’den, o da Mutriften, o da Cafer b. Ebî Muğîre’den, o da Saîd b. Cübeyr’den, o da İbni

Abbas’tan âyetle ilgili şunları nakleder: “Uykuda dirilerin ruhlarıyla ölülerin ruhları birbiriyle karşılaşır, birbirlerinden malumat alırlar. Allah Ölülerin ruhlarım tutar, dirilerin ruhlarını ise bedenlerine iade eder.” [82] İbni Ebî Hatim tefsirinde anlatıyor: Bana Abdullah b. Süleyman, ona Hüseyn, ona Âmir, ona Esbat, [83] ona da Seddî “Uykusunda ölmeyen. ” âyeti hakkında şunları nakleder: “Allah onun ruhunu uykusunda alır. Uykuda karşılaşan dirinin ruhuyla ölünün ruhu birbiriyle tanışarak aralarında mü-zekere ederler. Sonra, dirinin ruhu eceline kadar olmak üzere dünyadaki bedenine döner, ölünün ruhu da dönmek ister, fakat bu istek kabul edilmez.” Ayette geçen ölmek üzere bedenden ayrılmakla uyku ölümü hakkındaki kanaatlerden birisi budur. Anlaşıldığına göre ölünün ruhu bedenden ayrılır, kıyamete kadar bedenden uzakta durur. Uyuyan kimsenin ruhu ise önce bedenden ayrılır daha sonra ömrünü tamamlaması için bedene yeniden gönderilir. Bunun Ölümü başka bir ölümle gerçekleşir İkinci kanaate göre, âyette geçen hem tutulan hem de salıverilen ruhun uyku vefatıyla olan şeklidir. Eceli tamamlanan ruh, tutulur, yeniden bedene gönderilmez. Eceli henüz tamamlanmamış ruhsa, geri kalan ömrünü tamamlaması için bedene gönderilir. Şeyhülislâm’a [84]göre [85]ikinci kanaat doğrudur. O der ki: “Kitab ve sünnet de buna delalet eder; çünkü Yüce Allah ölümle vefat eden nefsin, uykuda vefatla ölen nefislerden olduğunu zikretmiştir. Ama uyku dışında Ölen nefisler hakkında ise tutmak ve salıvermekten bahsetmemektedir.” Üçüncü kanaat da budur. Doğru olan kanaat birinci kanaattir. Çünkü Allah iki vefattan bahsetmiştir: ‘Büyük vefat, ölmek gibi; küçük vefat, uykuda ölmek gibi. Ayrıca ruhları da ikiye ayırmaktadır: Ölmesi istenen, böylece de ölümle vefat ederek bedenden ayrı tutulan ruh, diğeri ise ecelini tamamlaması için bedene yeniden salıverilen ruh. Yüce Allah önce sözkonusu iki vefatı iki ayrı hüküm olarak şu tutulandır, şu da salıverilendir şeklinde koymuş sonra da ölmeyen ruhun uyku anında ölen ruh olduğunu bildirmiştir. Eğer uyku ölümünü ölüm vefatı ve uyku vefatı diye ikiye ayırsaydı: “Uykusunda ölmeyen ruh. ” demezdi, Yüce Allah. Bu ruhun ölmediğini belirtmektedir. Ölmeyen ruhu haber verdikten sonra hem nasıl: “ölümünü murad ettiği ruhu tutar” diyebilir ki? Birinci kanaati doğru bulanlar: “Ölümünü kasdetiği ruhu tutar” âyetini uyku ölümünden sonra kabul ederse muhtemelen doğru olabilir. Yani Allah önce uyku ölümüyle öldürür, sonra da ona ölümle hükmeder. Gerçekte âyet her iki kısmı da içermektedir: Uyku vefatı, ölüm vefatı. Yüce Allah uyku ölümüyle ölenlerin ruhlarım salıvereceğini, ölümle vefat edenlerin ruhlarını ise tutacağını bildirmektedir. Ayrıca uykuda olsun, uyanık halinde olsun ölen her nefsi Allah’ın tutacağı; ölmeyen kişinin ruhunu salıvereceği; uykudave-ya uyanıkken [86] ölen kişinin ruhunu da tutacağı “O, ruhları ölümü anında tutar” âyetiyle bilinmektedir. Kişinin ölüyü rüyasında görüp ölüye bilgiler vermesi, ölünün de kişinin bilmediği birşeyi bildirmesi böylece geçmişte ve gelecekte haber verilen şeyin gerçekleşmesi bazan yerini ölüden başka kimsenin bilmediği medfun bir inaldan bazan da borcu olduğunu bildirmesi, dirilerin ruhlarının ölülerin mhlarıyla birleşeceğine delildir. Daha da garibi, ölüden başka kimsenin bilmediği ve hatta şu zamanda başımıza gelecek şeyi bildirmesi de ruhların birleşeceğine delildir. Haber verilen şey gerçekleşir; bazan da ölü, insana sadece kendisinin bildiğini ‘bir olayı anlatır. Bunun misalini Sa”b b. Küsame kıssasında, Malik b. ‘^verdiği cevapta; Sabit b. Kays b. Şemmas’m, zırhından ve başkasına borcundan haber vermesinde görürüz Avrıca Sadaka b. Süleyman el Caferi olayında oğlunun yapacağı şeyler-haber vermesi; Şebîb b. Şeybe olayından annesinin ölümünde verdiği tel-den dolayı: “Allah sana hayırla karşılık versin” demesi ve Fadl b. Muvaf-filTlassasında Fadl’ın oğlunu ve ziyaretini[87]tanıması da misal gösterilebilir

‘ Said [88] b. Müseyyeb [89] anlatıyor. Abdullah b. Selam’la, Selmânı Fârisî [90] birbirlerine dediler ki: “Sen, benden önce ölürsen yanına vannm. Sen de bana Rabbinin neyle muamele ettiğini söylersin. Ben ölürsem ben de sana haber vereceğim.” Aralarından biri diğerine: “Ölülerle diriler buluşabilirler mi?” diye sordu.” “Evet ölülerin ruhları cennette diledikleri yere gider” diye karşılık verdi. Râvî der ki: Fülanca ölünce rüyada görülmüş. Demişki: “Allah’a tevekkül et ve mutlu ol. Çünkü tevekkül gibisini görmedim.” Abbas b. Abdulmattalib diyor ki: “Ömer’i rüyamda görmeyi çok arzulardım. Birgün onu havlin yanında alnından akan terini silerken gördüm. Diyordu ki: “Şimdi en tehlikeli anlanmdır. Acıyan ve lütfeden Allah’ın rahmetine kavuşmamış olsaydım arşım yıkılacaktı.” Şüreyh b. Ubad es-Semâlî’nin son anlarında Adîf b. Haris yanına geldi ve dedi ki: “Ey Ebû Haccac! Mümkünse öldükten sonra gördüklerini bize haber ver.” Ravi der ki, bu, fıkıhçıların kabul ettiği bir sözdür. Ravi anlatıyor: Adîf, bir müddet onu rüyasında göremedi. Birgün rüyasına girdi. Ona dedi ki: “Sen ölmemiş miydin Şüreyh?” “Evet.” Adîf: “Ne durumdasın Şüreyh?” “Allah günahlarımızı affetti. Ahradların dışında hiçbirimiz helak olmadık”. Adîf: “Ah-rad kimlerdir?” “Bir konuda parmakla gösterilenlerdir” [91] dedi. Abdullah b. Abdulaziz anlatıyor. Babamı ölümünden sonra bir bahçede gördüm. Bana meyveden verdi. Meyveleri çocuk şeklinde yorumladım. Ona sordum: “Baba, hangi amelleri daha faziletli buldun? Babam: “İstiğfarı oğlum” dedi. Mesleme b. Abdulmekil de Ömer b. Abdülaziz’i ölümünden sonra rüyasında görür. Ona der ki: “Ey mü’minlerin emiri! Ne olurdu bilincim olsaydı. Ölümünden sonra ne hallere düştün?” Ömer b. Abdulaziz: “Mesleme, şimdi dinlenmekteyim. Allah’a yemin olsun ki şimdiye kadar hiç dinlenememiş-tim.” Mesleme: “Şimdi neredesin peki? Ömer b. Abdulaziz: “Adn cennetinde hidayetin önderleriyle beraberim” dedi. Salih Berrâd anlatıyor: Zürâre b. Evfâ’yı ölümünden sonra rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Sana ne soruldu sen de onlara ne cevap verdin?” Fakat Zürâre buna cevap vermedi. Sonra: “Allah sana neyle hükmetti?” Zürâre: “Cûd ve keremiyle beni ağırladı.” Salih Ber-rad: “Mutrif in kardeşi Ebû A’lâ b. Yezîd’den ne haber var?” Zürâre: “O mu, oldukça yüksek derecelerdedir.” Salih Berrad: “Amellerden hangisi daha faydalı oldu size?” “Allah’a tevekkül ve kısa emel” dedi. Mâlik b. Dînar anlatıyor: Ölümünden sonra Müslim b. Yesâr’ı rüyamda gürdüm. Selam verdimse de selamımı her nedense almadı. Sordum: “Ne oluyor da selamımı almıyorsun?” Dedi ki: “Ben ölüyüm selamı nasıl alabilirimki?” “Ölünce neyle karşılaştın?” diye sordum. O da dedi ki: “Allah’a yemin olsun ki birçok zelzelelerle, korkularla karşılaştık.” “Peki sonra ne oldu? Kerim olan Allah’dan ne gördün?” “Hasenelerimiz kabul edildi, günahlarımız affedildi, eksiklerimiz de telâfi edildi.” Râvî der ki: ” Bunu duyan Mâlik hıçkırarak ağladı, ağız üstü yere kapandı; günlerce hasta [92]kaldıktan sonra kalb kanamasından öldü.” Hazm’ın kardeşi Süheyl de der ki: Ölümünden sonra Mâlik b. Dînâr’ı rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Ey Ebû Yahya! Allah’a ne götürdün?” Dedi ki: “Birçok günahlar götürdüm. Ama Allah’a olan hüsnü zanmmdan ötürü Allah günahlarımı affetti.” Recâ b. Hayat ölünce onu rüyasında âbid bir kadın görür. Ona der ki: “Ey Ebû Mikdâm, ne durumdasınız?” “Durumumuz iyi. Ancak sizden ayrılınca Öyle korktuk ki kıyametin koptuğunu zannetmiştik” dedi. Kadın: “Bu nasıl oldu?” Recâ: “Cerrah ve arkadaşları yükleriyle beraber cennete girdiler. Öyle ki cennetin kapısında izdiham oluşturdular” dedi. Cemil b. Mürre anlatıyor. Muverrik ‘Iclî hem kardeşimdir hem de dostumdur. Birgün ona dedim ki: “Hangimiz önce ölürse gelsin, başına gelenleri arkadaşına anlatsın.” Muverrik önce öldü.

Ailesi onu rüyasında görmüş; sanki Muverrik gerçekten gelmiş, kapıya vurmuş, ben de kapıyı açmışım. “Buyur ey Ebû Mu’temir kardeşinin evine” dedim. Dedi ki: “Eve nasıl girebilirim, ben Ölmüşüm? Allah’ın bana hayırla muamele yaptığını ve mukarra-bînden kıldığını söylemek için geldim sadece” dedi. Muhammed b. Şîrîn ölünce bazı dostları ölümüne çok hüzunlenirler. Biri onu rüyasında görür ve: “Dostum, seni bizi sevindirecek bir halde görüyorum. Ya Hasan ne durumda?” diye sordum. Muhammed b. Şîrîn, ‘Yetmiş derece üstümde” dedi. “Bu nasıl olur biz, seni ondan daha faziletli bilirdik? dededi ki: “Bu, onun çok hüzünlenmesindendir.” İbni Uyeyne de: Süfyanı Sevrî’yi rüyamda gördüm. Bana öğüt ver de-Dedi ki: “İnsanların fazla tanımadığı kişilerden ol.” Ammar b. Yesf anlatıyor: Hasan b. Salih’i rüyamda gördüm. Ona dedim V- “Sana varmak istiyorum. Yanında ne var bana haber versene?” Dedi ki: SirtiHe olsun. Allah’a karşı hüsnü zandan daha iyisini göremedim.” Âbid Dayğam ölünce dostlarından bin onu rüyasında gorur. Der ki: Cenaze namazımı kıldın mı?” “Hayır, bir mazeretim vardı” dedim. Dedi ki- “Sen namazımı kılsaydın başını kurtarırdın.” Rabiâ ölünce, bir kadın [93]onu rüyasında yünden bir başörtüsü ve cübbe ile kefenlendiği halde süslü bir elbise ve ipekten bir başörtüsü ile görür. Ona der ki: “Kefenin olan yün başörtüsüyle cübbeyi ne yaptın?” Rabia: “Allah’a yemin olsun ki onlar üzerimden çıkarıldı bunlar giydirildi, kefenimi dür-düm. Bunları giymem bana yasaklandı. Sonra da kıyamet günü tam mükâfatımı almak için illiyyûn cennetine yükseltildim.” “Bu halinle sen dünyada olup bitenleri bilebiliyor musun?” Rabia: “Bu, Allah’ın veli dostlarına verdiği kerametle oluyor.” “Peki Abede binti Kilâb ne durumda?” Rabia: “Heyhat! Heyhat! Çok yükseklere çıkarak vallahi bizi geçti.” “Bu nasıl olur? İnsanlar seni daha abid bilirler” Rabia: “Dünyada s ab ahimin-akşamımın nasıl geçtiği benim için önemli değil.” Kadın (Dayğam’ı kastederek): “Ebû Malik ne yaptı?” Rabia: “Dilediği zaman Allah’ı ziyaret etmekte.” “Bişr b. Mansur ne yaptı?” Rabia: “Bak! bak! Allah’a yemin olsun ki, o umduğundan daha yüksek mertebelere ulaştı.” “Bana öğüt ver. Allah’a nasıl yaklaşabilirim?” Rabia: “Allah’ı çok an ki insanlar bu durumunla sana mezarında bile gıbta etsinler” dedi. Âbidlerden Abdulaziz b. Süleyman ölünce, dostlarından biri, onu üzerinde yeşil bir elbise, başında da inciden bir taçla görür. Ona der ki: “Bizden ayrılınca başına ne geldi? Ölümün tadım nasıl buldun? Orada işler nasıl?” Abdulaziz b. Süleyman: “Ölümün kederini gamını hele hiç sorma. Allah’ın rahmeti olmasaydı, günahlarımızı affetmeseydi fazlasıyla bizi kendisine yakınlaştırmasaydı halimiz ne olurdu” dedi. Salih b: Bişr anlatıyor: Atâ Selem’i ölünce onu rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Sen ölüler zümresinden değil misin?” Atâ: “Evet.” Salih b. Bişr: “Ölümden sonra ne oldun?” Atâ: “Allah’a yemin olsun ki birçok hayırlara ve Şekûr, Gafur Rabbe ulaştım.” Salih: “Sen dünyada çoğunlukla hüzn içerisinde bulunan bir kişiydin” deyince, Atâ tebessüm etti ve: “Ama şimdi daimi bir rahat ve mutluluk içerisindeyim” dedi. Salih: “Şimdi hangi mertebedesin?” Atâ: “Allah’ın kendilerine inam ettiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidler-le vesalihlerle beraberim. Onlar ne güzel yaranlardır” dedi. Asım Cuhderî Ölünce dostlarından biri onu rüyasında görür. Ona der ki: “Sen Ölmemiş miydin?” Âsim: “Evet” dedi. “Peki şimdi nerdesin?” Asım: “Cennet bahçelerinden bir bahçedeyim. Ben ve bir grup arkadaş her cuma gecesi ve sabahı Bekr b. Abdullah el-Müzeni’nin yamnda toplanır hakkınızda bilgiler alırız” dedi. “Bilgileri ruhlarınızla mı yoksa bedenlerinizle mi?” sorusuna da “Heyhat! Nerede bedenler? Ruhlarla buluşarak” dedi.

Fudayl b. Iyad rüyada görülmüş. Demiş ki: “Kul için Allah’tan başka hayırlı birşey göremedim.” Mürre el-Hemedânî’nin alnı secde yapmaktan yaralanmıştı. Ölünce dostlarından biri onu, rüyasında secdeden yaralanan yerinin akan yıldız gibi parladığım görmüş. Ona demiş ki: “Alnında gördüğüm iz ne izidir?” Mürre: “Alnımın yaralanan yerine nur geçirildi.” “Ahiretteki merteben nedir?” Mürre: “İyi bir mertebedeyim. Oraya girenler ne oradan çıkarılırlar, ne de ölürler” dedi. Kâri Ebû Yakup anlatıyor: Rüyamda insanların peşinden gittiği uzun boylu esmer bir adam gördüm. Dedim ki: “Bu adam kimdir?” Veysel Karanı olduğunu söylediler. Hemen ben de peşine düştüm ve: “Allah’ın rahmeti üzerine olsun, bana öğüt ver” dedimse de yüzünü ekşiterek kafasını çevirdi. Sonra yine: “Ey doğru yola götüren, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, bana öğüt ver” deyince bana yöneldi ve: “Allah’ı severken rahmetini iste. Günah işlerken azabından sakın. Hiçbir zamanda O’ndan ümidini kesme” dedi ve yoluna devam etti. İbni Semmâk anlatıyor: Musiri rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Hangi amelleri daha faziletli buldun?” Musir: “Zikir meclislerinde bulunmayı. Ec-lah da: “Seleme b. KüheyPi rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Amellerin hangisini daha yararlı buldun?” Küheyl: “Gece ibadetini” dedi. Ebû Bekr b. Ebî Meryem de Vefa b. Bİşr’i ölümünden sonra rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Ey Vefa! Ne yaptın?” Vefa: “Bütün çalışmalarımdan sonra ancak kurtulabildim.” “Peki amellerin hangisini daha yararlı buldun?” Vefa: “Allah korkusundan ağlamayı” dedi. Leys b. Sa’d Abdullah b. Ebî Habîbe’yi ölümünden sonra rüyasında gören Mûsâ b. Verdan’dan nakleder. Abdullah b. Ebî Habîbe der ki: “Sevaplarım da günahlarım da bana gösterildi. Sevaplarım arasında yerlerden toplayıp yediğim nar taneleri de vardı. Günahlarımın arasında ise serpuşumda bulunan iki ipek iplik de vardı.” Senid b. Dâvûd kardeşinin oğlu Cuveyriyye b. Esmâ’dan nakleder. Biz Abadan’da iken bize Küfel adında âbid bir genç geldi. Sıcak bir günde ibadet ederken öldü. Biraz serinledikten sonra teçhizine başlayalım diye düşünürken uyumuşum. Rüyamda kabristana gittim. Orada güzelliği şimşek gibi parıldayan mücevher bir kubbe gördüm. Ona bakarken birden kubbe ikiye ayrıldı ve arasından şimdiye kadar hiç göremediğim güzel bir cariye çıktı. Bana baktı ve: “Allah’a yemin olsun ki onu öğleye kadar tutamazsın” dedi. Korkudan uyandım ve hemen teçhizine başladım. Rüyamda gördüğüm kubbenin yerine kabrini kazdım ve genci oraya defnettim. Yezîd b. Harun anlatıyor. Ebu’1-A’lâ* Eyyub b. Miskin’i rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Rabbin sana ne yaptı?” Ebu’1-Alâ: “Günahlarımı affetti.” “Hangi amellerinden dolayı?” Davud Ebu’1-A’lâ: “Namaz ve orucumdan dolayı.” “Mansur b. Zadân’dan ne haber?” Ebu’1-A’lâ: “Heyhat! Köşkünü çok uzaktan görebiliyoruz” dedi. Yezîd b. Nuâme anlatıyor: Veba salgınında bir kız çocuğu Ölmüştü. Babası Ölümünden sonra onu görür. Babası der ki: “Kızım. Ahiretten haber versene?” Kız: “Babacığım. Büyük bir emir tahakkuk etti. Öyle ki gerçeği biliriz ama yapamayız. Sizse yaparsınız ama bilemezsiniz. Amel defterimde bulunan bir-iki rekat namaz yahut bir iki teşbih, dünya ve dünyada bulunanlardan daha hayırlıdır benim için” der. Kesir b. Mürre anlatıyor: “Rüyamda cennette yüksek bir derece kazanmışım, sevincimden oradan oraya koşuyor, cennete hayran oluyordum. Baktım ki kenarda mescidden çıkmış kadınlar duruyor. Selam verdim ve bu dereceye neyle ulaştıklarını sordum. Dediler ki: “Bu dereceye secdelerle, tekbirlerle ulaştık.” Ömer b. Abdulaziz’in mevlâsı Muzâhim Ömer b. Abdulaziz’in karısı Ab-dulmelik’in kızı Fâtıma’dan naklettiğine göre Fâtıraa der ki: “Bir gece Ömer b. Abdulaziz uyandı ve dedi ki:

“Bugün acaip bir rüya gördüm.” Fâtıma: “Canım feda olsun uğruna, onu anlatsana.” Ömer b. Abdulaziz: “Sabah olmadıkça anlatamam.” Sabah olunca mescide gitti, namazını kıldı ve özel odasına girdi. Yalnızlığını fırsat bilerek: “Haydi gördüğün rüyayı anlat” dedi. Ömer b. Abdulaziz: “Geniş, yeşil bir yere çıkarıldım. Orada yeşil bir bahçe içerisinde gümüşten yapılmış bir saray gördüm. Birisi saraydan kafasını çıkarmış avazının çıktığı kadar bağırıyordu: “Muhammed b. Abdullah b. Abdulmutta-lip nerede? Rasûlullah nerede? Rasûlullah çıktı ve saraya girdi. Sonra biri daha çıktı. Ömer b. Hattab nerede? diye bağırdı. Hz. Ömer de saraya girdi. Sonra biri daha çıktı. Osman b. Affan nerede? Ali b. Ebî Talib nerede? diye bağırdı onlar da saraya girdiler. Birisi daha çıktı ve Ömer b. Abdulaziz nerede? diye bağırdı, bunun üzerine ben de kalktım saraya girdim. Ashabın etra-finı çevirdiği Rasûlullah’a selam verdim. Kendi kendime nereye oturacağımı düşünürken babam Ömer b. Hattab’ın yanına oturdum. Rasûlullah’ın sağında Ebû Bekir, solunda ise Hz. Ömer oturuyordu. Dikkatlice bakınca Rasûlul-lah’la Ebû Bekir arasında birinin oturduğunu gördüm. Ebû Bekir’le Rasûlullah arasında oturanın kim olduğunu sordum. O, İsâ b. Meryem’miş. Gizli bir ses bana: “Ey Ömer b. Abdulaziz! Benimle onun arasında gizli bir nur vardır, bu sana engel olduğundan o bağı göremezsin” diyordu. Sonra saraydan çıkmama müsaade edildi. Saraydan çıkarken Osman b. Affân’m: “Bize nusratı-m gönderen Allah’a hamd olsun” diyerek arkamdan çıktığını, Hz. Ali’nin de Osman’dan sonra: “Beni bağışlayan Allah’a hamd olsun” diyerek çıktıklarım gördüm. Saîd b. Ebî Arube Ömer b. Abdülaziz’den şunu nakleder: Ebû Bekir ve Ömer’i Rasûlullah’ın yanında otururlarken gördüm. Selam verdim ve yanlarına oturdum. Baktım ki Ali ve Muâviye bir odaya kapatılıyor. Bir müddet sonra: “Kabe’nin Rabbi’ne hamd olsun sorgulanmam güzel geçti” diyerek Hz. Ali çıktı. Hemen arkasından da: “Kabe’nin Rabbi’ne hamdolsun affolunduk” diyerek Muaviye çıktı. [94] Hammad b. Ebî Haşim anlatıyor: Adamın biri Ömer b. Abdülaziz’e geldi ve: “Sağında Ebû Bekir, solunda Ömer ve iki adamın davasına bakmak üzere seni Rasûlullah’la beraber gördüm. Rasûlullah sana dedi ki: “Haydi Ömer b. Abdulaziz, Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi hükmet’1 dedi. Ömer b. Abdulaziz böyle bir rüyayı gerçekten gördüğüne dair adamdan yemin istedi. Adam da ye-min edince Ömer b. Abdulaziz ağlamaya başladı. Abdurrahman b. Ganem anlatıyor: Muaz b. Cebel’i, Ölümünden sonra üç defa gördüm. Alacalı katırlara binmiş, üzerlerinde yeşil elbiseler bulunan beyaz tenli adamların başında alacalı atı üzerinde: “Keşke kavmim Rabbi-min beni affettiğini ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi” [95]âyetini okuyordu. Sonra sağına soluna baktı: “Ey İbni Ravâha, ey İbni Mazun va’di gerçek olan, cennette dilediğimiz yeri bize hazırlayan Allah’a hamd olsun. İyi amel işleyenlerin mükâfatı ne de güzeldir” [96] âyetini okudu ve benimle musa-faha ederek bana selam verdi. Kabîsa b. Akabe anlatıyor: Ölümünden sonra Süfyân-ı Sevrî’yi rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Allah sana ne yaptı?” Süfyân-ı Sevrî: “Allahımı şu gözümle gördüm. Hoşgeldin ey İbni Saîd, senden razıyım. Koyu karanlığın bastığı geceler kalbini bana bağlayarak mücadele ettin. Gel, istediğin sarayı seç ve beni ziyaret et. Çünkü Ben sana yakınım” dedi bana. Süfyan b. Uyeyne de: ” Süfyân-ı Sevrî’yi cennette bir ağaçtan hurmaya, hurmadan da ağaca uçtuğunu ve iyi amel işleyenler için bunun gibileri vardır” [97]âyetini okurken gördüm. Ona denildi ki: “Cennete hangi amelle girdin?” Süfyan b. Uyeyne: “Ver’i ile vera ile” dedi. “Peki İbni Asım’ı gördün mü?” Süfyan: “O, yıldızlar gibiydi” dedi. Şube b. Haccac’la Musir b. Keddam ikisi de büyük hafızdırlar. Ebû Ah-med Berîd der ki: “Öldüklerinde onları rüyamda gördüm. Ey Ebû Bistam, Allah sana ne yaptı?” dedim. O da: “Allah sana başarı versin. Dediklerimi iyi öğren.” “Koyu karanlığın bastığı gecelerde benim dostum Allah’tı. Henüz gümüş ve cevherden açılmamış bin kap daha var. Rahman bana dedi ki: “Ey Şube. Sen bütün ilimlerde derinleştin. Bana yaklaşarak mükâfatını al. Ben senden de, geceleri aç ve

susuz mücadele edenlerden de razıyım. Aç ve susuz geçirdiğin gecelerin izzeti, nimeti her zaman beni görebilmendir. Yüzümdeki perdeyi görmen için kaldırırım. Bana ibadet edip zamanın birinde olsun nankörlük etmeyenlere verdiğim mükâfat işte budur.” Ahmed b. Muhammed el-Lebedi anlatıyor. Ahmed b. Hanbel’i rüyamda gördüm. Ona dedim ki: “Allah sana ne yaptı?” Ahmed b. Hanbel: “Beni affetti benim için altmış kırbaç [98] yemedin mi?” dedi. Ben de: “Evet” deyince Yüce Allah: “İşte benim halis vechim. Haydi ona bak” dedi. Ebû Bekir b. Muhammed b. Haccad, Tarsuslu bir adamdan şunu nakle-a r- “Allah’a, kabir ehlini Özellikle Ahmed b. Hanbel’i göstermesi için dua et-.adan on sene geçti, rüyamda kabir ehli sanki mezarlarından kalkmışlar bana çıkışarak: “Ey adam, bizden birini görmek için ne kadar da Allah’a k auâ ettin. İstediğin adam öldü Öleli meleklerle beraber Tuba ağacının altında duruyor” dediler. Ebû Muhammed Abdulhak der ki: “Kabir ehlinin bu sözü, Ahmed b. Hanbel’in yüksek bir makamda, bir derecede olduğunu gösterir İşte bundan dolayıdırki onlar böyle demenin dışında onun durumunu anlatamamışlardır.” Bişr b. Hâris’in ahbablanndan Ebû Cafer Saka der ki: “Bişr el-Hafî ile Mâruf el-Kerhfyi rüyamda bana gelirlerken gördüm: “Nereden geliyorsunuz?” diye sordum.” Dediler ki: “Firdevs cennetinden geliyoruz. Kelimullah Musa’yı ziyaretten.” Âsim Cezerî anlatıyor: Bişr b. Hâris’i rüyamda gördüm: “Ey Ebû Nasır, nereden böyle?” dedim. “İlliyyûn cennetinden” dedi. “Ahmed b. Hanbel ne yapıyor?” dedim. “Şimdi O, Allah’ın huzurunda birşeyler yiyip içiyor” dedi. “Peki ya sen?” soruma da, “Bilirsin ki yemeğe düşkünlüğüm yok. Ben de Allah’ın cemalini seyreyledim” dedi. Ebû Cafer es-Saka anlatıyor: “Bişr b. Haris ile Mâruf Kerhi’yi rüyamda gördüm.” Dedi ki: “Ey Ebû Nasır. Allah sana ne muamelede bulundu?” Bişr: “Lütfetti, merhamet etti ve dedi ki: “Ey Bişr, hayatın boyunca Bana secde etmiş olsan kullarımın kalblerini sevginle doldurduğuma şükretmiş olmazsın” dedi. Ayrıca içerisinde serbestçe dolaşacağım şekilde cennetin yarısını bana verdi ve de cenaze namazını kılanların affedileceğini va’detti.” “Ebû Nasr et-Temmar ne durumda?” Bişr: “Fakirlik ve musibetlere sabretmesi birçoklarını geçmesine neden oldu” dedi. Abdulhak der ki: “Bişr cennetin yarısından, nimetlerinin yarısını kastetmiş olabilir.” Çünkü cennet nimetleri iki kısımdan ibaretir: ruhanî kısım, cismânî kısım. Önce ruhanî nimeti alırlar, ruhlar cesetlere girince ruhanî nimete cismânî nimet eklenir. Başkaları da: “Cennet nimetleri, ilim ve amelden teşekkül eder. Bişr’in aldığı haz, ilim hazzında daha yetkin olan amel hazzıdır.” Allah en iyisini bilir. Sâlihlerden biri anlatıyor: Ebû Bekir Şiblî’yi rüyamda Rasate meclisinde her zamanki yerinde oturuyor gördüm. Üzerinde güzel bir elbise vardı. Yanma vardım, selam verdim ve oturdum. Ona dedim ki: “Dostlarından sana en yakın olan kimdir?” Ebû Bekir Şiblî: “Allah’ı zikretmeye düşkün, Allah’ın hakkını koruyan ve O’nun rızası uğruna yarışta en hızlı olandır” dedi. Ebû Abdurrahman es-Sahilî anlatıyor: Meysera b. Selimi rüyamda gör düm. Ona dedim ki: “Uzun zamandır ortada yoksun?” Meysera: “Yolculuk uzundur.” Abdurrahman: “Ne durumdasın?” Meysera: “Ruhsat isteğimi üzere ruhsat verildi bize.” Abdurrahman: “Ne tavsiye edersin?” Meysera2 “Sahabe ve tabiîne uymakla, iyi insanlarla olmak kişiyi ateşten kurtarır Allah’a yaklaştırır” dedi. Ebû Cafer ed-Darîr anlatıyor: “Ölümünden sonra rüyamda İsâ b. Za dan’ı gördüm: “Allah sana ne yaptı?” dedim.” Dedi ki: “Ebedî hayatımda W cek kâseleriyle mutlu olduğumu bir görsen. Birlikte kitap terennüm ediyorlar ve mükâfat yollarına doğru gidiyorlar” şiirini okudu. İbni Cureyc’in dostlarından biri der ki: “Rüyamda Mekke’deki kabristana vardım. Çoğu kabir-lerin üzerlerinde

çadırlar vardı. Bir kabrin üzerinde ise hem çadır, hem dûm denen kıldan yapılmış küçük tente [99]hem de sidre ağacı vardı. Bu kabre yaklaştım selam verdim. Baktım ki Müslim b. Hâlid ezZercî bu kabirde yatıyor. Ona selam verdim ve: “Ne oluyor da bütün kabirlerde sadece çadır varken senin kabrinde hem çadır, hem kıldan tente ve sidre ağacı var?” dedim.” Müslim b. Hâlid: “Çünkü ben çok oruç tutardım” dedi. “İbni Cüreyc nerede? Onunla konuşmak, ona selam vermek istiyorum.” Müslim b. Hâlid (şehâdet parmağını uzatarak): “Onun eli heyhat ne de uzak. İbni Cureyc’in ameli onu üliyyûn cennetine uçurdu” dedi. Hammad b. Seleme rüyasında dostlarından birini görür. Ona der ki: “Allah sana ne yaptı?” Dostu: “Allah bana dedi ki: “Dünyada kendini çok yordun. Bugün, sen ve benim yolumda yorulanların rahat etme günüdür” dedi.” [100] Bu konunun uzun bir konu olduğu muhakkak. Sözkonusu rüyaları tasdike nefsin yanaşmıyor nihayetinde rüyadır diyorsan, bu masum bir söz olamaz. Düşün; birisi, dostunu yahut akrabasından birini yahutta bir başkasını rüyasında görmüş; gördüğü kişi, buna yalnızca rüya gören kişinin bildiği bir bilgi vermiş, yahut gizlediği bir malın yerini göstermiş yahut onu olacak tehlikeli bir işten sakındırmış yahutta olacak bir şeyle müjdelemiş ve bunlar da gerçekten dediği gibi olmuş yahut rüya görenin veya yakınlarından birinin şu zamanda öleceğini söylemiş; bu da gerçekleşmiş yahutta bolluktan veya kıtlıktan, düşmandan, musibetten, hastalıktan veya bir maksadından bahsetmiş, bunlar da dediği gibi olmuş. Bu gibi hâdiselerin sayısını Allah’tan başka kimse bilemez. İnsanlar bunun mümkünlüğünde birleşmişler. Birçokları gibi biz de bundan daha acaiplerini duymuşuzdur, görmüşüzdür. Şu iddia yersizdir: “Bütün bunlar uyku anında nefsin bedenî meşgalelerden uzaklaştığında kişiye beliren nefiste zaten var olan ilimlerdir. İnançlardır.” Bu iddia bâtılın, muhalin ta kendisidir. Çünkü nefsin, ölünün haber verdiği eden asla bilmiyordu; aklından geçmiyordu, hiçbir alamet görme-eylen onc _ h.çb.r emâregi de yoktu. Yine de biz bazan kişinin, ölü-geylerden haberdar olabileceğini inkâr etmemekteyiz. nün bıldır nancın gûreti rüyadan sayılır. İnsanların çoğu gördü-ı uveun ve uygun olmayan inançların sırf suretlerinden ibarettir. 80 çeşit rüya vardır, Allah’tan gelen, şeytandan gelen ve nefsin sezgisi. rüyalar şu kısımlara ayrılır: 1-Allah’ın kulun kalbine attığı ilhamdır. Böylece kul rüyasında Allah la v nusur Übade b. Samit de böyle demiştir. 2 -Rüya ile görevli meleğin temsil ettiği rüya. 3- Yukarıda anlattığımız şekliyle uyuyan kişinin ruhunun dostların-, ailesinden ölen kişilerin ruhlarıyla buluşması.

4- Ruhun Allah’a yaklaşması ve O’na muhatap olması. 5- Ruhun cennete girmesi ve orada görülmesi v.b. Diri ruhların ölü ruhlara kavuşması sahih rüyaların bir türüdür. Bu insanlara göre mahsusât yani hissedilenler cinsindendir. [101] İşte bu nokta, insanların muztarip olduğu noktadır. Bazıları bütün ilimlerin nefiste Önceden varolduğunu, hisler alemiyle uğraşması onun bunları anlamasına engel olduğunu; uyku ile hisler aleminden soyunmakla istidadına göre nefis bu ilimleri anlayabileceğini ifade etmektelir. Buna göre nefsin hisler aleminden ölümle soyutlanması uykuya nazaran daha çoksa, bilgi ve ilimlere muttali olması da o kadar çoktur demektir. Buna da hak ile batıl bir arada bulunmaktadır. Bütün olarak reddetmek de kabul etmek de gerekmez. Nefis hisler aleminden soyutlanmakta, tecrid olmadan elde edilemeyen marifet ve bilgilere muttali olur. Ancak soyutlanma tamamen olursa, Yüce Allah’ın kendisiyle Rasûlünü gönderdiği ilmini; geçmiş peygamberden, milletlerden haber verdiği şeyin tafsilatını; merak, kıyametin

şartları, emir, ne-hiy, isimler, sıfatlar, fiiller ve vahiysiz bilinemeyen birçok ilimlerin tafsilatını anlayamazdı. Ancak nefsin bedenî uğraşlardan soyutlanması bunları anlamasına yardımcı olur, kaynağından bilgiye varmak, bedenî uğraşlara dalmış nefsin elde edebileceği bilgilere nazaran hem daha kolaydır, hem bu imkâna daha elverişlidir, hem de daha çoktur. Bazıları da Allah’ın, sebebsiz olarak önceleri nefse bağladığı ilimler olarak görmektedir bunu. Bunlar, sebepleri ve kuvvet hükmünü inkâr edenlerin ve şeriata akla ve fıtrata karşı olanların sözleridir. Bazıları da Allah’ın kulun istidadı ölçüsünde rüya meleğinin elinde ku] hazırladığı misallerdir. Bazan bu sadece misal olur, bazan da rüya görer? nefsi vakıaya ilmen malûma uygun olduğu ölçüde uygun olur demişlerdi * Bu görüş ilk iki görüşe göre hakikata daha yakındır. Ancak rüya yalnT ca buna ait değildir; belki başka rüya sebepleri de vardır. Mesela, ruhlarT birbirine kavuşması, birbirlerine bilgiler vermeleri, rüya meleğinin kalbe ^ zihine bıraktığı iz ve ruhun, varlığı vasıtasız doğrudan görebilmesi. Ebû Abdullah b. Mendeh Kitâbu’n-nefs ve’r-ruh adlı eserinde Mu hammed b. Hamid’den, o da Abdurrahman b. Mağra ed-Devâsî’den, o da Ez her b. Abdullah el-Ezdı’den, o da Muhammed b. Aclan’dan, o da Salim b. Abdullah’tan, o da babasından şu hadisi nakleder: Ömer b. Hattab, yolda gider” ken Ali b. Ebî Talib’e rastgeldi. Hz. Ali’ye dedi ki: “Ey Ebü’l-Hasen. Biz oluy0. ruz sen olmuyorsun. Sen oluyorsun biz olmuyoruz. Eğer bilebilirsen sana üç sorum var?” Hz. Ali: “Nedir onlar?” Hz. Ömer; “Bir adam ki birini sevmekte Ama sevdiği kişiden hiç iyilik görmemiş. Bir başkasından da hiç kötülük görmediği halde ona buğzetmekte.” Hz. Ali: “Evet. Rasûlullah’m şöyle dediğini duydum: [102] Ruhlar havada toplanmış ordulardır. Tanışanlar birbirine yaklaşır, tanışamayanlar ise birbirinden uzaklaşırlar” deyince Hz. Ömer: “Bu birincisidir” dedi. “İkincisi kişi mesela unuttuğunu söyleyerek bir hadis rivayet eder sonra da unuttuğu kısmı hatırlar. Bunu nasıl izah edersiniz?” Hz. Ali: “Evet, Rasûlullah’m şöyle dediğini işittim: Kalblerde öyle bir kalb vardır ki, üzerine gelmiş karanlık buluttan dolayı ay onu gösteremez. Karanlık bulut kalkınca kalb açığa çıkar ay da onu aydınlatır. Kalbin önüne bir bulut gelince kalp de onu unutur. Engel kalkınca onu hatırlar. Bunun izahı böyledir. Üçüncüsü, kişinin gördüğü rüyalardan bazısı doğrulanır bazısı da yalanlanır. Bunun izahı nedir?” Hz. Ali: “Rasûlullah’m şöyle dediğini duydum: Bir kimse iyice uykuya dalınca ruhu arşa çıkar. Henüz arşa varmadan uyanmayan nefsin gördüğü rüya doğru rüyadır, doğrulanır. Ama arşa varmadan uyanan nefsin rüyası yalanlanır.” Hz. Ömer der ki: “Öğrenmek istedim bu üç şeydi. Henüz hayatta iken bunları bana öğreten Allah’a hamd olsun” dedi. Buğye b. Velid, Safvân b. Amr’dan o da Selim b. Âmir el-Hadramî’den şöyle dediğini nakleder: Ömer b. Hattab der ki: “Bir adam ki bir rüya görüyor ama rüyasını hiç hatırlamıyor, birinin elini tutmuş gibi oluyor veya bir şey görüyor, o şey gerçekte olmuyor. Ben buna şaştım.” Hz. Ali der ki: “Ey mü’minlerin emiri! Yüce Allah buyuruyor ki: “Allah vâdesi gelmiş insanlada ölmeyen insanların ruhunu alır. Ölümünü murad ettiği kişinin uykusun diğerini İse belirli bir güne kadar salıverir. Uykuda ruhlar lh”nU ıkarılır. Semâda gördüğü rüyalar gerçektir. Ruhlar cesetlerine fyken şeytan musallat olur, gördükleri şeyi yalanlarlar. Bu esnada gör-sa batıl rüyalardır.” Ravî der ki: “Hz. Ömer, Hz. Ali’nin bu yoru-ır. SafVan b. Amr’dan gelen bu haber meşhur bir haberAbbas’ın, Hz. Ömer’e şu- Derdâ’dan da rivayet edilmiştir.” [103] Taberânî, Ali b. Ebî Tâlib hadisinde Abdullah b. rduğunu nakleder: “Ey mü’minlerin emiri! Sana soracaklarım var.” Hz. Tr “İstediğini sorabilirsin.” İbni Abbas: “Ey mü’minlerin emiri, insan hanffi rüyayı hatırlar, hangisini unutur, hangi rüya doğrulanır hangisi yalanır?” Hz. Ömer: “Ayın önünde bulut olduğu gibi kalbin de bir bulutu vardır. Bulut kalbi kapamışsa insanoğlu rüyayı unutur; bulut açılınca unuttuğunu hemen hatırlar. Hangi rüyaların doğrulanacağı hangilerinin

yalanlanacağı hususuna gelince, Yüce Allah buyuruyor ki: “Allah kişinin ruhunu ya ölümünde ya da uykusunda alır. [104] Uykusunda melekler âlemine giren kimsenin rüyası doğrulanır. Ama melekler âleminin altında kalanların rüyası ise yalanlanır.” İbni Lühey’a Osman b. Nu’aym Raînî’den, o da Osman Esbahî’den, o da Ebû Derdâ’dan nakleder: “Kişi uyuduğu zaman ruhuyla arşa kadar çıkarılır. Bu esnada temizse secde ötmesine müsaade edilir. Yok eğer cünüpse secde etmesine müsaade edilmez.” [105] Ca’fer b. Avn İbrahim Hicrî’den, o da Ebû Ahvas’tan, o da Abdullah b. Mes’ûd’dan şöyle dediğini nakleder: “Ruhlar toplanmış ordulardır. Katırın huysuzluğu gibi huysuzlaşırlar. Tanışan ruhlar birbirine alışır; birbirini yadırgayanlar [106] ise anlaşamazlar. Geçmişten zamanımıza kadar insanlar buna inanır, böyle görür. Cemil b. Mamer el-Azerî der ki: “Gündüzün havada asılı kaldı. Gece uykuda ruhumla onun ruhu ne de olsa birleşecek.” Bir soru: Bazan insan rüyasında ölmemiş bir kişiyle konuşur onunla muhatap olur. Bazan da aralarında uzun mesafeler olur. Görülen kişi aynı zamanda ruhu bedeninden ayrılmamış şekilde uyanık olur. Bedendeki ruhi bedenden ayrılmamış ruhun birleşmesi nasıl olur? Cevap: Bu ya rüya meleğinin görülen kimsenin suretine girecek kişiyi muhatap olması şeklindedir ya da bedenî uğraşlardan soyunmuş nefsin sez* gilerindendir. Konuyla ilgili Habib b. Evs bir şiirinde: “Nefsin başka şeyleri” meşgulken sezgin ziyaretçi dostlarım lutfunla sulamıştır.” Ruhlar birbirine münasip olur, aralarındaki alaka güçlü olursa her bi ruh dostu ruhun başına gelenleri hissedebilir. Meğer ki aralarındaki aşın bu bağ başka ruhlardan onları habersiz bıraksa da bu böyledir. Nitekim birçok insan bu hususla ilgili enteresan olaylar müşahede etmiştir. Bunları anlatmaktaki amacımız, ölülerin ruhlarıyla dirilerin ruhları nasıl birbirleriyle münasebet kurabiliyorlarsa kişilerin ruhlarının da aynı şekilde birbirleriyle alaka kurabileceklerini anlatmaktır. Selef ulemâsından nakledildiğine göre ruhlar havada karşılaşırlar birbirleriyle tanışıp aralarında müzâkere ederler. İşte bu esnada hayır ve şerri getiren rüya meleği hazır bulunur.” Selef anlatmaya devam ediyor: “Yüce Allah sâdık rüyalar için insana herşeyin biaynihî ismini dininde ve dünyasındaki değişirîeleri, tabiatını ve hata, şüphe ihtimali olmaksızın bütün bilgileri öğretmesi, insanın kalbine ilham etmesi için bir meleği vekil tayin eder. İnsana dünyasında ve dininde başına gelecek hayır ve şerri içeren Kur’ân’la ilgili Allah’ın gayb bilgisini ihtiva eden bir nüsha getirir. Adeti üzere misaller, şekiller ortaya kor. Bazan yaptığı veya yapacağı iyi bir amelle müjdeler bazan da yaptığı veya yapmayı düşündüğü bir masiyetten alikor. Sebepleri beliren bir kötülükten başka sebepler göstererek meneder. Bunca hikmet ve faydalan bir tarafa Yüce Allah rüyayı bir nimet, rahmet, hatırlama ve Öğretme vesilesi yapmıştır. Sözkonusu yollardan biriyle ruhlar birbirine kavuşabilmişler, birbirleriyle tanışıp müzakere edebilmişlerdir. Nice insanlar vardır ki tevbesi, salâhı ve ahirete meyli, gördüğü bir rüya ile olmuştur. Ve niceleri de saklı hazinelere rüyalarında ulaşabilmiştir. Ebû Bekir, Ahmed b. Mervân el-Mâlikî Kitâbu’l-Mücâlese adlı kitabında İbni Kuteybe’den, o da Ebû Hatim’den, o da Esmaî’den, o da Mu’temir b. Süleyman’dan, o da rivayet ettiği kişiden şunu nakletmektedir: “Üç arkadaş yolculuğa çıktık. Yolda arkadaşlardan biri uyudu. Baktık ki burnundan fener ışığına benzer bir ışık çıkıyor yalanda bulunan bir mağaraya düşüyor, oradan da aynı ışık yeniden burnuna giriyor. Bir müddet sonra arkadaşımız eliyle yüzünü sıvazlayarak uyandı ve: “Acaip bir rüya gördüm. Şu mağarada şunlar şunlar var” dedi. Mağaraya girdik ki orada külçe külçe altınlar var.” [107] O Abdulmuttalib değil midir ki zemzem kuyusunu rüyasında buldu. Kuyuyu eşerken de defineye rastladı.

Ümeyr b. Vehb’e rüyasında: “Eviyin şurasını kaz, orada babana ait mal bulacaksın” denmemiş miydi? Ümeyr’in babası vasiyyet edemeden ölmüş, sözkonusu yere malını defnetmişti. Umeyr uyandı ve babasının gösterdiği yeri eşerek orada onbin dirhemle birçok külçe altın buldu. Bu paralarla borKendinin ve ailesinin geçimi rahatladı. Bu olay Ümeyr’in müslü- ödedi. zaman sonra olmuştur. Küçük kızı ona der ki: “Baba ld Ecan iyie yaşatan Allah, Hübel ve Uzzâ’dan daha hayırlıdır. Eğerçığım, bizi lmgaydık ku mah sana miras bırakmazdı. Sen, Allah’a daha birkaç -evâni’1-Âbir der ki: “Ümeyr hadisesi ve rüyasında i fi- cehrimizde gördüğümüz Ebû Muhammed Abdullah etTe’ayişî ma3 aran o kadar da garip değil. Ebû Muhammed Abdullah salih bir olayına g- ^ görmek, onlara gaybla ilgili sorular sormak, gör-f îl rini de ölünün eş ve dostlarına duyurmakla meşhurdur. Meselâ, biri V vasiyyetsiz ölen dostunun mallarını nereye gizlediği bilemediğinden şi-f et eder Abdullah da hayır va’dederek o gece görmek için Allah’a dua r sözkonusu ölü ona gösterilir, o da ölüden gerekli bilgileri alır.” Nâdir olaylardan biri de şudur: Salihlerden yaşlı bir kadın ölür. Ölmeden önce bir kadın ona yedi dinar emanet vermiş. Emanet sahibi kadın Ebû Muhammed gelir yaşlı kadını ismiyle vererek başına gelenlerden şikayetle-air Ebû Muhammed kadının şikayetini dinler de birgün sonra gelmesini söyler. Ertesi gün kadın gelir. Ebû Muhammed anlatır. Yaşlı kadın sana diyor ki: “Evimin tavanında yedinci tahtanın arasında yün bir hırka içerisinde yedi dinarı bulabilirsin.” Hemen eve gittim. Tarif edilen yerde yedi dinarı buldum. Yalan söyleyeceğini hiç sanmadığım-[108] biri bana şunu anlattı: Bir kadın evinin yıkılması, sonra da yeniden yapılması için muayyen bir ücret karşılığında beni tuttu. Yıkmaya başladım. Birden kadın ve etrafındakiler gocunmaya başladılar. Kadına dedim ki: “Ne oluyor?” Kadın: “Allah’a yemin olsun ki bu evi yıkmamın bir amacı yok. Olayı sana anlatayım. Çok zengin bir babam vardı. Geçenlerde öldü. Ama fazla malını bulamadık. Durum böyle olunca malının gömülü olacağını düşündüm, acaba bulamaz mıyım diye gördüğün gibi evi yıktırmaya karar verdim” dedi. Orada bulunanlar kadının anlattıklarını duyunca: “Malı bulmanın daha kolay yolunu denedin mi?” dediler. Kadın: “Hangi yol” diye sordu. Adamlar: “Fülanca adama git, gece başından geçenleri ona anlat, umulur ki babanı görür de yorulmadan külfete girmeden malın yerini öğrenirsin.” Bu teklif üzerine kadın gitti, meramını adama anlattı, geri döndü. Kadın adamın kendi ismiyle babasının ismini yazdığını zannediyor. Ertesi gün işe erken başladım. Bir müdet sonra kadın adamın yanından geldi. Bana dedi ki: “Adam diyor ki: “Babanı gördüm. Malın, evdeki tümseğin altında olduğunu söylüyor.” Hemen tümseği genişçe kazmaya başladım. Biraz derinde içerisinde mal bulunan bir çömlek çıkü. Bu duruma ben hayret ederken kadın bulduğum şeyin çok az ve yetersiz olduğunu, “Babamın malı daha çoktu” diyerek küçümsüyordu. Kadın dedi ki: “O adama yeniden gideyim.” Adama vardı ve babasıyla yeniden görüşmesini istedi. Adam bir gün sonra babasıyla görüştü ve gerek]-şeyleri öğrendi. Ertesi gün kadın gelince ona olayı anlattı: Baban sana div * ki: ‘Zeytinyağı deposunun hemen altındaki dört köşe havuzu kazı, mal or^ da.” Kadın hemen döner, öğrendiklerini işçisine anlatır. Mahzeni açarlar” yan tarafta dört köşe havuzu görürler. Zoraki havuzu kazınca içerisi dolu bü’ yük bir bir cam kavanoz çıkar, onu da alır. Mal sevdasına düşen kadın yer/ den o adama başvurmuşsa da birşey elde edememiş. Babası adama demiş ki-“Kızım hakkına düşeni aldı. Geriye kalan malımın üzerine ise kurnaz bir oturdu, hakkına düşeni aşırdı.” Bu konuda gerçekten daha birçok misaller sayılabilir. Rüyasında tavsiye edilen ilaçları kullanarak şifâ bulanların sayısı da gerçekten çoktur. Birçok insanın bana anlattığına göre îbni Teymiyye karşıtı birçok kişi ölümünden sonra onu rüyasında görüp ferâiz ve başka konular sorular sormuşlar; İbni Teymiyye de onların doğru cevaplarını vermiş tir. [109] Velhasıl bu gerçeği, sadece, ruhları, hükümlerini ve durumlarını bilmeyen insanlar kabul etmezler. Başarı Allah’tandır. [110]

RUHLAR ÖLÜR MÜ? YA DA ÖLÜM YALNIZCA BEDENE MÎ MAHSUSTUR?

konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım ulemâ der ki: , ^efis olduğundan ölür, ölümü tadar. Çünkü her nefis ölümü tadacaktir’ Bunu şöyle açıklıyorlar: Allah’tan başka hiçbir şeyin bakî olmayacağına delalet eden deliller vardır. Meselâ: “Celal ve ikram sahibi Rabbinden başka ti ey yok olacaktır” [111] ve “Allah’ın vechi dışında herşey yok olacaktır” [112]âyetleri buna Örnektir. Ayrıca melekler de öleceğine göre beşeri ruhların Ölmesi daha normaldir. Yüce Allah cehennemliklerin ağzından: “Ey Rabbimiz, îizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. [113] Birinci ölüm bedenin ölümü ikincisi ise ruhun ölümüdür.” Bazıları da ruhların kalacak şekilde yaratıldığından ruhların Ölmeyeceğini ölümün yalnızca bedenler için var olduğunu bildirmişlerdir. Ruhun ölmeyeceğine, ruhların bedenden ayrıldıktan sonra yeniden Allah tarafından bedenlere dönene kadar nimetlendirileceğine ya da azaplandırılacağına delalet eden hadisler birer delildir. Gerçekten ruhlar ölselerdi nimetten azaptan uzak olurlardı. Âyet-i celîlede: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın. Onlar gerçekte diridirler. Rablarmm verdiği rızıktan yerler. Allah’ın fazlından kendilerine verdiği şeye sevinirler ve henüz kendilerine kavuşamamış dostlarını müjdelerler” [114] buyurulmaktadır. Âyet, kesinlikle ruhların bedenlerden ayrılmak suretiyle bedenlerin Öleceğine delildir. Öyleyse şöyle denmelidir: Nefislerin ölümü demek ait oldukları bedenlerden ayrılmaları, çıkmaları demektir. Ruhun ölmesinden kastedilen bu ise ruh da ölümü tadar. Yok eğer yok olması, çözülme ile yokluğa gitmesi ise bu şekil ölüm ruh için sözkonusu değildir. Yaratıldıktan sonra ruh ileride inşallah anlatılacağı üzere ya nimet içerisinde ya da azap içerisinde ta ki Allah yeniden bedenlerine iade edene kadar kalırlar. Ahmed b. Hüseyn el-Kin-di bu ihtilafı şiirinde şöyle anlatmaktadır: “İnsanlar ruh konusunda ihtilafa düşmüştür. Gürültü yapmak ve sonrakilerin de gürültüye katılması dışında ııçbır şeyde anlaşamamışlardır. Ruhun bozulmadan salim olarak kurtulacağı da söylendi; bedenle beraber bozulacağı da.” Denirse ki: “Sûra üfürüldüğünde ruhlar aynen kalır mı? Yoksa ölür So ra yeniden mi dirilir?” Şöyle cevaplanır: Yüce Allah buyuruyor ki: “Sûra üi?” rülmüştür. Allah’ın dilediği dışında yerde ve gökte kim varsa hepsi helaki”muştur.” [115] Allah Teâlâ görüldüğü gibi bazı yerde ve gökte bulunan kişileri h ölümden istisna etmektedir. Denildi ki: “Ölümden istisna edilenler şehidlerdir.” Bu, Ebû Hureyre th ni Abbas ve Saîd b. Cübeyr’in sözüdür. Denildi ki: “Bunlar Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail’dir.” Bu söz d Mukâtil ve diğerlerine aittir. Yine denildi ki bunlar cennette iri gözlü huriler ve başkaları, cehennem den de azaba çarpılmışlar ve onların yalanlandır. Bu görüş de Hanbelîlerde” Ebû İshak b. Şakıla’nındır. Ahmed b. Hanbel’e göre sûra üfürüldüğünde iri gözlü hurilerle hizmetçi çocuklar ölmezler. Allahû Teâlâ cennetliklerden bahsederken: “Birinci ölüm dışında orada başka bir ölüm

tatmazlar” [116] buyurmaktadır. Bundan anlaşılan cennetliklerin birinci ölüm dışında ölmeyecekleridir. Ölecekleri düşünülse bu durumda da iki ölüm tatmış olacaklardır ki âyette bu reddediliyor. Bir de kafirlerin: “Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin” sözleri vardır ki bunun izahı Bakara sûresinde yapılmıştır. Âyette şöyle geçmektedir: “Siz Ölüyken sizi dirilttik, sonra yeniden öldünüz biz de yeniden dirilttiğimiz halde siz Allah’a nasıl nankörlük edersiniz?” [117] Yani önce babalarının bellerinde ve annelerinin rahimlerinde nutfe idiler, bundan Allahû Teâlâ onları yarattı. Sonra onları öldürdü ve haşr günü onları yeniden diriltti. Burada kıyametten önce ruhların öldürüleceğine dair birşey yoktur. Eğer ruhların kıyamet öncesi öldürüleceğine dair bir karine olsaydı o takdirde üç ölüm olurdu. Sûra üfürüldüğünde ruhların bozulmasından onların ölmesi anlamı çıkmaz. Sahih bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Kıyamet günü insanlar öleceklerdir, ölümden ilk ayılan, dirilen ben oldum. Baktım ki Mûsâ Arş’a tutunmuş. Mûsâ benden önce mi ayıldı yoksa Tur günündeki ölümü mü bu ölüme sayıldı bilemiyorum.” [118] Bu bozulma kıyamet günü Allah hükmünü icra edeceği, arz nuruyla aydınlandığı zaman olur. Bozulmada bütün yaratıklar ortaktır. Yüce Allah: “Öldürülecekleri güne kadar onları bırak ey habîbim” [119]buyurmaktadır. Ayette geçen ölme-çarpılma gerçek ölme olsaydı, o zaman bu başka bir ölüm olurdıı. l dikkat çeken âlimlerden Ebû Abdullah Kurtubî der ki: “Hadis-göre bu kıyamet günü olacak gizli bir çarpılmadır, sûra üfü-ıa gelen ölüm değildir.” Üstadlarımızdan Ahmed b. Amr da: lirinden bu çarpılmanın ikinci nefhadan diriliş nemasından rinden bu çap «Hadisin zaru ifadesinde de istisnanın çarpılma, bozulma sûrundan sonradır. anlaŞ1ımaktadır. Bu izahtan hareketle bazı âlimler: “Musa’nın hvan peygamberlerden olması muhtemeldir.” Bu görüş batıldır, da- “Bundan maksadın arz ve semâ yarılırken meydana gelen ne-Kadı lyaö çarpılması olması da muhtemeldir.” Ayrıca yalnızca çar-şiden sonram der Ebü Abbas Kurtubî, Kadı ‘itiraz ederek der ki: “Sahih hadiste geçenler Iyad’ın sözlerine karşıdır. r 3 “lullah kabrinden çıkarken Hz. Musa’yı Arş’ın sütununa tutunmuş ola-‘ fförür Öyleyse bu olay korku sûru esnasında meydana gelmiş demektir.” îbû Abdullah anlatıyor: Üstadımız Ahmed b. Amr der ki: “Ölümün yok lmarnak ve bir halden başka bir hale dönüşmek olması bu müşkülü ortadan aldırır. Şehidlerin diri olarak Allah’ın verdiği rızıklardan yemeleri, sevinçli re müjdeleyici olmaları da bunu destekler. Halbuki şehidlerin yaptıkları dünyada insanların yaptıkları şeylerdir. Şehidler böyle olunca peygamberler için bu sözkonusu bile edilmezler,” Hadiste de: “Arz, peygamberlerin cesetlerini yemez. [120] Rasûlullah, İsrâ gecesi Beyti Makriis’te [121]semâda başta Hz. Mûsâ [122]olmak üzere toplanmışlardır. Ayrıca peygamberimiz: “Kendisine selam veren müslümanın selamını alacak kadar Allah’ın ona ruhunu iade edeceğini de bildirmektedir. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç peygamberlerin ölümü demek, onları bizim idrak edemeyeceğimiz ölçüde ortadan kaybolmaları demektir. Her ne kadar onlar mevcut da olsalar meleklerdeki gibi diri olurlar, ancak görülmezler. Peygamberlerin diri oldukları anlaşılınca çarpılma sûruna üfürüldüğünde Allah’ın diledikleri hariç arzda ve semâda kim varsa hepsi ölüme çarpılacaktır. Peygamberlerin çarpılması ortadan kaybolup görünmemeleri; diğerierininki ise ölümdür. Dirilme sûruna üfürüldüğünde de Ölü olanlar dirilir; gizlenenlerse açığa çıkar, ayılır. Sah’k bir hadiste Rasûlullah bunu şöyle açıklar: “Kıyamet günü ilk ayılan ben o] cağım. Kabrinden ilk çıkacak kişi de Hz. Musa’dır.” Buradaki müşkül şud * Hz. Mûsâ baygınlıktan ilk ayılan kişi midir, yoksa Tur günü çarpıldığına *’ eski hali üzere ayık mı bulunuyordu? Bu, Hz. Musa’nın faziletinden kayn \ lanmakta. Yalnızca bir konuda Hz. Musa’nın peygamberimizden üstün ması her konuda üstün olmasını gerektirmez; çünkü küçük bir şey büyük yi de gerektirmez. [123] Ebû Abdullah Kurtubî der ki [124]”Hadis, kıyamet günü mahlukatm çar pılması anlamına alınırsa bunda bir müşkül yok. Sûra üfürüldüğünde ger” çekleşen Ölüm çarpılması anlamına alınırsa, kıyamet gününün anlatımından onun başlangıcı kastediliyor demektir. O zaman mana şöyle olur:

İkinci sûra üfürüldüğünde başını ilk kaldıran ben oldum. Baktım ki Mûsâ Arş sütunlarından birine tutunmuş. Benden önce mi ayıldı yoksa Tur çarpılmasından mı kalma bilmiyorum.” Ben derim ki; Rasûlullah, Hz. Musa’nın kendisinden önce mi dirildiği, ya da korkuya çarpılmadığı belki de Tûr günü çarpılmasından sonra aynen kaldığı konusunda tereddütlü olduğundan, hadis bu manaya hamledilemez. Rasûlullah’m bilmiyorum demesi çarpıldı mı, yoksa çarpılmadı mı anlamı-nadır. Hadiste geçen: “İlk ayılan ben olacağım” ifadesi Rasûlullah’m da çarpılanlardan olduğuna delildir. Mûsâ hakkındaki tereddüt, onun çarpılıp Peygamberimizden önce mi ayıldığı yahut da hiç çarpılmadığı mı. Maksat ölüm çarpılması ise Rasûlullah kendi ölümünü kesin bilirken Hz. Mûsâ için öldü mü yoksa ölmedi mi diye tereddüt ederdi. Birçok yönden bu yorumun da batıl olduğu açıktır. Öyleyse peygamberler için olan çarpma ölüm çarpması değil, korku çarpmasıdır. Buna göre âyet, bütün ruhların birinci nefha ile öleceğine delalet etmez. Evet. Âyeti celîle önceden ölümü tatmayan ruhların birinci nefha ile öleceğini belirtmektedir. Ölen ya da ölmesi mukadder olmayan ruhların ikinci defa öleceği âyette belirtilmemektedir. Allah en iyisini bilir. Denilirse ki hadiste: “Kıyamet günü insanlar ölüm çarpıntısına uğradıklarında arzdan çıkan ilk kişi ben olurum. Hz. Musa’ya da arş sütununa tutunmuş olarak buldum” geçmektedir. Buradaki çarpılmadan ne anlıyorsunuz? Denir ki: Şüphesiz böyle bir lafında müşkül vardır. Ancak ravî iki hadisi birbirine giydirmiş, böylece lafız bu hal almıştır. Birbirlerine geçirilen hadisler şöyledir: Birincisi: “Kıyamet günü insanlar ölüme çarpıldıklarında ilk ayılan ben olacağım.” İkincisi: “Kıyamet günü yerin çıkardığı ilk kişi benim.” Tirmizî ve diğer-lerinde Ebû Saîd elHudrî’den Rasûlullah’m şöyle dediği rivayet edilmiştir-yoknü Âdemoğullarmın. efendisi benim. Bunda övünülecek birşey – bütün peygamberler Livaü’1-hamd bayrağımın altında olacak-kardığı kişi de ben olacağım. Bunda da övünülecek birşey „ [125] yok: “Hadis, hasen ve sahihtir.” [126] ravi [127]hadisle diğer bir hadisi birbirine girdirmiştir. Üstadımız der ki: Rasûlullah’m: “Hz. Mûsâ benden önce mi ayıldı, yoksa Çarpılmadan müstesna ettiği kimselerden midir? Bunu bilmiyo-izu hakkında ne dersiniz? Bilindiği üzere Allah’ın müstesna yaptığı ıin. S kıyâmet gününün çarpmasından ziyade nefhanm çarpmasından tesna olan kimselerdir. Çünkü âyeti celîlede: “Sûra üfürüldü ve Allah’ın ‘ gi kimseler hariç, yerde ve gökte kim varsa ölüm nefhasma çarpıldı” [128] burulmaktadır. Burada yaratıklar kıyamet gününün çarpmasından istis-ilmemiştir.” Şöyle cevaplarız: Allah bilir ya bu rivayet o kadar kuvvetli değildir. Bu, olsa olsa bazı râvîlerin vehmidir. Doğrusu, sahih rivayetlerin birbirine uygun olanıdır. Yani: “Hz. Mûsâ benden önce mi ayıldı yoksa Tur günündeki çarpma ile mi yetinildi bilmiyorum” şeklindedir. Âlimlerden bir kısmı bu çarpmanın nefha çarpması olduğunu ve Hz. Musa’nın da bu çarpnrmızı, malardan istisna edilenlerden olduğunu zannetmişlerdir. Halbuki bu sinlikle hadisin siyakına uygun düşmemektedir. Buradaki ayılma d’ t ayılması olunca, Rasûlullah nasıl: “Benden önce mi dirildi yoksa, Tur dirilmesiyle mi yetinildi bunu bilmiyorum” diyebilmektedir, bunu iyi/1?** şün. Her ne kadar kıyamet günü mahlûkâtın çarpılması farklı da olsa VM Allah kulları arasında hüküm vermek için gelir, insanlara tecellî eder u* Musa’ya gelince, her nekadar insanlarla beraber çarpılmasa da Allah d ** tecellî edip onu paramparça ettiğinde çarpılması, kıyamet çarpılmasını^ rine geçmektedir. Bu yoruma dikkat et. Hadisi açmak dışında soruyu cev^ layabilmek oldukça zordur. Bu durumda hakiki cevap bulunur ve azı dişleT konu ısırıhr. Hamd ve şükür Allah’adır. Başarı O’ndandır. [129]

BEDENLERDEN AYRILAN RUHLARIN TANIŞABİLMELERİ VE BULUŞABİLMELERİ BİRBİRLERİNDEN AYIRT EDİLMESİ NEYLE OLUR? ÂÎD OLDUĞU BEDENDEN SOYUTLANDIĞINDAN BAŞKA BİR ŞEKİL ALIR MI, BU DURUMDA DA ŞEKLÎ BAŞKA ŞEKİLLERLE KARIŞABİLİR Mİ?

Bu mesele öyle bir meseledir ki, hakkında konuşanlar oldukça azdır. Az konuşan olsun çok konuşan olsun bir başarı sağlayamamıştır. Özellikle ruhun tanımında: “O, maddeden tamamen soyutlanmış, âlemin ne içindedir nede dışındadır; şekli, miktarı ve şahsı yoktur” diyenler, prensiplerinde soruya cevap verecek bir yan bulamazlar. Aynı şekilde: “Ruh, bedenin arazlarındandır. Diğerlerinden ayrıldığı nokta bedende bulunma şartıdır. Ölümden sonra ruhun temyizi olmaz” diyenlerin prensiplerinde de ruhun varlığı yoktur; bedenin bozulmasıyla canlının diğer sıfatları yok olduğu gibi ruh da yok olur, batıl olur. Öyleyse Kur’ân, Sünnet, eserler, itibar (kıyaslama) ve akıl ölçülerine dayanan ehli sünnet yolu dışında bu hususa cevap bulmak imkânsızdır. Ehli sünnete göre ruh: “Binefsihî kâim, yükselen, alçalan; birleşen-dağılan, çıkan, giden-ge-len; hareket eden ve sakin olan varlıktır.” Ehli sünnetten ruh telakkilerinin doğru olduğuna hacimli kitabımız: “Ruh ve nefsin bilinmesi”nde yüzden fazla delil getirdik. Buna aykırı anlayışların yanlışlığını da birçok yönleriyle ortaya koyduk. Bundan başka anlayışı olan kişi nefsini bilmiyor demektir. Yüce Allah nefsi giren, çıkan, tutulan, ölen, dönen, semâya yükselen; iemâ kapılan kendisine açılan ve kapanan nefisler diye vasıflandırmıştır. :e Allah âyeti celîlede: “Ölüm sarhoşluğunda olan zâlimleri melekler elle-nı uzatıp: “Haydi çanlarını kurtarın dediğinde bir görsen.” [130] Yine bedendenayrılan nefse: “Ey mutmain olan nefis! Sen Rabbinden, Rabbin de senden ra-zı rak’na dön. Kullarım arasına katıl ve cennetime gir” [131] denir. Yüce Aedeni düzenlediği gibi nefsi de düzenlediğini haber vererek: “Nefse ve ı düzenleyene, ona iyiliğini ve kötülüğünü öğretene. ” [132] ve: “Seni yaratıp ıe koyduktan sonra sana veren Allah” âyetinde de insan bedeni gibi nef-raî 6f nledi&ini bildirmiştir. Bu düzenleme beden kalıbına uygun ola- duzenlenmesidir. O halde bedenin düzenlenmesi nefsinkine bağ-‘” gibi beden de nefsin düzenlenmesinde bir ölçüdür. Bundan şu çıkar: Ruh, diğer ruhlardan ait olduğu bedenden aldığı bir retle ayrılır. Nasıl ki beden ruhtan etkilenir, ondan ayrılırsa ruh da bed^ den etkilenir, ondan ayrılır. Böylece beden, iyiliği ve kötülüğü nefsin iyilik6*1’ kötülüğünden kazanır. Aynı şekilde ruh da iyilik ve kötülüğü bedenden t*8 zanır. Varlıklar arasında birbirinden en çok etkilenen, birbirine en uv h varlıklar ruh ve bedendir. Bundan dolayı bedenden ayrılırken ruha: “Ev^ zel bedende bulunan güzel nefis, artık bedenden ayni” ve: “Ey kötü bede ^? bulunan kötü nefis [133]Artık sen de bedenden ayrıl” denir. Yüce Allah: “Allah, ruhları ölüm anında ve uykusunda alır. Ölümü -murad ettiği kişinin ruhunu tutarken, diğerini belirli bir zamana kadar sa]U verir.” Burada Yüce Allah: “Nefsin girmesi, çıkması, dönmesi ve düzenlemesi yanında ruhu almak, tutmak ve salıvermek gibi özelliklerden de bah* setmiştir. Rasulullah: “Kişi öldüğü zaman gözün nefse uyduğunu [134] ve irWe|r ruhu aldığında melekler elinden tuttuğunu, bu durumda nefislerin ya yerin üstünde kalmış misk gibi kokan kokular ya da yer üstünde kalmış leş kokuları gibi olduklarınıda bildirmiştir.” [135]

Arazlar için kokmak, ruhların semaya yükseldiğini arz ve sema arasında bulunan her meleğin Allah için ruhlara salat-ü selam getirdiğini, Allah’ın bulunduğu kata çıkana kadar o kattan bu kata geçtiğim, Allah’ın huzuruna varıp ismini cennetliklerin yahut cehennemliklerin kütüğüne yazmakla em-rolunduğunu sonra arza yeniden döndüğünü; kafir kişinin ruhunun da atılarak sorgulama için bedeni ile beraber kabre konulduğu bildirmektedir. Peygamberimiz, mü’minin ruhunun, cennet ağaçları arasında Allah yeniden bedenine girdirene kadar uçacağını bildirmiştir.[136] Şehid ruhların da semâda uçtuktan sonra cennet ırmaklarına konup cennet meyvelerinden yediğini [137]ve ruhların Berzah’a kıyamete kadar nimet-lendirileceğini ya da azaplandırılacağım da bildirmektedir. âlâ Firavn kavmi ruhlarının kıyamete kadar sabah akşam ceüldüklerini şehid ruhlarının ise canlı ve Allah’ın verdiği rızık- sur’ bildirmektedir. Şehidlerin canlı olması ruhlarının canlılı- » ndmlmasıdır. Çünkü bedenler artık dağılmıştır. Rasulullah bu \lann, arşa asılı kandilleri olan yeşil kuşun karnında olması, canlım» ^^ ‘g^i dolaşarak sözkonusu kandillere yeniden dönerek cennette bunlara tecellî etmesidir, şeklinde yorumlamıştır. Allah bu kişilere sorar: “Arzu ettiğiniz bir şey var mı? Derler ki cennet- dlk dh isteyelim” (Bu sual üç defa sorulur)u bu kişilere sor FSniiz gibi dolaşırken daha ne isteyelim.” (Bu sual üç defa sorulur.) ‘ttiğiniz birşey varmı?” dendikçe sonunda: “Ruhlarımızın bedenleri-zu,e dalıa Allah yolunda öldürülmemiz için iade edilmesini arzularız.” [138] Ra’sulullah’tan: “Şehidlerin ruhlarının cennet meyvesinden yemek üze-veşil bir kuş üzerinde olduğu rivayet edilmiştir.” rG İbni Abbas, Rasûlullah’m şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Uhud günü şehid olan kardeşlerinizin ruhlarını Yüce Allah, cennet akarsularının etrafinda dolaşarak cennet meyveleri yiyen ve arşın gölgesinde altından kandillere uğrayan yeşil kuşların karınlarına yerleştirmiştir. Cennetin güzel yiyecek içecek ve sözlerini duyarlar ve: “Keşke kardeşlerimiz Allah’ın bize verdiği mükâfatları bilselerdi de cihaddan vazgeçip harpten kaçmasalardı” derler. Allahû Teâlâ da cennetteki bu Uhud şehidlerinin isteklerini yerine getireceğini va’dederek: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ha ölülerden kabul etmeyin. Bilakis onlar Rablarının verdiği rızıktan yiyerek yaşamaktadırlar” buyurur. Hadisi Ahmed [139] b. Hanbel rivayet eder. Şehidlerin yemeleri, içmeleri, hareket, dolaşma ve konuşmaları hadis-i şerifle açıkça belirtilmektedir. İleride daha geniş açıklamalar yapacağız. Ruhların durumu böyle olunca bedenden ayrılan ruhların seçilmesi bedenlerin seçilmesine göre dahada kolaydır. Çünkü bedenler birbirine çok benzerlerken ruhlarda bu benzeme çok azdır. Şu da açıktır ki peygamberlerin, sahabe ve ashabın vücutlarını görmediğimiz halde ruhlarını kolayca ayırd edebiliriz. Her ne kadar beden özelliklerinin ruh üzerinde tesirleri olduğu bilinse de ruhlarını tanıyabilmek yalnız- bedenlerine bağlı değildir. Belki ruhlar bildiğimiz, tanıdığımız özellikleriyle tanımak mümkündür. Bu durumda bir ruhu özelliklerine bakarak di” bir ruhtan ayırmak bir bedeni, özellikleriyle diğer bir bedenden ayırmaktan daha zordur. Görmez misin bazan kafir ve mü’min birbirlerine çok benze-bıldiği halde ruhlarında derin farklılıklar vardır. Yine ana-baba bir kar- birbirine çok benzediği halde ruhlarının son derece birbirine | olduğunu da müşahede etmişimdir. Bu takdirde sözkonusu iki ruhu be–niennden soyutlamakla daha iyi tanıyabiliriz. Birşey daha söyleyeyim: Beden ve ruhlara bir bak. Kötü, çirkin bir h nin kendine uygun mânası, bir ruhunun olduğunu; bedende bulu âfetin, ruhta bulunan âfete münasip, uygun olduğunu rahatlıkla görü Bu anlayışla ferasetli kişiler insanların ruhlarım beden yapılarından rinden anlarlar. Çoğu kez de isabet ederler.

İmam Şâfî (ra)den de bu konuda garip şeyler hikâye edilmektedir Aynı şekilde güzel, yakışıklı bir bedenin de kendine uygun bir ruh görebilirsin. Bir şartla ki genel ruh-yapı münasebetini bozan öğretim tırma ve alışkanlık olmamalıdır. (Yani yetiştirme ile çirkin bir vücudun zel bir ruhu; yetiştirmeme ile de güzel bir vücudun çirkin bir ruhu olabilir. Yüksek ruhlar meleklerin ruhlan cisme bağlı kalmaksızın birbiri! den rahatlıkla ayırdedİlebiliyorsa cinler için de aynı durum sözkonus durbeşerî ruhların birbirinden ayırd edilebilmesi daha da kolaydır[140]

KİŞİ KABİRDE SORGULANIRKEN RUHLAR BEDENLERİNE DÖNERLER MÎ?

Re sûlullah, ruhun ölü bedene dönmesiyle ilgili olarak bizlere yeterince -vermiştir. Berâ b. Âzib anlatıyor: Bakî el Garbad’da bir cenazede idik. ûlullah geldi ve biz de sanki başımızda kuş varmış gibi ölü defnedişini gediyorduk. Üç defa: “Kabir azabından Allah’a sığınırız” buyurdu ve: “Kul dünyadan ayrılıp ahirete göçerken yüzleri güneş gibi parlayan melekler semâdan inerler ve görebildiği kadar çok melek etrafına çevrilir. Sonra ölüm meleği gelir ve: “Ey hoş nefis, Allah’ın mağfiret ve rızasıyla bedenden çık” der. Ruhun bedenden ayrılışı, kaptan suyun damlaması gibi kolay olur. Ruhu bedenden alınınca hemen diğer melekler de gelerek bedeninin bulunduğu misk gibi kokan kefenin içerisine korlar. Şimdi Ölü, yerin üzerinde misk gibi kokan bir koku kaynağıdır. Bunu alıp semâya çıkartırlarken onu gören melekler: “Bu güzel kokulu ruh nedir?” derler. Meleklerde dünyada bilinen en güzel ismiyle: “Fülancamn oğlu falancadır” derler. Dünya semâsına varınca semâ kapıları açılır. Allah’ın seçkin melekleri her semâda onu karşılarlar. Bu şekilde Allah’ın bulunduğu semâya kadar çıkar. Mutlu bir ruhun geldiğini gören Yüce Allah: “Bunu illiyyun cennetine girecekler arasına yazın. Sonra da arza gönderin. İnsanları arzdan yarattım, oraya göndereceğim, sonunda da oradan yeniden alacağım” der. Ruh bedene dönünce iki melek gelir ve: “Rabbin kimdir?” derler. Adam: “Rabbim Allah’tır.” Melekler: “Dinin nedir?” Adam: “Dinim İslâm.” Melekler: “Bu adam hakkında ne biliyorsun?” Adam: Allah’ın kitabım okudum. Ona iman ederek onu doğruladım” der. Böyle kısa ir muhavereden sonra semâdan bir münâdî çağırmaya başlar: “Kulum beni doğrulamıştır. Onun için cennetten bir köşe döşeyin ve cennetin bir kapısını ona açm.”»onra cennetten misk gibi kokular getirilir, kabri gözünün görebileceği1 n°ktaya kadar genişletilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu bir m gelerek: “Va’dolunduğun bu günkü mutluluğunu müjdelerim” der.am sorar: “Sen kimsin? Yüzünde hayırlı bir kişilik var” der. Gelen kişi:senin güzel amelinim” der demez ölü: “Allah’ım, kıyameti kopar da ehli-; mahma döneyim” der. Kâfir bir kimse dünyadan ayrılıp âhirete intikalı zaman da yanlarında keçe [141] kilimler bulunan siyah yüzlü meleklersun dur. Elbise kıldan yapılmış kaim elbise. Rahiplerin giydiği elbiseye de denir. Kelime aslen farsçadır. gelirler, etrafını kaplarlar. Sonra ölüm meleği gelir ve: “Ey pis nefis! Allah’ı^ gazabıyla bedenden çık” der. Cesedi yarılır, ıslak şişin yünden çıkarıldığı gjty nefsini bedeninden çıkarır. Nefsi keçe kilim içerisine korlar, nefisten yeryüzündeki leşten çıkan pis kokulara benzer kokular yayılır. Nefsi yukarı çıka-rrrken onu gören melekler: “Bu pis ruh kimin?” derler. Dünyada tanınan en kötü ismiyle fülanca oğlu falancadır” der. Dünya semâsına çıkan nefis biraz daha çıkmak istese

de semâ kapıları açılmaz.” Buraya kadar nefsin karşılaşacağı hususları anlattıktan sonra Rasûlullah şu âyeti okur: “Onlara semâ kapıları açılmaz ve deve iğnenin deliğinden geçene kadar cennete giremez ler.” [142] Allah Teâlâ bu ruhun cehennemliklerden yazılmasını emreder. “Ruh çok uzaklara atılır” dedikten sonra da: “Kim Allah’a şirk koşarsa sanki o gökten düşmüş de kuşlar kapışıyor ya da rüzgâr onu uzak yerlere götürüyor” [143] âyetini okur. Ruh bedene dönünce iki melek gelir ve: “Rabbin kim?” derler. Adam: “hi. hi [144]bilmiyorum onu” der. Melekler: “Peki size peygamber olarak gelen şu adamı tanıyor musun?” derler. Adam da “hi. hi. onu da bilmiyorum” deyince semâdan bir münadî çağırır: “Kulumu yalanlayan şu adama cehennemden bir köşe verin, cehennemden bir kapı açın kabrine.” Cehennemin sıcağı, ateşi kabrine ulaşır, vücud kemikleri birbirine girecek derecede kabri daralır. Çirkin yüzlü, pis elbiseli ve pis kokulu biri gelerek: “Va’d olunduğun bu kötü günle seni müjdelerim” der. Kabirdeki: “Sen kimsin? Yüzünde kötü bir haber getiren kişilik okunuyor.” O: “Ben senin kötü amelinim” deyince kabirdeki; “Allah’ım, kıyameti koparma” diye haykırır. Hadisi Ahmed b. Hanbel’Ie, Ebû Dâvud rivayet etmiştir, İbni Mâce ile Nesâî yalnızca baş tarafını rivayet eder. Ebû Avâne îsferâîni de Sahih’inde zikreder. [145] Ehli Sünnet ulemâsı bu hadisi şerifin ortaya koyduğu prensipleri kabul etmiştir. Ebû Muhammed b. Hazm el-FasI fî’1milel ve’I-ehvâ ve’n-nihal adlı eserinde der ki: “Kıyametten Önce ölünün kabrinde yaşaması ile ilgili kanaat yanlıştır, Çünkü âyeti celîleler bunu reddeder. Meselâ: “Dediler ki: “Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin” [146] ve yine: “Siz ölüydünüz diriltti, sonra sizi öldürdü, sonra yeniden sizi dirilttiği halde Allah’a nasıl küfredersiniz?” [147] âyetleri bunu göstermektedir. Ölünün kabrinde yaşadığım kabul edersek Allah’ın üç defa öldürdüğünü ve üç defa yaşattığını kabul edemeyiz ki bu yanlıştır. Kur’ân’a aykırıdır. Ama Allah’ın dilediği peygamberleri kabirlerinde yaşatması mümkündür. “Ölüm korkusuyla binlerce kişinin yurtlarından çıktıklarını görmedin mi ey habîbim? Allah onlara: “Ölün” dedi ve . Sonra onlara yeniden hayat verdi.” [148] “Ya da binalarının çatıları çök-” bir köye uğrayarak şöyle dediğini duymadın mı?” [149] Yine: “Allah insanın m vf nu ya Ölümünde ya da uykusunda alır. Ölmesini istediği kişinin ruhunu t rken, uykudakinin ruhunu belirli bir zamana kadar salıverir.” [150] Kur’ân tlerinden istisna edilen ruhlar dışındaki ruhlar, belirli bir zaman olarak v^bul edilen kıyamete kadar bedenlerine gönderilmeyecekleri anlaşılmakla Rasûlullah da İsrâ gecesi dünya semâsında, mutlu kişilerin ruhlarının HZ Âdem’in sağında, bedbaht kişilerin ruhlarının da solunda bulunduğunu h’ldirmîştir- Bedir günü de henüz ölüler kabirlerine konulmadan Rasûlul-ıjtfmkitabın başında zikri geçen hitabını duymuşlar, “onların bedenleri dağılmıştır, onlar duymazlar” diyen sahabeye çıkışmadan bedenleri dağıl-sa da sözlerini duyduklarını Allah Rasûlü ashaba öğretmiştir. Rasûlullah’m Bedir günü Ölülere karşı yaptığı konuşma şüphesiz ruhlaradır. Bedenler öldüğünden zaten duyamaz. Yüce Allah bunu: “Kabirde olanların konuşmalarını sen duyamazsın” [151] şeklinde açıklayarak kabirlerde bulunan cesetlerin duyma özelliği olmadığını bildirmiştir. Müslüman bir kişi Allah Teâlâ’nm duyamacağını bildirdiği kişilerin, Rasûlullah’m duyacağını bildirdiği kişilerden ayrı kişiler olduğunda şüphe etmemelidir. Rasûlullah’m sorgulama anında ruhların cesetlerine döneceğine dair hiçbir sözü sahih haberlerde gelmemiştir. Gelseydi biz de kabul ederdik. Ruhların kabirlerde yatan cesetlere iadesiyle ilgili olarak bir ziyadeyi yalnızca Minhal b. Amr rivayet etmişti. Minhal ise güçlü bir râvî kabul edilmemektedir. Şube ve diğerleri hadisini metruk kabul etmekte. Büyük imamlardan olan Muğîre b. Muksim ed-Dabiy der ki: “Minhal b. Amr’ın bu ve diğer sabit haberler konusunda hiçbir şehâdeti kabul edilmemiştir.” Kabirde ruhun bedene dönüp dönmemesiyle ilgili sahabeden nakledilen söz de budur. [152] Sonra Uyeyne yoluyla Mansur b. Safıyye’den o da annesi Safiyye binti Şeybe’den şöyle dediğini nakleder: “İbni Ömer mescide girdi, henüz kabre konulmamış îbni Zübeyre biraz dertli baktı. İbni Ömer’e: “İşte Ebû Bekir’in kızı Esma, İbni Ömer ona meyletmiş, hakkında övgüyle

bahsetmiş” denince İbni Ömer: “Bu gördüğünüz bedenler bir değer taşımaz. Değerli ruhlar Allah’ın yanındadır” dedi. Bunun üzerine annesi: “Bana engel olmaz. Görmezmisin Yahya b. Zekeriyya başını İsrâiloğullanndan birinin bir arzusu üzerine feda etmişti” dedi. Ben derim ki: “Ebû Muhammed’in anlattıklarında doğru da var v da. “Ölünün kabrinde yaşayacağını zanneden kişi hata etmiştir” sözü meldir. Bundan dünyadaki mukadder yaşamını, ruhun bedende ike^’ şünmesini; tasavvurunu; yemeğe, içmeye ve giyinmeye olan gereksin”* kastediyorsa bu gerçekten hatadır. Nass bunu kabul etmediği gibi akıl ^^ de bunu kabul etmez. Yok bundan başka bir hayatı kastediyorsa; kabrinde sorgulanmak ‘ ruhun dünyadaki bedene iade edilmesinden ayrı olarak yeniden kabirde verilmesi ise bu gerçektir, buna karşı çıkmak ise hatadır. Çünkü Ras lah’tan gelen açık haberde bu şöyle belirtilmektedir: “Ruh cesede döner.[153] e d Hadisi zayıf görenlere karşı cevabımız inşaallah ileride gelecektir.” “Derler ki: Ey Rabbimiz. Bizi iki defa öldürdün iki defa da dirilttin” [154] âyeti ruhun cesede yeniden dönmesi hususuna aykırı değildir. Nitekim İsr iloğullarmdan öldürülen kişiye Allah yeniden hayat vermiş sonra da bu geçi” ci hayat sorgulanmasına hazırlık olarak değil de bilgi için olmuştur. Kısa bir zaman yaşayan bu adam: “Fulanca beni Öldürmüştür” der demez hemen düşüp ölmüştür. Bu manada Rasûlullah’ın: “Ruhu cesedine iade edilir” hadisi kalıcı, daimi bir hayata delâlet etmez, belki bedene ruhun dönebileceğine-onunla ilişki kurabileceğine ve beden çürüyüp dağılsa da ruhun bedenle olan ilişkisinin devam edeceğine delalet eder. Ruh bedenle birbirinden farklı beş şekilde temas kurar: 1- Anne karnında cenin iken olan ilişkisi, 2- Doğduğu andaki ilişkisi 3- Uykudayken ilişkisi. Uyku halinde ruh bir manada bedenle ilişki halindedir. Bir manada ondan ayrıdır. 4- Berzahdaki [155] ilişkisi. Her ne kadar ruh berzahta bedenden ayrılıp ondan soyutlansa da aralarındaki münâsebet tamamen kesilecek derecede değildir. Mü’minin ölüye selam verdiğinde ruhunun iade edileceğine dair hadisler ve âsâr ışığında buna gerekli cevabı verdik [156]Ruhun buradaki iadesi özel bir iadedir, kıyametten önce bedenin yaşayacağını gerektirmez. 5- Bedenle olan ilişkileri arasında en kâmili olan diriliş günündeki münâsebeti. Önce ruh-beden ilişkilerinin bunun yanında bir değeri yoktur. Çünkü onlarda bedende ölüm, uyku ve bozulmak gibi özellikler aranmamaktadır.ya Ölüm anlarında ya da uykularında alır. Ölmesini murad etAllah- rin ruhlarını tutarken diğerlerini belirli bir zamana kadar salıverir [157]ölümü istenen kişi ruhunun tutulması, dünyada yeniden erir” erektirmeyen ama muayyen bir zamanda ruhun bedene iade olarak uyuyan kişi hayattadır. Ama bu hayat uyuma- verir Unkine benzemez. Çünkü uyku ölümün benzeridir. Bedenine ruhu yan kış’i”n bunun gi diri ile bedene ruh girmemiş ölü arasındadır. gİreft n ki-inin ölü ile diri arasında olması gibi. Bu misali düşünürsen umu-Uyuyan güphelerin yok olur.

Rasûlullah’ın İsrâ gecesinde gördüğü peygamberlerle ilgili bir kısım ha-, ., rin Zanaatları şöyledir: Rasûlullah peygamberlerin karaltılarını, ruh-301 ^rmüstür Günkü onlar Allah’ın indinde yaşamaktadırlar. Hz. İbra-‘İ sırtını Beyt-i Ma’mure dayalı, Hz. Musa’yı kabrinden kalkmış namaz terken görmüştür. Peygamberlerle ilgili söylediği özellikler karaltılarının ellikleridir. Hz. Musa’yı esmer, vücutça zayıf ve uzun boylu, yakışıklı bir dşi olarak görmüştür. Hz. İsa’yı, başından Dimastar [158] çıkmış suyun damladığını, Hz. İbrahim’i ise kendisine benzer bir şekilde görmüştür. [159] Bir kısım hadisciler de buna karşı çıkarak: “Rasûlullah’ın peygemberle-ri görmesi bedenlerini değil de ruhlarını görmüş olmasıdı Bedenler yeryüzünden tamamen ayrılmıştır. Diriliş günü dışında bedenler hayat bulmayacaktır. Diriliş gününden önce bedenlerin hayat bulacağı kabul edilirse kıyamet gününden önce arz yarılmış ve sûra üfürül düğün de üçüncü ölümü tatmış olacaktır ki bu kesinlikle bâtıldır. Kabirlerde bulunan cesetlerin diriltilmesi durumunda ise Allah ruhları bedenlere sokmaz. Çünkü ruhlar cennettedir. Rasûlullah’tan gelen sahih bir hadiste: “Hz. Peygamber cennete girmeden Allah, hiçbir peygamberi cennete girdirmeyecektir. Cennet kapısının[160] açılmasını ilk isteyen o olacaktır. Kesinlikle [161] yer yarılmasında ilk çıkacak kişi O olacaktır. Ondan önce kimseye yer y anim ayacaktır” buy-rul maktadır. Kesinlikle bilinmektedir ki Rasûlullah’ın bedeni toprakta çürümemiş bir vaziyette durmaktadır. Ashâb-ı Kiram: “Salat-ü selamlarımız çürümüş bedenine nasıl ulaşır? diye sorduklarında Rasûlullah: “Peygamberlerin bedenlerini toprağın çürütmesini Allah yasaklamıştır” [162] buyurmuştur. Rasûlullah’m bedeni sağlam olmayacak olsaydı böyle cevap vermezdi. Rasûlullah’tan bildirildiğine göre yapılan salat-ü selamlan peygamberimize ulaştıracak melekler görevlendirmiştir Yüce Allah. [163] Yine Rasûlullah’m Ebû Bekir’le Ömer’in arasından dünyadan ayrıldığını ve “Üçümüz böylece de haşrolunacağız”[164]dediği rivayet edilmektedir. Şu da kesindir ki -Rasûlullah’ın ruhu peygamberlerin ruhuyla beraber illiyyûn cennetinin en üstünde refiki âlâdadır. Yine Rasûlullalı’tan bildirildiğine göre Rasûllah İsrâ gecesi Hz. Musa’yı altıncı ya da yedinci katta kabrinden kalkmış namaz kıhyorken görmüştür. Yedinci katta bulunan ruh, hem kabirde bulunan ruhla görüşüyor ona hürmet ediyor hem de Refiki âlâda iken kendisine verilen selamları alarak kabirde namaz kılanın ruhuyla da irtibat kuruyor. Ruhlarla bedenlerin özellikleri birbirinden farklı olduğundan bunları garip karşılama. Meselâ, birbirine oldukça yakın ve tutkun iki ruhu düşün. Aralarında doğu ile batı kadar fark da olsa bunların birbirlerine olan yakınlığını bilirsin. Yine birbirine yapışık çok yakın iki ruh düşün. Aralarında uyumsuzluk olduğundan bunların da birbirlerinden çok uzak olduğunu müşahede edersin. Ruhun inmesi, yükselmesi, uzaklaşması yakınlaşması beden gibi değildir. Ruh, bedenden ayrılıp bedenin kabre konulması gibi kısa bir zaman içerisinde bedenin yapamayacağı şekilde ayrılıp geri dönmesi de böyle kısa bir zamanda olur. Bir kısım âlimler ruhu güneş ve ziyasına benzetmiştir. Güneş semâda olduğu halde ziyası yerde olmaktadır. Hocam [165] der ki; Bu, uygun bir misal değildir. Çünkü yere inen, güneşin kendisi değildir. Ziyası ise ne güneştir ne de güneşin bir özelliğidir. Belki ziya güneşin bir arazıdır. Ancak karşısında bulunan bir semavî cisme göre ziyadan bahsedilebilir.” Oysa ki semâya yükselip yeniden arza inen ruhun bilfiil kendisidir. Bedir ölüleri hakkında ashabı kiramın: “Bedenleri parçalanarak cîfe haline gelmiş insanları nasıl muhatap alabiliriz?” sözleri

de daha sonra ölülerin konuşulanları duyduğu ashaba bildirilmiştir bu esnada ruhların bedenlere tekrar dönmesine mûnâfî değildir. Çünkü bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir. Bu durumda ölülere hitaptan maksat, bedenlere bağlı sözkonusu ruhlara hitaptır. “Kabirde olanlara sözlerini duyuranı azsın” [166] âyeti celîlesinin siyakından kâfir bir kimsenin faydasına olacak bir biçimde hayatta olanın sözünü ,uvamaması anlaşılmaktadır. Nitekim kabirde bulunanlarda söylenenler ‘slerine yarayacak biçimde duyamazlar. Ancak Yüce Allah ölülerin hiçbir cev duyamayacaklarını ifade etmemiştir. Bilakis Ölülerin ziyaretçilerinin ak seslerini duyduklarım; [167] Bedir ölülerinin [168] Rasûlullah’m konuşmasını duyduğunu bildirmekte ve de yaşayan birine hitap ediyormuşcasma onlara da hitap edilmesini meşru saymıştır. Bu nedenle de mü’min kardeşine selam veren Eşinin selamının alınacağı da haber verilmiştir. [169] Bu âyetin bir benzeri de şudur: “Sen, ölülere duyuramazsm. Arkalarım dönmüş kaçarken sağırlara da davetim işittiremezsin” [170]ölülerle birlikte sağırların da daveti duyamaması her ikisinin de davete ehil kimseler olmadığına delildir. Bu iki kısım insan ölü ve sağır olunca, bunlara birşey duyurmak, anlatabilmek mümtenîdir demektir. Bu görüş doğrudur ama, ölümden sonra bir Ölçüde bedenle alakasını kesmemiş ruhlara kötü durumlarım, alçaklıkla-rı-nı [171]duyurmanın imkânsızlığını ifade etmemektedir. Allah en iyisini bilir. İbni Hazm’m: [172] Minhal b. Amr hadis rivayetinde tek kaldığı ve güçlü bir râvî olmadığı için hadis sahih değildir” sözü de onun ölçüsüzlüğündendir. Çünkü Za’dan dışında daha birçokları Adiy b. Sabit, Muhammed b. Akabe ve Mücâhid gibi hadisi Berâ b. Azib’den rivayet etmiştir. Hafız Ebû Abdullah b. Hendek: Ruh ve Nefis kitabında anlatıyor: Mu-hamed b Yakup b.Yusuf tan, o da Muhammed b. İshak Saffar’dan, o da Ebû Nadr Haşini b. Kasım’dan, o da îsâ b. Müseyyeb’den, [173] o da Adiy b. Sabit’ten, o da Berâ b. Âzıb’dan nakleder. Azıb der ki: “Easûlullah’la beraber Ensardan birinin cenazesinde bulunduk. Cenazeyi kabre koyunca hep beraber oturduk. Sanki omuzlarımızda büyük kaya parçaları, kafalarımızda da kuşlar varmfş gibi kimse konuşmuyordu. Bu yorucu kısa sessizlikten sonra Rasûlullah buyurduki: “Mü’min bir kimse dünyadan ayrılıp ahirete giderken ölüm meleği [174] ile beraber yanlarında cennet kefeni ve kokuları olan birçok melek [175] gelir. Ölüm meleği mü’min kişinin yanı başına diğerleri ise etrafına otururlar.” Ölüm meleği seslenir: “Ey Mutmain nefis, çık. Allah’ın rahmetiyle, rızasıyla çık” der. Kapdan suyun damladığı gibi ruhu çıkar. 8a-kaleyn’den [176] başka yerde ve gökte ne varsa ona salat-ü selam getirir. Önce birinci kat semâya çıkarılır. Sonra semâ görevlileri arş semâsına çıkana kadar ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci semâlarda onu uğurlarlar. Arşta bu ruh, illiyyun cennetliklerinden yazılır ve Yüce Allah: “Kulumu yerine, arza götürün artık. Çünkü ben onu topraktan yarattım, oraya göndereceğim ve sonunda ruhunu da oradan alacağım” buyurur. Ruh yerine dönünce, azı dişleriyle yerin altını üstüne getiren, saçlarıyla da arzı didik didik arayan Münker ve Nekir [177] gelir. Sorgulamaya başlarlar: “Ey adam, Rabbin kim?” Adam: “Rabbim Allah” deyince “doğrusunu söyledin” derler. “Dinin nedir?” derler. Adam: “Dinim İslâmdır” deyince tamam bu da doğrudur” derler. “Peki peygamberin kimdir?” sorusuna da “Allah’ın Rasûlü Muham-med’dir” deyince “hepsi doğrudur” derler. Bunun üzerine kabri genişletilir. Güzel yüzlü, hoş kokulu, güzel elbiseli bir adam gelip; “Allah sana hayırla karşılık versin. Bildiğim kadarıyla vallahi sen Allah’a itaatte aceleci, O’na asî olmada yavaştın” der. Bu sözleri kimin söylediğini öğrenmek için: “Allah sana da hayırlar versin. Peki sen kimsin?” diye sorar. Adam: “Ben senin güzel amelinim” der. Sonra kıyamete kadar içerisinde kalacağı cennetin kapısı açılır. Kâfir biri de dünyadan ayrılıp ahirete gideceği zaman, ölüm meleği yanlarında cehennem kefeni ve pis kokusu bulunan meleklerle [178] yanına gelir. Ölüm meleği seslenir: “Ey pis nefis çık. Allah’ın gazabıyla, kahnyla çık.” Ruhundan cesedine doğru benzeri görülmeyen bir pis koku yayılır. Ruhunun bedeninden çıkışı, yaş yünün içersinde tırtırlı şişin çıkması gibidir. Ruhu be-

deninden ayrılan bu kâfire insan ve cin dışında yerde ve gökte ne varsa hepsi lanet eder. Dünya semâsından yukarı çıkmasına izin verilmeyen ruha Yüce Allah seslenir: “Kendisinden insanı yarattığım, sonra ona dönderip yeniden alacağım yere toprağa gönderin kulumu.” Bunun üzerine ruh geldiği yere götürülür. Biraz sonra şimşek gibi parlayan, gök gürültüsü gibi ses çıkaran Münker ve Nekir melekleri azı dişleriyle toprağı yararak, saçlarıyla da arzı didik didik ederek gelirler. Adama: “Ey fülanca, Rabbin kimdir?” Adam: “Bilmiyorum ki” deyince kabrin bir tarafından: “Demek bilmiyorsun” diye seslenilir ve melekler adama öyle bir balyoz vururlar ki doğudaki ve batıdaki insanlar bir araya gelir balyozu durduramazlar. Bulunduğu kabir, kemikleri birbirine geçecek derecede daraltılır. Yüzü çirkin, elbisesi pejmürde üzeri pis pis kokan biri gelir ve: “Allah seni kahretsin. Allah’a yemin olsun ki sen iyiliklerden kaçan, kötülüklere de koşan bir adamdın” der. Kabirde yatan ba”sen necisin?” diye sorar. Adam: Ben senin kötü amelinim” der. Bunun :ar Ve e kabrinden kıyamet gününe kadar cehennemde kalacağı yeri görme-n bir kapi açılır.” Hadisi Ahmed, Mahmud b. Gaylan ve diğerleri Ebû S ^r’dan rivayet etmişlerdir. Hadisi şeriften ayrıca ruhların kabre dönece-‘ ve iki meleğin gelip ölüyle konuşacakları da anlaşılmaktadır. Mendeh, Muhammed b. Seleme yoluyla Hasif Cezerî’den, [179] o da Âb’dİbni Mendeh, M câhid’den, o da Berâ b. Âzıb’den nakleder: “Rasûlullah’la beraber, Ensar-I n bir sahabenin cenazesinde bulunuyorduk. Rasûlullah buyurdu ki: Mü’min bir kimse öleceği vakit ölüm meleği güzel bir şekilde üzerinden hoş kokular yayılarak gelir. Ruhunu almak için başına gelir. Bu ara biraz öteye ellerinde cennet kefeni ve kokusu bulunan iki melek daha gelir. Ölüm meleği ruhunu sezdirmeden alınca hemen iki melek gelir cennet kefenine sarıp üzerine cennet kokusu sürer ve ruhu cennete doğru çıkarır. Semâ kapılan açılır, bütün melekler onu müjdeleyerek: “Bunca semâ kapıları üzerine açılan bu ruh acaba kimdir? diyerek dünyada bilinen en güzel ismiyle çağırırlar. “Bu falancanın ruhudur” denince ruhu semâlara çıktıkça Allah’ın huzuruna varıncaya kadar her semânın görevlileri bu kişiyi ağırlarlar. Ameli illiyyûna çıkan bu şahsa Yüce Allah semâ görevlilerine bakarak: “Şahit olun ki ben bu şahsı affettim” der, amel defteri onaylanınca illiyyun cennetine götürülür. Bunun üzerine Yüce Allah: “Kulumun ruhunu va’dim üzere arza gönderin” buyurur. Rasûlullah bunu anlattıktan sonra: “Sizi topraktan yarattık. Ölümünüzden sonra tekrar toprağa döndüreceğiz, sonra yeniden topraktan alacağız” [180] âyetini okur. Mü’min kabre konunca önüne cennete götüren bir kapı açılır. Ona denir ki: “Allah’ın sana va’dettiği mükâfata bak” denir. Yukarısından da cehennem kapısı açılır: “Allah’ın seni koruduğu azaba bak” denir. Daha sonra da: “Haydi rahatça uyu” denir. Mü’min kişinin kabirde en çok sevdiği şey biran önce kıyametin kopmasıdır” ve Rasûlullah konuşmasının devamında: “Mü’min kabre konunca arz yer- ona der ki: “Madem ki sen dos-tumdun öyleyse nasıl üzerimde yaşarken içime girdin? Sana ne yapacağımı göstereceğim.” Bunun üzerine kabri iyice genişler.” Rasûlullah anlatıyor: “Kâfir bir kişi de ölünce Münker ve Nekir melekleri gelir, ona sorarlar: “Rabbin kimdir?” Adam: “Bilmiyorum” der. “Demek bilmiyorsun” diyerek, adama öyle vururlar ki adam kül olur.” Yeniden eski haline dönüştürüldükten sonra: “Şu adam hakkında ne diyorsun?” denir. Adam: “Hangi adamdan bahsediyorsunuz?” Melekler: “Muhammed’rîen” deyince, “insanlar Onun Allah Rasûlu olduğunu söylüyorlar” der, bunun üzerine meleklerin dövüşü ile yeniden kül olur. Bu hadis, birçok hafızlarca doğrulanmış sabit, meşhur, müstefîd bir hadistir. Hiç kimsenin hadis aleyhine konuştuğunu bilmiyoruz. Büyük imamlar kitaplarında zikretmişler, kabul etmişler ve kabir azabı, nimeti, Münker ve Nekir’in sorgulaması, ruhların alınması ve Allah’ın huzuruna çıkarılmasıyla ilgili olarak dinin temel prensipleri ile ilgili konularda hadisi asıl kabul etmişlerdir. Ebû Muhammed’in: “Zazan’dan başkası rivayet etmemiştir” sözü bir vehimdir. Çünkü Zazan’dan başka Bera’dan, Adıy b. Sabit, Mücâhid b. Cübeyr, Muhammed b. Akabe ve diğerleri rivayet etmiştir. Hadis senetlerini Darakutnî Musannef-i Müfrette toplamıştır. Zazan ise

sika bir ravî olup Hz. Ömer gibi büyük sahabilerden hadis rivayet etmiş, Müslim de Sahih’in-de ondan hadis alınıştır. Yahya b. Maîn der ki: O sikadır. Hamid b. Hilal’e Zazan’dan sorulduğunda: “O sikadır. Böyle kişilerin sikalığı sorulmaz” der. İb-ni Adiy’se: “Sika ravîlerden rivayet ettiğinde hadislerinde bir kusur yoktur” der. “Ruhu cesedine geri gönderilir” kısmından “Minhâl sıkadır” derken Aclî de: “Kûfe’nin sika râvîsidir” demiştir. Minhâl’in evinden müzik sesi geldiği duyulmuştur ki bu rivayet de cerhi gerektirmez. İbni Hazm’m Minhâl’i zayıf görmesine aidanmamalı. [181] Çünkü rivayetinde tek kalması dışında zayıflığına dair hiç bir sebep göstermemiştir. “Sonra ruhu bedenine gönderilir” kısmının daha bir çokları tararından rivayet edildiğini açıklamıştık. Bazı rivayetlerde bu fazlalık daha belîğ şekilde gelmiştir. Meselâ “ruhu ona reddedilir”, “Kabrine varır, oturur” ve “Melekler onu oturturlar”. gibi. Bütün bu rivayetler sahihtir, hiç bir kapalılık yoktur. Bu hadis başka bir sebeple cerhedilmiş, Zâzân’m Bera’dan hadis almadığı söylenmiştir. Bu illet bâtıldır. Çünkü Ebû Avâne el-İsferâînî es-Sahîh’inde şöyle bir senet zikreder. “. Arar Zâzân el-Kindî’den rivayet etti. Zâzân der ki: “Berâ b. Azib’den şöyle bir hadis duydum.” Hafız Ebû Abdullah Mendeh hadis hakkında bu, senedi bitişik muttasıl bir hadistir. Bera’dan bir çokları bu hadisi rivayet etmiştir. Berâ’dan gelen hadisi kabul etmesek de bu konuda diğer sahih hadisler oldukça açıktır. Mesela, İbni Ebi ZeİDİn Muhammed b. Amr b. Atâ’dan, o da Saîd b. Yesar’dan, o da Ebû Hüreyre’den rivayetine göre, Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Kişi ölünce melekler başına toplanır. Salih bir kişi ise melek der ki: “Ey hoş vücutta bulunan hoş nefis çık. Övgüyle, müjdeyle, neşe, güzel kokuyla ve Öfkeli olmayan Rabbin izniyle çık.” Ruh çıkana kadar böyle denir. Ruh bedenden ayrılınca semâya çıkarılır. Semâ kapılan açılırken: “Kimdir o?” derler. “Fülancadır” [182] denince: “Hoş geldin ey güzel bedenin hoş ruhu. Övgüyle, müjdeyle neşe, güzel koku ve öfkesiz Rabbin izniyle gir” derler. Yüce Allah’ın bulunduğu kata çıkana kadar hep aynı güzel muameleyi görür. Yok eğer ölen kişi kötü biriyse, ölüm meleği: “Ey pis bedende bulunan pis nefis çık. Yerilerek çık. Cehennemle, ağır pis kokularla ve kendine uygun kanlarla müjdelerim seni.” Nefis bedenden ayrılana kadar böyle derler. Ruh bedenden ayrılınca semâya çıkartılır. Semâ kapısına vurulur. Semâ nöbetçileri: “Kim o?” diye sorarlar. “Gelen fülancadır” denince: “Ey pis bedenden çıkmış pis nefis! Sen hoş gelmedin. Rezilliğinle geri dön. Zira semâ kapılan sana açılmayacaktır; semâ ile arz arasında gidip gelirken yeniden kabrine döneceksin” derler. Rasûlullah anlatıyor: “Salih kişi kabrinde rahatça, ürperme-den oturur. Melek gelir ve: “İslâm hakkında ne dersin, şu adara kimdir?” diye sorar. O da: “O, Allah’ın Rasûlu Muhammed’dir. Bize, Allah tarafından açıkça delillerle geldi, biz de iman edip, tasdik ettik” der. Hadis böyle devanı edip gider. Hafız Ebû Nuaym der ki: “Bu hadisin râvîlerinin adaletli kişiler olduğu ittifakla sabittir. Bu konuda iki. imam, yani Muhammed b. İsmail el-Buharî ile Müslim b. Haccac İbni Ebî ZeİD ve Muhammed b. Amr b. Atâ ve Saîd b.Yesar’dan rivayette müttefiktirler. Çünkü bu üç ravi de şartlarına uymaktadır. İbni Ebî Ze^’den îbni Ebî Fudeyk ve Abdurrahim b. İbrahim gibi raütekaddi-minin büyük âlimleri de rivayet etmişlerdir. [183] Kısacası İbni Ebi Ze’b’den rivayet edenlerin sayısı az değildir. Ebû Abdullah b. Mendeh, ruhun bedene dönmesi konusunda şöyle bir hüccet getirmektedir: Muhammed b. Hüseyn b. Hasan’dan [184]o da Muhammed b. Zeyd Nisâbûrî’den, o da Hammad b. Kurat’tan, o da Muhammed b. Fadl’dan, o da Yezid b. Abdurrahman es-Sâ’iğ Belhî’den, o da Dahhak b. Muzâhim’den, o da İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet eder: İbni Abbas der ki: Bir gün Rasûlullah’la beraberken şu âyeti okudu: “Zâlimlerin ölüm sarhoşluğu içerisindeyken ve meleklerin de kendilerine pençelerini uzattıklarında onları bir görmelisin ey habibim.” [185]

Arkasından da: “Muhammed’in nefsi yedinde olan Allah’a yemin olsun ki, dünyadan ayrılan her nefis cennette veya cehennemde kalacağı yeri görecektir” dedi. Ve devamında: ‘Tüzleri güneş gibi parlayan iki saf melek doğu ile batı arasında dizilirler. Kabirde bulunan kişi başka şey göremeyeceğinden onlara bakar durur. Her bir meleğin yanında kefen ve koku vardır. Eğer Ölü, mü’min ise cennetle müjdelerler ve: “Ey güzel nefis. Allah’ın rızasına, cennetine girmek için bedenden çık. Çünkü Allah sana, dünya ve dünyadakilerden çok daha hayırlı ikramlar hazırlamıştır” derler. Meleklerin müjdesi böyle devam eder. Taltif ve merhametleri annenin çocuğuna olan merhametinden fazladır. Sonra ruhunu, her kemik ve eklem altından çıkarırlar, uzuvları birer birer ölür. Ölüm bu kişiye kolay gelir. Ama siz sanki çenesine şamar atılmış gibi ölümü çok zor görürsünüz. Ruhun cesetten çıkışının sevimsizliği çocuğun rahimden çıkarkenkî sevimsizliğinden daha belirgindir. Her bir melek mü’min kişinin ruhunu almak için çekişirler, fakat bu işi sonunda ölüm meleği üstlenir. Sonra Kasûlullah: “Ey habibim, de ki: Görevli ölüm meleği canınızı alacak sonra da yine Rabbinize döneceksiniz” [186] âyetini okudu. Daha sonra beyaz kefenlere sarılır ama o kefeni kucağında toplar. Çünkü bu kimse böyle bir beze çocuk doğuran kadından daha çok muhtaçtır. Üzerine misk kokuları sürülür. Kendisinden yayılan güzel kokuları alan melekler: “Güzel erkek ruhla, güzel dişi ruha merhabalar olsun. Ey Allah’ım hem bu ruha hem de ait olduğu bedene salat-ü selam olsun” derler. Sonra bunu semâya doğru çıkarırlar. Sayısını Allah’tan başkasının bilmediği melekler ordusu ruhtan yayılan güzel kokuyu alınca ona salat ederler ve Allah’ın huzuruna çıkana kadar her semâ katında karşılaştığı melekler, O’nu salat ve selam ile ağırlarlar. Yüce Allah ruha seslenerek: “Hoşgeldin ey güzel nefis, hoşgeldin ey ruhu taşıyan beden” buyurur. Allahû Teâlâ birşeye merhaba dedi mi herşey mübarek olur, bütün sıkıntılar ondan uzaklaşır. Sonra Yüce Allah ruh için: “Bunu cennete götürün. Cennetteki yerini gösterin. Ona vereceğim nimet ve ikramlarımı ona sunun. Sonra da arza götürün. Çünkü va’det-tim ki ben insanı topraktan yarattım. Ölünce tekrar ona döndüreceğim ve sonunda yine oradan alacağım.” Rasûlullah der ki: “Nefsim yedinde olan Allah’a yemin olsun ki, buradan çıkışı bedeninden ayııhşmdan-çıkışından daha sevimsizdir.” Ruh seslenir: “Nereye götürüyorsunuz beni? Yoksa çıktığım bedene mi? Melekler de: “Böyle yapmakla görevlendirildik, buna razı olmalı-sm” derler. İşte ölünün yıkanıp kefenlenmesi gibi kısa bir zaman içerisinde bunca yerleri gezerek meleklerce ait olduğu bedene yeniden sokulur. Bu hadisten, ruhun beden ve kefene döneceği; bu dönüşün de dünyada ruhun bedenle olan normal ilgisinden, uyku halindeki alakasından ve normal münasebetlerinden farklı olduğu ve dönüşün yalnızca sorguya çekilmek için olduğu anlaşılmaktadır. Şeyhu’l-İslâm [187] der ki: Sorgulama anında ruhun bedene döneceğine mütevâtir sahih hadisler delâlet etmektedir. Ruh olmadan sadece bedenin sorguya çekileceği bazılarınca ifade edilmişse de çoğunluk buna karşı gelmiştir. Buna mukabil bazıları da: “îbni Mürre ve İbni Hazm’ın söylediği ifade edilen, sualin yalnızca ruh için olmasını galat saymaktalar, sahih hadislerin bunu reddettiğini söylemektedirler. Diyorlar ki: “Eğer sorgulama, sadece ruh İçinse ruhun kahirde bulunmasının hiçbir anlamı yoktur.” [188]

KABİR AZABI NEFİSLE BEDENİN İKİSİNE BİRDEN Mİ, YOKSA YALNIZCA NEFSE Mİ, YA DA YALNIZCA BEDENE Mİ?MÜKÂFAT VE AZAPTA NEFİS VE BEDEN ORTAK MI?

Şeyhül İslâm bu soruyu şöyle cevaplamaktadır: “Ehli sünnet ve cemaata Öre mükâfat olsun, azap olsun beden ve nefsin ikisine birden tatbik olunur. Nefis bedensiz mükâfatlandırılır ya da cezalandırılır. Bedenle birlikte azaplandırılır bunda beden nefse ortaktır. Bu durumda mükâfat ve ceza yalnızca ruh için olduğu gibi hem ruha hem de bedene şamil olmuş olurlar, öyleyse ruh

olmadan yalnızca beden için mükâfat ve cezadan bahsedilebilirmi? Cevap mahiyetinde kelama ve hadisçilerden iki rivayet gelmiştir. Ayrıca ehli sünnetle ilgisi olmayan şâz, itibarsız cevaplar da vardır. Mesela: “Mükâfat veya ceza yalnızca ruh içindir. Beden için nimet ve azaptan bahsedilemez.” Bedenin dirilişini inkâr eden felsefecilerin görüşü budur. Bunlar müslüman-ların icmasıyla kâfirdirler. Yine “bedenin dirilişini kabul eden ancak nimet ve azap Berzahta olmaz. Belki kabirlerden kalkarken bunlardan sözedilebi-lir” [189] diyen Mutezile ve çoğu kelâmcımn sözüdür. Bunlar sadece Berzah’ta bedenin ceza görmesini kabul etmemektedirler. Diyorlar ki: “Berzahta mükâfat gören ya da azap gören yalnızca ruhtur. Kıyamet günü gelince beden ruhla birlikte cezalandırılacaktır.” Kelama ve hadisçi birçok müslüman âlimde bu kanaattadır. ibni Hazm ve ibni Mürre’nin görüşleri de bu doğrultudadır. Bu kanaati, şaz üç cevaptan saymamaktayız. Kabir azabını kıyamet gününü, ruh ve bedenlerin dirilişini destekler mahiyette kabul etmekteyiz. Kabir azabıyla ilgili üç görüş vardır: 1- Kabir azabı sadece ruhadır. 2- Ruha ve ruh vasıtasıyla bedenedir. 3- Yalnızca bedenedir. Bu üçüncü görüş, kabir azabını kabul edip ruhu hayat sayan ve bedenin azaplandırılmasıyle kesinlikle ruhun azaplandmlmasını inkâr eden görüşü şaz sayan ikinci görüşe dahil edilebilir. Şaz görüşün üç olduğunu söylemiştik. İkinci şaz görüş: “Ruh tek başına cezalandırılmaz da mükâfatlandmlmazda. Çünkü ruh, hayattan ibarettir” diyen Mutezile ve Kadı Ebû Bekir gibi bazı Eş’arîlerin görüşleridir. İddialarına göre bedenden ayrılan ruh baki kalmaz. Bu batıl iddiayı Ebûl Meâlî Cüveynî ve başkaları reddetmişlerdir. Kitapta, sünnette bedenden ayrılan ruhun baki kalacağı veya mükâfatlandırılacağı yada cezalandırılacağı açıkça bildirilmiştir. Bunlar, ilahiyatçı felsefecilerin bedenlerin dirilişini inkâr etmelerine karşın bedenlerin dirilişini kabul ediyorlar ama bedenler olmaksızın ruhların dirilişini, azaplandırılmasın! ya da mükâfatlandırılmasini inkâr ediyorlar. Her iki grubun görüşleri hatadır, sapıklıktır. Ama yine de felsefecilerin görüşü, kendini müslümanlığa bağlı sayan ya da kendisini marifet, tasavvuf, tahkik ve kelam ehlinden sayan kimselerin görüşlerinden daha da uzaktır. Üçüncü şâz görüş: Büyük kıyamet kopana kadar Berzah’ta nimet ve azaptan bahsedilemez. Bu görüş, bedenden ayrılan ruhun baki kalmayacağını, dolayısıyla beden için nimet ve azaptan bahsedilmeyeceğine binaen kabir azabını ve nimetini inkâr eden Mutezile ve diğerlerinin görüşleridir. Bunlar en azından kıyamet gerçeğini kabul etmekle felsefecilerden daha iyi durumda olmakla birlikte Berzah konusunda delalettedirler. [190]

Bu anlatılan batıl görüşleri kavradıktan sonra selefin görüşünü de bilmelisin: Kişi öldüğü zaman ya nimet içerisinde ya da azap içerisinde bulunur. Nimet ve azap, ruh ve bedene verilir; bedenden ayrılan ruh nimet veya azap içerisinde olur. Bazan da nimet ve azabı ruh bedenle birlikte çekerler. Kıyamet günü ruhlar bedenlerine Allah’ın izniyle döndürülür. O halde bedenlerin dirilişini Müslümanlar, Yahudi ve Hıristiyanlar ortak olarak kabul etmektedirler. [191]

Kabir azabı ve Münker Nekir meleklerinin kişiyi sorgulaması ile ilgili birçok, mütevâtir hadisler vârid olmuştur. Bunlardan biri Sahihayn’da İb-ni Abbas’tan rivayet edilmektedirler. İbni Abbas der ki: Rasûlullah iki kabre uğradı: “Şimdi bunlar azap içerisindedirler; azap olunmalarının nedeni küçük günahlardan sakınmam alandır. Birinci günahları idrardan sakınmamaları, diğeri ise yeryüzünde insanlar arasında laf götürüp getirmeleridir” buyurdu. Sonra eline yaş hurma çubuğu aldı, onu ikiye ayırdıktan sonra birer tane kabirlerin üzerine dikti ve: “Bunlar kuruyana kadar umulur ki gördükleri azap biraz hafifler” [192] buyurdu. Sahîhu’l-Müslim Zeyd b. Sabit’ten şöyle bir haber nakledilir: Rasûlullah, atı üzerinde Neccar oğullarına ait bir üzüm tarlasına girdi. Biz de onunla beraberdik. At bir ara yolunu değiştirince altı tane veya beş veya-hutta dört tane mezar karşısına çıktı. Rasûlullah: “Bu kabirlerde yatanların kim olduğunu bilen var mı?” diye sordu. Adamın biri: “Ben biliyorum” deyince “bunlar ne zaman öldüler?” diye sordu. Adam: “Şirk zamanı, şirk üzere öldüler” deyince Rasûlullah buyurdu ki: “Bunlar şimdi kabirlerinde sorguya çekiliyorlar. Gömülmüş olmasalardıda Allah’a dua edip benim duyduğum gibi siz de çektikleri kabir azabını bir duysaydınız.” Sonra bize yöneldi ve- “Cehennem ateşinden Allah’a sığının” dedi. Biz de: “Cehennem azabından Allah’a sığınırız” dedik. “Kabir azabından Allah’a sığının” dedi. Bizde: «Kabir azabından Allah’a sığınırız’ dedik. “Gizli ve açık fitnelerden Allah’a sığının” dedi. Biz de: “Gizli ve açık fitnelerden Allah’a sığınırız” dedik. Sonunda: “Deccal’m fitnesinden Allah’a sığının” dedi. Biz de: “Deccal’m fitnesinden Allah’a sığınırız” dedik. [193] Sahîhu’l-Müslim ve diğer Sünenlerde Ebû Hüreyre’den Rasûlullah’m söyle dediği rivayet edilir: “Son teşehhüdü bitiren kişi, dört şeyden Allah’a sı-Lnsm: “Cehennemin azabından, kabir azabından, ölü ve dirilerin fitnesinden ve Mesih Deccalin fitnesinden.” [194] Yine Sahîhu’l-MüBİim ve diğerlerinde İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah Kur’ân’dan sûre öğrettiği gibi ashabına şu duayı öğretmiştir: “Allah’ım, cehenemin azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Ölü ve dirilerin fitnesinden sana sığınırım. Mesih Deccal’m fitnesinden sana sığınırım.” [195] es-Sahihayn’da Ebû Eyyûb’dan nakledilir: “Rasûlullah güneş battıktan sonra evinden çıkınca bir ses duydu. Bunun üzerine: “Yahudiler, kabirlerinde azap görüyorlar” [196] buyurdu. es-SahihaynMa Hz. Âişe’den şöyle bir rivayet naklediMr: Hz. Aişe der ki: “Yaşlı Yahudi bir kadın geldi ve “kabirde yatanlar şu arkla kabirlerinde azap çekiyorlar” dedi. Ben de onu yalanladım, içimden hiç doğrulamak geçmedi. Rasûlullah gelince dedim ki: “Ey Allah’ın Raaûlü, Medine yahudilerin-den yaşlı bir kadın geldi, kabirde yatanların şu anda azap çektiklerini söyledi.” Sözlerini dinledikten sonra: “Evet çimdi onlar azap görüyorlar. Onların çığlıklarını bütün hayvanlar duyar” buyurdu. Hz. Âişe anlatıyor: “Bundan sonra Rasûlullah’m her namazdan sonra kabir azabından Allah’a sığındığını gördüm.” [197] İbni Hibban da es-Sahîh’inde Ümmü Mübeşşir’den |unu nakleder: Rasû-lullah: “Kabir azabından Allah’a sığının” diyerek yanıma geldi. Dedimki: “Ey Allah’ın Rasûlü, kabirde de azap var mı?” Rasûlullah: “Şimdi onlar kabirlerinde azap görüyorlar. Çığlıklarını hayvanlar duyar.” [198] Alimlerden bir kısmı der ki: “İşte bu nedenle Mısır ve Şam ahalisinden olan Ubeyd oğullarından Karamita, Nusayri ve îsmailîler gibi hıristiyan, ya-hudi ve münafıkların mezarlarına otla beraber toprak yiyip karınları sancılanan hayvanları götürürlerdi insanlar. Çünkü süvari milletler,

atlarını ya-hudi ve hıristiyanlarm kabirlerine sürerler. At, kabirde azap görünce korkar ve karın hastalığını gideren bir hararete tutulur. Abdulhak İşbilî anlatıyor: İlim ve amel erbabından Fakih Ebû’l-Hakem b. Barhan’ın bana anlattığına göre: “îşbüiyye’nin kuzeyinde bulunan köylerine bir ölü defnederler. Ölüyü mezara koyduktan sonra aralarında konuşurlarken bakarlar ki bir hayvan süratlice kabre koşar, sanki mezarda olup bitenleri duyuyormuş gibi kulağını kabre kor. Sonra süratlice kaçar. Sonra yeniden gelir, yine sanki mezarda olup bitenleri duyuyurmuşcasma kulağını verir, yine kaçar. Aynı işi hayvan defalarca yapar. Ebû’l-Hakenı der ki: “Bu olup bitenleri görünce kabir azabını ve Rasûlullah’ın kabirde yahudilerin hıristiyanlarm azap gördüklerine, azabın şiddetinden attıkları çığlıkları hayvanların duyduğuna dair hadisi aklıma geldi.” Bu hikaye bize anlatıldığında biz Müslim’de Rasûlullah’ın: “Onlar azap çekiyorlar. Çığlıklarını havyanlar duyar” bölümünü okuyorduk. Azap çekenlerin seslerinin duyulması bir gerçektir. Hannad b. Sûra Kitâbu’z-Zühd’de der ki: “Bana Vekî, o da A’meş’ten, o da Bakîk’tçn, o da Hz. Aişe’den nakleder: “Yahudi bir kadın geldi, kabir azabını anlattı da onu yalanladım. Sonra Rasûlullah çıkageldi. Yahudi kadının dediklerini Ona anlatınca buyurdu ki: “Nefsim yedinde bulunan Allah’a yemin olsun ki, onlar kabirlerinde azap görüyorlar. Öyle ki çığlıklarını hayvanlar duyar.” [199] Ben derim ki: Kabir suali ile ilgili olarak es-Sahîhayn ve Sünenlerde Berâ b. Azib’den birçok hadisler gelmiştir. Rasûlullah buyuruyor ki: “Müslüman bir kimse kabirde sorguya çekilirken şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed de Allah’ın Rasûlüdür” derse bu, Allah Teâlâ’mn: “Allah iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözlerinde (kelimeyi ş e ha d eti e rinde) sebat etmeyi ihsan eder” [200] âyetini manalandırmış olur. Bundan önceki âyetlerde [201] ise kabir azabından bahsedilmektedir. Kişiye sorarlar. Rabbin kimdir: “Rabbim Allah, Muhammed de tabi olduğum peygamberdir” deyince Yüce Allah’ın: “Allah, iman edenleri dünya hayatında ve ahirete de o sabit bir söz üzerinde (kelimeyi şehadette) dâim olmalarım ihsan eder” kavli şerifi yerini bulmuş olur. Yukarıdaki hadis sünen ve müsnetlerde uzunca anlatılmıştır. Hadisi Şeriften ruhun bedene iade edileceğini, kabir sıkmasından kemiklerin birbirine geçeceğini ve azabın hem ruha, hem de bedene olacağını anlamaktayız. Berâ b. Âzib hadisinde geçen ruhun alınması, sorguya çekilme, mükâfatlandırılma veya azablandırmaya benzer bir hadisi de Ebû Hureyre nakleder. Hadis Müsned’te ve Ebû Hatim’in es-Sahîh’inde geçmektedir.” Rasûlul-lah buyurur ki: “Ölü, mezara konulduktan sonra evlerine dönen dostlarının ayak seslerini duyar. Ölünün mü’min olması halinde namaz tepesinden, oruç sağından, zekât solundan, sadaka, sıla-i rahim, iyiliği gibi güzel amelleride ayaklarından gelir. Önce tepesinden namaz gelir ve “giriş bu taraftadır” der. Sağından oruç gelir: “Giriş bu taraftandır” der. Sol tarafından zekât gelir: “Giriş bu taraftandır” der. En sonunda da verdiği sadaka, sılayı rahim iyilik ve ihsan da ayaklan tarafından gelir” giriş bu taraftandır” der. Sonra oturması istenir. Güneş gibi parlayarak sonra da batmaya yüz tutarak oturur. Ona sorulur: “Uzun zaman aranızda kalmış şu adam hakkında ne dersin? Ona nasıl şahit olursunuz?” denir. O da: “Bırakın da namazımı kılayım” der. o zaman melekler: “Namaz kılacağını biliyoruz. Sen sorumuza cevap ver. Söyle bakalım beraber olduğunuz şu adam hakkında ne diyorsun?” dediklerinde ölmüş kişi: “O Muhammed’dir. Şehadet ederim ki, O Allah’ın yanından hak üzere gelmiş bir Rasûldür” der. Bunu duyan melekler: “Bu inanç üzere yaşadın, bu inanç üzere öldün, inşallah bu inanç üzere de haşrolacaksın” derler. Cennetin kapılan açılır. Ona denir ki: “İşte burası kalacağın yerdir. Allah sana çok şey hazırlamıştır: Gıpta ve gurur. ” Kabir yetmiş zira’ genişler. İçerisi aydınlanır ve ruhu ait olduğu temiz bedene iade edilir. Onun ruhu cennet ağaçları arasında uçan bir kuştur. Rasûlullah buyuruyor: “Bu durum Yüce Allah’ın: “Allah iman

edenleri dünyada da ahirette de sabit bir söz üzerinde (kelimeyi Şehadet) kalmasını ihsan eder” [202] âyetinin gerçekleşmesidir.” Kâfirin durumunun tam tersine olduğunu anlatır ve “sonra kabri onu öyle daraltır ki kemikleri birbirine geçer. Böyle bir hayatsa Yüce Allah’ın: “Onun için kabirde sıkıntılı bir hayat vardır. Kıyamet günü de kor olarak hasredeceğiz”[203]’ [204] buyurduğu sıkıntılı bir hayattır.” es-Sahihayn’da Hz. Enes’ten, Katâde rivayet ediyor. Rasûlullah der ki [205]: “Ölü kabre konulunca dostları başından ayrılırken o, ayak seslerini duyar iki melek gelir ve ona sorarlar: “Muhammed halanda ne diyorsn Ölü mü’minse: “Şehadet ederim ki O, Allah’ın kulu ve Rasûlüdur” der denir ki: “Bak, şurası senin cehennemdeki yerindi. Sonra Allah seni cenn^ lik yaptı.” Rasûlulah: “Mü’min ölünün cehennemdeki yerini de sonra Al lah’m verdiği cennetteki yerini de göreceğini bildirmiştir. Katâde der ki- “Bize anlatıldığına göre bu kimsenin kabri yetmişe yetmiş zira’ genişletilir v*” şillendirilerek kıyamete kadar burada kalır.” Bu fazlalığı anlattıktan son Katâde, Enes hadisine döner. “O iki melek eğer ölü kâfir ya da münanksa “T adam hakkında ne diyorsun?” diye sorarlar. Kâfir ya da münafik: “Bilmiy mm, insanların Onun hakkında söylediklerini söylüyorum” deyince “demek bilmiyorsun” derler ve boynuna cehennemin demir topunu öyle vururlar ki adamın attığı çığlığı, insanlar ve cinler dışında bütün canlılar duyar. Ebû Hatim es-Sahih’inde Ebû Hureyre’den nakleder: Ebû Hureyre anlatıyor: Rasûlullah dedi ki: “Sizden biri kabre konunca, birine Münker diğerine Nekir denilen siyah ve mavi yüzlü iki melek gelir. Adama sorarlar: “Mu. hammed hakkında ne diyorsun? Adam da diyeceğini der. Eğer kişi mü’minse: “O, Allah’ın kulu ve Rasûlüdur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed de O’nun kulu ve Rasûlüdur” der. Bunu duyan melekler: “Senin böyle diyeceğini bilmiyorduk” derler. Sonra kabri yetmişe yetmiş zira genişletilir. İçerisi aydınlatıldıktan sonra “uyu” denir. Adam der ki: “Bırakın da evime, malıma döneyim. Başıma gelenleri onlara anlatayım” der. O zaman melekler: “Yakınlarından en sevdiği kişiden başkasımn uyandıramadığı yeni damat gibi sen de Allah kaldırana kadar uyu” derler. Eğer münafık biriyse: “Gerçekte bilmiyorum. Sadece insanların Onun hakkında söylediklerini duydum, be de duyduğumu söyleyebilirim” der. “Senin böyle söyleyeceğini biliyorduk” der Melekler. Sonra arza adamı sıkması söylenir. Arz öyle daralır ki adamın kemikleri birbirine girer, kıyamet günü Allah haşredene kadar bu azabı çeker durur.” [206] Bu hadiste bedenin de azap göreceği daha açıktır. Ebû Hureyre Rasûlullah’tan şunu nakleder: “Mü’min biri Öleceği vakit melekler ipek bir kumaş getirirler. Ruha seslenerek: “Ey hoş, güzel ruh! Neşeyle, güzel kokuyla, öfkesiz bir Rabbin izniyle sen O’ndan O da senden razı olarak çık.” derler. Ruh bedenden ayrılınca üzerinden etrafa yayılan misk gibi kokuyla elden ele semâmn kapısına kadar getirirler. Bu güzel kokuyu hisseden melekler: ‘”Yeryüzünden getirdiğiniz bu koku ne de güzel bir kokuy-muş” diyerek taltif ederler. Oradan da mü’min ruhların arasına katarlar. Mü’min bir ruhun kendilerine kavuştuğunu gören bu ruhlar gurbetten gelen dostunuza sevindiğinizden daha çok sevinirler. “Fülanca ne yaptı, falanca ne yaptı?” diye sorarlar, ama melekler: “Onu bırakın da biraz rahat etsin, dünya kederini bir tarafa atsın” derler. Gelen bu mü’min ruh: “Sorduğunuz kişi size gelmişti” deyince diğer ruhlar: “Buraya gelmediğine göre o, cehenne-demektir” derler. Yok eğer ölüm döşeğinde yatan kâfir biriyse meıı rinde çulla gelirler. Ruha seslenerek: “Allah’ın azabı üzerine olasıderler. Bedenden ayrılan ruhtan yayılan leş kokusuyla arzın kafdünya semâsına) kadar getirirler. Pis kokusundan tiksinen melek- ne kadar da pis kokan bir ruhmuş” [207] derler. Oradan da kâfirlerintuı a katarlar.” [208] Bu hadisi, Nesâî Bezzar rivayet etmiştir. Müslim ise^nhtasaran rivayet etmiştir. Hatim es-Sahîh’inde Rasûlullah’tan nakleder: “Mü’minin ölümü ki anca rahmet melekleri gelir, ruhunu beyaz ipek bir bez parçasının içene koyarak onu semâya çıkarırlar. Mü’min ruhtan yayılan kokuyu alan nS,|ar “Bundan daha hoş kokan bir koku bilmiyoruz” derler. Ona: “Fülan ^am ne yaptı, fülan kadın ne yaptı?” diye sorarlar. Melekler müdahale ede-ek- “Bırakın da biraz

dinlensin. Arkadaşınızın üzerinde dünya gamı var” derler. Kâfirin ruhu alınınca da onu arza götürürler. Arz görevlileri: “Bundan daha pis kokan bir koku görmedik” derler. Oradanda yerin en altına atılır.” [209] ; .. Nesâî, es-Sünen’inde; Abdullah b. Ömer’den Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Onun ölümüyle arş sallandı, semâ kapıları açıldı. Cenazesine yetmiş bin melek katıldı. Yine de kabir onu iyice sıktıktan sonra kurtul du.” [210] Nesâî der ki: “Bu kimse Sa’d b. Muaz’dır.” Hz. Âişe’den de Rasûlullah’ın: “Kabir sıkar. Kabir sıkmasından biri kurtulacak olsaydı o Sa’d b. Muaz [211] olurdu” buyurduğunu e hadisinden nakleder. Hennad b Sürâ Muhammed b. Fuda^dan o da babasından o da İbni Ebî Melîke’den Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Kabir sıkmasından ne dünya ve dünyadakilerden daha hayırlı mendili olan Sa’d b. Muaz, ne de bir başkası kurtulabilmiştir.” [212] Abede, Ubeydullah b. Ömer’den o da Nafi’den şöyle dediğini nakl der: “Anlatıldığına göre Sa’d b. Muaz’ın cenazesine yetmiş bin melek kat T mış ama hiçbirisi yere inmemiş. Bana Rasûlullah’ın: “Arkadaşınızı bile t bir öyle bir sıktı ki” dediği nakledildi.” [213] Ali b. Mabed Ubeydullah’tan, o da Zeyd b. Enîse’den, o da Cabir’den 0 d Nafi’den şöyle dediğini nakleder: “Ebû Ubeyd’in kızı Abdullah b. Ömer’in d^ karısı Safiyye korkarak geldi: “Sana ne oldu?” dedik. Safîyye de: “Rasûln]ah’m hanımlarından birinin yanından geliyorum. Rasûlullah’ın şöyle

İbni Kayyim El Cevziyye kimdir? İbni Kayyim El Cevziyye kitapları ve sözleri

Arap tefsir ve fıkıh bilgini İbni Kayyim El Cevziyye hayatı araştırılıyor. Peki İbni Kayyim El Cevziyye kimdir? İbni Kayyim El Cevziyye aslen nerelidir? İbni Kayyim El Cevziyye ne zaman, nerede doğdu? İbni Kayyim El Cevziyye hayatta mı? İşte İbni Kayyim El Cevziyye hayatı. İbni Kayyim El Cevziyye yaşıyor mu? İbni Kayyim El Cevziyye ne zaman, nerede öldü?

07 Mart 2022 02:00 BİYOGRAFİ

Arap tefsir ve fıkıh bilgini İbni Kayyim El Cevziyye edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında İbni Kayyim El Cevziyye hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. İbni Kayyim El Cevziyye hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte İbni Kayyim El Cevziyye hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları.

Tam / Gerçek Adı: İbn Kayyim el-Cevziyye, İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye

Doğum Tarihi: 29 Ocak 1292

Doğum Yeri: Şam

Ölüm Tarihi: 23 Eylül 1350

Ölüm Yeri: Şam

İbni Kayyim El Cevziyye kimdir?

Künyesiyle beraber tam adı ‘Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımaşkī el-Hanbelî’ olup düşünce ve çalışmaları Hanbeli mezhebi odaklı olmuştur.

7 Safer 691 (29 Ocak 1292) tarihinde Dımaşk (Şam) şehrinde doğdu. Babası Ebu Bekir, Cevziyye Medresesi’nde kayyım olduğu için İslam literatüründe adı daha çok ‘İbnü’l-Kayyim’ (kayyımın oğlu) olarak anılmıştır.

İlk eğitimini babasından aldı. Daha sonrasında ise Şam medreselerinin büyük alimlerinin derslerine katıldı. Bunlar arasında, fıkıh alanında ders aldığı İbn Teymiyye en tanınmış hocalarındandır.

Daha sonraları Cevziyye Medresesi’nde imamlık ve 1336 yılından sonra da hatiplik yaptı. 1342 yılından ölümüne kadar da Sadriyye Medresesi’nde ders verdi.

Yakın ilişki içinde olduğu hocası İbn Teymiyye’nin devrin Memluk sultanları ile arası iyi olmadığı için o da siyasi takipten kurtulamadı ve birkaç defa hapsedilmiştir. 1331 yılında hac için Şam’dan ayrılmış, 13 Receb 751’de (16 Eylül 1350) yılında doğum yeri olan Şam’da ölmüştür. Mezarı aynı şehirdeki Bâbüssagir Mezarlığı’ndadır.

Medaricü’s-Salikin (3 cilt)

Tariku’l Hicreteyn ve Babu’s- Saadeteyn

İ’lamu’l- Muvakkiin (4 cilt)

İctimaü’l- Cuyüşi’l- İslamiyye

et-Turuku’l Hükmiyye fi’s- Siyaseti’ş Şerriyye

Tuhfetü’l -Mevdud fi Ahkami’l- Mevlüd

Ahkamü ehli’z- Zimme

Miftahü Dari’s- Saade

es-Savaikü’l- Mürsele fi’r- Reddi Ale’l Cehmiyye vel Muattıla

el-Vabilu’s- Sayyib Mine’l- Kelimit- Tayyib

Zadü’l- Mead Fi Hedyi Hayri’l- İbad

el-Cevabü’l- Kafi ve’d- Dai ve’d- Deva

El-Fevaidü’l-Müşevvik ila Ulumil-Kur’an

et-Tıbyan fi Aksami’l-Kur’an

İbni Kayyim El Cevziyye Kitapları – Eserleri

  • Nefis Terbiyesi
  • Kalbin İlacı
  • Sabredenler ve Şükredenler
  • Zikir ve Zikrin Faziletleri
  • Bir Günahın Yetmiş Zararı
  • Allah Sevgisi
  • Peygamberimizin Abdest Alma ve Namaz Kılma Şekli
  • Aşıklar Kitabı
  • Tıbbu’n Nebevi
  • El-Fevaid
  • Tehlikeli Tuzaklar
  • Zadul Mead 1. Cilt
  • Namazdaki Hikmetler
  • Tebük Risalesi
  • Vesveseden Nasıl Kurtulabilirim? – 1
  • Cennetin Tasviri
  • Dua ve Yaşam
  • Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları
  • Hz. Peygamberin Hayatı
  • Fıkhu’s Siyre
  • Zadul Mead 2. Cilt
  • Kitabu’r-Ruh
  • Rahmet Yağmurları
  • Zekiler Kitabı
  • Medaricu’s-Salikin
  • Kur’an ve Sünnete Göre Çocuk Ahkamı
  • Vesveseden Nasıl Kurtulabilirim 2
  • Zadul Mead 3. Cilt
  • Günahlardan Nasıl Korunabilirim – 1
  • Kalp Hastalıkları ve Tedavi Yolları
  • Zadul Mead 6. Cilt
  • Zadul Mead 5. Cilt
  • Zadul Mead 4. Cilt
  • İki Hicret Yolu
  • Fatiha Suresi Tefsiri
  • Kur’an ve Sünnette Tartışma ve Yöntem
  • Kaza ve Kader
  • Günahlardan Nasıl Korunabilirim?
  • Ed Dau ved Deva (Kalbin İlacı)
  • Peygamberimize Sorulan İlginç Sorular
  • Mevzu Hadisleri Sahihlerden Ayıklama Rehberi
  • Şeytanın Tuzakları ve Kurtulma Yolları
  • Kur’an’daki Misaller
  • Zadu’l Mead Muhtasar
  • Sevgi
  • Taklit Risalesi
  • 4. Delil Kıyas
  • Sevenlerin Bahçesi – Aşka ve Aşıklara Dair
  • Salavatın 40 Fazilet Ve Faydası
  • Esmaü’l-Hüsna
  • Medaricu’s Salikin 1. Cilt
  • Allah Katında Fakirlik Ve Zenginlik
  • Zadu’l Mead Fi Hayri’l-İbad
  • Saadet Yurdunun Anahtarı
  • Muattıla ve Cehmiyye’ye Karşı Savaşta İslam Ordularının Toplanması
  • Namaz ile İlgili Meseleler
  • Şifau’l-Alil: Fi Mesaili-Kada ve’l-Kader ve’l-Hikme ve’t-Ta’lil
  • Resulullah Efendimizin Fetvaları
  • İ’lamü’l Muvakkı’in
  • Kur’an ve Sünnette Cennet ve Huriler
  • Sabredenlerin Hazırlığı Şükredenlerin Azığı
  • Miftahu Dari’s-Saade
  • İbn Kayyim Tefsiri – Bedai’ut Tefsir
  • Medaricu’s Salikin 2. Cilt
  • Kulluk ve Hakikati
  • Er Ruh-الروح
  • Medaricu’s Salikin 3. Cilt
  • AI-Fawaid: A Collection of Wise Sayings
  • İbn Kayyım Külliyatı’ndan Seçmeler 2 Cilt
  • The Disease And The Cure

İbni Kayyim El Cevziyye Alıntıları – Sözleri

  • Allahu Teâlâ, davetin merhalelerini insanların durumlarına göre (farklı) kılmıştır: Bunlardan biri, davete icabet eden, delilleri kabul eden, hakka karşı çıkmayan ve hikmete uyup, inat etmeyen kimsedir. Diğeri, kendisinde biraz gaflet ve şaşkınlık bulunan kimsedir ki, güzel öğüde davet edilir. Öyle ki bu, uyarma ve müjdeleme konusu ile alakalı olarak ya kendisine emredilmesi ya da nehyedilmesi biçiminde olur. Öbürü de inat besleyen ve tartışan kimsedir. Bununla da en güzel biçimde (yine) mücadele edilir (suiistimal edilmediği sürece). (Kur’an ve Sünnette Tartışma ve Yöntem)
  • İbn-i kayyim rahimehullah derki: Namaz: rızka sebep olur, sağlığı korur, eziyeti uzaklaştırır, hastalıkları yok eder, kalbi güçlendirir, yüzü beyazlaştırır, nefsi ferahlatır, tembelliği götürür. (Zadul Mead 1. Cilt)
  • Kalp, Allah’ı birlemekten, O’nu sevmek ten, O’nu tanımaktan, O’nun zikrinden ve O’na dua etmekten uzak kalınca kurur. Ardından ona kötü isteklerin sıcaklığı, nefsin azgınlık ateşi arız olur. Bundan dolayı sen o beden organlarının dallarını kendine doğru çekince esnemez ve kırılır. Artık bu ağaç ve beden, ateşten başka bir yerde kullanılmaya uygun olmaz. “Allah’ın zikrinden yana kalpleri katı olanların (Allah anıldığı hâlde kalpleri yumuşamayanların) vay hâline! Bunlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler.” Zümer, 22 (Namazdaki Hikmetler)
  • Derhal harekete geç, miskin miskin oturma ! Kadere teslim olup kalma, zuhûrata uyup yerinde sayma ! (Vesveseden Nasıl Kurtulabilirim? – 1)
  • Ariflerden birinin cebinde bir kağıt parçası vardı, her zaman ona bakardı. Onda “Rabbinin hükmüne sabret.Çünkü sen bizim nezaretimizdesin. ” (Tur /48) ayeti kerimesi yazılıydı. (Sabredenler ve Şükredenler)
  • Kıskançlıkları şiddetlenen yaratıkların çoğu, özür dileyenin özrünü kabul etmeksizin kıskançlığın şiddetiyle çabucak intikam almaya ve cezalandırmaya yönelirler. Hatta kişi yaptığı işte mazeretli olduğu halde, kıskançlığın şiddeti yüzünden mazeretini kabule yanaşmaz. (Günahlardan Nasıl Korunabilirim – 1)
  • “Tevekkül, Rabbin kula kâfi gelmesini kalbin bilmesidir.” (Medaricu’s-Salikin)
  • “En güzel göz ise Ela gözdür.” (Zekiler Kitabı)
  • Nefis hak ile meşgul olmazsa batıl onu meşgul eder. Kalp de böyledir. Eğer bir kalpte Allah sevgisi iskân etmemişse kesinlikle oraya mahlûkun sevgisi iskân eder. (Rahmet Yağmurları)
  • Hz Aişe anlatıyor “Bir gece Hz Peygamberi bulamadım. Diğer hanımlarının yanına gittiğini sandım. Bu yüzden gizlice aramaya başladım. Baktım ki rükû veya secde halinde şöyle söylüyor “Sübhanekellahumme vebihamdike, la ilahe illa ente” O zaman kendisine “Annem ve babam sana feda olsun. Ben ne düşündüm, sen ne yapıyorsun?” dedim. (Peygamberimizin Abdest Alma ve Namaz Kılma Şekli)
  • Yanlışını o an için ört. Cezasını yalnız kaldığınız vakit ver. (Zekiler Kitabı)
  • Bunlardan başka kalbe iki hastalık daha arız olur. Kul bu iki hastalığı idrak edemezse, bunlar onu felakete götürür. Bunlar riya ve kibirdir. Riyanın devası “Yalnız sana taparız”, Kibrin ilacı “Yalnız senden yardım dileriz” dir. (Medaricu’s Salikin 1. Cilt)
  • ‘Selamette kalmak ne kadar zordur. Helak olmak da o kadar kolaydır.’ (Bir Günahın Yetmiş Zararı)
  • Bazı alimler şöyle demiştir;”Akıllı insanların,peşinde koşup duydukları şeye baktım ve elde etmede izledikleri yollar farklı olsa da hepsinin bir tek arzusu olduğunu gördüm:Hepside gam ve kederi kendilerinden uzak tutma peşindeler.Kimisi yiyip içerek, kimisi ticaretle uğraşıp para kazanarak ,kimisi evlenerek, kimisi müzik ve şarkı dinleyerek kimiside oyun ve eğlenceyle bunu gerçekleştirmeye çalışıyor.Ben de kendi kendime şöyle dedim :Akıllı olan bu kişilerin arzusu belli fakat izledikleri yol değil,hatta tam aksi sonuçlara ulaştıracak bir yol.Ben Allah’a yönelmekten, O’nunla muhatap olmaktan ve O’nun memnuniyetini her şeye tercih etmek dışında, gam ve kederden uzaklaştıran bir yol bulamadım.” (Allah Sevgisi)
  • Kuşkusuz Allah’ın affı, mağfireti ve rahmeti olmadan kurtuluşa ermek mümkün değildir. (Nefis Terbiyesi)
  • Kalbini aşkın hangi tarafına istersen çevir, Seven için ancak ilk sevdiği vardır. (Tebük Risalesi)
  • “Nefsini hak ile meşgul etmezsen, o seni batıl ile oyalar” (Kalbin İlacı)
  • Dört şey aklı artırır: Lüzumsuz sözleri bırakmak, Misvak kullanmak, İyi insanlarla düşüp kalkmak, Alimlerin meclislerinde bulunmak. (Tıbbu’n Nebevi)
  • “Yemin olsun, (iyiliklerle) birbiri peşinden gönderilenlere; şiddetle ederek( zararlıları) savunup atanlara; (hakikat ve hayırları) yaydıkça yayanlara; (Hak ile batılı) birbirinden iyice ayıranlara; (Allah’a yönelenleri) artırmak, (kötüleri) sakındırmak için öğüt telkin edenlere” El-Mürselât 1-6 (Allah Sevgisi)
  • Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor: “Ben malı, namaz kılınması için, zekat verilmesi için indirdim. Âdemoğlu’nun bir vadi dolusu malı olsa, Allah’tan ikinci bir vadi dolusu mal ister; ikinci vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadi dolusu mal ister. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey doldurmaz.” (Sabredenler ve Şükredenler)

İBN-İ KAYYIM EL-CEVZİYYE

2 İÇİNDEKİLER Sevginin En Üst Mertebesi:Kulluk Sevgi Çeşitleri En Yükseği Tercih En Faydalıyı Seçmek Sevilenlerin Kısımları Sevgi Her Eylemin (Fiilin) Esasını Teşkil Eder Kelime-i Tevhid Kelime-i Tevhid’in Ruhu İyi Sevgi, Kötü Sevgi Her Ef’al (fiiller) Ve Harekâtın Mebdei (Aslı,Temeli) Sevgi Ve İradedir Hakiki Sevgi Ancak Allah’a Beslenir Sevginin Etkileri; Meyvaları Sevgi Her Dinin Temelidir Din Kavramı Din İki Kısımdır Ve Tamamiyle Yalnız Allah’a Aittir Görüntülere Aşık Olmak; Dünyevî Aşk Homoseksüel Aşk Aşk Nevileri Aşkın İlâcı

3 Aşkın Zararları Aşkın Dereceleri Faydalı Sevgi Zevkin Zirvesini Yaşamak Sevilenin ve Sevginin Mükemmel Olmasına Bağlıdır Allah’ı Görmek Yerilemeyecek Sevgi Eş Sevgisi Cinsî Sevginin Çeşitleri İnsanlar Aşkta Üç Çeşittirler 3

4 بسم الله الرحمن الرحیم Kulluğun Özelliği ve Sevginin Katmanları Kulluğun özelliği boyun eğme, sevilen önünde zelil olmadır. Her kim bir şey veya kimseyi sever ve ona boyun eğerse kalbi ona kulluk etmiş, onu ilâh edinmiştir. Hatta “kulluk” sevginin derecelerinden bir derecedir. Ona “teteyyüm” (sevgisinden kul köle olmak) de denir. Sevginin ilk basamağına “Alaqa”, yani bağlanma adı verilir. Böyle denmesi, sevenin sevgiliye bağlanmasından dolayıdır. Şair der ki: Leylâya bağlandım, o büyüleyici bir kadın. Göğsünden dolayı akranları küçücük kalmış onun yanında. Sonra “Sabâbe” (kuvvetli sevgi) gelir. Böyle isimlendirilmesi kalbin sevgiliye eriyip dökülmesinden (insıbâb) dolayıdır. Şair şöyle der: 4

5 Sevgililer sahabeden dert yanıyorlar. Keşke onların yaşadıklarını tek başıma ben yaşasam Sevgi lezzetinin tümü kalbimin olsa Ve benden önce de sonra da hiç kimse onunla karşılaşmasa. Sonra “Ğarâm” (aşırı tutkunluk) gelir. Böyle isimlendirilmesi sevginin kalpten hiç ayrılmaması, onu tutunup kalması nedeniyledir. Alacaklı da, borçluyu sürekli sıkıştırdığından ve ondan ayrılmadığından “Ğarîm” diye isimlendirilmiştir. Yüce Allah’ın: “O’nun (cehennemin) azabı, ğaram (ara vermeyen devamlı bir işkence)dir.” (Furkân, 65) buyruğunda geçen “Ğarâm” da ondaki bu “devamlılık, ayrılmazlık” anlamından dolayı böyle isimlendirilmiştir. Bu kelime sevgide son zamanlarda çok kullanılmıştır, ancak eski Arapların şiirlerinde az bulunmaktadır. Sonra “ışq” (aşk) gelir. Bu anormal, ve aşırı sevgidir. O yüzden Yüce Allah bununla nitelendirilmez hakkında bu söylenmez. 5

6 Sonra da “şevk” gelir. Bu kalbin sevgiliye hızla yol almasıdır. Allah (c.c.) hakkında kullanımı Ahmed b. Hanbel’in Ammar b. Yasir’den naklettiği hadiste geçmektedir. Ona göre Ammar kısa süren bir namaz kıldı. Ona bunun sebebi sorulduğunda şöyle dedi: Ben onda Rasûlullah’ın etmekte olduğu şu duayı okudum: “Allah’ım senden gayb bilgin ve yaratıkların üzerindeki kudretinle istiyorum ki yaşam benim için hayırlıysa beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa beni öldür. Allahım! Senden görünür görünmez (her yer)de senden korkmayı, öfkeli ve sakin halde hak sözü söylemeyi, fakir ve zengin iken itidalli olmayı istiyorum. Senden bitmeyen nimetler istiyorum. Senden bitmeyen mutluluk istiyorum. Senden ölüm sonrasında iyi yaşam istiyorum. Senden yüzüne bakmak istiyorum, senden hiçbir zarar ve yoldan çıkarıcı fitne olmadan seninle buluşma iştiyakını (kalbime koymanı) istiyorum. Allahım! bizi iman süsüyle süsle ve bizi doğru yola iletilenlerden ve o yolu tutmuşlardan eyle.” Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: “Müttakîlerin bana olan iştiyakları arttı. Benim onlarla buluşma iştiyakım ise daha çoktur.” Bu Rasûlullah’ın: 6

7 “Her kim Allah’la buluşmayı arzularsa Allah da onunla buluşmayı arzular” hadisiyle ifade ettiği anlamın ta kendisidir. Bir basiret ehli insan Yüce Allah’ın: “Kim, bir gün Allah’ın huzuruna çıkacağını ümid ediyorsa, Allah’ın belirlediği sürenin sonu elbette gelecektir.” (Ankebût, 5) buyruğu hakkında şunları söyler: Yüce Allah dostlarının kendisiyle buluşmaya, O’na kavuşmaya olan iştiyaklarını, O’nunla buluşmadıkları sürece kalplerinin durulmayacağını bildiğinden dolayı onlara bir buluşma süresi ve randevu belirledi. Onların içleri bununla sakinleşir, bununla yerinde durur. Mutlak anlamda en hoş ve en zevkli yaşam (Allah’ı) sevenlerin, iştiyak duyanların, ünsiyet bulanların yaşamıdır. Gerçek yaşam onların yaşamıdır. Kalp için ondan daha hoş, güzel ve zevkli bir yaşam yoktur. Yüce Allah’ın: “Erkek ve kadından her kim mü’min olarak salih amel işlerse muhakkak ona dünyada hoş bir hayat yaşatırız.” (Nahl, 97) buyruğundaki hoş hayat da budur işte. 7

8 Ondan kasıt mü’minlerle kâfirler, iyilerle kötüler arasında müşterek olan hayat ve yeme, içme, giyme ve evlenme vs.nin hoş olması değildir. Bilakis bu hususlarda Allah düşmanları Allah dostlarından fazla şeylere sahiptirler. Yüce Allah, her salih amel işleyen kişiye hoş bir hayat yaşattıracağına garanti vermiştir. O vaadinden dönmez, sözüne sadıktır. Tüm dert ve çabası Allah’ı hoşnut etme olan ve başka hiç bir derdi bulunmayan, kalbi darmadağınık olmayıp, aksine Allah’a yönelen, her bir vadiye yayılmış darmadağınık düşünce ve niyetleri Allah’da toplanmış, sevgisi, zikri ve buluşma aşk ve şevki en yüce sevgiliye olan, O’nunla ünsiyet bulup yalnızlığı giden, tüm derdi, kederi, niyeti, kalbindeki her düşünce ve kasdı onun etrafında dönen kimseden daha hoş bir yaşama kim sahiptir? O sussa Allah’la susar, işitse O’nunla işitir, görse O’nunla görür. Tutması O’nunla, yürümesi O’nunla, durması O’nunladır. O’nunla dirilir, emriyle ölür ve tekrar dirilişi O’nunla olur. Nitekim Sahîh-i Buhârî’de geçen kudsî bir hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: “Kulum bana farz kıldığım şeyleri edâ etme gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Kulum daha sonra nafilelerle bana 8

9 yaklaşmaya devam eder, sonunda onu severim. Onu sevince de onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Artık sadece benimle işitir, benimle görür, benimle yürür. Yemin ederim ki benden isteyecek olsa ona veririm, bir şeyden sığınsa onu korurum. Ben yapacağım hiçbir şeyde, ölmek istemeyen mü’min kulumun canını alma kadar tereddüt etmem. Ona kötülük yapmak istemem, ama o iş olmak zorundadır.” Bu kudsî hadis-i şerifki onun anlamını ve muradım katı kalpli, kaba tabiatlı kişinin anlaması imkânsızdır- Yüce Allah’ın sevgisini kazanmanın yolunu ikiyle sınırlandırmıştır: Farzlarını edâ etmek, nafilelerle O’na yaklaşmak. Yüce Allah kendisine yaklaşanların işledikleri en iyi amellerin farzlar, sonra da nafileler (sünnetler vs.) olduğunu, sevenin nafileler işleye işleye Allah’ın sevgili kulu haline geldiğini, haber vermiştir. Allah tarafından sevilince kendisinin önceki Allah sevgisi daha da artar ve bu sevgi kalbini sevgili dışında şeyleri düşünmekten, onlarla ilgilenmekten alıkor. Bu sevgi tüm ruhunu ele geçirir ve onda sevgiliden gayrisine hiç-biryer kalmaz. Sevgiliyi anmak, sevmek onun için en yüce şey haline gelir. Kalbinin dizginlerini elinde ve ruhu 9

10 üzerinde hükümran olur. Tüm sevgi güçlerini onda toplamış ve yoğunlaştırmıştır. Şüphesiz bu seven işittiğinde sevdiğiyle işitir, gördüğünde onunla görür, tuttuğunda onunla tutar, yürüdüğünde onunla yürür. O daima kalbindedir, onunla birliktedir. Onun arkadaşı ve dostudur. Hadiste geçen “bâ” edatı beraberlik, arkadaşlık ifade eder. Bu eşsiz benzersiz bir arkadaşlıktır. Soyut olarak anlatılmakla idrak edilmez. Mesele bilgi değil hâlle ilgili bir husustur. Bir şair şöyle der: Hayalin gözümde, sânın dilimde. Köşkün kalbimde. Nereye kaybolacaksın? Diğeri şöyle der: İşin garibi ben onlara özlem duyuyorum. Karşılaştıklarıma soruyorum. Oysa onlar hep benim kalbimde Gözlerim arıyor onları, halbuki göz bebeğimdeler Kalbim özlüyor onları, oysa sinemdeler. Şu şiir daha da zarif: 10

11 “Kaybolup gittin” desem kalbim beni doğrulamıyor, Çünkü sen onda bir sır gibi kaldın, hiçbir yere ayrılmadın. Yok “bitmedin hep yanımdaydın” desem. Bu kez gözüm diyecek “yalansın” diye. İşte böyle. Doğru ile yalan arasında şaşkın kaldım. Sevene sevdiği kadar yakın hiç kimse yoktur. Bazen sevgi onda öylesine yer eder ki kendinden de yakın olur, kendini unutur, onu unutmaz. Şairin dediği gibi: Onu zihnimden silmek istiyorum ama Her gece boyunca gözüm gözüküyor. Diğeri şöyle der: Kalpten sizi unutması içinden çıkarması isteniyor. Ancak tabiatım onu (kalpten) taşıyanlara karşı koyuyor. Hadiste, kulak, göz, el ve ayak zikredilmiştir. Çünkü bu âzâlar idrak etme ve yapma aletleridirler. Göz ve kulak kalbe arzulama ve isteme duygularını, sevgi ve nefret hislerini celbederler. Sonra el ve ayak kullanılır. Kul Allah’la işitip O’nunla görünce idrak edici azaları korumada olur. Bir düşün; kulak, göz, el ve ayak zikredilmek suretiyle nasıl dile gerek bırakılmamıştır? 11

12 Zira işitme bazen isteyerek bazen istemeden olur. Bakma da bazen aniden olur. Kulun onlarsız edemeyeceği el ve ayağın hareketleri de öyle. Peki sadece kasden, isteyerek hareket ettirilen, kulun sadece emrolunduğu hususta kullanabileceği dile ne demeli? Ayrıca dilin kalpten etkilenişi diğer azaların etkilenişinden daha fazladır. Çünkü dil kalbin tercümanı ve elçisidir. Düşün; Yüce Allah nasıl “Onun işittiği kulağı, onun gördüğü gözü, onun tuttuğu eli, onun yürüdüğü ayağı olurum” diyerek kişinin işitmesinde, görmesinde, tutmasında ve yürümesinde Allah’ın onunla birlikte olduğunu beyan etti. Bir düşün; acaba neden “Benim için işitir, benim için görür” demedi de “Benimle işitir, benimle görür” dedi? (ilki lâm edatlı, ikinci bâ edatlıdır.) Bazıları burada birincisinin daha uygun olduğunu düşünebilir. Zira lâm buradaki gayeye, bunların Allah için yapıldığını ifade etmeye daha yakındır. Bunların Allah için yapılması ise Allah’la yapılmasından daha özel bir anlamdır. Fakat bu yanlıştır, vehimdir. Çünkü buradaki bâ edatı sadece yardım alma anlamında değildir. Zira müttakîlerin de günahkârların da hareketleri ve idrakleri hep Allah’ın izniyledir. 12

13 Bilakis buradaki bâ edatı “birliktelik, arkadaşlık” anlamındadır. Yani: Onun işitmesinde, görmesinde, tutmasında ve yürümesinde ben hep onun arkadaşıyımdır, sürekli yanındayımdır. Şu kudsi hadiste ifade edildiiği gibi: “Kulum beni andığı ve dudakları benimle hareket ettiği sürece ben kulumla birlikte olurum.” İşte şu âyet ve hadislerdeki “özel anlamda birliktelik” de budur; “Üzülme; şüphesiz Allah bizimledir” (Tevbe, 40) Peygamber Hz. Ebû Bekir’e, şöyle demişti: “Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne düşünürsün?” “Şüphesiz Allah, hakikaten iyilerle (muhsinler) beraberdir” (Ankebût, 69) “Muhakkak Allah müttakilerle ve iyilerle beraberdir.” (Nahl, 128). “Sabret, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46) 13

14 “(Musa dedi ki): Hayır, beraberimde Rabb’im var, o bana yolu gösterecek” (Şuarâ, 62) “(Allah Musa ve Harun’a şöyle dedi: ) Şüphesiz ben ikinizle birlikteyim, işitirim, görürüm.” (Tâhâ, 46) Bu birliktelik manasını lâm değil bâ harfi ifade eder. Kulun ihlası sabrı, tevekkülü ve kulluk makamlarına ulaşması ancak bu “arkadaşlık bâ” sı ve bu “birliktelik” ile mümkündür. Kul ne vakit Allah’la birlikte olursa zorlukları ona kolay gelir, hakkındaki tehlike ve korkular alt üst olur. Her zorluk Allah’la kolaylaşır, her güçlük O’nunla yenilir, her uzak O’nunla yakın olur. Keder, hüzün ve dertler sırf Allah’la ortadan kalkar. Allah’la beraber hiçbir gam, keder ve hüzün yoktur. Ancak hadisteki “beraberlik bâ” sının anlamı yitirildiğinde kalbi balık gibi olur: hoplar. Suyu terkettiğinde, oraya tekrar dönene kadar, sıçrar, Kuldan Rabbine karşı sevgide insicam meydana gelince, Rabb’i ona ihtiyaçlarını görme hususunda uyum gösterdi ve şöyle dedi: 14

15 “Andolsun ki benden bir şey istese mutlaka ona verir, bir şeyden bana sığınsa kesinlikle onu himayem altına alırım.” Yani: O, emirlerime uymak, sevgime yakınlaşmak suretiyle benim muradıma ve isteğime uyduğu gibi, ben de, yapmamı istediği hususlarda onun istek ve korkularında muradına uygun hareket ederim. Bu çift taraflı uyum o kadar güçlenir ki, ölümü istemediğinden dolayı Allah kulunun canını almakta tereddüt eder. Yüce Rabb kulunun hoşlanmadığından hoşlanmaz ve ona kötülük yapmak istemez. Bu yönden onu öldürmek istemez. Fakat öldürülmesi onun yararınadır. Çünkü Allah kulunu diriltmek için öldürür, sıhhat vermek için hasta eder, zengin etmek için fakir yapar, vermek için engeller. Babasının sulbündeyken cennetten çıkartılması da ona daha güzel bir hâl üzere dönmesi içindi. Allah, kulunun babasına “Buradan çık” derken, oraya tekrar dönderme niyetindeydi. Asıl sevgili de budur, başkası değil. 15

16 Sevginin En Üst Mertebesi:Kulluk Sonra “teteyyüm” gelir. Bu sevginin son mertebesidir. Bu sevenin sevdiğine tapınmasıdır. “Teyyemehu’l-hubb”un anlamı: “Onu sevgi kul köle etti”dir. “Teymullah” Allah’ın kulu “Abdullah” anlamındadır. Kulluğun hakikati; sevilen şeye boyun eğme, önünde alçalma zelil olmadır. Örneğin: “Tarîkun muabbed” terkibi “alçaltılmış, yürüne yürüne düzletilmiş yol” anlamına gelir. Kulu da sevgi ve sevdiğine boyun eğmekliği alçaltır, zelil kılar. O yüzden kulun en şerefli hâli ve makamı “kulluk makamı”dır Ondan daha şerefli bir makam yoktur. 16

17 Zira Yüce Allah en sevgili ve en değerli kulunu, peygamberi Muhammed’i, en şerefli makamlarda O’nu “kulluk” vasfıyla anmıştır: Rasûlullah’ın İslâm’a davet makamında: “Allah’ın kulu (cinleri) O’na davet edince, onun üzerine üşüşüp nerdeyse keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi” (Cin, 19); okurken: Hz. Muhammed’in peyamberliğini savunup meydan “Şayet kulumuza indirdiğimizden şüphede iseniz, onun benzeri bir sûre getirin” (Bakara, 23); İsra gecesini anlatırken de: “Eksiklikten uzaktır o (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya yürüttü” (İsra,1) buyurmuştur. Şefaat hadisinde Yüce Allah’ın kullara “Muhammed’e; gelmiş geçmiş tüm günahları affolunmuş kula gidin” diyeceği ifade edilmiştir. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şefaat makamına mükemmel kulluğu ve Allah’ın onu tamamen bağışlaması sayesinde ulaşmıştır. 17

18 Yüce Allah kullarını sadece, hiç bir ortağı bulunmayan kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. Kulluk ise: “sevginin” ve “boyun eğmekliğin” zirvesi, son derecesidir. “Andolsun ki, biz İbrahim’i dünyada beğenip seçmiştik, âhirette de, o iyilerdendir. Rabb’i ona: “İslâm ol” demişti, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum”dedi. İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyyet etti. Yakub da: “Oğullarım, Allah, sizin için o dini seçti, bundan dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz” (dedi). Yoksa siz, Yâkub’a ölüm (hâli) geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman (Yâkub) oğullarına “Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?” demişti. “Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’m tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, biz O’na teslim olanlarız’ dediler” (Bakara, ) O yüzden Allah katında en büyük günah Allah’a ortak koşmaktır. Allah’a ortak koşmanın temeli ise başkalarını O’na sevgide ortak etmektir. Yüce Allah: “İnsanlardan kimi, Allah’tan başka tanrılar tutar, Allah’ı sever gibi onları severler. İnananlar ise Allah’ı daha çok severler” (Bakara, 165) buyurmuştur: Burada Yüce Allah bazı insanların Allah’a bir takım eşler edinip Allah’ı sevdikleri gibi onları da sevdiklerini, inananların 18

19 Allah sevgisinin ise o müşriklerin ortak koştuklarına sevgilerinden daha kuvvetli okluğunu haber vermiştir. Denildi ki: Bilakis anlam “İnananlar Allah’ı müşriklerden daha çok severler” dir. Çünkü müşrikler Allah’ı sevseler de, sevgilerine başkalarını da ortak ettiklerinden Allah’a eş koşmayan mü’minler ise sevgilerini yalnızca Allah’a has kıldıklarından Allah sevgileri müşriklerinkinden daha fazladır. İşte daha önce geçtiği gibi -Alemlerin Rabb’ine bir şeyleri denk kılmak, O’nunla başka ortakları aynı yapmak “bu sevgi” hususundadır. Yüce Allah’ın kullarından istediği bu sevginin yalnızca kendisine has kılınması olduğundan, kendinden başka dost veya şefaatçi edinenleri son derece şiddetle tenkit etmiştir. Bazen ikisini birlikte, bazen ise ayrı ayrı zikretmiştir. İkisini birlikte şu âyetlerde anmıştır: “Rabbiniz O Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş’a istiva etti. Emrini icra eder (=yarattıklarını yönetir.) O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. İşte Rabb’iniz 19

20 Allah budur. O’na kulluk edin, düşünmüyor musunuz?” (Yûnus, 3). “O ki gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları altı günde yarattı; sonra Arş’a istiva etti. Sizin O’ndan başka dostunuz, şeffatçiniz yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz?” (Secde, 4) Şu âyetlerde de bunların her biri zikredilmiştir: “Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiç bir şeye malik olmayan ve düşünmeyen şeyler olsalar da mı (onları şefaatçi edineceksiniz?). De ki: “Bütün şefaat Allah’ındır” (Zümer, 43-44). “Cehennem (onları beklemektedir. Ne dünyada kazandıkları ve ne de Allah’tan başka edindikleri veliler kendilerinden hiç bir şey savmaz. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Câsiye, 10) Kul Rabbini dost edindiğinde, O, kendisine şefaat edecek kimseler kılar ve onunla mü’min kulları arasında bir dostluk bağı kurdurur. Böylece bunlar Allah yolunda dost olurlar. Ancak Allah dışında bir mahluku dost edinenlerin durumu böyle olmaz. Bunlar farklı şeylerdir. 20

21 Şirk bulaşmış batıl şefaatle, ancak tevhidle ulaşılan hak ve sabit şefaat birbirinden farklı oldu. Bu, tevhid ehli ile şirk ehli arasındaki ayrım noktasıdır. Allah dilediğini doğru yola iletir. Anlatmak istediğimiz özetle şu: Kulluğun hakikati Allah’a sevgide ortak koşmayla gerçekleşmez. Ancak Allah için sevmek öyle değildir. Zira Allah sevgisi kulluğun ayrılmaz parçalarındandır. Peygamber sevgisi de imanın şartlarındandır. Çünkü peygamber sevgisi de Allah sevgisindendir. Allah yolunda ve Allah için her türlü sevgi de böyledir. Nitekim Buhâri ve Müslim’de geçen bir hadiste Rasûlullah: “Şu üç haslet her kimde bulunursa o imanın lezzetini tadar. ” buyurmuştur. Diğer bir rivayet aynen şöyledir: “İmanın tadını ancak kendinde şu üç haslet bulunan kimse duyar: – Allah ve Rasûlünü herkesten çok sevmesi, – Sevdiğini yalnız Allah için sevmesi ve – Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmayı sevmediği gibi sevmemesi” 21

22 Sünen kitaplarında geçen bu hadiste de Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah için sever Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için men’ederse onun imanı kemâle ermiştir.” Çünkü bu sevgi Allah sevgisinin ayrılmaz parçalarından ve sonuçlarındandır. Ne kadar güçlü olursa temel sevgi de (Allah sevgisi) o kadar güçlü olur. Sevgi Çeşitleri Dört çeşit sevgi vardır ve bunları birbirinden ayırt etmek gerekir. Doğru yoldan sapanlar ancak bunları birbirinden ayırt etmediklerinden sapmışlardır. Bir: Allah sevgisi. Allah’ın azabından kurtulmak ve ödülünü kazanmak için bu tek başına yeterli değildir. Çünkü müşrikler, hristiyanlar, yahudiler ve başkaları da Allah’ı severler. İki: Allah’ın sevdiklerini sevmek. Kişiyi İslâm’a sokan ve ondan çıkartan bu sevgidir. Allah’ın en sevdiği insanlar bu sevgide en düzgün ve en çok olanlardır. 22

23 Üç: Allah için ve O’nun yolunda sevmek. Bu Allah’ın sevdiklerini sevmenin gereklerindendir. Allah’ın sevdiklerini sevmek ancak O’nun yolunda ve O’nun için sevmekle olur. Dört: Allah’la birlikte sevgi. Bu da şirksi sevgisidir. Allah için olmaksızın Allah’la birlikte bir başka şeyi seven kişi Allah’tan gayri bir ortak edinmiştir. Bu, müşriklerin sevgisidir. Bir de beşinci tür bir sevgi var ki, o da şimdi konumuz değil. O da doğal sevgidir. Doğal sevgi insanın, tabiata uyan şeye meyletmesidir. Susuzun suyu, aç kimsenin yemeği sevmesi, uyku, eş ve çocuk sevgisi bu türden sevgiye örnektir. Bu, Allah’ı zikretmekten oyalamadığı, O’nun (c.c.) sevgisinden alıkoymadığı sürece yerilmez, aksi takdirde yerilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey inananlar, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın” (Münafîkûn, 9) “kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler. ” (Nûr, 37) 23

24 Teteyyümden sonra gerçek dostluk gelir. Bu, sevginin kemali ve zirvesidir. Öyleki kalpte sevgiliden başkasına yer kalmaz. Bu, hiç bir şekilde ortaklık kabul etmeyen bir makamdır. Bu, sadece iki halîle, İbrahim (a.s.) ile Muhammed’e has bir makamdır. Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) : “Yüce Allah, İbrahim’i (a.s.) halîl edindiği gibi beni de dost edindi” buyurmuştur. Başka bir hadiste: “Ben yeryüzünde bir halil edinseydim Ebû Bekir’i halil edinirdim. Ancak arkadaşınız (kendisini kastediyor) Allah’ın halilidir. ” Başka bir hadiste de Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) : “Ben her halilin halilliğinden beriyim.” buyurmuştur. İbrahim (a.s.) Yüce Allah’tan bir çocuk isteyip verilince onun sevgisi kalbine tutundu ve ondan bir parça aldı. Bunun üzerine sevgili, dostunun kalbinde Ondan başkasına yer olmasını kıskandı ve çocuğunu kesmesini emretti. Emir, emredilen şeyin uygulanması daha büyük bir sınav ve imtihan olması için ona uykuda bildirildi. Asıl maksat 24

25 çocuğun kesilmesi değil, sadece Rabb’e kalsın diye kalbin o sevgiden kesilmesiydi. Halîl İbrahim hemen emri uygulamak için harekete geçirince, Allah sevgisini çocuğunun sevgisinin önüne geçirince maksat gerçekleşmiş oldu ve kesme emri kaldırıldı, fidye olarak büyük bir kurban gönderildi. Çünkü Yüce Rabb bir şeyi emrettikten sonra onu tamamiyle iptal etmez. Bilakis eski hükmün bir kısmı kalır veya yerine başka bir hüküm gelir. Kurban kesme hükmünün, Peygamberle gizli konuşmadan önce sadaka vermenin (önce farz iken, sonra) müstehaplığının kalması gibi. Yine elli vakit namaz kaldırıldıktan sonra beş vakit namazın kalması, bununla birlikte elli vakit namazın sevabının aynen verilmesi gibi. Bazı kimseler sevginin (muhabbe, hubb) halillikten üst mertebe olduğunu, İbrahim’in Allah’ın halili, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) ise habîbi olduğunu sanarlar. Bu o kimselerin cahilliklerindendir. Çünkü sevgi genel halillik ise özeldir. Halillik sevginin zirvesidir. Nitekim Peygamberimiz de Yüce Allah’ın İbrahim’i halil edindiği gibi O’nu da (Sallallahu aleyhi ve sellem) halil edindiğini haber vermiş, kendisinin Allah’tan (c.c.) başka halilinin olmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte Aişe, babası 25

26 Ebû Bekir, Ömer b. Hattab ve başkalarına olan sevgisini haber vermiştir. Ayrıca Yüce Allah 222) “Çok tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever” (Bakara, “Sabredenleri sever” (Âl-i İmrân, 146) “İyileri (muhsinleri) sever.” (Âl-i İmrân, 148) “Adilleri sever” (Mâide, 42) Tevbekâr genç Allah’ın sevgili kuludur. Fakat Allah’ın halliği dostluğu sadece iki kimseyledir. Söz konusu iddiayı ileri süren bunu Allah ve Rasûlü hakkındaki bilgi ve anlayış kıtlığından yapmaktadır. 26

27 En Yükseği Tercih Daha önce anlattığımız gibi kul sevdiği ve arzuladığı bir şeyi terketmez. O ancak çok sevdiğinin hatırına az sevdiğini terkeder veya hoşlanmadığı bir suçu, çok sevdiği bir şeyi elde etmek veya daha çok hoşlanmadığı bir şeyden kurtulmak için işler. Yine daha aklın arzulanan iki şeyin en üstününü, istenmeyen iki çirkinin en azını tercih belirttik. Bunu akıl ancak şu iki şeyle gerçekleştirir: İdrak, ile kalbin cesareti. Akıl yukarıdaki tercihini yapmamışsa veya zıddını / tersini yapmışsa bunun sebebi şu iki şeyden biridir. Ya aklın anlayışı zayıftır ve iyi şeylerle hoş olmayan şeylerin derecelerini ve mertebelerini idrak etmemektedir. Ya da nefsinde zaaf, kalbinde acziyet vardır ve en faydalının ne olduğu bilgisine sahip olmadığından bunlara en yararlıyı seçme hususunda laf dinletemez. Fakat anlayışı düzelir ve en yararlı ile, (mecbur kaldığında) en az zararlıyı tercih hususunda nefsi güçlenir ve kalbi cesaretlenirse, o durumda mutluluk vesilelerini yakalamış olur. 27

28 İnsanlardan kiminin şehvet gücü akıl ve iman gücünden daha kuvvetlidir ve dolayısıyla güçlü zayıfı yenilgiye uğratır. Kiminin de akıl ve imanı şehvetinden kuvvetlidir. Doktorlar çoğu hastaları zararlı şeylerden alıkoydukları halde nefisleri onları kabul etmeyip alır, şehvetlerini akıllarının önüne geçirirler. Doktorlar böyle kimseyi tutarsız ve sabırsız diye isimlendirirler. Bunun gibi çoğu hasta kalpliler de şehvetlerinin güçlü ve azgın olması nedeniyle hastalıklarını artıracak şeyleri tercih ederler. Şu halde şerrin temeli idrakin, nefsin zaafı ve alçaklığıdır. Hayırların temeli ise idrakin mükemmelliği, nefsin şerefi ve cesaretidir. Sevgi ve irade de her hareketin temeli ve başlangıç noktası, nefret ve buğuz her türlü terkin aslı ve başlangıcıdır. Kalpteki bu iki güç kulun mutluluğunun ve bedbahtlığının aslı ve temelidir. Zorlanmaksızın yapılan bir fiil ancak sevme-isteme ve karar verme merhalelerinin meydana gelmesiyle ortaya çıkar. Yapmamak ise bazen sebebinin ve ona yol açacak şeyin bulunmaması sebebiyle, bazen de ondan engelleyici sevmeme, istememe, nefret etme duygularının bulunması sebebiyle olur. Şer’î emir ve nehiyler de bu ikinci kısım için gelmiştir. “Keff geri durma, yapmama” adı verilen ve 28

29 karşılığında sevap veya ceza bulunan “yapmama” da, bu kasten, özellikle yapmamadır. Böylece “terk etme” nin pozitif mi negatif mi hareket olduğu meselesindeki karmaşıklık giderilmiş olur. Zira en doğrusu onun iki kısım olduğudur: Bir fiili yapmayı gerektirecek sebebin bulunmayışı sonucundaki “terk” bir negatif eylem, bir fiili yapmaya engel olucu sebebe bağlı olarak ortaya çıkan “terk” ise bir pozitif eylemdir. Yani birincisinde kişinin özel bir gayreti yoktur ve o bir eylem değildir. İkincisinde ise insan karşısına çıktığı halde onu özellikle terkeder ve onda insanın bir niyeti, gayreti ve eylemi vardır. Sevap ve ceza birincisi değil ikincisi için vardır. 29

30 En Faydalıyı Seçmek İnsanlar bu konuda fahiş hatalar yaparlar. En çok elem veren şeyde zevk arar, haz verme ihtimali büyük şeyden acı çeker, büyük hastalığa yol açan şeylerde kalplerinin şifa bulduğunu sanırlar. Bu, bakışını yakın zamanla sınırlandırıp sonuçlara bakmayanın hâlidir. Aklın özelliği sonuçlara bakabilmesidir. İnsanların en akıllısı ilerideki daimî zevk ve rahatını kısa süre sonra bitecek fânî ve geçici zevke tercih eden kimsedir. İnsanların en beyinsizi ise ebedî nimetleri, daimî hayatı ve eksiksiz büyük zevki, fânî elemlerle ve korkularla katışık, çok kısa bir süre sonra son bulacak lezzetler karşılığında satan kimsedir. Âlimlerden biri şöyle der: İnsanların gayret ettikleri şeyleri düşündüm. Elde etmedeki metodları ve yolları farklı olsa da hepsinin gayret ve çabasının tek bir şey olduğunu gördüm. Hepsinin çabası kendilerinden keder ve hüznü atmak idi. Kimisi bunu yemeiçmeyle, kimisi ticaret ve para kazanmayla, kimisi müzik dinlemekle, kimisi de oyun ve eğlenceyle yapmaya çalışıyordu. Kendi kendime şöyle dedim: Bu, akıllıların talip 30

31 olacağı güzel bir gaye. Ancak yolların hiçbiri bu gayeye ulaştıracak nitelikte değil, bilakis bazıları onun zıddına iletir. Bu yollar arasında o gayeye ulaştıracak yolu aramak sadece Allah’a yönelmek, yalnız O’nunla yakın ilişki kurmak ve rızasını her şeyin üstünde tutmayı gördüm. Bu yola giren kişi dünyadaki nasip ve hazzından mahrum kalacak olsa bile mutlak surette elde edeceği “yüksek haz” dan mahrum kalmaz. Kul o hazzı elde ettiğinde her şeyi elde etmiş; onu kaybettiğinde her şeyi kaybetmiş demektir. Bu hazza ulaşan kişi aynı zamanda dünyadan haz ve nasibini alırsa gayeye en güzel biçimde ulaşmış olur. Kul için bu yollar arasında daha faydalısı, hazzına, mutluluğuna ve güzel yaşamına daha çok ulaştırıcısı yoktur. Başarı ancak Allah iledir. 31

32 Sevilenlerin Kısımları Sevgililer iki kısımdır: 1 – Biri kendisi için sevilen, 2 – Diğeri başkası sebebiyle sevilen sevgili. Başkası sebebiyle sevilen eninde sonunda kendisi için sevilene ulaştırır. Aksi taktirde bu zincirleme sonsuza kadar ulaşır. Hakiki sevgili dışındaki her sevgili “başkasından dolayı sevilen sevgili” dir. Kendisi ve zatı için sadece Allah sevilir ve O’nun dışında sevilen her şeyin sevgisi Yüce Rabb’in sevgisine tabidir. Meleklerini, peygamberlerini ve dostlarını sevmek de böyledir. Çünkü bu sevgiler Yüce Allah’ın sevgisine tâbidir, O’nun sevgisinin gerektirdiklerindendir. Zira sevgiliyi sevmek onun sevdiklerini de sevmeyi gerektirir. Bu, üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır. Çünkü burası, “başkasına fayda veren sevgi” ile “fayda vermeyen hatta zarar veren sevgi” arasındaki ayırım noktasıdır. 32

33 Şunu iyi bil ki zatı için yalnızca; mükemmelliği zatının kaçınılmaz sonuçlarından olmasından, kendisinin ilâh olmasından, Rab olmasından, başka hiçbir varlığa ihtiyacı olmamasından kaynaklanan zat sevilir. Onun dışında sevilmeyen şeyler ancak, sevgisine ters ve aykırı düştüklerinden dolayı sevilmez, nefret edilirler. Bir şeyden nefret ve ona buğz besleme onun yüce sevgiliye ters düşüşünün kuvvetine göre değişiklik gösterir. Herhangi bir şey bu cisim, fiil, irade veya başka bir şey olsun, O’nun sevgisine ne kadar ters düşüyorsa ondan o kadar nefret edilir. Bu adil bir ölçüdür. Ve Rabb’e uymak ve muhalefet etmek, O’na dost olmak veya düşman olmak, gibi şeyler, hoşlandığından hoşlanmayan birini gördüğümüzde, muhalefeti miktarında Rabbine bir düşmanlığının bulunduğu biliriz. Yine Yüce Rabb’ın sevdiğini seven sevmediğini sevmeyen, bir şeyi Allah ne kadar seviyorsa o kadar seven ve tercih eden, ne kadar sevmiyorsa o kadar sevmeyen ve uzaklaşan kimse gördüğümüzde de onun Rabb ile bu uyumu oranında dost olduğunu biliriz. Kendin ve başkaları hakkında bu kaideye tutun. Demek ki Allah’la dostluk sevgi ve nefretinde O’nunla uyuşmaktan 33

34 ibarettir, çokça namaz kılmak, oruç tutmak riyazet yapmak değil sadece. Başkası için sevilen de iki kısımdır. Birincisi sevenin ona ulaşmakla zevk aldığı, İkincisi ise ondan acı çektiği, ama asıl sevgiliye ulaştırdığından dolayı – istenmeyen ilacı almak gibi – ona katlandığı sevgilidir. Yüce Allah: “Size savaşmak -sizin hoşunuza gitmese de- farz kılındı. (Ancak) bir şeyden hoşlanmadığınız halde o sizin için hayırlı, bir şeyi istediğiniz halde sizin için hayırsız olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara, 216) buyurmuştur. Bu âyette Yüce Allah savaşın nefisler için sevimsiz bir şey olduğunu, ancak en büyük sevgiliye ve en büyük faydalara ulaştırdığından dolayı bunun onlar için hayırlı olduğunu nefislerin rahatlığı, tembelliği ve lüks yaşamı sevdiğini, amma sevgiliden mahrum olmaya yol açtığından dolayı bunu onlar için şerli ve zararlı olduğunu haber vermektedir. Akıllı kişi yakın gelecekte elde edeceği bir şeyin zevkine bakarak onu tercih etmez yakın gelecekte tadacağı acıya bakıp ondan kaçmaz. Çünkü bazen bir zevk onun için şer olur. Hatta bazen ona büyük acı verir en büyük lezzetten mahrum bırakır. Bilakis akıllılar, ardından gelecek lezzette bakarak uzun bir 34

35 süre de olsa zor ve meşakkatli şeylere tahammül eder, sabrederler. Bunlar kısaca dört kısımdır: 1 – Kötüye (istenmeyene) ulaştıran kötü, 2 – İyiye (istenilene) ulaştıran kötü, 3 – İyiye ulaştıran iyi, 4 – Kötüye ulaştıran iyi. İyiye ulaştıran iyide teşvik edici iki unsur bir araya gelmiş, kötüye ulaştıran kötüde terki gerektiriri iki unsur birleşmiştir. Bir de; yapmayı gerektiren özellikleriyle, yapmamayı gerektiren özellikleri barındıran ve bu özelliklerinden birbirleriyle çekişme içerisinde olan iki kısım daha vardır ki, imtihan da bu iki alanda gerçekleşir. Nefis bunlardan en yakınını, yani dünyadakini, akıl ve iman ise bunların en faydalısını ve en devamlısını tercih eder. Kalp ise bunların ortasındadır; bazen birine, bazen diğerine meyleder. Şeriat kanunları ve kader karşısındaki sınav işte buradadır. Kişinin akıl ve iman tellalı her vakit kendisine: “Kurtuluşa koş: Sabah olduğunda sabaha kadar uyumayıp çalışan, ölüm esnasında da takvayı kazanmış kul övülür” der. 35

36 Sevgi gecesinin karanlığı şiddetlenip şehvet ve nefsin hükümranlığı harekete geçtiğinde: “Ey nefsim, sabret. Bu bir andır ve sona erecektir. Tüm bunlar yok olup gidecektir” der. 36

37 Sevgi Her Eylemin (Fiilin) Esasını Teşkil Eder Hak olsun batıl olsun her fiilin / eylemin esası sevgi olduğuna göre: Dinî fiillerin / eylemlerin esası Allah ve Rasûlünü sevmek, dinî sözlerin esası Allah ve Rasûlünü tasdik etmektir. Allah ve Rasûlünü tam sevmeye engel olan ve bu sevgiyle çatışan her istek, veya tam imanı engelleyici her türlü şüphe ya imanın esasıyla çelişir yada onu zayıflatır. Bu daha da güçlenip sevginin ve tasdikin esasıyla çatışacak dereceye varırsa küfür veya büyük şirk olur. Onunla çatışmazsa bile mükemmelliğini zedeler, zayıflatır, azim ve gayrette gevşeklik meydana getirir. Bu irade ve şüphe gayeye ulaşmayı engeller, isteyenin önünü keser, çalışkan kişinin azmini kırar. Allah dostluğu ancak buna düşmanlıkla gerçekleşir. Nitekim Yüce Allah muvahhidlerin ve Allah aşıklarının önderi İbrahim’in kavmine şöyle söylediğini haber vermektedir: 37

38 “O ibadet ettikleriniz var ya, sizin ve evvelki atalarınızın. Onlar benim düşmanlarımdır. Ancak âlemlerin Rabbi müstesna” (Şuarâ, 75-77). İşte Allah’ın dostu Halil İbrahim’in bu dostluğu ancak o düşmanlığı gerçekleştirmesiyle olmuştur. Zira dostluk (velâ), ancak O’nun dışındaki her türlü mabuddan uzaklığını ilanla gerçekleşir. Yüce Allah şöyle buyurur: “İbrahim ve beraberindekiler de sizin için güzel örneklik vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah dışında ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi reddettik. Bizimle sizin aranızda, siz yalnız Allah’a iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.” (Mümtehine, 4) “Hani İbrahim babasına ve kavmine: Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaradana (taparım) çünkü O, bana doğru yolu gösterecektir, demişti.” (Zuhruf, 26-28) 38

39 Kelime-i Tevhid – Yer ve gökler kelime-i tevhidle ayakta dururlar. – Yüce Allah tüm varlıkları bu esas üzere yaratmıştır. – Dinin kurulması, kıblenin belirlenmesi, cihad kılıçlarının çekilmesi, hep bu esasa göre olmuştur. – Tevhid yüce Allah’ın tüm kulları üzerindeki katıksız hakkıdır. – Bu dünyada kan, mal ve nesli koruyan ilke; öte dünyada da kabir ve cehennem azabından kurtaran bu sözdür. – Bu cennete ancak kendisiyle girilen ferman, Allah’a (c.c.) ancak ona tutunmakla ulaşılacak bağdır. – İslâm’ın bu sözü, selam yurdu cennetin anahtarıdır. – İnsanlar buna göre mutlu ve bedbaht, kabul edilen ve kovulan diye kısımlara ayrılırlar. – Küfür diyarıyla iman diyarını, nimetler diyarı cennetle bedbahtlık ve zillet yurdunu birbirinden ayıran bu sözdür. – Farz ve sünnete götüren esas bu sözdür. “Her kimin (hayattaki) son sözü “Lâilâhe illallah” olursa cennete girer.” 39

40 Kelime-i Tevhid Ruhu Bu sözün ruhu ve sırrı; Şanı yüce isimleri mübarek ve kendinden başka ibadete layık ilâh bulunmayan Rabbi; sevgide, tevekkül, saygı duyma gibi hususlarda birlemek, bunları yalnız O’na has kılmaktır. O’ndan gayri sevilen her şey O’nun (c.c.) sevgisine bağlı olarak ve O’na (c.c.) olan sevgiyi artırmaya bir vesile olarak sevilir. O’ndan başkasından korkulmaz, O’ndan başkasından umulmaz, O’ndan gayrisine tevekkül edilmez. Ancak O’na yönelinir, Ancak O’ndan sakınılır, Yalnız O’nun adıyla yemin edilir, Ancak O’na bakılır. Yalnız O’na tevbe edilir, Yalnız O’nun emrine itaat edilir, Ancak O’ndan (c.c.) sevap umulur, 40

41 Sıkıntılı anlarda ancak O’ndan yardım istenip yalnız O’na sığınılır. Ancak O’na secde edilir, Hayvan ancak O’nun için ve O’nun adıyla kesilir. Tüm bunlar bir kelimede bir araya gelirler. O da: “Her türlü kulluğun yalnız O’na yapılmasıdır.” “Lâilâhe illallah” şehadeti işte böyle tezahür eder. O yüzden Allah’dan başka ibadete layık ilâh bulunmadığına hakikî şahitlikte bulunan kimseye cehennem ateşi haram kılınmıştır ve bu şehâdetin hakikatini yerine getirenin ve uygulayanın cehenneme girmesi imkansızdır. Yüce Allah’ın (kurtuluşa ermiş müminler hakkında) buyurduğu gibi: “Onlar ki şahitliklerini yerine getirirler.” (Meâric, 33) Bu, şahitliğini açıkta ve gizlide, kalbinde ve kalıbında (bedeninde) gerçekleştirmiş kişidir. Çünkü: – Bazı insanların şahitlikleri (kelime-i şehadet sözleri) ölüdür. – Bazılarınınki uykudadır, uyartıldığında uyanır. 41

42 – Bazılarınınki yatmış vaziyette, – Bazılarınınki ayakta haldedir. Bunun kalpteki yeri ruhun bedendeki yeri gibidir. – Bazı ruhlar ölü, – Bazı ruhlar hasta ve ölüm yatağında, – Bazıları hasta ve yaşama daha yakın, – Bazıları ise bedenin gereksinimlerini yerine getirmeye devam eden sağlıklı ruhlardır. Sahih bir hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurur: “Hakikaten ben öyle bir söz biliyorum ki ölüm anında onu her söyleyen kulun ruhuna ruh katar.” Bedenin hayatı ondaki ruhla olduğu gibi ruhun hayatı da içinde bu sözün bulunmasıyla olur. Bu söz üzere ölen kişi cennettedir, orada dilediği gibi gezer. Bu sözü gerçekleştirmek ve uygulamak üzere yaşayan kimsenin ruhu ebedî cennette keyif sürer, orada en hoş ve en mutlu yaşamı sürer. Yüce Allah: “Her kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi hevahevesinden men’ederse onun yurdu cennet olur.” (Nâziat, 40-41) 42

43 Evet, Rabbiyle buluştuğu günde de yeri-yurdu cennettir. Allah’ı tanıma, sevme, O’nunla (c.c.) yalnızlığını giderme, O’nunla buluşmak için can atma, O’nunla huzur bulma, O’ndan ve O’nunla beraber olmaktan hoşnut olma cenneti de; kişinin ruhunun bu dünyadaki sığınağı ve yurdudur. Bu dünyada yurdu bu cennet olan kişinin Rabbiyle buluştuğu gündeki yurdu da o ebedî cennetler olur. Bu dünyada bu cennetten yaşamlarında zorluklarla karşılaşsalar dünyada sıkıntılı yaşasalar da cennetlerdedirler. Fasıklar ise, dünyevî geçimleri çok rahat olsa da aslında cehennemdedirler. Yüce Allah: “Erkek veya kadın, her kim mü’min halinde salih amel işlerse, andolsun ki ona hoş bir hayat yaşatacağız” (Nahl, 97) buyurur. “Hoş hayat” tan maksat “dünya cenneti”dir. Yüce Allah yine: “Allah her kimi doğru yola iletmeyi dilerse onun göğsünü İslama açıverir. Her kimi saptırmak isterse onun da göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar” (En’am, 222), buyurur. 43

44 Göğsün açık ve geniş olmasından daha hoş bir nimet, göğsün dar olmasından daha acı bir azap var mıdır? Yüce Allah şöyle buyurur: “İyi bil ki Allah dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar ki inandılar ve sakınmaktadırlar. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlara! Allah’ın kelimeleri değişmez. (Onun verdiği söz, mutlaka yerine getirilir.) İşte büyük kurtuluş budur.” (Yûnus, 62-64) Demek ki kendisini Allah’a adamış mü’min, insanlar arasında yaşamı en hoş, aklı en rahat, göğsü en açık, kalbi en mutlu kimsedir. Bu, ahiretteki cennetten önce girdiği dünya cennetidir onun. Allah Rasûlü: “Cennet bahçelerinin yanından geçerseniz orada otlanın” buyurmuş, Sahabiler “Cennet bahçeleri nedir?” diye sorunca: “Zikir halkaları” buyurmuştur. Başka bir hadisinde Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem): “Evim ile (camideki) minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir” buyurmuştur. İftarsız ve sahursuz 44

45 ard arda oruç tutmayı yasakladığında sahabiler peygambere kendisinin bunu yaptığını hatırlatmışlar, O ise, şöyle buyurmuştur: “Ben sizin gibi değilim. Ben hep Rabbimin yanındayım. O beni yediriyor, içiriyor.” Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem) burada Rabbi katındaki (manevî) gıdanın en güzel yiyecekler ve içecekler yerine geçtiğini, bunun sadece kendisine özgü bir şey olup başkasının buna sahip olmadığını, yeme-içmesini terkettiğinde onun yerine geçecek, ona gerek bırakmayacak bir alternatife sahip olduğunu haber vermektedir. Şairin dediği gibi: O kadar hoş sözlü ki onu hatırlayınca Yeme-içme ihtiyacını unutursun. Yüzünde seni aydınlatan bir nûr vardır. Ondan bahsetmen sana şarkı söyleme zevki verir. Yolculuğunun bıkkınlığından şikâyetçi olsan, Buluşma ümidi seni teselli eder, buluşunca da dirilirsin. Bir şey kula ne kadar lazım ve faydalı ise, onu kaybetmekten o derece çok ızdırap ve acı duyar. Bir şeyin de 45

46 yokluğu ona ne kadar faydalı ise onun varlığından o kadar çok ızdırap duyar. Kul için kesinlikle Allah’a (c.c.) yönelmek, O’nu (c.c.) zikretmekle meşgul olmak, sevgisiyle hazlanmak ve rızasını istemek kadar faydalı hiçbir şey yoktur. Hatta bu olmaksızın onun ne yaşamı, ne sevinci, ne de mutluluğu vardır. Dolayısıyla bunun yokluğu onun için en acı verici ve en zor bir şeydir. Ruhun bu azap ve işkenceyi hissetmemesinin, nedeni ise başka şeylerle uğraşmasıdır. Böylece, kendisi için en iyiden mahrum olmanın elem ve ızdırabını hissetmez. Bu kimse evi, malları, ailesi ve çocukları yanmış, ama sarhoşluğundan ötürü kendinden geçmiş kimseye benzer, kendine gelinceye, sarhoşluk perdesi kalkıncaya ve sarhoşluk uykusundan uyanıncaya kadar bu musibetlerin elem ve acısını hiçbir şekilde hissetmez. Ama kendine geldiğinde tüm bunların farkına varır. Perdenin kaldırılıp ahiret penceresinin açıldığı dünyadan ayrılıp Allah’a gittiğinin farkına vardığı vakit de kulun durumu aynen böyledir. Hatta buradaki elem, ızdırap ve pişmanlık kat kat fazladır. Çünkü dünyada başına bir musibet gelmiş kimse bunun başka yollarla telafi edilmesini umar ve başına gelen belânın geçici olduğunu, daimî olmadığını bilir. Ama, kurtulma 46

47 imkânının olmadığı, telafisinin imkansız olduğu, artık dünyayla ilişkisinin kalmayacağı bir musibete duçar olmuş kimsenin hali nicedir. Yüce Allah hayatını sona erdirmek suretiyle onu bu azap ve pişmanlıktan kurtarsaydı çoktan razı olurdu. Çünkü ölüm, onun en büyük istek ve arzusu haline gelmiştir. Tüm bu acı ve ızdıraplar sadece, kaçırılan bir fırsattan dolayı duyulan pişmanlığın acısıdır. Bir de bedene yapılacak ölçülmesi imkansız azap ve işkence vardır; bu kulun hali nice olur o zaman? Şimdi, onsuz hayatı düşünemediğin dünyada en çok sevdiğin şeyi düşün. Farzet ki o etinden alındı veya en çok ihtiyaç duyduğun şeyden engellendin. O durumda halin nice olur? Bu, alternatifi olan, benzerini elde edebileceğin bir şey. Peki, alternatifi bulunmayan kimseyi kaybedip ondan mahrum olduğunda halin nice olur? Şairin dediği gibi: Kaybedecek olsan her şeyin bir alternatifi benzeri var. Allah’ı kaybedecek olursan yok O’nun alternatifi 47

48 Bir kudsî hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey Adem oğlu! Seni bana kulluk edesin diye yarattım; öyleyse oynama, oyalanma; senin rızkına kefil oldum; öyleyse kendini yorma, parçalama. Ey Adem oğlu! Beni iste, hemen yanında bulacaksın. Beni bulunca her şeyi bulacak, beni kaybettiğinde her şeyi kaybedeceksin. Ben, senin en çok seveceğin varlığım!” 48

49 İyi Sevgi, Kötü Sevgi Sevgi mutlak olarak düşünüldüğünde, netlik ve miktar itibariyle farklılık arzeden bir çok sevgiyi içinde barındıran bir histir. Bunun Allah hakkında en çok bahsedileni sadece O’na has olan, O’nun layık olduğu, başkasına yakışmayan kulluk, tevbe gibi sevgilerdir. Çünkü kulluk O’ndan başkasına olmaz. Tevbe de öyle. Yüce Allah sevgiyi kendisinin mutlak ismiyle (Allah ismi) birlikte anmış ve şöyle buyurmuştur: “. Yüce Allah öyle bir topluluk getirir ki, onları sever, onlar da onu severler.” (Maide, 54) “İnsanların bir kısmı Allah dışında ortaklar edinir ve onları Allah gibi severler. İman edenler ise Allah’a daha çok sevgi beslerler.” (Bakara, 165) En kötü ve çirkin sevgi ise Allah’la birlikte başkasını sevip Allah’a ortak ettiği o şeyi Allah kadar sevmektir. İyi sevgilerin en büyüğü sadece Allah’ı ve O’nun sevdiklerini sevmektir. Bu sevgi mutluluğun başı ve temelidir, hiç kimse bu olmaksızın azaptan kurtulamaz. 49

50 Kötü yani “şirk bulaşmış sevgi” ise bedbahtlığın başı ve temelidir, azapta da daimî olarak sadece bunlar kalacaklardır. Şu halde Allah’ı sevip yalnız O’na kulluk edenler cehenneme girmeyecekler, günahları sebebiyle girenlerin hepsi de eninde sonunda oradan çıkacaklardır. Kur’an âyetleri hep bu sevgi ve bunu gerektiren şeyleri emir, diğer sevgi ve onu gerektiren şeylerden de nehiy etrafında döner. İki çeşit sevgiye örnekler verir. İkisinin kıssalarını anlatır. Bu iki kesimin ve dostlarının hareket ve tarzlarını detaylıca anlatır. Her birinin ilâhını tanıtır, neler yaptıklarından haber verir. Bu iki kesimin üç dönemde, dünya yurdu, berzah yurdu ve ahiret yurdundaki hallerinden bahseder. Kur’an bu iki kesimin hallerini açıklamak için gelmiştir. Baştan sona tüm peygamberlerin davalarının temeli de: Eşi olmayan tek Allah’a kulluk etmekten ibarettir ki bu da Allah’a tam bir sevgiyi, O’na boyun eğmeyi, önünde eğilmeyi, O’nu yüceltip büyültmeyi ve bunların kesin sonucu olan itaat ve takvayı içerir. 50

51 Nitekim Buhârî ve Müslim’in Enes kanalıyla rivayet ettikleri hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Hayatım elinde bulunan zata yemin ederim ki her hangi biriniz beni babasından, çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz.” Buharî’de geçtiğine göre Hz. Ömer Allah Rasûlüne: “Ey Allah Rasûlü! Vallahi seni kendim hariç her şeyden çok seviyorum.” demiş, O (Sallallahu aleyhi ve sellem): “Hayır ey Ömer, beni kendinden daha çok sevmedikçe iman etmiş olamazsın!” buyurmuş, Hz. Ömer (r.a.): “Seni hakla gönderen Allah’a andolsun ki seni kendimden de çok seviyorum” deyince, Allah Rasûlü (Sallallahu aleyhi ve sellem): “İşte şimdi ey Ömer!” buyurmuştur. Allah’ın (c.c.) bir kulunun ve elçisinin sevgisi böyle olur ve bu sevginin kişinin kendisine, babasına, çocuğuna ve tüm insanlara sevgisinin önüne geçmesi böyle vacip olursa, O’nu gönderen Yüce Allah’ın kendisinin sevgisi ve bu sevginin başka sevilerden fazla olmasının zorunluluğu ne derece olur? 51

52 Allah sevgisi özellik açısından, benzersiz olma yönünden diğer sevgilerden ayrılır. Zira kulun yüce Allah’ı babasından çocuğundan, hatta gözünden, kulağından ve ruhundan çok sevmesi, hakîki ilâhının ve mabudunun ona tüm bunlardan daha sevimli olması gerekir. Zira bir şey bazen bir yönüyle sevilip diğer yönüyle sevilmez, bazen başka bir şeyin hatırına sevilir. Ancak zâtından dolayı ve tüm yönlerden sevilecek tek şey Allah’tır, İlâhlığa O’ndan (c.c.) başkası lâyık değildir: “Şayet yerde, gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de bozulup gitmişti.” (Enbiyâ, 22) Zaten: “ilâh edinmek” sevgi beslemek, itaat etmek ve boyun eğmek demektir. 52

53 Her Ef’al (fiiller) Ve Harekâtın Mebdei (Aslı,Temeli) Sevgi Ve İradedir Yüceler ve alçaklar (ulvî ve suflî) alemindeki her hareketin aslı ve kaynağı sevgi (ve irâde) dir. Her olayın ve her gayenin temelinde sevgi (ve irâde) vardır. Çünkü hareketler üç kısımdır: 1 – “İrâdî” (İsteyerek ve dileyerek) yapılan hareketler, 2 – “Tabiî” olarak tezahür eden hareketler ve 3 – “Kasrî” (Zorlama sonucu ortaya çıkan) hareketler. “Tabiî” hareketin aslı hareketsizliktir. Bir madde tabii yer ve merkezinden ayrıldığında oraya tekrar dönmek için hareket eder. Onun merkezinden ve aslî yerinden ayrılması ise “onu zorla hareket ettiren bir etki” nedeniyle olmuştur. Dolayısıyla onun hem, kendisini zorla hareket ettiren bir şeyin etkisi sonucu oluşan “mecburî hareketleri”, hem de merkezine ve eski yerine dönmeyi gerçekleştirdiği kendine ait “tabiî hareketleri” vardır. Bu her iki hareketi de “zorla hareket ettirici” nin sonucudur; bu hareketlerin aslı odur. 53

54 “İrâdî” (İsteyerek ve dileyerek) yapılan hareketler de bu iki tür hareketin aslıdır. Bunlar istemeye ve sevgiye bağlı olarak gerçekleşir. Hareketlerin bu üç çeşitle sınırlı olduğunun delili şudur: Hareket eden bir şeyin “hareket şuuru” var ise o “İrâdî (dileyerek) yapılan bir harekettir.” Bu şuuru yoksa, hareketi ya tabiatına (doğasına) uygundur, ya da değildir. Uygun ise o “tabiî hareket”, değilse “zorla yapılan hareket” tir. Bu gerçekler ışığında düşündüğümüzde görürüz ki göklerde, yerde ve bu ikisi arasında gerçekleşen Güneş’in, Ay’ın, yıldızların, gezegenlerin, rüzgarların, bulutların, yağmurun, bitkilerin ve annelerinin karnındaki ceninlerin hareketleri ancak meleklerin vasıtasıyla, Kur’an ve sünnette pek çok yerde geçtiği gibi “işi düzenleyenlerin” “işleri (rızıkları vs.) taksim edenlerin” yapmasıyla gerçekleşir. Bunlara iman “meleklere iman” ın tamamlayıcı unsurlarındandır. Zira Yüce Allah yağmura, bitkilere, rüzgarlara, gezegenlere, Güneş, Ay ve yıldızlara, bunların her birine bir takım melekler görevlendirmiştir. Her kula (dünyada) dört melek görevlendirmiştir: Sağında ve solundakiler “yazıcı”, önünde ve arkasındakiler “koruyucu” meleklerdir. 54

55 Ruhunu teslim alıp cennet ve cehennemdeki yerine hazırlaması için bir takım melekler, kabirde onu sorguya çekip sınav yapmaları için bir takım melekler, cehennemde azap etmeleri veya cennette ihsan ve iyilik yapmaları için bir takım melekler vazifelendirmiştir. Yüce Allah dağlar için bir takım melekler görevlendirmiştir. Bulutlar için bazı melekler görevlendirmiştir; bunlar bulutları emrolundukları yöne götürürler. Yağmur için de bir takım melekler görevlendirmiştir; bunlar Allah’ın emriyle, O’nun dilediğişeklide ve miktarda yağmur yağdırırlar. Cennetin ağaçlarını dikmek, eşyalarını yapmak, sergisini gerçekleştirmek ve bakımını yapmak için melekler, cehennem içinde aynı şekil de bir takım melekler göndermiştir. İşte Yüce Allah’ın en büyük askerleri meleklerdir. “Melek” kelimesi başkasının emrini uygulayan elçi anlamını çağrıştırır. Onların elinde hiçbir şey yoktur. Bilakis her şey Yüce Allah’ın elindedir. Onlar işlerin taksimini ve düzenlemesini O’nun emir ve izniyle yaparlar. Yüce Allah onlardan şöyle bahsetmiştir: 55

56 “(Melekler derler ki:) Biz ancak Rabb’inin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O’na aittir. Rabb’in asla unutkan değildir.” (Meryem, 64) Yüce Allah buyurur ki: “Göklerde nice melek var ki onların şefaati hiç işe yaramaz. Meğer Allah’ın dileği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olsun.” (Necm, 26) Yüce Allah yaratıklarındaki emirlerini uygulayan meleklere yeminle şöyle buyurmuştur: “Andolsun o sıra sıra dizilenlere. Bağırıp sürenlere (bulutları sevkedenlere); zikir okuyanlara” (Sâffât, 1-3) Yüce Allah şöyle buyurur: “Andolsun; birbiri ardınca gönderilenlere, rüzgâr gibi esip savuranlara, yaydıkça yayanlara, ayırdıkça ayıranlara, öğüt bırakanlara; özür yahut uyarmak için. ” (Mürselât, 1-6) Yüce Allah yine şöyle buyurur: “Andolsun (ruhu) söküp çalanlara, (onu) hemen çıkarıp alanlara, yüzüp gidenlere, yarışıp geçenlere, işi düzenleyenlere” (Nâziât, 1-5) Bunun anlamını ve bunlara yemin etmenin hikmet ve sırrını “Et-Tibyân fi Aksâm el-kur’an” kitabımızda açıkladık. 56

57 Bunları öğrendikten sonra anlarsın ki: Sevgiler, saikler, dileme, kasıt ve fiiller, tüm bunlar onların, yer ve göklerin Rabb’ine ibadetleridir. Tüm tabiî ve mecburî hareketler de buna tâbidir. Sevgi olmasaydı gezegenler dönmez, ışık saçan yıldızlar hareket etmez, rüzgarlar esmez, yağmur taşıyan bulutlar geçmez annelerinin karnındaki ceninler hareket etmez, çeşit çeşit bitkiler tohumlarından bitmez, deniz dalgaları coşmaz, “işleri düzenleyip taksim edenler” hareket etmez, gökler, yerler ve bunlardaki çeşit çeşit yaratıklar yüce yaratıklarını tenzih etmez, O’nu övmezlerdi. Tenzih ederiz o Allah’ı ki: “Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halîmdir, çok bağışlayandır” (İsra, 44) 57

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.