Press "Enter" to skip to content

Karakter Aşınması Kitap Analizi

Weber’in kavramsallaştırmasında Protestan ahlakı, kişinin kendi eylemlerinden sorumlu olduğunu ve eylemleriyle kendi değerini yarattığı anlayışı üzerinden temellenir. Birey, eylemleriyle kendi değerini olumlu yada olumsuz yönde değiştirebilir. Bunun en önemli örneklerinden biri, çok çalışarak ve biriktirerek iyi insan olma halinin, kapitalizmin karakteriyle bütünleşerek iş etiği anlayışını şekillendirmesi yönünde olmuştur.
Eski iş etiğinde vurgu, bireyin kendisinde ve eylemlerinde, içselleşmiş gönüllü bir disiplindedir. Mükafatları erteleme üzerinden, çok çalışma ve sabretme şeklinde temellenir. Belli bir kuruma yıllarca sadakatle özveride bulunmak iş etiği sınırlarının içerisinde yer alır. Öngörülebilirlik, çalışkanlık ve güvenilirlik aranan karakter özellikleridir. Bireyler kendilerini işleri ve meslekleri aracılığıyla hem kendilerine hem sosyal çevreye ispatlamaya çalıştıkları için, mesleki kimlik kişilerin önemli birer parçası olmaktadır.
Günümüzde iş etiği, bireylerden ziyade takım çalışmalarına ve takıma uyum sağlamaya odaklanır. Karşısındakini dinlemek ve ona duyarlı davranmak, işbirliği yapabilmek ve takımın değişen koşullarına uyum sağlayabilmek yeni iş etiği tanımının kişilerden beklediği özellikler olarak öne çıkmaktadır. Grup bütünlüğünü korumak temel amaç olduğundan, kişiler arası özel meseleler göz ardı edilir. Esnekliğe ve değişime açık olmaya yapılan yoğun vurguyla, takım çalışması kişilerarası ve takıma olan uyum ön plana çıkar. Yüzeysel ilişkiler ve yüzeysel bilgilerle, anlık projeleri gerçekleştirmek üzere bir araya gelen insanlardan oluşan takım çalışması şekli, yöneticiliğin ve liderliğin de değişmesine sebep olmuştur. Yöneticilik, takımla beraber çalışan, aracı ve kolaylaştırıcı rolündeki kişi olmakta, otoritesiz iktidar şeklini almaktadır. Weberci anlamda otorite, başkalarının direncine rağmen kendi isteğini yaptırma gücü ve iktidarının sorumluluğunu almak olarak tanımlandığından, yeni yöneticiler takım çalışmasının yol açtığı iç muhalefeti susturma ve sorumluluk almama davranışları sebebiyle otoritesiz iktidar olarak konumlanıyor. Çalışanların işbirliği yaptığı söylemi, üretkenliğin artırılmasına hizmet ediyor. Patron denetimi, yerini grubun birbirinin davranışlarını denetlemesine ve kişinin kendini denetlemesine dönüşmüş durumda. Ancak bu yeni şekliyle otoritesiz iktidar, çalışanların muhatap alacakları bir üst yönetici bulamamaları, kendi görünümlerini ve diğerleriyle ilişkilerini ‘izlenim yönetimi’ dediğimiz şekilde dışarıdan görünüşünün değiştirilmesi şeklinde idare ettiği ve Mayo’nun kendi çalışmalarında dikkat çektiği bağlamda patronun izlemesinin işçilerin davranışlarında olumlu etkisinin bulunması (Slattery,2012: 268-273) bağlamında bir çok noktada olumsuz bir sonuca yol açıyor.
Yeni düzenin kültürü, işyerindeki esneklikle kişinin etik değerleri arasına net bir sınır çekmiş görünmektedir.

Karakter Aşınması

Yeni ekonomik düzenin büyülü sözcüğü “değişim”in doğası nedir; insanlara nasıl yansıyor? Her zaman kısa vadeye endeksli bir ekonomide kişi nasıl kalıcı değer ve hedeflere sahip olabilir? Her an parçalanan veya sürekli yeniden yapılanan kurumlarda, kişi kendi kimliğini ve yaşam öyküsünü nasıl oluşturabilir? Küreselleşme olgusunu makro düzeyde inceleyen birçok kitap yayımlandığı halde, bu sürecin mikro düzeyi, insan karakteri üzerindeki etkileri pek az incelendi. Richard Sennett, Karakter Aşınması’nda bunu yapıyor. Ona göre sermayenin, günümüz ekonomisinin bütün dünyaya yayılmış dalgalı denizlerinde “hızlı kâr”ın dışında başka bir amacı yok; şirketlerini piyasadaki anlık değişimlere müdahale edecek biçimde esnekleştirip, yeniden yapılandırıyor. Kişilerden sürekli kendisini yenilemesini, seyyar olmasını, risk almasını, rekabet becerisini geliştirerek yırtıcı bir karakter edinmesini, takım çalışmasında uyumlu olmasını bekliyor. Ancak eski kapitalizmin rutin ve monoton yapısına karşı savunulan bu politikaya yakından bakıldığı zaman sadece eski iktidar yapılarının rengini değiştirdiği görülüyor. Çalışanlar için esnekliğin anlamı ise yaşam boyu iş güvencesinin yok olması; sürekli iş ve şehir değiştirerek yön duygusunu yitirmek; istikrarlı işlerin yerini geçici projelere bırakması ve bir işten diğerine, dünden yarına sürüklenen yaşam parçacıklarından beslenen, rekabetin körüklediği “güvensizlik” ve “kayıtsızlık” duygusu. Ve bir de karakter aşınması. Oysa insan karakteri, duygusal deneyimlerimizin uzun vadeli olması ve başkalarıyla girdiğimiz ilişkilere yüklediğimiz etik değerler üzerinden gelişir. Karakter, içsel bütünlük, ilişkilerde karşılıklı bağlılık ve uzun vadeli bir hedef için çaba harcamak biçiminde kendini gösterir. Yeni kapitalizm ise güvenmeyi, bağlanmayı ve uzun vadeli planlar yapmayı kârlı bulmaz, reddeder. Sennett Karakter Aşınması’nda gelişmiş bilgisayarlarla üretilen ekmeğin kalitesinden çok, ekmeği yiyenlerin hayatına bakıyor ve soruyor: “Bu sistem insanın yaşamına değer ve anlam katıyor mu?” Ve ekliyor: “Değişim, kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yeşerir. İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim.”

“Sennett ikna edici bir biçimde, işçilerin gittikçe daha fazla yaşadığı güvensizliğin ahlaki bir kimliğin oluşmasını imkânsız kıldığını savunuyor. Karakter Aşınması keskin ampirik gözlemin ve yoğun etik tartışmaların mükemmel bir sentezi.”
-Richard Rorty, Stanford Üniversitesi-

“Sennett’in, okurun içine işleyen çarpıcı kitabı esnek ve istikrarsız istihdama geçişi ele alıyor. Yazar, şirketlerin ambalajlarının şıklaşırken hainleşmesi meselesini değerlendirmemizi istiyor.”
-Robert M. Solow, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü-

181 pages, Paperback

First published January 1, 1996

Book details & editions
Loading interface.
Loading interface.

About the author

Richard Sennett

76 books 410 followers

Richard Sennett has explored how individuals and groups make social and cultural sense of material facts — about the cities in which they live and about the labour they do. He focuses on how people can become competent interpreters of their own experience, despite the obstacles society may put in their way. His research entails ethnography, history, and social theory. As a social analyst, Mr. Sennett continues the pragmatist tradition begun by William James and John Dewey.

His first book, The Uses of Disorder, [1970] looked at how personal identity takes form in the modern city. He then studied how working-class identities are shaped in modern society, in The Hidden Injuries of Class, written with Jonathan Cobb. [1972] A study of the public realm of cities, The Fall of Public Man, appeared in 1977; at the end of this decade of writing, Mr. Sennett sought to account the philosophic implications of this work in Authority [1980].

At this point he took a break from sociology, composing three novels: The Frog who Dared to Croak [1982], An Evening of Brahms [1984] and Palais Royal [1987]. He then returned to urban studies with two books, The Conscience of the Eye, [1990], a work focusing on urban design, and Flesh and Stone [1992], a general historical study of how bodily experience has been shaped by the evolution of cities.

In the mid 1990s, as the work-world of modern capitalism began to alter quickly and radically, Mr. Sennett began a project charting its personal consequences for workers, a project which has carried him up to the present day. The first of these studies, The Corrosion of Character, [1998] is an ethnographic account of how middle-level employees make sense of the “new economy.” The second in the series, Respect in a World of Inequality, [2002> charts the effects of new ways of working on the welfare state; a third, The Culture of the New Capitalism, [2006] provides an over-view of change. Most recently, Mr. Sennett has explored more positive aspects of labor in The Craftsman [2008], and in Together: The Rituals, Pleasures and Politics of Cooperation [2012].

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book
Write a Review

Friends & Following

Community Reviews

1,568 ratings 121 reviews
Search review text
Displaying 1 – 30 of 121 reviews
1,282 reviews 21.4k followers

This is something of a relook at the themes from Sennett’s earlier book ‘The Hidden Injuries of Class’. Except, in the years between writing that book and this one there have been fundamental changes in the way that work is organised in the US – and throughout the rest of the world too. These changes in how we work, how we are employed, the way teams work and have become more ‘networks’ have made significant changes to all aspects of life, not least to what Sennett refers to as ‘character’.

In this book Sennett illustrates his ideas through a series of reported interviews (although, we are assured he has deidentified all of the people, with some being constructed from parts of multiple people and others adding to more than one character in this story. This gives the book a concrete feel to the issues raised and this helps to bring his ideas to life. You become quite fond of the people here, who never feel as if they have been created purely to make a sociological point – at least, that wasn’t what I felt while reading this.

So, the first question is, what is character? And why is it corroding? Character is something more solid and fundamental than mere personality. I guess you could say that character is personality with backbone. It has a solidity to it, a stanchness that is tested in adversity. But more than that, while someone could be thought of as having a personality even while they are alone, character comes to the fore in our relationships with other people. It is something that makes most sense in interaction with others and is put on display via that interaction.

And there is the problem. As modern society becomes more fluid, people become more ‘flexible’, jobs become more alienating, so too does character become something that is not only less rewarded, but even something that can prove such a negative trait that you would be better off without it.

An interesting example of this is the story he tells of a woman who goes off to her dream job marketing alcohol but who finally returns disillusioned and disappointed. She says that success in marketing doesn’t really depend on hard work – everyone is highly driven and works absurdly long hours. Rather, it is an industry that is both obsessed with the young (you are over-the-hill by 30) and much more interestingly, that success often depends on your ability to get out of a situation just before everything turns to shit and so while you can still seem to be smelling of roses. It is about knowing when to leave, and who to leave holding the bag.

Loyalty was a key determining feature of one’s character – but loyalty is something that late-modern capitalism doesn’t really do any more. In Australia this year, for the first time ever, less than half the working population are in ‘standard’ forms of employment – you know, full time, permanent with a single employer. That is, today standard employment is a minority mode of employment. When Sennett wrote this book the ‘staffing’ firm Manpower was the US’s single largest employer. ‘Loyalty’ is a hyper-fluid concept today from management, where people are employed on an ‘as needed’ basis and without job security, benefits or other forms of long-term commitment – it is hardly surprising then that this might moderate the levels of loyalty to be expected from employees.

But he goes further than this in relation to how modern life is undermining character. The point of the division of labour, even according to Adam Smith, was to make jobs so simple a child could do them – and, as Smith is quoted as saying here, ‘The man whose whole life is spent in performing a few simple operations…generally becomes as stupid and ignorant as it is possible for a human creature to become’.

Marx believed this form of alienation would make people angry and to eventually revolt – however, there is an interesting discussion of a bakery here, where we are provided with the entire history of this bakery as a kind of microcosm of work life within the US over the last 60 or so years. The point is that today the baking is done by machines. The bread that comes out is tasty and good – but those clicking on the icons on the Windows driven computer screens can only be called ‘bakers’ in the loosest sense. I mean, obviously they go to work and after they have been at work for some hours there is bread available to be bought, but the extent to which you can really say they ‘made’ the bread is up for debate. This problem is proven as soon as the computer system either breaks down or goes wrong. The workers simply do not have any of the skills needed to redeem the situation and so all too frequently the waste bins are full of blackened rolls and loafs because the workers are incapable of making any adjustments to these set routines – they are totally alienated from their labour. In fact, Sennett says at one point that even while disaster is unfolding, people get up and leave work – their shift has come to an end and they have another job waiting for them. It is not just that they feel no loyalty to their job or to the work process, there is literally nothing they can do anyway. The workers are all probably overly educated for the work they are doing – they possibly have a college degree – but they have only the most rudimentary skills in relation to the computerised system they are a very small cog within and knowing just how little they know of the system exonerates them from all care when things go wrong.

You can see the problem here for ‘character’.

There is a fascinating discussion of IBM and how it shifted towards more liquid employment practices by dismissing many of its previously loyal staff. I kept thinking of that thing they tell you about – the five phases of grief or whatever it is called – but here the workers (all highly skilled computer programmers and such) started off blaming the company, but ended by blaming themselves. They should have seen that the world was changing away from mainframe computers and towards desktop ones. They should have made the move themselves and started their own company, they should have taken the requisite risks, been more self-reliant. This notion of risk is taken from Beck and his Risk Society. Where increasingly we atomise people so that all they have to use to protect themselves from global assaults is their own meagre ‘personal resources’. But this self-reliance similarly destroys character – which is only meaningful in terms of the other. The problem is that we aren’t sure how to deal with this anymore because we are constantly reminded that the other is at best someone in competition with us and at worst actively working to get one up on us, so here too ‘loyalty’ seems either misplaced or suicidal.

Which is in large part the point of this book – not to leave us on this as a depressing endnote, but rather to promote the idea of ‘community as a remedy for the ills of work’ as the last chapter is subtitled. In large part this last chapter is about the concept of ‘trust’ and how ‘we’ is the pronoun in which trust is realised – but also as the most dangerous pronoun, not least to those currently reaping the most rewards from the system. I figure any book that ends with a call for more community is a book well worth reading. This is a relatively short book, but packed with interesting ideas, quite simply written and yet (despite having been written nearly 20 years ago) still ‘timely’.

7 comments
63 reviews 92 followers

İş dünyasının sahteliğini çözecem diyenler ve beyaz yakalı sendikalıların trendisin (bknz: http://plazaeylemplatformu.wordpress. ).
En başından, somut bireysel deneyimlere yedirilmiş fikirlerin için özür sunmayacağını belirtmişsin ve zaten çoğu kesim, somut hayat kesitleriyle teorileri, izlenimleri ve tespitleri uyumlu bir şekilde aktarmanı olumlu karşılamış. Ekonomik trendleri gösteren istatistik tablolarına rağmen “sonra onun IBM’de çalışmaya devam eden” kaynının söylediğine göre gibi dedikoduvari alıntılar bendeki güvenilirliliği sarsıyor (ben kimim Richard Sennett’in güvenilirliliğini sorguluyorum sorusunu 30 kere sordum, yapacak bir şey yok bana büyük veri lazım). Talep ettiğin; sürüklenme, rutin, esnek, okunaksız, risk, iş etiği, başarısızlık, tehlikeli bir zamir olan okuma sırasını biraz bozdum, aşağıdaki sırayla okudum.

Müsaade varsa şuraya bir özet koyacağım.

Yeni Rejimin Özellikleri Neler?
Yeni rejim, uzun vadeye düşman. Artık dönem kısa vadeli etkinliler dönemi.
Genele bir belirsizlik hakim ve istikrarsızlık normal durum.
Artık rutinin kötü olduğuna dair bir ön kabul mevcut. Risk alma isteği sadece girişimci kapitalistlere özgü bir özellik olarak görülmüyor. Risk, kitleler tarafından her gün omuzlanması gereken bir zorunluluk. Ve bu zorunluluk bir erdemmiş gibi gösteriliyor.
Sistem, geçmişini terk edebilme ve parçalanmayı kabul edebilme gibi spontane davranış biçimlerini teşvik ediyor.
Modern yöneticilik anlayışı, daha esnek kurumlar oluşturarak rutinin yol açtığı kötülükleri yok etmenin yollarını arıyor ve bu noktada, piramidal hiyerarşiler yerine iç bütünlüğü olmayan gevşek networkleri olumluyor.

Yeni Rejim Nelere Yol Açıyor?
Bürokratik rutine karşı isyan ve esneklik arayışı, bizi özgürleştirecek koşulları yaratmak yerine yeni iktidar ve kontrol yapıları üretiyor.
Katı ve net bir biçimde tanımlı olmayan modern kurumlar, kendi yapısını sürekli değiştiren esnek networke, atama ve işten çıkarmaların net ve sabit kurallara bağlı kalmaması imkanını veriyor.
Sistem, risk almasını bilen, belirsiz ve muğlak bir ortamda ayakta kalabilen küçük bir gruba yarıyor (Davostakiler). Oysa bu durum, spontane davranış biçimleriyle muğlak bir durumdan faydalanmaya kalkışan daha güçsüzlere/rejimin daha aşağılarında çalışanlara zarar veriyor (bu zararlar; muğlak yatay hareketler, geriye dönük kayıplar ve öngörülemeyen ücret kayıpları olabilir).
“Uzun vade yok”un yeni slogan olduğu iş dünyasında bu slogan kişinin davranışının yolundan sapmasına, güven ve sadakat bağlarını zayıflamasına yol açıyor. İyi bir işin nitelikleriyle iyi bir karakterin nitelikleri artık örtüşmüyor. Bağlılık ve sadakate vurgu yapmayan yeni sistemde iş yaşamı pratikleriyle dışarıda kalan alanı yönetmeye çalışan kişi boğuluyor.

Gelelim Artık Yeni Rejimin İş Etiğine: Takım Çalışması Sığlığı
Modern iş etiği takım çalışmasına odaklanıyor. Bu modern iş etiğinde iktidara sahip olan kişi/yönetici/lider komutlar vermek yerine sadece diğerinin önünü açıyor, işi kolaylaştırıyor. Yöneticiler/liderler “güç bende neyin en doğru olduğunu ben bilirim, bana itaat edin demenin otoriterliğinden kaçarak otoritesiz bir iktidar yaratıyor. İktidarın olduğu ancak otoritenin olmadığı bu yeni takım çalışmasıyla yeni otorite figürleri iktidarın ve kendi davranışlarının sorumluluğunu almaktan kaçıyor. Daha da önemlisi, yönetenler eldeki bir işin tamamının hep beraber, takımdaki herkesle beraber yapılması düsturuna sarılarak, içeriden bir muhalefete karşı koyuyor.
Ancak bu yeni takım çalışması deneyimden uzak yüzeysel bir ilişki ortaya koyuyor. Yeni etik, insan deneyiminin yüzeyinde kalıyor ve sığlığın grup halinde yaşatılmasını sağlıyor. Karakterimizi ilgilendiren “Bana kim ihtiyaç duyuyor?” sorusu sistemde yoğun saldırıya maruz kalıyor. Sistem insanlara kayıtsızlık aşılıyor. Organizasyonlarda karşılıklı ihtiyacı ortadan kaldırarak güvensizlik aşılıyor. Kurumları yeniden tasarlayıp(yeniden yapılanma/işten çıkarma), bütün çalışanları her an vazgeçilebilecek bir duruma getiriyor. Bu uygulamalar, kişinin kendisine ihtiyaç duyulmadığı hissini yaratıyor ve kişiyi tepkisiz/kayıtsız hale getiriyor.

Ve Gelelim Artık Çözüm Yerine Ne Önerdiğine:“Biz”/Sendikalar/İnsanları Birbirleri için Kaygılanır Hale Getiren Politik Bir Program
Sistem “biz” zamirinden korkuyor. Yeni takım çalışması, otoritesiz iktidar eski hiyerarşik yapılara karşı duran olarak gözüken figür, iç muhalefeti engellemek için tasarlandı. Sistem, sendikaların yeniden doğmasından korkuyor. Esnek ve muğlak olan yeni sistem yeniden tasarlanmaya, net ve sabit kurallara bağlı olmayan iş tanımları, atama ve işten çıkarmalara imkan veriyor. Ve sizi tepkisiz, birbiriniz için kaygılanmaz hale getiriyor. Siz, ihtiyaçlarınızı birbirinizle paylaşın. İnsanları, birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejim meşrutiyetini uzun süre koruyamayacak.

2,608 reviews 420 followers

-Las raíces para el “existencialismo laboral”.-

Lo que nos cuenta. El libro La corrosión del carácter (publicación original: The Corrosion of Character. The Personal Consecuences of Work in the New Capitalism, 1998), con el subtítulo Las consecuencias personales del trabajo en el nuevo capitalismo, es una reflexión sobre cómo afecta al carácter (pero dando a la palabra “carácter” un significado amplio) de los individuos su participación en el sistema laboral de nuestra época, desde conceptos generales como la deriva, el fracaso, la rutina, la ética o el riesgo, entre otros, pero con ejemplos concretos y reales sobre los que se basan los análisis.

¿Quiere saber más de este libro, sin spoilers? Visite:

1 book 56 followers

This book was written in 1998, the year I entered the corporate world Richard Sennett describes, one of networked authority, teamwork, and above all “flexibility” in the face of relentless change. So I’m intimately familiar with much of what he discusses in this slim, bleak, but humane book – particularly the way the change and ‘disruption’ of globalism are presented as impersonal, irresistible forces.

The Corrosion Of Character is about what happens to people’s sense of themselves in these conditions. The embrace of impersonal change, Sennett writes, means a removal of agency – while the operations of power remain, there is a diffusion of responsibility at every level of work except the strictly personal. But even personal responsibility and independence – the paramount virtues of this new world – begin to lose meaning and satisfaction as the ability to make a narrative of one’s life diminishes.

Sennett’s concern is character – “character as Horace first described it, character as a connection to the world, as being necessary for others”. The classical allusion is typical: Sennett’s book mixes sociological fieldwork with an overview of philosophical attitudes to work, from the Classical era to the Enlightenment. The range of reference gives the book a thoughtful, subtle backbone which keeps it relevant even as the specific case studies begin to ever so slightly date.

Have circumstances changed at all since Sennett wrote the book? As the operations he describes continue, they affect an ever wider group of people. If the book has a flaw, it’s the concentration on skilled working and middle class labour – Sennett has little to say about the unskilled working class, or those who have found themselves outside the labour economy entirely. But I still found it an illuminating book – it offers ways to understand how our particular economic arrangements have altered our personal, social and cultural expectations. 21st century trends, from the rise of social media to the twilight of welfare, can be usefully analysed with Sennett’s ideas in mind.

He draws hard conclusions. Of the people he meets, the only ones who seem to have recovered some level of meaning and personal narrative are a group of laid-off IBM workers. But this has come at a cost: the narratives they now see themselves in are ones of failure. Accepting and coming to terms with failure, Sennett suggests, represents some kind of victory over the corrosion of character, even if it’s by nature a pyrrhic one. It’s by rediscovering and processing the very things modern capitalist culture abominates – failure and dependence – that we can recover some sense of meaning.

1,972 reviews 683 followers

Let’s talk about character. I’m a big believer in it — in having character, trying to foster character in the world, and in the process, trying not to be too judgmental.

However, the term “character” is abused. Your parents tell you that you will build character when you have that first shitty job bagging groceries when you’re 16 — if anything, that job will do the opposite, and teach you the virtues of gaming the system, strategically avoiding work, knowing how to get on the boss’ good side, and where the CCTV cameras aren’t pointing so that you can steal a six-pack of delicious, delicious Summit Extra Pale (I may or may not be speaking from experience here).

Richard Sennett knows this too. His whole book is about how the gig economy atomizes us and turns us against one another. Basically, we’re all out to get paid and damn the consequences. We heed his warning at our own risk.

106 reviews

Richard Sennett’s influential 1998 book, The Corrosion of Character has important things to say about the nature of modern work. He has a theory, partly based on his own place in the generational scheme of life (as a baby-boomer) that tries to delineate normal and acceptable work patterns from the abnormal and unacceptable in terms of personal identity in the realm of work. What stands out in my mind in this study by Sennett is the provisional nature of work arrangements in today’s economy and the impact this can have on other related components of social society.

Sennett seems to be suggesting that the challenge with success is that it requires we accept its unthought about consequences. Such it is with capitalism, on a national level. Sennett describes this impact on work life today as a mixed bag of personal suffering from drift,(the destruction) of identity-building routine and (hyper-)flexibility.

Over the three hundred years since its inception as a state system, capitalism has proved to be remarkably resilient. So much so that it will continue to exist even if it seems to eradicate the human substance upon which it depends Sennet suggests to me in this book. The very qualities that allow a malleable system of exchange to adapt to changing resource levels, both of human and physical substance, also disrupts the sense of identity that one assumes should come with such power.

He is decrying this loss of indentity rooted in a more stable job system based on longevity and establsihed neighborhood relationships that along-side work provides one a sense of self over time. I find this the most convincing part of his book as it seems to have implications for recreating American historical identity in its best evocations.

This he says has largely been the transformation in America in the last few decades and he follows the story of one adult son of an immigrant to document this theory.

The most moving part of this documentary account is the place where he recounts Rico’s (the now adult son of an immigrant) moment of uncertainty as to how to instill lasting qualities like determination, perseverance, and loyalty in his own kids, while living a family lifestyle where his kids have only known temporary arrangements.

This is a quick read. I do not agree with all of Sennett’s moral conclusions about the function and meaning of work at all stages of one’s life.
As the young working father and husband in Sennet’s lens, Rico reads to me as happy and well-adjusted to his generation and economic situation when Rico himself is quoted in the book – whereas Sennet gives the impression that Rico should be more indignant, angry or despondent about his unstable if materially successful self-employed career state, and not enjoying so much his self-made success in America as Sennet’s urgings suggest. Sennet seems not to agree with Rico’s provisional ‘identity’ in the book’s interview and the tone suggested to me to have him or the readers feel misgivings about the net negatives of this generational “mobility” and endless economic uprootedness.
Sennet may have a point here, but i’m not sure he can superimpose it on all subjects evenly.

It provoked some of the greatest level of discussion, and disagreement in a recent on-line graduate course through Execelsior College, in the on-line chat room.

49 reviews 2 followers

Notlarımı toparlayabilirsem daha uzunca bir yazı yazacağım. Ancak kitabı bitirirken aklımda kalan bir iki noktaya değineyim.

Kitap hakikaten oldukça iyi yazılmış: Bugünün oldukça popüler kötü yazımının ‘name-dropping’, gösterişli kavramların gerekli-gereksiz kullanımından ziyade kavramaların yerli yerinde, atıfların da gerekli olduğu noktalarda yapbozu dolduracak bir biçimde kullanıldığını görüyoruz.

Kitabın ilk bölümlerinde Sennett’in kendi saha deneyimlerini genelleme biçimiyle ilgili ciddi rahatsızlıklarım var. Özellikle antropolojiye has bu yazım, bilgi üretimi meselesinde hala kafama yatmayan şeyler var.

Kitabın en çok altıncı bölümünden etkilendim. ‘İş Etiği’ başlıklı bu bölümde Sennett esnek istihdamın organizasyon biçimini otoritesiz iktidar kavramıyla ele alıyor. Kavramın gerçekten de bu konuda ciddi bir açıklayıcı gücü olduğunu düşünüyorum.

Esnek istihdamda bir anlatı oluşturulamama kabulüne iki itirazım var. i. kitabın ele alındığı yıllarda kuşaklar bu iki farklı etiğin farkındaydı. Bu ara kuşakların kendi anlatılarını oluşturamamaları bana kalırsa gayet anlaşılabilir. Ancak sanki şu anki kuşak kendine bazı anlatılar yaratabiliyor. Bilişim sektöründe örneğin, içerici takımlar olabiliyor. Beraber bir şeyler ortaya koymaya çalışan birbiri içersinde rekabet halinde olmayan organizasyonlar mevcut. Özellikle San Francisco’daki start-upların bu bakımdan incelenmeye değer tarafları olduğu görünüyor.
ii.Bunun dışında da insanların farklı stratejiler izlediğini görebiliyorum. Örneğin, pek çok çalışan tanıdığım yaptıkları işi para kazanmaktan ibaret olarak tanımlıyor. Zamanlarını kendi zevkleriyle anlamlandırmaya çalışıyorlar. Çeşitli hobilerle daha ciddi ilgileniyorlar. Bir yığın kursa yazılıyorlar vs. Bu yüzden her yerde her konuda bu kadar kursun olması şaşırtıcı olmasa gerek.

105 reviews 21 followers

Lo leí hace un mes y medio, pero recién tengo ocasión de comentarlo, por lo que quizá esta opinión esté mediada más por la estela de su lectura que por ella misma. Aún así, mi impresión no ha cambiado: ¡Sennett es brutal! Desenrieda nudos difíciles como si fuera un masajista, con paciencia y calidez.

Para empezar, no se detiene en introducciones. Va de frente al tema, y conforme lo presenta, ya lo está argumentando (algo que puede parecer muy precipitado al comienzo pero que agarra un vuelo espectacular conforme avanza la lectura) a la par que desagrega el fenómeno en puntos bien específicos, los que irá desarrollando en sendos capítulos.

Pero, y esta es una primera cualidad rescatable, su prosa en ningún momento busca la totalidad o el agotamiento minucioso de todos los dilemas, ni tampoco el tono pedagógico. Sennett desarrolla el hilo de su argumentación como si estuviéramos con él en algún restaraunte, y él nos estuviera contando una larga y divertida anécdota, algo que le pasó o que cree que le pasó y que nos quiere contar por el puro placer de hacerlo. No retiene nunca al lector, no posterga la conclusión. La va construyendo mientras narra, la va produciendo en el momento (un buenísimo efecto narrativo), y como todo escritor, como todo ensayista que usa la escritura para explorar y no tanto para explicar (un poco a la manera de Montaigne), a veces se equivoca, pierde el hilo o deja de convencer. Pero nunca, jamás deja el rigor académico, nunca olvida que está escribiendo una interpretación sociológica ajustada al gran público, y nunca deja de recordarnos que está examinando algo real que ocurre ahí afuera, a su alrededor, en ese mismo momento.

Así pues, maniobrando entre datos oficiales, anécdotas propias y ajenas, recuerdos, etnografías e investigaciones empíricas pasadas, citas literarias, y un novedoso corpus bibliográfico, entre teórico y metodológico, algo breve pero bien preciso, logra componer una radiografía de las consecuencias del nuevo modelo de trabajo que apareció en los centros del capitalismo mundial a fines de los 70’s tras una lenta agonía del modelo burocrático (basado este en sindicatos, horarios fijos y la idea de rutina a largo plazo), y su posterior expansión mundial en los años 90’s, hasta reconfigurar literalmente todos los aspectos de la vida cotidiana.

Sennett intenta comprender porqué el abandono de una estructura laboral rígida y predeterminada, alienante y jerárquica, y el establecimiento en su lugar de un modelo absolutamente flexible (flexible en los horarios, flexible en los derechos laborales, flexible en el espacio laboral, flexible en los procedimientos administrativos, etc) no trajo un sentido de liberación a los trabajores sino un sentido cada vez más profundo de incertidumbre, ansiedad y desasosiego, de limbo permanente, de inestabilidad en los vinculos sociales, de obsolescencia veloz de las competencias, y de confusión e incomprensión ante la contradicción ética entre un mercado laboral que enalteció la adaptabilidad y el cortoplacismo, y una sociedad cuyo código moral se basa desde siglos en el compromiso, en la lealtad y en el largo plazo y la perdurabilidad.

Es decir, cómo el trabajo flexible liberó a los trabajadores de un sistema rígido y preestablecido, ampliamente burocrático, para lanzarlos a la jungla posmoderna del teletrabajo, las reorganizaciones empresariales en función de redes horizontales trabajador-jefe, la inutilidad mental frente a los algoritmos industriales, la deslocalización de los procesos y el terror al fracasar en los cambios inesperados y perder el ritmo. Y cómo ese cambio ha terminado por llevarse de encuentro nuestro carácter, es decir, nuestra manera personal e íntima de vincularnos con el mundo, ese puñado de actitudes inmutables tan personales que nos define, y nos salva del vacío anómico, del sinsentido o del colapso.

Por supuesto, la lectura de Sennett se basa en la sociedad norteamericana de los 90’s, y aunque él a veces intenta mostrarla como algo extrapolable, todos sus ejemplos y su background son aplicables sólo exclusivamente a ella, por lo que, siendo rigurosos, esta es un buena aproximación para entender las consecuencias personales del capitalismo noventero en Estados Unidos.

La versión sociológica del desgarro, la incertidumbre y la pérdida de expectativas que vemos en Fight Club (1999).

Evidentemente, hay mucho más por decir. Por ejemplo, la diferencia exquisita que hace Sennett entre rutina y flexibilidad, o la genealogía filológica que hace de la ética en el trabajo (con fuentes que vienen desde el mismo Renacimiento, pasando por Weber y la ética protestante, hasta la ética flexible, dinámica y cooperativa, del modelo actual), o su particular modo de acercarse a la tecnología, según el cual en el modelo flexible los algoritmos, esto es, el funcionamiento interno de la herramienta de trabajo, son totalmente ilegibles para quienes lo usan, o también su recetario final (innecesario a mi entender), donde propone recuperar, a partir de la filosofía post-Holocausto, una ética solidaria, donde nuestra existencia se salve del vacío asumiendo un sentido de ser responsables ante el resto, basándose en la pregunta imposible por antonomasia en el capitalismo flexible, pero de alguna manera, urgente: «¿quién, en la sociedad, me necesita?».

Por ahora lo dejo ahí.

De todo el librito, me gustaron mucho las anécdotas y la habilidad de Sennett para contarlas. De estas, las que más recuerdo son la del bar, la de la panadería (el antes y el después en ella es alucinante, ejemplo nítido de cómo cambió todo) y la anécdota final (¡tan simbólica, tan poética!) en la reunión anual del Foro Económico Mundial en Davos.

La bibliografía es otro tema. No la conocía , en especial esa sociología sobre el paso del tiempo (uno de mis temas filosóficos preferidos). De todas, me llevo la dupla Adam Smith-Diderot. Sennett grafica tan pero tan bien las diferencias insalvables, pero misteriosamente humanas, de las ideas de Smith y Diderot sobre la rutina y el ritmo. Para darle su releída, y a lo mejor replantearla en otros aspectos.


Léanlo con una lata de Coca-Cola�� y escuchando todo el disco «OK computer» de Radiohead ��

2 comments
32 reviews 5 followers

As a PhD student, you are always on the lookout for those books or papers that give you a proper perspective to think from. I had come across Sennett’s work when Janaki Nair reviewed one of his books in Economic and Political Weekly. Richard Sennett’s ‘The Corrosion of Character: The Personal Consequences of Work in the New Capitalism’ is a book that makes you drop everything and stare at the ceiling for a few hours after. He travels from political economy to social theory to psychoanalysis to history and sociology of work and technology with extraordinary ease. It is also a book that left me with a need to reassess assumptions with my own work rather than read and analyse it purely for academics. As Sennett says, this is more of a long essay divided into sections rather than a book. What a brilliant writer!

65 reviews 1 follower

Сенет пише, як цінності й функціонування «нової економіки» сприяють виродженню людського характеру. У нього було кілька респондентів, з якими він довго говорив (іноді спостереження мали несистематизований вигляд і тривали по кілька місяців) про їхні життя й про те, як слогани гнучкості, відкритості до ризиків, індивідуальної ініціативи тощо впливають і на поведінку компаній (скорочення соціальних гарантій; масштабні реструктуризацїі, що на ділі означає звільнення купи людей і нерідко, іронічно, втрату власних позицій на ринку й прибутків; автоматизація, що виливається в утрату ремесла й робочої ідентичності; звідси — утрата почуття групової підтримки й солідарності тощо) і на їхні власні відчуття себе, на їхні характери. «Нова економіка» уславляє потребу в ризику й гнучкості, але не забезпечує страховки, яка б уберегла тих, хто повірив у її ці цінності й програв. А таких більшість. Звісно, ризик як фактор був присутній не лише в наш час, але саме зараз став основоположним.

Цей нав’язливий страх звільнення/програшу, відсутність будь-якої опори, розмиття групової солідарності й ґлорифікація невідомого впливають на внутрішні життя людей, підточують їхнє чуття значимості себе, штовхають у стан постійної економічної небезпеки та, в разі програшу, в секунду забувають про них, залишаючи напризволяще.

60 reviews 60 followers

Yeni kapitalizm, yeni sömürü biçimleri ve onun yarattığı insan üzerine çok iyi bir kitap. Çağımızın özgürlük aldatmacası, esneklik gibi kulağımızda olumlu tınlayan kavramların kapitalizmin elinde neye dönüştüğü üzerine düşünmek isterseniz buyurunuz. Kitabın son satırlarını dayanamayıp paylaşıyorum. Dayanışma kültürünü kuvvetlendireceğimiz ve farklılıkları dışarıda bırakmadan biz olma halini yaratacağımız yarınlar dileğiyle. #okudumbitti #okumaönerisi #inzivadayımokuyorum #bookstagram #books #kitap #kitapönerisi #book

298 reviews 31 followers

Reflexió sobre l´impacte del capitalisme flexible sobre el caràcter i les relacions. El caràcter (=el valor ètic q atribuÏm a les nostres relacions, Horaci) va més enllà de la personalitat (=desitjos i sentiments interns).

El major tabú del capitalisme actual és la por a fracassar. Fracassar vol dir NO PODER ESTRUCTURAR UNA VIDA PERSONAL COHERENT, NO PODER REALITZAR ALLÒ PRECIÓS QUE DUIM DINS, NO SABER VIURE, SINÓ JUST EXISTIR. A la societat actual, les persones afronten el fracàs seguint aquest procés:

1. El motiu del meu fracàs és que els altres han comès una injustícia. Van en contra meva. La culpa és dels altres.
2. El motiu del meu fracàs és que s´obrin les portes als immigrants, als diferents. La culpa és de la forma com la democràcia premia als dèbils.
3. El motiu del meu fracàs és que jo no vaig entendre el que passava i no vaig saber donar la resposta adequada.

Arribar a la 3ª resposta, la més elaborada, només és possible si hi ha vincles entre les persones (=un sentit de comunitat no superficial) que permeti construir el caràcter i no només la personalitat. Però el capitalisme provoca la corrossió del caràcter, o sigui una vida fragmentada on és difícil tenir temps per conversacions profundes i relacions estables, una vida que duu a evadir-se (drogues, evadir-se, consumir, anar de festa) per no afrontar la por a fracassar i la construcció del caràcter.

El neoliberalisme que va començar als EUA i ara s´extén a Alemanya (economies renanes) es sosté sobre la por al dèbil, al fracassat, al que no pot. Sobre la indiferència i la desconfiança davant el diferent. Defensa d´un jo fort i independent, que no necessita els altres. Proposen la destrucció de l´Estat del Benestar que només fomenta la debilitat i els dèbils, que són vists com a paràsits. Que els més forts guanyin. Despreci pels treballadors q no tenen iniciativa, que necessiten que els hi diguin què han de fer. No tenen en compte les paraules de John Bowlby: una persona sanament independent és capaç de demanar ajuda i depenir dels altres quan fa falta i de saber en qui confiar.

Aquesta visió impedeix construir el caràcter, perquè dificulta reconèixer les pròpies debilitats. Quan un sent vergonya de necessitar els altres, de ser dependent, torna desconfiat. Es destrueixen els vincles socials. Bauman: por al compromís.

Així idò, com construir el caràcter, com afrontar la por a fracassar, la precarietat laboral, la falta de futur? No a través del comunitarisme (que proposa que s´uneixin els que tenen les mateixes conviccions) sinó a través de vertaderes comunitats on no es fugi del conflicte i les visions diferents (Amy Gutmann, Dennis Thompson= el desacord uneix més a la gent q la declaració de ppis correctes), on es pugui parlar del fracàs sense culpa ni vergonya, on uns puguin depenir dels altres, on hi hagi vincles de confiança. Negociar les diferències més que cooperar superficialment a través del teball en equip. No reprimir les discrepàncies. Una societat on no hi ha una narrativa compartida de les dificultats i el fracàs és una societat sense un destí compartit, sense somnis. En una societat així, les preguntes que construeixen el caràcter (Qui em necessita? A qui necessit?) no tenen resposta. Si hi ha un canvi, el canvi vindrà de petites comunitats on les persones parlaran per necessitat interior més que a través d´alçaments de masses.

Són molts més els ferits qu els que criden. UN RÈGIM Q NO DÓNA A LES PERSONES CAP RAÓ PROFUNDA PER A CUIDAR-SE ENTRE SÍ, NO POT PRESERVAR LA SEVA LEGITIMITAT. La societat actual ha perdut el control dels somnis i sentiments dels de baix.

EMMANUEL LÉVINAS= La fidelitat a un mateix suposa ser responsable amb altres perones.
PAUL RICOER= Perquè algú depèn de mi, som responsable de la meva acció davant l´altre.
GADAMER= El jo que som no es posseeix a sí mateix. El jo succeeix.

2 comments
54 reviews 2 followers

Full of anecdotes and useful insights about the effects of the modern workplace on one’s sense of self-worth. Why we despise routine, the perils of the “flexible” work culture that has replaced it, the incomprehensibility of power structures that continue to exist even after traditional bureaucracy has been spurned, the superficiality of teamwork and the difficulty of acknowledging one’s limits, failures and dependence on others. All ideas that have been at the back of my mind but have lacked clarity because I haven’t thought about them hard enough. This book really helped.

101 reviews 3 followers

SÜRÜKLENME
Max Weber; zamanın kullanımını rasyonelize eden bürokratik yapıyı “demir kafes” olarak adlandırır.
Kafes içinde bürokrasi zırhına bürünmüş insanlar, “zaman hizmetkarları” dır.

Günümüz kapitalizmi; ayırt edici özellik olarak “çalışma zamanını organize etme”nin yeni biçimlerini içerir.
Değişimin çarpıcı ifadesi “uzun vade yok” sözüdür.

Hızlı değişime duyulan isteğin nedeni “sermayenin sabırsızlığı”dır.

Yönetim yeni dönemde; “piramit” şeklinden, daha çevik işleyen, yapısı sürekli değişen “network” şekline dönüşür.

Uzun vadeli “anlatı zamanı”, “güvence” ve “sadakat” yerine, bağlılığı aşındıran ilkeler ile, görev ve üyeleri sürekli değişen “takım çalışması” vardır.

Sistem; “yaratıcı yıkımı” ve değişimin sonuçlarını hesap etmeyen ve ne getireceğini bilmediği halde rahat olan insanlar gerektirir.

“Uzun vade yok” sözü ailede, “bırak git”, “kendini adama”, “fedakarlıkta bulunma” karşılığını bulur.

RUTİN
18yy da; gündelik yaşamda emeğe içkin saygınlık vurgulanır. “Domus ekonomisi” denen bu dönemde, hane, emeğin ve ekonominin merkezidir. Ücretli kölelik yerine, ustaya itaat ve barınma vardır, işçiler ve aile masaya beraber oturur, nakti ücret maliyetin küçük bir kısmıdır.

Giderek bir dönüşümle işyerine düzen gelir, ev ve barınma iş yerinden ayrılır. İşyerinde endüstriyel düzenin sırrı onun dakik rutininde gizlidir.

Diderot; rutini, gerekli bir öğretici olarak görür. Sürekli tekrarla, müzisyenin başarısı ve aktörün rolün derinliklerine inmesinden yola çıkarak, tekrarın erdemini endüstride bulmayı ümit eder. Tekrar ve rutin ile, akıl ve el uyum sağlar. Bu bir idealdir.

Voltaire; “teori üretmeyi bırakıp çalışalım, yaşamı katlanabilir kılmanın yolu budur. İnsan rutin ve ritm ile dinginleşir, işçiler emek sayesinde kendisiyle barışık hale gelir” der.

Diderot’un rutine dayalı koordine kağıt fabrikası yerine, A.Smith, iş bölümüne dayanan iğne fabrikasını kurar. Burada insanın kendi çabası üzerine kontrolunu yitirdiğini, aptal ve cahil hale geldiğini gözler. Sanayi işçisi, aktördeki özdenetim ve dinamik ifade gücüne sahip olamamıştır. Smith, “rutin, insan ruhunu ve aklını öldürür” der.

Smith, “karakter, tarih ve onun öngörülemeyen zigzagları ile biçimlenir, rutin hakimiyet kurarsa, kişisel tarih için fazla bir şeye izin vermez diye düşünür.

ESNEK
Günümüzde rutine isyan ve esneklik arayışı, bizi özgürleştirecek yerde, yeni iktidar yapıları üretti.

Değişme yeteneğimiz olduğu için özgürüz sanıyoruz. Rutine karşı başlatılan isyanın vaat ettiği özgürlük sahtedir. Bürokratik eski düzene meydan okuma, daha az kurumsal yapı anlamına gelmez. Birimleri ve bireyleri daha fazlasına zorlayan iktidar yapısı sapasağlam ayaktadır.

“Kurumların kökten değişimi”, bugün ile geçmiş arasında süreklilik kaldırmış iç bütünlüğü bozmuştur.
Az sayıda yönetici çok sayıda çalışanı kontrol edip, çalışana birden fazla görev yüklüyor ve daha azla daha çoğu başarıp verimi arttırıyor.

Üretimde esnek uzmanlaşma ile, daha çeşitli ürünler piyasaya daha hızlı ulaştırılır. Dış dünyanın değişken talepleri kurumun iç yapısını belirler.

Makroekonomik eşitsizliğe, kurum içi keyfi ve eşitsiz güç ilişkileri de eklenir. Üretim ve karlılık hedefleri ile birimler kapasitenin ötesinde bir üretime zorlanır.

Kurumsal yapı daha dolambaçlı olup, zirvenin hakimiyeti hem güçlü hem amorfdur.

Esnek sisteme uyan karakter; verme yeteneği olmadan vazgeçme yeteneği yüksek olandır. Uzun süreli bağlılıklardan kaçınma, parçalanmaya tahammül edebilme özelliği ile beraberdir. Düzensizlik ve kayboluşun ortasındaki insan, parçalanma ve geçmişini terk etme karşısında acı çeker.

RİSK
Esnek organizasyonların istikrarsızlığı nedeniyle, risk, kitleler için hergün üstlenilmesi gereken bir zorunluluktur. Yeni bir şeylere başlamadığınız zaman, lime lime olacağınızı hissedersiniz. İnsan hergün yeniden başlamak, kendini tekrar kanıtlamak durumundadır.

Teorik olarak, risk almak, bir erdemmiş gibi gösterilir. Risk alırken, insan, kazanımlardan ziyade, kayıplara yakındır. Risklerin hepsi “kazanan hepsini alır” piyasasında olup, bütün ödüller en güçlü olanın kucağına dökülür.

Risk kültüründe, hareketsizlik ve sabit kalma, başarısızlık ve ölümle eş tutulur. Olduğun yerde kalmak çemberin dışında kalmaktır. Varılacak hedeften çok, ayrılma edimi önemli olur.

İŞ ETİĞİ
Weber’e göre, özdisiplin ve kendinden vazgeçme tutumu, harcamayıp tasarruf etme isteği protestandan kapitaliste geçmiş ve ahlaki değerini çalışarak ispat etmeye çalışan “amaçlı insan” doğmuştur.

Amaçlı insan, hazdan korkar, ve iş saplantılıdır, açgözlülük, lüks düşkünlüğü gibi, eski katolik günah imgelerinden uzaktır. Başarılı olsa da, kazandıklarının tadını çıkaramaz. Yaşamı, başkalarının takdirini toplamak, kendine saygı duymak amaçlıdır. Bugüne ait hiçbir şeyin anlamı yoktur, herşey nihai amaca giden bir araçtır.

Esnek modern sistemde ise, “amaçlı insan” gitmiş yerine “takım oyuncusu” gelmiştir.

Takım çalışmasında çalışanın becerisi portatif olmalı, hiç birşeye bağlanmaz, önemli olan sadece o andır.
Geçmişteki performans bugünkü mükafatlar üzerinde hak yaratmaz. Her oyunda işe sıfırdan başlanır.

Otoritesiz iktidar oyunu, yeni bir karakter yaratır. Artık “amaçlı insan” gitmiş yerine “ironik insan” gelmiştir.

İroni; “insanın, kendisini tanımladığı sıfatların sürekli değişmesi, ayrıca kullandığı kelimeler ve dolayısıyla benliğinin olumsal ve kırılgan olduğunun her zaman farkında olması nedeniyle, kendi kendini ciddiye alamaması” olarak tanımlanır.

Hiç bir insan ve toplum, bu ironi içinde yaşayarak bütünlüğünü koruyamaz. İroni, insanları iktidara karşı çıkmaktan alıkoyar. Hiçbir şeyin asla sabit olmadığına inanan insan, bir süre sonra, “ben de pek gerçek değilim, benim ihtiyaçlarımın da temeli yok” noktasına gelir.

BAŞARISIZLIK
Ancak, yeni kapitalizmin, esnek ve kısa vadeli zaman anlayışı, kişinin işinden anlamlı bir anlatı ve dolayısıyla bir kariyer oluşturmasını engeller.

Nietzcshe, insanın kendi geçmişini öfkeyle seyretmekle yetindiğini ve iradesini geçmişe dayatma gücünden yoksun olduğunu söyler.

TEHLİKELİ ZAMİR
Esnekliğin belirsizlikleri, köklü bir güven ve bağlılık duygusunun olmayışı ve kişinin kendisinden bir şey yapamaması, işi aracılığı ile hayatını çizememesi ile sonuçlanır. Bütünlüğü bozulan insan, şimdi bağlılık ve derinliği başka yerlerde aramaktadır.

18 reviews 2 followers

Öncelikle şunları söylemek isterim ki, tek kelime ile gerçekleri ve günümüzün çöküntüsünü bize anlaşılabilir bir dile anlatan, örneklendirmeleriyle durumu kavramamızı sağlayan, vurucu ve insanı düşünmeye iten, çok başarılı bir kitap.

Eskiden insanlar belli bir düzene göre çalışırdı ve bu düzen genelikle ‘rutin’ bir doğrultuda ilerlemekteydi. İnsanlar emekliliklerini hesaplayabiliyor, ne zaman ne yapacaklarını bildikleri bir hayat sürüyorlardı. Bu çalışma biçiminde belirli ölçüde para biriktirebiliyorlar ve kendilerine en basitinden ev alabiliyorlardı. Bu tarz bir rutinde kimi insanlar belli zamanlar arkadaslarıyla bir araya gelebiliyor ve cemaat ile vakit geçiriyordu. Evet, bu insanların da hayatları kolay değildi ama bildiklerini yaparak geçiniyorlardı ve herhangi bir ekstra çaba harcamaya veya yenilikleri takip etmelerine gerek yoktu.

Lakin gel zaman git zaman birçok şey gibi bu çalışma biçimi de değişti. Çalışma biçimi değişince yaşamlarda ona ayak uydurmak zorunda kaldı. Eskiden belirli bir doğrultuda ilerleyen kariyer yerini bir adım sonrası bile muallakta olan bir çalışma anlayışına bıraktı. Artık insanlar tek bir doğrultuda ilerleyemiyor, geleneksel kariyerler yok oluyor. Yeni çalışma yaşamında kişinin becerilerini değiştirmeden ilerlemesi mümkün değil. Bu yeni koşullarda, sadakat ve insan ilişkiler en alt düzeye inmiş durumda. Bunun nedenlerinden birisi kişilerin belli bir yere bağlı kalmayıp birçok kez iş değiştirmesi ve bunun kişiye olumsuz yansımaları. Artık yarın ne olacağı belli olmayan, bilinmezler içinde olan bir çalışma hayatı var. Bu rejimde ‘uzun vade’ diye bir şey söz konusu değil.
Modern kurumsal yapılardaki değişime, kısa süreli, sözleşmeli ya da dönemlik işlerin oraya çıkışı eşlik ediyor. Şirketler katı bürokrasiyi bırakıp daha esnek bir hale gelmeye çalışıyorlar.
Yeni rejimin eski rejimi büyük ölçüde yıkıp, günümüz çalışma çevresine hakim olmasıyla birlikte gelen çok ciddi bir sorun daha var. Bu yeni koşullar kişinin benliğini de tehdit ediyor. Kişiler kendi yaşamları üzerindeki kontrolü kaybediyor. Sistemin çalışma koşulları mutlak bir kendinin bazı parçalarından vazgeçmeye zorluyor. En basitinden, çalışan kişilerin aile bağları zayıflıyor, iş sadece ofis masasının üzrinde kalmıyor eve de dahil olarak insanların kendilerine ve ailelerine ayıracakları zamanı da çalıyor. Ebebeynlerin çocukları üzerindeki otoriteleri zayıflıyor çünkü onlara vakit ayıramıyorlar. En kötüsü de çocuklar için anne babaların bir rol model olamaması. Bu süre zarfında çocuklar belli bir yönlendirme olmadığı ve rol model alacak bir kişi bulamadığı için çeşitli yönlere savrulabiliyor. Kişiler her nasıl davranmalarını bilseler bile bunu uygulayacakları vakitleri pek olmuyor, hem kişi hemde çevresi bu durumdan olumsuz etkileniyor. Bu düzenin içinde bağlanma diye bir kavram olmadığı için bu çalışan kişiler birçok kez yer değiştiriyor ve burada tanıştığı kişilerle ilişkileri yüzeysel oluyor ve sosyal hayat büyük bir darbe alıyor. İşte bu esnek ve değişken çalışma düzeni , iş hayatını da kişinin kendi hayatını da etkileyip sarsıcı yaralar bırakıyor.
Bugünkü beirsizliğin garip yönü, bunun hiçbir korkunç tarihi felaket olmadan var olmasıdır; belirsizlik kapitalizmin gündelik işleyişine sinmiştir. İstikrarsızlık normal durumdur. Karakter aşınması belki de kaçınılmaz bir sonuç. ‘Uzun vade yok’ anlayışı uzun vadede kişinin davranışını yolundan saptırıyor, güven ve sadakat bağlarını zayıflatıyor; iradeyle davranışı birbirinden koparıyor.
Yazar iki farklı kişi üzerinde durarak, çalışma disiplini hakkında farklı türdeki düşünceleri sunuyor. Diderot’un kağıt fabrikası ile başlar. Bu kağıt fabrikasında çalışanlar, öğrendikçe, kağıt üretimindeki rutinlerin sürekli evrim geçirdiğini kağıt üretiminin birçok aşamasında bulunuyor ve zaman ilerledikçe idare etmeyi ve değiştirmeyi düşünür. ‘Ritim’ ifadesini kullanarak, hızlanıp yavaşlamayı, varyasyonlar yapmayı, belirli bir işlemi sürekli tekrar ederek yeni uygulama geliştirmeyi öğrenmemizi anlatır. Diderot’a göre bu emek sürecinde ‘akıl ve elin uyumunu sağlar’.

Adam Smith’e göreyse bu düzenli evrim imkansız bir rüyayı temsil etmekteydi. Rutin ruhu öldürürdü. Smith ise örneğini iğne fabrikası üzerinden verdi. Smith, iğne fabrikasında çalışan bir işçinin belli sürede ne kadar iğne üretebildiğini hesaplamıştı. Daha sonra bu üretim sürecini kısımlara ayırdı ve herbirini bir işçiye verdi. Her işçi iğne üretiminin farklı aşamalarından sorumluydu ve sadece kendilerini ilgilendiren kısımlarla uğraşıyorlardı. İş bölümünün böyle yapılması sonucu üretim arttı. Lakin burada da sıkıntılar vardı. Smith, bu koşullarda da işçilere saatler boyunca sadece tek bir küçük işlem yaptırmanın, onları uyuşturucu ve sıkıcı bir iş gününe mahkum ettiğini farketti. Ayrıca bu işçiler iğne yapma konusunda artık bir kısmında uzmanlaştıklarından dolayı , tüm olarak iğne ustası oldukları söylenemezdi.

Ford Motor Şirketi, işçileri için cömert bir fabrikaydı ve işçilerine iyi paralar veriyor, belirli oranlarda karında ortak yapıp, paylarını dağıtıyordu. Ancak fabrikadaki çalışma söz konusu olduğunda işler değişiyordu. Fabrikalar tam olarak yerleşmeden önce, birçok vasıflı işçi gün boyu tek bir motorun ve kaportanın üzerinde uğraşıp çeşitli düzenlemeleriyle uğraşırlardı. Ford Motor Şirketi üretimi endüstri haline getirince vasıflı ustalar yerine uzmanlaşmış işçiler istihdam etmeye başladılar. Artık iş bölümü parçalara ayrılmıştı ve her uzman motorun belirli bir kısmıyla uğraşıyordu. Ayrıca göçmen işçiler çok daha az fiyata çalışmaktaydı ve o bölgenin yerlilerinin işlerini ellerinden alıyorlardı. İşte çalışma planlaması böyle değişmişti ve değişmeye de devam ediyordu.

Süreç böyle işlemeye devam ederken değişen algılar da vardı. İnsanlar ustalara deneyimlerinden dolayı saygı göstermiyordu; hatta umursamıyordu bile. Yani kişinin yaşından dolayı bilgili olması ve yol göstermesinin anlamı pek kalmamıştı.

Yazar, çok önemli bir konuya daha, işi bilme ve insan ilişkilerinin zaman işinde değişimine değiniyordu. Bu konu için bir fırından örnekler veriyor. Eskiden gittiği bu fırında İtalyan ve Yunan işçiler çalışmaktadır ve fırın ortamı gerçekten boğucudur. Ter kokusu fırına sinmiştir. Ekmek hazırlaması gerçekten emek isteyen yorucu bir iştir. Lakin burada çalışan insanların arasındaki bağ sadakata dayanmaktadır. Yaptıkları işi biliyorlardı. Fırında çalışanlar için önemli olan şeyler iyi bir aile resi olmak ve işlerini iyi bir şekilde yapmaktı. Bu insanlara sorulduğunda kendilerini ‘orta sınıf’ olarak tanımlamaktaydılar.
Yazar, fırına çok uzun bir süre sonra gittiğinde fırın büyük bir şirket tarafından satın alınmıştı. Tabii birçok değişikte olmuş; fırıncı refah bir hale kavuşmuş, içerideki havalandırmalar ortamı rahatlatmıştı. Artık ter kokmamaktaydı. Eski çalışanlar emekli olmuş, yerine farklı milletlerden insanlar gelmişti. Fırında en çok dikkat çeken şey ise ekmekler artık kas gücüyle değil, makinalar tarafından, neredeyse hiç emek harcamadan yapılıyordu. Fakat bir durum vardı. Burada çalışanların çoğu deredeyse ekmek yapmayı bilmiyordu. Üretim siparişe göre olduğundan istenilen ekmeğin türü ve sayısı makineye giriliyor, makinede o ekmekleri yapıyordu ki bazı zamanlar sorunlardan dolayı ekmekler çöpe gidiyordu. Yazar burada ekmek üretme makinesinin bozulmasına da şahit oluyor. Ve bozulduğunda çok çarpıcı bir duruma tanıklık ediyor. İşçiler makine bozulunca hiçbir şey yapamıyorlar. Evet, bu çalışanlar sadece birkaç komut verebiliyor makinaya fakat tamir edebilmeleri söz konusu değil. Ondan dolayı üretici firmanın teknikeri gelip, makinayı onarana kadar karanlıkta bekliyorlar, çünkü makine bozulduğunda elektriklerde kesildi. Ve yazarın gözlemine göre bu durumda işçiler kendilerini çaresiz hissediyorlar ve kendilerini baskı atındaymış gibi görüyorlar. Burada ayrıca sadakatten de pek söz edilemez, çünkü birçoğu yaptıkları işi kendi işleri yani üzerinde ilerleyecekleri meslekleri olarak görmüyorlar ve burada gelip geçici oldukarını biliyorlar. Bu ve daha birçok sorun gelişen teknolojinin en uç noktaya sızmasıyla birlikte daha da belirgin bir hale geldi.

Şahsi düşünceme gelirsem; ne tam olarak rutin çalışma ne de esnek çalışma tek başına sağlıklı ve doğru işleyecek bir süreç. Aynı sadece gündüz veya sadece gece olmasının yararlı olamayacağı gibi. Bu süreçlerin yararlı olacağı belli ortamlar vardır ve yerine göre kullanılması daha iyi olacaktır. Kapitalizmin hakim olduğu çalışma düzeninin insan ruhu ve ilişkileri hakkındaki düşüncelerim ise hiç iç açıcı olmayan cinsten. Mevcut düzen kişinin benliğini hala parçalamaya devam ediyor. Kimi yerlede çalışma koşulları ve saatleri çok acımasızca ve kişi bu ortama dahil olduktan belli bir süre sonra kendini hiçe sayıp adece çalışmak ve şirkete kar getirmek için çalıştığını düşünüp, ruhsal çöküntü yaşayabilir. Vahşi olan ve hep daha fazlasını talep eden bu düzen insan doğasına uygun değil ve sadece çok küçük bir azınlık topluma vadedilen refaha kavuşabiliyor. Altta kalanlar ise artıkları kendi aralarında paylaşmak zorunda kalıyorlar. İnsanların isyan etmemesinin sebebini, her an, sürekli olarak bir propaganda ve arzuları tetikleyen mesaj bombardımanı altında olmalarına, belli yayınlar ile uyutulmalarına ve çok çalışırlarsa onlarında büyük reklam panolarındaki şık insanlar gibi olacaklarına inandırılmalarına bağlıyorum. Tabi bu düzenin birer ilizyon olduğunu farkeden her kesimden insan var ama onlarında elleri kolları bağlı ve umutsuzluk halindeler. Ne yapılabilir tam bilemiyorum ama kişiler daha refah yaşamak için belkide maddi açıdan pahalı oyuncaklardan, mücevharatlardan ve sürekli reklamı yapılan değersiz şeylerden vazgeçmeli ve daha sade bir hayatı düstur edinmelidir. Amaç en pahalı ve havalı olan değil; en uygun ve en yararlı olan olmalıdır. Ya da, bu haksızlıkları önlemek için, büyük ihtimalle başarısız olacağı bir mücadeleye girişmeli yani kendini yakmalıdır. Bütün bunalara ek olarak ben A’dan Z’ye birçok firmanın bazı konularda işbirliği içinde olduklarını düşünmekteyim ve bunlar düzenin bozulmaması için hiç tanışıklıkları olmasa bile birbirlerinin yararlarına çalışıyorlar. Düşünen insanların rehavete kapılması ve durum için bu insanlara antidepresan denen, geçici süreliğine kişiye sahte mutluluklar yaşatan ilaçları kullandırtıyorlar. Şirketler hiç umurlarında olmayan gruplar üzerinden kar yapabilmk amacıyla birçok reklam yapıp, girişimde bulunuyor. Evet bunlar adece para kazanılmak için yapılan aşağılık girişimler olarak düşünüldüğünde bir parça anlaşılabilir fakat birde bu süreci desteleyen ve sistemin varlığını biliçli-bilinçsiz destekleyen ve kutsayan büyük bir sürü var. Bilinçli destekleyenler kendilerinin paylarını genişletmek için yaparken, bilinçsiz kısım cahillikten ve terkedilmişlikten dolayı bir cemaate veya gruba kendi benliğini teslim edip, onlardan biri olmak için böyle yapıyor. Mesela, artık bilgi çağındayız diyip geçmişten günümüze kadar gelen iyi-kötü herşeye muhalif oluyorlar. Yeni trendleri bilinen en büyük hakikat olarak görüp, inançtan tutun gelenekselliğe kadar herşeyin artık eskidiğini ve birçoğunun uydurma olduğunu, bu çağda bunlara değil bu çağa uygun hareketlerin kabul edilebileceğini dillendiriyorlar. Evet, ruhu ve belli kökleri olmayan, sadece anın yaşanması gerektiğini ve kendi düşüncesi dışında çoğu şeyin yobazlık olduğunu söyleyen insanlardan bunu duymak bizi şaşırmamalıdır ama buna dahil olan sıradan insanların varlığı bizi üzmeli ve onlara sakin bir dille yol göstermeliyiz. Çünkü bu yaşananların hemen hemen hepsi devasa kolonileşmiş şirketlerin işine yaramaktadır ve en yukarıda parayla oynayanlar, kar dışında, kendi düşüncelerine göre toplumu şekillendirmeye çalışmaktadır.

Son olarak belirtmek isterim ki, medyada ve diğer ulaşım-haberleşme araçlarında sürekli vurgulanan, toplumdaki bireylerin sahip olması gerektiği şeylerin bir çoğu aslında ihtiyaç listemizde bile yoktur. Çoğu sahtedir ve satış politikasıdır ve o şeyler kişiye kısa bir süreliğine sahte karizma kazandırır lakin o da kaybolur. Kısaca, maddi şeyler ile mutluluk sadece bir sonraki güne kadar sürer. Bilinçli olmalı ve bizi manüpüle etmelerine izin vermemeliyiz.

Karakter Aşınması Kitap Analizi

Kapitalizmin değişen karakteri bireylerden çalışma hayatı özel örneğinde farklı yetenekler, farklı özellikler, farklı bir karakter bekliyor. Zamanın değişen ruhuna bağlı olarak bireylerden beklenen karakterin nasıl değiştiğini ve dolayısıyla bireylerin kendi karakterlerini kurma konusunda yaşadıkları sıkıntıları Sennett, yeni kapitalizmin beklentileriyle açıklıyor.
Sennett, yeni kapitalizmde ‘’iyi bir işin nitelikleriyle iyi bir karakterin nitelikleri artık örtüşmüyor’’ (Sennett,2015:21) temel tespitinden yola çıkarak, yeni kapitalizmin çalışanlardan ve işverenlerin işçiden beklediği karakter özelliklerinin neler olduklarını günlük hayatta tanıdığı kişilerin bizzat yaşam deneyimlerinden yola çıkarak örneklendiriyor.

Kitabın 1.bölümünde Sennet, bir baba (Enrico) ve oğlu (Rico) üzerinden özellikle Amerika’da kapitalizmin değişen karakterinin bir sonucu olarak çalışma ve iş yaşamının teknolojik gelişmelere bağlı olarak nasıl değiştiğini ve bu değişime bağlı olarak çalışma merkezli toplumda çalışma hayatındaki değişimin diğer değişimlere nasıl öncü olduğunu ‘’esneklik’’ kavramını temele alarak inceliyor.
2. bölümde, yine Enrico ve Rico örnekleri üzerinden, çalışma yaşamındaki ve çalışma şeklindeki değişmelerin sosyal yaşantıya etkilerini ‘rutin’ kavramı merkezinde inceliyor.
3. Bölümde, esneklik kavramının çalışma yaşamı başta olmak üzere toplumdaki tüm kurumlara nüfuz etmesiyle birlikte iktidarın nasıl dönüştüğünü ve yeni çalışma şekillerinin yeni kontrol mekanizmalarını nasıl yarattığını ele alıyor.
4.Bölümde, yerel bir fırının yıllar içinde gıda şirketi tarafından satın alınmasıyla çalışanlar, işverenler ve teknolojik gelişmeler bağlamında nelerin değiştiğini ortaya koyuyor.
5. Bölümde, risk almanın kavramsal olarak ve süreç bazında eski ve yeni kapitalizmde nasıl değişiklikler geçirdiği ve kişilerin buna nasıl uyum sağladıkları ve sağlayamadıklarını ele alıyor.
6.Bölümde, değişen ve yeni çalışma şekilleriyle beraber iş etiği anlayışının ve yeni iş etiğinin beklediği karakter özelliklerinin nasıl değiştiğini inceliyor.
7. Bölümde, IBMde işten çıkarılan işçiler örneği üzerinden başarısızlığın anlamının nasıl değiştiği ve bireylerin işten atılma gibi durumlarda sosyal yaşantılarında geçmişte ve günümüzde nasıl değişmelere sebep olduğunu karşılaştırıyor.
8.Bölümde, ‘bana kim ihtiyaç duyuyor?’ sorusu çerçevesinde kişilerin, kendilerini, ilişkilerini ve çalışma ilişkilerini sorgulamasını ve verilen cevapları geçmiş ve bugünle kıyaslayarak inceliyor.

  • 1.BÖLÜM : SÜRÜKLENME
  • 2.BÖLÜM : RUTİN
  • 3.BÖLÜM : ESNEK
  • 4.BÖLÜM : OKUNAKSIZ
  • 5. BÖLÜM : RİSK
  • 6.BÖLÜM: İŞ ETİĞİ
  • 7.BÖLÜM : BAŞARISIZLIK
  • 8.BÖLÜM : TEHLİKELİ BİR ZAMİR

1.BÖLÜM : SÜRÜKLENME

Sennet, 1970lerde hademe olarak çalışan Enrico ve 1990larda net bir iş tanımı olmamasıyla birlikte ‘danışman’ diyebileceğimiz bir pozisyonda çalışan oğlu Rico üzerinden eski ve yeni toplum yapısını, iş ilişkilerini ve bireylerin çalışmaya atfettiği anlamların değişimini sorguluyor ve karşılaştırıyor.
1970lerde çalışmaya ailesine hizmet etmek anlamını yüklenen, her günü neredeyse aynı olan işlerde yıllarca çalışanlardan oluşan bir toplum. Birikimleri yıllarca artıyor, eşi de çalışıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası sendikaların güç kazandığı dönemde, çalışanların işleri sendikaların güvencesinde ve Enrico ne zaman emekli olacağını ve ne kadar para alacağını tam olarak biliyor.
Enrico’nun içinde yaşadığı 1970ler toplumunda Weber’in demir kafes olarak tanımladığı bürokrasi, zamanın kullanımını rasyonalize eden bir yapı olarak işlev görmektedir. Bireyler, günlük yaşamlarını ve zamanlarını çalışma zamanını merkeze alarak organize etmektedir. Enrico, bu sayede hademeler birliği ve göçmen cemaati sayesinde sosyal gruplara zaman ayırabilmiş ve aidiyet geliştirmiştir. Sendikalar ve cemaatler aracılığıyla bireyin aidiyet duygusunu geliştirmesi Durkheim’a göre dayanışmanın olduğu sağlıklı toplumun bir örneğiyken(Slattery,2012:114-122), Rico’nun içinde bulunduğu 1990larda yeni toplum yapısında sendikaların gittikçe azalması, iletişimin elektronikleşmesi ve bireylerin sosyal yaşantılarına ayırabildikleri zamanın da çalışma süresinin artışı ve düzensizliğine bağlı olarak azalmasıyla, yeni toplumda işlerin ve ilişkilerin geçici doğasıyla birleştiğinde bireylerin toplumsal gruplara aidiyet duygusu geliştirmesi pek mümkün görünmüyor.
Enrico biz-onlar ikiliğinde kendisinin karşısına siyahları, ülkeye yasadışı yollarla gelen yabancıları ve hak edilmemiş ayrıcalıkları olan burjuvaziyi koyuyor. Orta sınıfın ona hiçmiş gibi davrandığını ve eğitimsiz olması ve ayak işi yapması sebebiyle buna haklarının olduğunu düşünüyor. Burada Mead’in ‘’me(beni-bana)’’ kavramını görüyoruz. Bireyin başkalarından öğrenmiş olduğu kendisiyle ilgili bakış açılarını, tavır alışları öğrendiğinde birey, toplumsallaşmış ‘’me’yi’’ oluşturur ve davranışlarına kılavuzluk eder. (Wallace&Wolf, 2015:275-285) bu kılavuzdan, toplumun kendisiyle ilgili düşündüklerinden yola çıkarak benliğini oluşturan Enrico, oğlunun da aynı yaşantıyı yaşamasını istememekte, Amerikan Rüyasına inanmış ve birtakım koşulların sağlanmasıyla sınıf atlayabileceği fikrini içselleştirmiş olarak oğlunun sınıf atlamasını istemekte ve eğitimine ayırdığı bütçe ile maddi, dönemin gerektirdiği biçimde disiplinli bir baba olarak manevi yardım etmektedir. Ayrıca, oğlunun eğitim yoluyla daha akıllı daha bilgili olduğu ve bunun sınıf atlama anlamında toplumsal hiyerarşide yükselme anlamında iyi bir şey olduğu inancına sahip olduğundan oğlunun söylediği kelimelerin bir çoğunu anlamamakla övünmektedir.
Rico’nun içinde bulunduğu 1990lar toplumunda ve çalışma hayatında ‘ben şunu yapıyorum’ denilebilecek sabit bir işin olmaması, iş tanımının net sınırlarla çizili olmaması, iş tanımının beraberinde çalışma şeklinin de esnediği, yeni çalışma şekillerinin ortaya çıktığı toplumda zamanın, günün çalışma merkezli olarak planlanması ve organize edilmesi de mümkün olmamakta. Bilgisayarlaşmış işler sebebiyle eve iş getirilen çalışma şekli ve işe ayrılan zamanın uzadığı bir toplumsal düzlemde, aile yaşantısında da esnekliklerin ve geçiciliklerin yansımasının görüldüğü günümüzde Rico, babası Enrico’dan farklı olarak kendi çalışma hayatını ve karakterini çocuklarına bir etik davranış örneği olarak sunamıyor. Babası Enrico’nun yaşadığı dönemde en belirgin olan disiplin-otorite erdemi, yerini esnekliğe bırakmış görünüyor. Rico’ya iş yaşamında başarıyı getiren esneklik, karakterinde aşınmalara sebep oluyor.
İş yaşamında ve şirket bünyesinde değişimler hiyerarşik piramit benzeri yapılardan bürokrasi katmanlarını azaltarak daha düz ve esnek yapılara geçişiyle birlikte yıllar içinde basamak basamak ilerleyen geleneksel kariyerlerde de dönüşüm meydana geliyor. Temel becerilerini sürekli yenilemek ve güncellemek durumunda olan çalışanların farklı şirketlere, farklı pozisyonlara hatta farklı sektörlere geçişleri çok daha kolay gerçekleşiyor. Rico’nun çalıştığı yeni düzende özelde iş yaşamını ve toplumsal yaşamı karakterize eden anahtar kelimeler; belirsizlik, esneklik, ‘’uzun vade yok’’, istikrarsızlık, geçicilik oluyor.

2.BÖLÜM : RUTİN

‘’Diderot işteki rutinin, diğer ezberleyerek öğrenme çeşitlerinde olduğu gibi gerekli bir öğretici olduğuna, Smith ise rutinin insan aklını öldürdüğüne inanıyordu.’’ (Sennett, 2009: 34)
Sennett, zamanın planlanmasındaki değişimi 18.yy ortalarında cep saatlerinin ortaya çıkışı ve artık yakın mesafede kilise olmasa bile zamanın bilinebilmesine bağlıyor. Cep saatleri, zamanın da emek gibi daha küçük parçalara bölünebilmesinin önünü açmış oluyor.

Taylor, zaman hareket çalışmalarıyla birtakım deneyler sonucu, işçilerin bütünün bilgisiyle ne kadar az meşgul olurlarsa o kadar verimli olduklarını belirledi. Ve buradan hareketle işin çok küçük parçalara ayrılmasına karar verilen ‘bilimsel yönetim’ modeli benimsendi, küçük parçalara ayrılmış rutin işlerde çalışan işçilerin Ford fabrikasında bir akan montaj bandı üzerinde çalışmaya başlamasıyla bu yeni üretim şeklini betimleyen kavram ‘fordist üretim sistemi’ oldu. (Slattery,2012: 170-175)
Fordist üretim şeklinin getirdiği, işin parçalara ayrılması ve rutinleşme Enrico’nun neslinde zirvedeydi. Bu rutinleşmenin işçide yarattığı değişimi, Marx yabancılaşma olarak kavramsallaştırır.
‘’Marx için yabancılaşma kavramı farklı ancak karşılıklı ilişkili iki anlama sahiptir ;
Yabancılaşma öznel bir duygu, bir güçsüzlük ve soyutlanmışlık duygusudur,
İnsanları hem emeklerinin ürünlerinden yoksun bırakan, hem de çalışmaları üzerinde kontrol kuran ekonomik sistemlerin yapısal bir analizidir.’’ (Slattery,2012:130)
Marx’ın takipçisi olarak niteleyebileceğimiz Braverman da bu süreci vasıfsızlaşma olarak tanımlamaktadır. İşin küçük parçalara bölünmesini takip eden süreçle ilgili olarak Braverman, zihinsel süreçlerin fiziksel emekten ayrılması, yaratıcılığını kullanmayan işçinin yabancılaşmasını ve işçinin rolünün sadece yazılı talimatları rutin olarak uygulamakla sınırlı olduğunu belirtir. Bütün bunlara bağlı olarak işçinin ‘’yabancılaşmış, güçsüzleştirilmiş ve konumu kolayca değiştirilebilecek bir duruma dönüştürüldüğünü’’ belirtir. (Slattery, 2012: 355)
Enrico’nun döneminde emeği parçalara ayıran ve işçiyi yabancılaştıran, vasıfsızlaştıran ‘rutin’, zamanı ve yaşamın planlanması anlamında sosyal yaşantıyı ve karakteri, kendine ve aileye zaman ayırabilmek, planlı ve disiplinli olmak anlamında olumlu da etkilemektedir.

3.BÖLÜM : ESNEK

Bu bölümde Sennett, esneklik kavramını, değişen koşullara uyum sağlayabilmek anlamında kullanmakta ve günümüz dünyasında değişime açık olmak ve ayak uydurabilmeyi istendik karakter özellikleri olarak tanımlamaktadır. Esneklik, rutinin yerine geçen daha olumlu bir yapı bir tavır olarak görülmektedir. Şirketlerin esnekliği benimsemesiyle birlikte aralarındaki sert rekabet; rekabet ve işbirliği, uzlaşmanın iç içe olduğu bir şekle dönüşmekte ve şirketler, piyasadaki yenilikleri kontrol etme arzusundan vazgeçip yeniliklere uyum sağlamaya çalışmayı hedeflemektedirler.
Bürokratik rutine karşı isyan ve esneklik arayışı, yeni iktidar ve kontrol yapıları üretti.
Evden çalışma şekli yeni kontrol mekanizmalarını doğurdu. Ofiste olmayan kişilerin belli saatlerde ofisi aramasının istenmesi, internet üzerinden gözetim altında tutulması gibi kontrollerle çalışan, çalıştığı mekanı seçebilse de emek süreci üzerinde hala kontrole sahip değildir. Dolayısıyla işçi, iktidara boyun eğmenin yüzyüze olanından elektronik olanına geçmiştir. Bürokrasinin demir kafesinden kurtulmuş olsa da yeni bir denetim ve gözetime tabidir. Bu yeni kontrol ve denetim şekilleri, bireyin kendisini kontrol edebilmesi, denetleyebilmesini merkeze alması bakımından eski denetim mekanizmalarından farklılaşmaktadır. Foucault’nun çözümlediği Panopticon tipi gözetleme mantığıyla benzeşmektedir. Yeni gözetim şeklinde amaç, kişinin kendi davranışlarını kendisinin denetlemesi bir anlamda kendi üzerinde iktidara sahip olmasını sağlamaktır.

Sennett, yeni kapitalizmin beklediği kişilik özelliklerini Bill Gates örneği üzerinden tespit ediyor. Ürünlerin piyasaya hızlıca girip çıkması dolayısıyla hiçbir şeye bağlılığın olmaması, Bill Gates’in iş yaklaşımının temelini oluşturuyor. Piyasanın ve anın gerektirdiği şekilde esneyebilme, vazgeçebilme ve parçalanmaya tahammül edebilme yeteneklerini temel alarak, kişi kendini bir olasılıklar zincirinde konumlandırıyor. Çok fazla olasılık içinde, hepsini değerlendirebilme yeteneğine sahip olduğu ölçüde ayakta kalabiliyor. Fazla olasılıklar günümüz kapitalizmini anlamaya da ışık tutuyor. Baudrillard’ın kavramsallaştırdığı tüketim toplumu, çok fazla seçenek sunarak tüketici bireylerin tercihlerini yönlendirmesini beklerken, yeni kapitalizm de üretici konumundakilerin yine sonsuz olasılıklar içinden en doğru değerlendirmeyi yapıp kendilerini konumlandırmaları bekleniyor. Yeni kapitalizm, en doğru kararı verebilmesi için bireylerden birtakım yeni karakteristik özellikler bekliyor; geçmişi terk edebilme anlamında risk alabilme, düzensizlik içinde yaşayabilme cesareti ve spontane davranışlar. Bu karakteristik özellikler beyaz yakalıya, üst düzey yöneticiye ait olduğunda olumlu sonuçlar verirken, alt katmanlardaki sıradan çalışanlarda kişinin kendisine zarar verecek karakter aşınması yaratıyor.

4.BÖLÜM : OKUNAKSIZ

Sennett’in, toplumsal konumların Amerika’da ırk ve etnisite temelli, Avrupa’da ise sınıfsal ekonomik verilerden oluştuğunu belirttiği bu bölümde, Amerika’da fırında çalışan Yunan işçilerin kendilerini toplumsal hiyerarşide konumlandırmalarını daha sonra fırının dev bir gıda şirketi tarafından satın alınmasıyla işçilerin her anlamda çeşitliliği ve kendilerini konumlandırmalarının nasıl farklılaştığını örneklendiriyor.
Sennett’in örneğinde Yunan işçiler çalıştıkları fırında, işyerinde dayanışmayı sağlamalarının, hata yapmalarını önlemenin ve disiplini sağlamanın aracı olarak etnik kimliklerini kullanıyorlar, bir grup işçi arasında etnik kimlik öne çıkarılıyor ve biz bilinci oluşturuyor. İyi işçi olmakla iyi Yunan olmak arasında güçlü bağlantılar kurarak onurlu davranış, adil ilişkiler ve işbirliğiyle karakterlerini oluşturuyor ve dışavuruyorlardı. Kendi cemaatlerini, dil, kültür ve ‘’iyi Yunan olmak’’ anlatısı üzerinden kuruyorlar, bu da dolaylı yoldan işlerini iyi yapmaya sevk ediyordu. Yunan fırıncılar aynı zamanda kültürel köklerini korumaya çalışırken, beyaz, şehirli Amerikanların kendilerine üstten baktıklarını düşünmekte ve ‘biz-onlar’ ikiliğinde kendilerinin karşısına onları koymakta ve onların kendilerini küçük gören bakışlarını haklı bulmaktaydılar. Yunan olmalarıyla toplumsal hiyerarşinin alt basamaklarında olmaları arasında bağlantı kuruyorlardı. Etnik ve sınıfsal ayrımlar iç içe geçmişti. Yunan fırıncılar aynı zamanda kendilerini toplumsal hiyerarşide konumlandırırken, bir diğer referans noktası olarak ‘siyahları’ alıyorlar, onlar arasında siyah yoksulla ve yoksul da aşağılıkla eşanlama geliyordu. Hiyerarşik olarak hem üstlerden hem altlardan referans alarak kendi kimliklerini ırksal-etnik ve sınıfsal olarak konumlandırıyorlardı.
Fırını dev bir gıda şirketinin satın almasıyla yaşanan değişimler, toplumsal ve teknolojik gelişmelerle birlikte işçilerin, patronun ve çalışma ilişkilerinin yanısıra çalışma şekilleri ve mekanda da değişimlere yol açmıştır. Makinelerdeki teknolojik gelişmelerle, eskiden tek çeşit ekmek çıkaran fırın, piyasadaki günlük talebe bağlı olarak farklı ürünlere ayarlanabilen makinelerle esneklik prensibiyle, talebe göre üretim yapabilen fırına dönüştü. İleri teknolojik makineler sayesinde, işçiler malzemelerle yada ürünlerle direkt temas halinde olmadıkları için ürüne ve üretim sürecine yabancılaşmış, bu çalışma şeklinden dolayı kendilerini vasıfsızlaşmış hissetmektedir. Makineler, eski makinelerden farklı olarak sadece düğmeler ve sembollerle çalışmakta, ürünler düğmelerin üzerinde sadece sembol olarak varolmaktadır. Baudrillard günümüz dünyasını açıklarken şöyle der : ‘’Biz, mal ve hizmetlerden ziyade semboller ve imajlar alıp satıyoruz, gerçek maddi ihtiyaçları doyurmaktan ziyade ihtiyaçlar ve arzuların psikolojik doyumunu sağlamaya çalışıyoruz’’(Slattery, 2012: 470) İşçilerin ürünle temasını tamamen kesen ve ürünleri sadece makineler üzerindeki temsillere dönüştüren bu süreci Baudrillard ‘simulasyon’ olarak adlandırır.
Fırının yeni çalışanları günümüz dünyasının çoksesliliğiyle paralel olarak farklı dillere, kültürlere, etnik kökenlere, cinsiyetlere ve farklı yaş gruplarına ait işçilerden oluşuyor. Benzer şekilde çalışma şekilleri de yarı zamanlı, sözleşmeli, geçici süreyle çalışma gibi esnek çalışma şekillerinden oluşuyor. Çalışma şekillerindeki esneklik ve geçicilik işçilerin meslek kimliklerini edinmelerinin önüne geçiyor, ömrünün sonuna kadar bu işi yapmayacaklarını düşünen işçiler, fırıncılığı meslekten ziyade ‘iş’ olarak görüyorlar ve bu alanda kariyer yapmaktan çok uzaklar. Üretim sürecine ve emeğe yabancılaşmış işçilerin, ürünün nasıl üretildiğini, makinelerin nasıl çalıştığı, makinelerde bir teknik arıza olduğunda bunun nereden kaynaklandığı ve nasıl çözüleceğine dair ilgi ve bilgilerinin olmaması sebebiyle, makinelerdeki en ufak arıza üretimin tamamen durmasına sebep oluyor. Fırın işçilerinin vasıfsızlaşması ve sadece bir düğmeye basma görevlerinin olması, üretim sürecinde kayıplara yol açıyor. Maksist literatürün yabancılaşma dediği bu süreci, günümüz dünyasında Sennett ‘kayıtsızlaşma’ olarak tarif ediyor. Kayıtsızlaşma, yüzeysel bilginin yeterli olduğu algısına yol açıp, bilgiyi ve işi derinleştirmeye engel oluyor.
İşler yüksek teknolojik makinelere, bilgisayarlara devredildiği ve işçinin görevinin artık sadece doğru düğmelere basmak şeklini aldığı günümüz dünyasında, işçiler birkaç farklı düğmeyle her işi yapabileceklerini düşünüyorlar. Düğmelere basmaya indirgenen iş tanımı, herkesin çok kısa sürede öğrenebileceği ve işçi alternatifinin çok fazla olması sebebiyle işçilerin aldığı ücretlerin de çok düşük olmasının önünü açıyor. Smith’in tarifiyle emek, zihni tamamen sürecin dışında bırakıyor. Fırın örneğinde bunun en uç versiyonunu görüyoruz, makinelerin zekası kullanıcının yerini alıyor, kullanıcının görevi makineyi başlatmak kadar basitleşmiş durumda. Dolayısıyla, işçi kimliği, bu örnekte fırın işçisi kimliği geçici karakterinden dolayı, kişilerin kendilerini tanımlarken başvurdukları kimlikler içerisinde görünmüyor. Akışkan, geçici ve istikrarsız dünyada işçi kimliği de yüzeysel ve oldukça basit işler sebebiyle oldukça uçucu durumda.

5. BÖLÜM : RİSK

Bu bölüm, kendi müdavim grubunu oluşturmuş bir barın sahibi ve işletmecisi olan Rose’un risk alarak reklamcılık sektöründe şansını denemesine ve ‘şirkette çalışarak para kazanmanın mümkün olmadığı’ fikriyle beraber bara geri dönmesi sürecine odaklanıyor.
Bar ve reklamcılık sektörlerini, eski ve yeni kapitalizmin beklentileri ve yapısal değişimlerinin örnekleri olarak ele alıyor. Başarı tanımı, yeni kapitalist sektörlerde, sorumluluktan ve başarısızlıktan mümkün olduğu kadar kaçmakla ilişkilendiriliyor. Risk almak ve başarısız olmamak, başarı anlamına geliyor. Çalışanlar düzeyinde başarı tanımı bu şekildeyken, işverenlerin de çalışanlardaki odak noktası başarısızlıklardan ziyade, sahip olduğu bağlantılar ve network kurabilme becerisine kaymış bulunmakta.
Yeni kapitalizmde, işçi, sürekli olarak sınandığını hissettiği ancak hiçbir zaman olumlu yada olumsuz geri dönüş alamayan bir sürecin içerisinde, nesnel bir ölçütü bir yönergesi olmayan işlerle meşgul olurken her gün kendini yeniden ispat etmek zorunda kalıyor. Geçmiş deneyimlerinin, tecrübelerinin ve bunları ifade ettiği varsayılan yaşın, yeni kapitalizmde hiçbir değeri olamaması bir yana, yaş, olumsuz özellik olarak nitelendiriliyor. Gençlerin çalışan olarak tercih edilmelerindeki ilk sebep, tıpkı 19.yydaki gibi, ucuz emek meselesi. Buna ek olarak, zamanın gerektirdiği esnekliği gençlikle bağdaştırıp, yaşlıların görece daha katı oldukları, risk almaktan çekindikleri ve esnek işyerinin koşullarının gerektirdiği fiziksel enerjiden yoksun oldukları sebepleriyle, yaşlılık katılıkla bağdaştırılıp, işten çıkarılacaklar listesinin başında konumlandırılıyor. Yine yaşlıların bilgi birikimi ve tecrübesinin yanında kuruma olan sadakatlerinden dolayı üst konumdakileri eleştirmelerini mümkün kılarken, gençler günümüzün yüzeysel, geçici ve istikrarsız ruhuna paralel olarak işyerinde yaşadıkları problemlerde işyerini terk etmeyi ilk seçenek olarak değerlendiriyorlar. Risk alabilme yetenekleri ve esneklikleri, yaşlılara kıyasla çok daha fazla olması bir yandan onların daha itaatkar olmasına bir yandan da ilişkilerinin daha geçici olmalarına sebep oluyor.
Yeni yapıda her gün kendini en baştan kanıtlama zorunluluğu, başarılı yada başarısız olmanın net tanımlarının olmaması ve her iki ihtimalin de eşit derecede mümkün olmasından dolayı, işçileri sürekli risk almaya zorluyor. Risk almasını bilen kişi, bu belirsiz ortamda ayakta kalabilen kişi oluyor ve başarı da bununla birlikte tanımlanıyor. Risk alma dürtüsünün altında yatan hareketsizliğin başarısızlık olarak görülmesi ve sabit kalmanın ölümcül olarak kodlanması da hareket etmeye hedefe varmaktan daha fazla anlam yüklenmesine sebep oluyor. Risk almak, bir hedeften başkasına gitmek değil, yeni toplumda sadece hareket etmek olarak tanımlanıyor.
Bu hareketleri mümkün kılacak kurumlar, hiyerarşik olarak piramitvari yapılardan daha yatay organizasyonlara dönüşen şirketlerdeki boşluklar oluyor. Bu boşluklar fırsat alanları yaratıyor ve terfi anlayışı, kariyer anlayışı da eskisinden oldukça farklılaşıyor. Geleneksel kariyer, belli sektörde belli kurumlarda yıllar içinde basamak basamak yukarıya ilerleyen kariyerleri ifade ederken, yeni kariyerler organizasyon içinde yatay boşluklara hareket etmek şeklini alıyor ve Sennett bu yeni hareketi ‘’muğlak hareket’’ olarak kavramsallaştırıyor. Yeni pozisyonuyla ilgili pek de fikir sahibi olmayan çalışan, yaptığı hataları ancak yaptıktan sonra fark edebiliyor. Pozisyona dair bilgi, yanlışların doğrulanması üzerinden kuruluyor. Sennett, buna ‘geriye dönük kayıp’ diyor. Esnek organizasyonlar bu şekilde muğlak hareketleri mümkün kılar ve kolaylaştırırken, hata yapma riskini de artırıyor. Hata yapma olasılığını göz ardı eden risk almanın getirdiği anlık heyecan ve yaşam duygusu, başarı olasılığı konusundaki rasyonel bilgiyi unutturuyor. Hiçbir bilginin birbirinden üstün olmadığı ve anlık olarak farklı bilgi türlerinin farklı zamanlarda kullanılmasını, Lyotard’ın postmodern dünyanın meta anlatıların reddinden ve farklı anlatıların biraradalığından oluştuğu fikriyle bağdaştırabiliriz. (Slattery,2012:447-453) Başarısızlığın olasılığı anlamındaki teknik bilgi, bağlama ve eyleme bağlı olarak kişisel anlatıların, hatta hareketsizliğin başarısızlık olduğu anlatısının gerisinde kalabiliyor.
Aşırı vasıflılık sorunu, üniversite mezununun artması, yeni rejimin temel özelliği olan kutuplaşmanın bir göstergesi. Büyüyen eşitsizlik, teknik beceriye verilen değerle açıklanır, vasıflıların ücreti artarken vasıfsızların ücreti düşüyor.
Örnekteki bar işletmecisi Rose’un dobra konuşma tarzı, yeni kapitalizmin benimsediği incelikli iletişim yöntemlerinden farklıydı ve Bourdieucu anlamda Rose’un kültürel sermayesinin farklılığı, bu yeni çalışma şekline, yeni kapitalizmin beklentilerine uyum sağlayamamasına sebep oldu. (Giddens & Sutton, 2014: 259-264)

6.BÖLÜM: İŞ ETİĞİ

Weber’in kavramsallaştırmasında Protestan ahlakı, kişinin kendi eylemlerinden sorumlu olduğunu ve eylemleriyle kendi değerini yarattığı anlayışı üzerinden temellenir. Birey, eylemleriyle kendi değerini olumlu yada olumsuz yönde değiştirebilir. Bunun en önemli örneklerinden biri, çok çalışarak ve biriktirerek iyi insan olma halinin, kapitalizmin karakteriyle bütünleşerek iş etiği anlayışını şekillendirmesi yönünde olmuştur.
Eski iş etiğinde vurgu, bireyin kendisinde ve eylemlerinde, içselleşmiş gönüllü bir disiplindedir. Mükafatları erteleme üzerinden, çok çalışma ve sabretme şeklinde temellenir. Belli bir kuruma yıllarca sadakatle özveride bulunmak iş etiği sınırlarının içerisinde yer alır. Öngörülebilirlik, çalışkanlık ve güvenilirlik aranan karakter özellikleridir. Bireyler kendilerini işleri ve meslekleri aracılığıyla hem kendilerine hem sosyal çevreye ispatlamaya çalıştıkları için, mesleki kimlik kişilerin önemli birer parçası olmaktadır.
Günümüzde iş etiği, bireylerden ziyade takım çalışmalarına ve takıma uyum sağlamaya odaklanır. Karşısındakini dinlemek ve ona duyarlı davranmak, işbirliği yapabilmek ve takımın değişen koşullarına uyum sağlayabilmek yeni iş etiği tanımının kişilerden beklediği özellikler olarak öne çıkmaktadır. Grup bütünlüğünü korumak temel amaç olduğundan, kişiler arası özel meseleler göz ardı edilir. Esnekliğe ve değişime açık olmaya yapılan yoğun vurguyla, takım çalışması kişilerarası ve takıma olan uyum ön plana çıkar. Yüzeysel ilişkiler ve yüzeysel bilgilerle, anlık projeleri gerçekleştirmek üzere bir araya gelen insanlardan oluşan takım çalışması şekli, yöneticiliğin ve liderliğin de değişmesine sebep olmuştur. Yöneticilik, takımla beraber çalışan, aracı ve kolaylaştırıcı rolündeki kişi olmakta, otoritesiz iktidar şeklini almaktadır. Weberci anlamda otorite, başkalarının direncine rağmen kendi isteğini yaptırma gücü ve iktidarının sorumluluğunu almak olarak tanımlandığından, yeni yöneticiler takım çalışmasının yol açtığı iç muhalefeti susturma ve sorumluluk almama davranışları sebebiyle otoritesiz iktidar olarak konumlanıyor. Çalışanların işbirliği yaptığı söylemi, üretkenliğin artırılmasına hizmet ediyor. Patron denetimi, yerini grubun birbirinin davranışlarını denetlemesine ve kişinin kendini denetlemesine dönüşmüş durumda. Ancak bu yeni şekliyle otoritesiz iktidar, çalışanların muhatap alacakları bir üst yönetici bulamamaları, kendi görünümlerini ve diğerleriyle ilişkilerini ‘izlenim yönetimi’ dediğimiz şekilde dışarıdan görünüşünün değiştirilmesi şeklinde idare ettiği ve Mayo’nun kendi çalışmalarında dikkat çektiği bağlamda patronun izlemesinin işçilerin davranışlarında olumlu etkisinin bulunması (Slattery,2012: 268-273) bağlamında bir çok noktada olumsuz bir sonuca yol açıyor.
Yeni düzenin kültürü, işyerindeki esneklikle kişinin etik değerleri arasına net bir sınır çekmiş görünmektedir.

7.BÖLÜM : BAŞARISIZLIK

Günümüz dünyasında başarısızlık en büyük modern tabu halini almış, toplumsal hiyerarşinin en üst basamaklarının giderek daralmasıyla, her türlü başarı daha da ulaşılmaz hale gelmiştir. Eskiden para kazanmak, başarılı olmanın en büyük göstergesiyken, yeni toplumda başarının net bir tanımını yapmak çok zor.
Yeni kapitalizmin esnek ve kısa vadeli zaman anlayışı, kişinin isinden kariyer oluşturmasını engelliyor.
1980lerin ortalarına kadar piyasada tekel konumundaki IBM, 1990larda piyasaya başka üreticilerin girmesiyle rekabetin içine sürüklendi ve yapısal değişiklikler yapmak zorunda kaldı. Güven, sadakat, huzur ve sosyal yardımlar, sigortalar ve yaşam boyu istihdam planı sunan IBM katı, rekabetçi yapıya büründü. Yeni rekabet ortamında tutunmaya çalışırken, piyasaya daha hızlı daha çeşitli ürün sunabilmek adına esnek organizasyon modelini benimsedi ve sosyal kulüpler ve imkanlarda, çalışan sayısında azalmaya, şirketin her alanında küçülmeye gidildi. Bu süreçte işten çıkarılan işçiler, başta kendilerini şirketin kurbanı olarak gördüler, sonra ücret piyasasını düşüren yabancı işçileri suçlu gördüler ve en son kendi başarısızlıklarıyla yüzleşme sorumluluğunu üstlendiler. İleri teknoloji, yeni sistemde gereken beceriler, endüstriyel ve bilimsel ilerlemeye ayak uydurabilme vs. kendilerini başarısız olarak değerlendiren işçilerin, sosyal yaşama ilgileri tamamen kayboldu. Tek sosyal faaliyetleri, diğer insanlarla temas kurma anlamında kilisedeki görevleri oldu, içe döndüler. Daha fazla rıza gösteren, daha az mücadele eden karakterlere büründüler.
İşten atılmalar, atılan işçiler üzerinde stres, aile içi ve diğer sosyal ilişkilerde kopuşa sebep olması bakımından yıkıcı etkileri barındırırken, şirkette işten atılma furyası varken görev yerlerinde sabit kalan işçilerde de sıranın kendilerine ne zaman geleceği düşüncesiyle tedirginlik ve korku hakim oluyor. Şirkette olan ve artık şirkette olmayan işçilerin tamamı üzerinde başarısızlık bir olay ve ihtimal olarak olumsuz hislere sebep oluyor.
Esnek rejim ve esnek çalışma anlayışı, insanlarda sürekli bir toparlanma, postmodern anlamda söylersek sürekli bir oluş halinde bir karaker yapısını üretir. Modern yaşamda karakteristik öğeler, Jameson’a göre durmak bilmez rotasyona sahiptir ve bu bilgisayar pencereleri arasında gezinmeye benzer.

8.BÖLÜM : TEHLİKELİ BİR ZAMİR

Yeni kapitalizmin temek karakteristiklerinden biri de, mekandan bağımsız oluşu. Modern şirketler, küreselleşen network ağında birden fazla merkeze sahip, farklı ulusların farklı mekanlarında yer alabiliyor. Birden fazla mekanda bulunuyor olmakla, hükümet yaptırımlarından kurtulmuş oluyor, bir ülkeden ceza, veto, vergi yiyen şirket o ülkedeki fabrikalarını çekip, diğer ülkelerle yoluna devam edebiliyor. Mekandan bağımsızlık, sonsuz bir varoluşun ihtimallerinin önünü açıyor. İhtimalleri sınırlayan yegane şey, yerel ekonomiye ve kapasiteye bağlı olarak farklı sektörler ve farklı yatırımların değerlendirilmesi oluyor.
Yeni çalışma şeklindeki esnekliğin belirsizliği, köklü bir güven ve bağlılık duygusunun olmayışı, kişinin kendisinden bir şey yapamaması, işi aracılığıyla hayatını çizememesi, kariyer inşa edememesi koşulları insanları bağlılık ve derinlik duygusunu çalışma hayatından farklı yerlerde aramaya iter. Cemaat arzusu genelde göçmenlerin veya diğer yabancıların dışlanması şeklinde kendini gösterir. Bu şekilde oluşan biz duygusu, kafa karışıklığına ve savrulmaya karşı savunmacı bir reflekstir. Biz kelimesi dış dünyaya karşı bir referans noktası olarak konumlanır.
Durkheim’a göre, sosyal bağlar, dayanışma, birbirine karşılıklı bağımlılıktan doğar. (Slattery, 2012: 114-122) Kapitalizmin erken dönemlerinde iş ilişkilerindeki güven, karşılıklı bağımlılığın açıkça dile getirilmesiyle kurulurdu. Kişinin tek başına ayakta duramayacağı açıkça kabul edilirdi.
Ancak günümüz toplumunda tam tersi yönde, bağımlılık utanç verici kabul edilir. Bağımlı olmaktan utanç duymanın bir sonucu olarak, karşılıklı güven ve bağlılığı aşındırır, sosyal bağların yok oluşu da bütün kolektif yapılar için bir tehdit oluşturur. Risk almak, bağlı kalmamak, sabit kalmamak olumlanır. Bu da geçici ilişkiler yaratarak, güçlü bağlar kurulmasına engel olur.
Liberal ekonomilerin yardıma muhtaç insanları sosyal parazitler olarak gördüğü söylem, günümüzde çok güçlenerek işyerlerinde disiplini sağlayıcı bir söylem olarak kullanılıyor. İşçi, başkalarının emeğini hakkını yemediğini ispatlamaya çalışıyor, zorunda hissediyor.
Günümüz insanının ‘bana kim ihtiyaç duyuyor’ sorusu karşısında kafa karışıklığı yaşıyor, ihtiyaç duyulmadığını hisseden kişi çevrede olup bitene kayıtsızlaşıyor tepkisizleşiyor. Hepimizin zamanın kurbanı olduğumuz söylemi de işçiyi harekete geçmesini engelliyor. Sürece müdahil olmasını engelliyor. Öteki yok ortada. Suçlu yok. Marksist anlamda yanlış bilince sebep olan, suçlunun gerçekte kim olduğunun görülmesinin engelleniyor olmasının örneğini görüyoruz. Bana ihtiyaç duyan kim var sorusunun cevabının olmayışı değersizlik hissiyle birlikte karakter aşınması yaratıyor.
SONUÇ
Sennett, 8 farklı bölümde, farklı örnekler üzerinden modern çalışma yaşamıyla postmodern çalışma yaşamını kıyaslıyor. Postmodern dünyanın esnek, muğlak, belirsiz karakteristik özelliklerini çalışma yaşamına ve işçilere nasıl sirayet ettiğini gösteriyor. Yeni çalışma şekilleri, kurumların yapısal olarak geçirdiği dönüşümler, liderliğin ve yöneticiliğin anlamlarındaki değişimler, esnek organizasyonların ortaya çıkışı, çok kültürlülüğün çok uluslu şirketlerin varlığı, esnek üretim modelleri ve iktidarın yoğunlaşmasıyla farklı kontrol mekanizmalarının ortaya çıkışını vurguluyor.
Jameson’ın geç kapitalizmin ruhu olarak kavramsallaştırdığı postmodernite, küresel ekonomik dönüşümlerin kültürel ve toplumsal yaşamdaki pratiklerdeki dönüşümlere öncü olduğunu belirtir. Bu bağlamda, yaşanan karakter aşınmasına sebep olacak bireysel çalışma yaşamı deneyimlerini, ekonomik dönüşümlerden ayrı düşünmek mümkün görünmemektedir.
Braverman’a göre günümüz orta sınıfı proleterleşmektedir. Vasıfsızlaşma, işçiyi kontrol edilebilir güçsüz ve konumu her an kolayca değiştirilebilir hale getirmiştir. Rutinleşmeyle birlikte iş doyumu ve işçinin kendisine biçtiği değer azalır.

KAYNAKÇA

  • Slattery,M. (2012). Sosyolojide Temel Fikirler (çev.Ümit Tatlıcan), Ankara : Sentez Yay.
  • Giddens,A. Sutton,P.W. (2014), Sosyolojide Temel Kavramlar (haz.ve çev. Ali Esgin), Ankara : Phoenix
  • Sennett,R. (2012), Karakter Aşınması (çev. Barış Yıldırım), İstanbul : Ayrıntı yay.
  • Turner,B.S., Elliott,A. (2017), Çağdaş Toplum Kuramından Portreler, İstanbul : İletişim Yay.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.