Press "Enter" to skip to content

Mona Lisa’nın Sırları

Bu bana şunu gösteriyor: İnsanlar yüzeysel davranmayı ve düşünmeyi sever; çünkü bu kolaydır. Hazır olarak sunulmuş derin bir düşünce karşısında ise derin düşünüyormuş gibi hissetmeyi de sever. Ancak lhooq’un karşısına geçenler belki de o sakal ve bıyığın getirdiği alaycı yapıya odaklanacak ve aslında arkadaki resmi önemsemeyecekler. Yüzeysel bir şekilde, esas olandan çok; üzerine kondurulmuş olana bakacaklar. Bu da aslında sanatçının yaratmış olduğu algıyı ve saldırdığı şeyi ifade ediyor.

Nazım Hikmet, Si-Ya-U ve Taklit Mona Lisa

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla şiir üzerine sohbet ederken söz Nazım Hikmet ’e, oradan şiirlerine ve nihayet Si-Ya-U ‘ ya gelince, yıllar önce okuduğumuz şiirden aklımızda kalan imgenin yanlış olduğunu fark ettik..

Ama söylemek gerekir ki; Nazım bunun böyle olması için özel bir çaba da sarf etmiştir sanki.

Yanlış hatırladığımız şuydu;

Nazım Hikmet “Si-Ya-U” adlı bir Çinli kadına vurulmuş, bu şiiri ona yazmıştı.!

bugün bir Çinli gördüm;
başı perçemli Çinlilere benzer yeri yok.
Ne de çok
baktı bana.
Bilirim ki ben
fildişini ipek gibi işleyen
Çinlilerin teveccühü
atılamaz yabana

İsmini öğrendim her gün gelen Çinlinin:
Sİ-YA-U

Bugün gözlerin sesiyle
konuştuk kendisiyle.
Gündüzleri kumaş dokuyormuş,
gece okuyormuş.
İşte çoktandır ki gece
kara gömlekli bir Faşist ordusu gibi geldi.”
./..
“Çinden gelen sevgilim gitti Çine..
Ve ben artık
bilemem kimlere derler Leylâ ile Mecnun,
o pantolonlu Leylâ
ben etekli Mecnun değilsem..
Ağlayabilsem… Ah….
Ağlayabilsem…”

Evet, böyle okuyunca yanıltıyor elbette..

Oysa Nazım Hikmet inanılmaz bir aşkı

Olağanüstü bir kurguyla,

Müthiş dizelerle anlatıyor bize..

Büyük şiirin “ortasından” biraz daha…

Asıl adı Siao San olan Si-Ya-U, Paris’te Emil, Moskova’da ise Emi adıyla tanınır.

Nazım Hikmet Emi ile Moskova’ya ilk gittiği yıllarda, 1922’de tanışmıştı.

Emi Siao Çinli, komünist bir şairdir ve Nazım ile yakın dost olmuşlardı.

Siao’nun Fransızcası çok iyidir ve Sorbonne’da okumuştur.

Son derece nazik ve kibar biridir.

Leonardo da Vinci’nin ünlü tablosu Jokond’un en büyük hayranıdır.

Hani şu bizim Mona Lisa.

Paris’te iken sık sık bu tabloyu görmeye gittiğini Nazım’a da söylemiştir.

Biraz dedikodu yapacak olursak;

Siao “uzun boylu, alev saçlı, derin yeşil gözlü” bir Rus kadınını sevmekteydi.

İşte benim ve arkadaşımın aklında yanlış kaldığı gibi Si-Ya-U kadın değil, erkekti.

Ve Nazım’la aynı kadına aşık olmuşlardı..

Emi ve Eva Siao

Nazım kadını çok sevmekle beraber, içli arkadaşı Emi Siao’yu üzmemek için yüreğine taş basar ve o kadından vazgeçer. Nazım 1924 de Türkiye’ye dönünce görüşmeleri kesilir. Daha sonra Siao’nun Çan Kay Şek’in askerleri tarafından başından vurularak öldürüldüğü haberi gelir. Nazım buna çok üzülmüş ve ünlü şiiri “JOKOND İLE Sİ-YA-U” ‘yu arkadaşı Emi Siao’dan esinlenerek yazmıştır.

Şiire dönersek, Nazım fantastik bir aşk şiiri yazmıştır.

Tebessümü ile meşhur Jokond, Luvur ! müzesinde sıkıntıdan patlamaktadır ve birden kendisini ziyarete gelen Si-Ya-U adlı bu Çinli adama vurulur.

Nazım arkadaşı Emi Siao’yu, Si-Ya-U yapmış, şiirini bu olay üzerine kurgulamıştır.

“Luvur müzesinde artık canım sıkılıyor.
Can sıkıntısından çok çabuk bıkılıyor.
Bıktım artık canımın sıkıntısından.
İçimdeki bu ruh yıkıntısından
aldı fikrim şu hisseyi:
Müzeyi
gezmek iyi
müzelik olmak fena.
Ben bu maziyi hapseden saraya
öyle ağır bir hükümle kondum ki,
çatlarken sıkıntıdan yüzümde yağlıboya
mecburum durup dinlenmeden sırıtmaya:
Çünki:
ben o Floransalı Jokond’um ki
Floransadan daha meşhurdur tebessümüm.
Luvur müzesinde artık canım sıkılıyor.
Ve madem ki maziyle konuşmaktan
çabuk bıkılıyor
ben
karar verdim bugünden itibaren
bir hatıra defteri tutmaya.
Belki dahli olur bugünü yazmanın
dünü unutmaya…
Lâkin acayip bir yerdir Luvur.
Burda belki bulunur
İskenderi Kebirin
kronometrolu lonjin saatı,
fakat
bulunmaz yüz paralık bir kurşunkalem
ve bir tabaka temiz defter kâadı.
Lânet olsun Luvruna, Parisine.
Yazarım ben de hatıratı
muşambamın tersine.
Ve işte:
Kırmızı burnunu eteklerime sokan,
saçları şarap kokan
miyop bir amerikalının
aşırınca cebinden mürekkepli kalemini
başladım hatıratıma.
Yazıyorum sırtıma:
Tebessümü meşhur olmanın elemini…”

çok hoş eleştiriler vardır ve ironiktir bazı satırlar,

“Hayranım Felemenk ressamlarına:
süt ve sucuk tacirlerinin
tombul madamlarına
kolay mı üryan bir ilâhe edası vermek?
Lâkin
isterse ipekli don giyinsin
inek+ ipekli don = inek.”

evet, tabii şiir çok uzun.

Nazım’ın kurgusuyla Jokond aşkı uğruna canlanır ve bir gemi ile si-ya-u’nun arkasından Çin’e gider.

Şiirde Jokond’un müzeden kalkıp, Çin’e gitmesindeki esin kaynağı muhtemelen; tablonun 1911 yılında çalınarak iki yıl ortadan kaybolmasıdır..

Şiir zaten şu dizelerle başlamaktadır:

“Leonardo nâm
nakkaşı dehrin
muşhur Jokondu
basmıştır kadem
rahı firâre.
Ve firâriden
boşalan yere
taklidi kondu.”

Şiirin tamamını okumanızı tavsiye ederim.

Bu çok modern, dışavurumcu bütünüyle fevkalade sağlam kurgulanmış epik destanın hepsini buraya almak mümkün değil. Ama Louvre’daki Mona Lisa tablosunun aslında gerçeği olmadığı iddialarını sadece Nazım Hikmet böylesine anlatabilirdi.

Şiirin son satırlarında, Jokond’un uçağa atlayıp Si-Ya-U ‘nun peşinden gittiği Şang-Hay’da başına gelenleri yazmıyorum. Onu sürpriz olarak bırakayım.

Şunu da söylemeliyim ki; Siao, Nazım’ın zannettiği gibi ölmemiştir. Çin’e hiç dönmemiş, Moskova’da kalmıştır. Üstelik o da benzer şekilde Nazım’ın öldüğünü zannetmektedir. Yaklaşık 30 yıl sonra, 1952 yılında iki dost Dünya Barış Konseyinin toplantısında karşılaşacak, bu karşılaşmayı Siao’nun karısı, dünyaca ünlü fotoğrafçı ve belgesel sinemacı Eva, elinden düşürmediği fotoğraf makinası ile görüntüleyecektir.

Emi ve Eva Siao

1958 doğumlu, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu bir Kadıköylü.

İzmir, Bodrum, Ayvalık seferlerinden 22 yıl sonra tekrar doğup büyüdüğü Yeldeğirmeni’ne dönen,

İFSAK üyesi fotoğraf sanatçısı, yazar.

Ağırlıklı olarak kendi blogunda fantastik hikayeler yazar..

Aylık Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi Lemur Dergi’’nin ve
Gamlı Baykuş Dergisinin düzenli yazarı.

Latest posts by Ali Tanrısever (see all)

  • Dünyanın en eski restoranında Hemingway yemek yemiş, bulaşıkları Goya yıkamış! – 31 Mart 2018
  • Dünyanın İlk Kitap Kasabası – 23 Şubat 2018
  • Bütün Romanlar, Hava Durumu İle Başlar. – 28 Ocak 2018

Mona Lisa’nın Sırları

Leonardo Da Vinci’nin sansasyonel eseri Mona Lisa’yı, duymamış olanımız yoktur. Aslında Mona Lisa, 1911 yılına kadar tüm dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu bir eser olmaktan çok uzaktı. Ancak 1911 yılında, Louvre Müzesi’nden çalınmasıyla başlayan yolculuğu Mona Lisa’yı dünyanın en çok bilinen tabloları arasına soktu.

Mona Lisa’nın yok olmasıyla beraber oluşan boşluğu görmek için bile insanlar Louvre Müzesi’ne akın ediyorlardı. 2 yıl sonra Mona Lisa’nın, daha önce tablonun cam kutulara konulması için tutulmuş 4 kişiden biri olan Vincenzo Perigua isimli bir şahıs tarafından çalındığı ortaya çıktı. Mona Lisa artık sadece sanat çevreleri tarafından bilinen bir eser olmaktan çıkmış, dünyanın her yerinde bilinen ve gizemi araştırılan bir eser haline gelmişti. Artık Mona Lisa insanların odağının tam da merkezindeydi…

Da Vinci’nin Mona Lisa’sını yıllarca yanında gezdirdiğinin ortaya çıkması, araştırmacılar için Mona Lisa’ya ayrıca bir gizem unsuru katmıştı. Peki ama, Leonardo’nun Mona Lisa’yı sürekli yanında gezdirmesine sebep olacak kadar, resmi önemli kılan neydi? Leonardo’nun çağdaşı olan sanat tarihçisi Giorgio Vasari, “… Tablo üzerinde dört yıl oyalandı ve tabloyu bitirmedi…” demişti. Üstelik da Vinci, bahsedilen 4 yıldan çok daha uzun bir süre Mona Lisa’yı yanından ayırmamış, bütün seyahatlerinde yanında götürmüştü.

Kimilerine göre; Mona Lisa büyük bir gizemi taşıdığı için Leonardo onu asla yanından ayırmıyordu. Öyleyse, da Vinci’nin yanından ayırmadığı bu gizemli kadın kimdi? Ve bu gizemli kadın, beraberinde nasıl sırlar taşıyordu?

Yaygın olarak bilinene göre; Leonardo da Vinci, Lisa Gerardini adında tüccar bir adamın eşini resmetmişti. Kimi çevreler Milano Düşesi Isabella of Aragon veya Cecilia Gallerani isimli birinin resmedildiğini söylemişlerdir. Ancak, Leonardo’nun neden bir tüccarın karısının resmini yıllarca yanında gezdirdiği sorusu, bilim insanlarının aklını kurcalamaya devam etmiştir. Zira garip bir şekilde hem gülümseyen hem de hüzünlü duran bu kadını bu kadar özel yapan şey nedir? Bazı araştırmacılar bu tablonun birden fazla kişiyi resmettiklerine inanıyorlar. Hatta yapılan bazı incelemelerde, da Vinci’nin resmettiği Mon Salai adlı tablosuyla Mona Lisa’nın pek çok ortak noktası bulunduğu tespit ediliyor.

Peki, kim bu Mon Salai tablosuna can veren?

Mon Salai… Latince ‘benim küçük şeytanım’ anlamına gelen bu söz dizisini, da Vinci, çırağı Gian Giacomo Caprotti Da Oreno için kullanıyordu. Çok sevdiği ve yanından hiç ayırmadığı, hatta tablolarına bile konu ettiği bu delikanlı, bazı tarihçilere göre Leonardo’nun en büyük sırlarından biriydi. Çünkü, Salai onun yalnızca çırağı değil, aynı zamanda sevgilisiydi.

Da Vinci’nin yaşadığı dönemde, eşcinsel birliktelikler kilise tarafından çok büyük cezalara çarptırılıyordu. Bu teoriye göre; Leonardo bu sebeple Mona Lisa’nın içine kendi sevgilisinin resmini yerleştirmiş ve ikisi arasında mükemmel bir uyum sağlamıştı. Mona Lisa ile Mon Salai’nin bu tabloda bir arada olması teorisini destekleyen birden fazla bulgu araştırmacılar tarafından ortaya atıldı.

Bulunan bir bulguya göre; Mona Lisa ve Mon Salai tablolarının dijital ortamda üst üste yerleştirilmesiyle oluşan benzeme oranı oldukça yüksekti. Mon Salai tablosundaki erkeğin yüzü Mona Lisa’nın yüzüyle oldukça fazla benzerlik gösteriyordu.

Diğer bir teoriye göreyse; Mona Lisa’nın yüzündeki o minik munzur gülümsemenin sebebi Leonardo’nun tablosunun içine gizlediği sevgilisini ve dönemin otoritesine nasıl da alttan alttan gülümsediğini gösterir nitelikteydi. Mona Lisa’nın suratındaki, her şeyi biliyorum gülüşünün sebebi gerçekten bu olabilir mi?

Mona Lisa – Mon Salai

Başka bir iddia ise; Mona Lisa isminin bir anagram olduğuydu. Yani, ismin harflerinin yerleri değiştirilerek gerçekten tablonun adını bulmak mümkündü. Mona Lisa isminin yerleriyle biraz oynandığında aynı harflerle Mon Salai yazılabildiği açıkça görülebiliyordu. Bu da bazı araştırmacılar için, Leonardo’nun bu tablonun içine gerçekten bir şeyler gizlediği fikrini benimsemelerine sebep olmuştu. Yoksa, asırlardır bize bakarak gülümseyen bu kadın, bir dahinin sırrını mı fısıldıyordu?

Mona Lisa’nın yüzü haricinde, tablonun arka planı da aslında oldukça ilgi uyandırıcıdır. Arka planda birbiriyle perspektif açıdan örtüşmeyen dağlar, dikkatli bakıldığında açıkça görülebilmektedir. Ancak, müthiş bir mühendislik ve mimarı yeteneğine sahip olan da Vinci’nin böyle bir hatayı bilinçsizce yapmış olma ihtimali oldukça düşüktür. Yine dijital ortamda yapılan incelemelerde görülüyor ki; sol taraftaki dağ sırasını kesip sağ taraf ile birleştirdiğimizde kusursuz bir şekilde devam eden sıra dağlar oluşturabiliyoruz. Leonardo pek çok tablosunda yaptığı gibi yine küçük bir perspektif oyunu ile hepimizi yüzyıllar sonra bile şaşırtmayı başarıyor.

Bir diğer dikkat çeken kısım ise; tablonun sol alt köşesinde yer alan sayıdır. Bazı uzmanlar, tablonun sol alt köşesinde 72 sayısının bulunduğuna inanıyorlar. Kabala’ya göre; 7, dünyanın yedi günde yaratılışını; 2 ise, erkekle kadın arasındaki zıtlığı ve aralarındaki birleşmeyi simgeler. Yani, yarı erkek yarı kadın demektir. Bu yarı kadın yarı erkek figür, acaba Mona Lisa’nın kimlerden ilham alınarak yapıldığının kanıtı mıydı?

Bulunan 72 sayısının içerisindeki arka planın ve manzaranın ise, Bobbio isimli bir İtalyan kasabası olduğuna dair iddia ortaya koyan araştırmacılar; Bobbio Köprüsü’nün ‘Şeytan’ın Köprüsü’ isimli köprü olduğuna inanıyorlar. Da Vinci’nin ‘benim küçük şeytanım’ olarak çağırdığı çırağını resmine eklediğini düşünürsek Şeytan’ın Köprüsü isimli bir yeri de resmine yansıtmış olma gibi ihtimali olduğuna da inanabiliriz sanırım.

Da Vinci, her ne kadar asırlar önce dünyadan göçüp gitmiş olsa da, bugün bile yarattığı eserleri ve icatları ile oldukça popüler bir dahi. Yarattığı en büyük eserlerinden biri olan Mona Lisa’sı da tıpkı sanatçının hayatı kadar gizemli. Leonardo’nun ne kadar zeki bir adam olduğunu düşünürsek; yıllarca yanında gezdirdiği bu tablodaki kadının, sıradan bir resim olma ihtimalinin aslında çok düşük olduğu da belli. Belki de bu sebeple, Mona Lisa’nın üzerine bu kadar iddia ve fikir ortaya atılmıştır. Bir gerçek var ki, bu gizemli kadın bize gülümsemeye devam ettiği müddetçe bu gizem de onunla birlikte süregelecek.

Bu içeriği beğendiniz mi? Bunun gibi daha fazla içerik üretebilmemiz için bize Patreon´da destek olun. ��

L.H.O.O.Q. – Bıyıklı Mona Lisa – Marcel Duchamp – 1919 – Eser Analizi

L.H.O.O.Q. ya da Bıyıklı Mona Lisa

Aslında bir resim değil, ucuz bir kartpostal L.H.O.O.Q.

L.H.O.O.Q. Marcel Duchamp’ın meşhur Bıyıklı Mona Lisa’sı. Köşede bırakılmış bir bulmaca küpürünün üstünde karalanmış gibi duran bu eser neden önemli? Bunun için, Duchamp’ı ve anlayışını iyice anlamak ve lhooq bize ne anlatıyor iyi düşünmek gerek.

Marcel Duchamp, Dadaizm akımının babası diyebileceğimiz bir sanatçı. Dadaizm tam anlamıyla algısal bir yıkım anlayışı. Mantık dışı bir şekilde, var olan sanatsal düzenlerin reddedilmesi anlayışıyla olaylara yaklaşılıyor. Bu yüzden, akılcı bir üslupla mantık kurmaya çalışmak doğru bir yaklaşım olmaz. Zira lhooq tam olarak bu anlayışı kırmak için yapılmıştır.

İşte karşımızda 5 asırlık Mona Lisa tablosu ancak üzerinde ince bir bıyık ve bir keçi sakalı var ve adı da ”L.H.O.O.Q.” iddia edilene göre bu harfler fransızcada sırasıyla okunduğunda ”elle a chaud au cul” sesleri duyuluyor, bu da fransızca da “Kızın yakıcı kalçaları var.” anlamına geliyor. Adının ne sebeple lhooq olarak belirlendiği tam olarak bilinmese de, çoğunluk tarafından kabul edilen nedenlerinden birisi bu.

Peki Duchamp, lhooq ile neden böylesine kabul görmüş, bir ikon haline gelmiş Mona Lisa’yı hedef alıyor? Lhooq‘da Duchamp’ın dadaist anlayışı tüm ağırlığını gösteriyor. Resim denildiği zaman belki de yoldan geçen herkesin ismini verebileceği bir tablodur, Mona Lisa. Her ne kadar bugün için konuşuyor olsam da, o dönemde de bir ikon olduğunu düşünüyorum.

İşte Duchamp böylesi kült halini almış bir yapıyı eleştirmeyi, benimsediği anlayış için bir görev bildi, Çünkü algıyı kırmak için en üstteki algıya (Aynı zamanda en alttaki) saldırması gerekiyordu. Bu sayede her kesimden kitlenin algısına hitap edecek ve büyük bir sansasyona neden olacaktı lhooq. Çünkü herkes tarafından benimsenmiş, ve herkes tarafından belirli anlamsal kalıplara sokulmuştu Mona Lisa.

Benimsenmiş ve kalıplaşmış olan düşünce, ürün veya eserler, artık kemikleşmiş bir yapıya sahiptir, bu kemikleşmiş yapı onu hem kırılmaz yapar hem de sanatta olması gereken yorumsal esnekliğini kaybettirir. Eserin etrafında örülmüş bu kristal tabaka her ne kadar eserin kimliğini oluştursa da, aynı zamanda eserin, kendi kendini açıklama potansiyeline de zarar verir. Sanatla ilgilenmeyen herhangi bir insanın da, Mona Lisa’dan haberdar olmasının sebebi aslında bu kristalleşmedir.

Lhooq, hedef aldığı bu kristalleşmiş algı için yeni bir bakış açısı, belki de kristalin arasında oluşabilecek küçük bir çatlaktır. Aslında günümüz çağdaş sanatında çokça yer alan, eski eserleri yeni bir üslupla harmanlayıp eleştirme anlayışının temelleri, Duchamp tarafından atılmaya başlanmış.

Aslında bu, biraz da stratejik bir hamle gibi duruyor. Lhooq ile surda gedik açmaya çalışıyor Duchamp. Üzerine bu kadar anlamlar yakıştırılmış, böyle büyülü bir atmosfere bezendirilmiş bir resmin üzerine, alaycı bir tavır ile sakal ve bıyık çiziyor. Mona Lisa’yı görünce hayranlıkla bakan gözler belki de lhooq karşısında alay edercesine güleceklerdi.

Bu bana şunu gösteriyor: İnsanlar yüzeysel davranmayı ve düşünmeyi sever; çünkü bu kolaydır. Hazır olarak sunulmuş derin bir düşünce karşısında ise derin düşünüyormuş gibi hissetmeyi de sever. Ancak lhooq’un karşısına geçenler belki de o sakal ve bıyığın getirdiği alaycı yapıya odaklanacak ve aslında arkadaki resmi önemsemeyecekler. Yüzeysel bir şekilde, esas olandan çok; üzerine kondurulmuş olana bakacaklar. Bu da aslında sanatçının yaratmış olduğu algıyı ve saldırdığı şeyi ifade ediyor.

Koskoca Mona Lisa’nın burulmuş bıyıklarını seyre dalıyoruz. Peh!

Gülüp geçecek miyiz? Hedeflenen bu mu? Yoksa bu alaycı tavrı nasıl da oluşturup, insanın değerlerinin ne denli değişken olduğunu yüzümüze mi çarpıyor lhooq?

Bıyıkları yeni terlemiş bir genci andıran lhooq, bir yıkımın temsilidir. Ancak bu yıkım, bir saldırıdan ziyade yeni bir yaratının doğum sancılarıdır. Duchamp, bu tavrı esas alır.

Belki de onun için, var olana en akla gelinmeyecek şekilde bakma çabası, bir ilkedir. Gözün gördüğünün çok ötesinde düşünebilmeyi, düşünmekle kalmayıp; benimsenmiş algıları kırmayı ve kırılan algılardan yeni bir algı yaratmayı hedeflemiş gibi duruyor.

Bu yaratma aşaması bana, bir japon felsefesi olan kintsugi anlayışını çağrıştırıyor. Kırılmaların ve yıkımların da bir süreç olduğunu ve onların da yeni bir yaratının doğum sancıları olduğunu hatırlatıyor. Duchamp’ın bu alaycı tavrı ve anlayışı açıkçası benim hoşuma gidiyor. Yeni bir soluk arayışı, çimenlerin arasından ezilip açılmış yollar yerine çimenlerin üzerinde giderek kendi yolunu çizmesi, bu karşı duruşu takdire şayan. Kendisinin diğer eserlerinde de bunu çok kez göreceğiz. İşte L.H.O.O.Q. Duchamp’ın ellerinden daha da çok zihninden çıkmış bir eser.

”Yıkım da yaratmadır” Marcel Duchamp

Eser Adı L.H.O.O.Q.
Sanatçı Marcel Duchamp
Tarih 1919
Bulunduğu Yer Philadelphia Museum of Art
Akım Dadaizm
Malzeme Hazır nesne (Kartpostal) üzerine kalem
Ölçü 19.7 x 12.4 cm

Görüş ve önerileriniz için benimle İletişime geçebilirsiniz.

Hüseyin Babacan

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.